İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

20.08.2004

Sezon Öncesi Hazırlıklar ve İlk Hafta Değerlendirmesi

LATİNLER vs. İNGİLTERE GERÇEĞİ
Bu sezon öncesi Premier League'deki en kayda değer olaylar kuşkusuz Chelsea ve Liverpool'daki teknik kadro değişiklikleriydi.
Özellikle Bosman kuralları sonrası İngiltere'ye Latin kökenli oyuncuların akmasıyla İngiliz futbolu geleneksel "körü körüne orta - kafa - gol" anlayışından kurtulup yine aynı savaşçı ve kanat organizasyonlarına dayalı oyun tarzının daha teknikle yoğurulmuş bir halini benimsemeye başladı. Bu süreçte en önemli rolü Wenger, Houllier gibi Fransız teknik direktörler oynadı. Fransa, nasıl tarihi boyunca, coğrafi konumunun da etkisiyle Anglo-Saxon, Germen ve Latin uygarlıklarının kaynaşma ve erime potası olmuşsa, bu Fransız antrenörler de İngiliz futbolunun temposunu ve savaşçılığını Alman disiplini ve Latin estetiğiyle harmanladılar. İngiliz futbolunu bir bakıma geldiği bu noktaya onlar getirdi. Ancak bu süreç onlar için hiç de kolay olmadı. Arsene Wenger, Houllier, Ranieri ve Vialli gibi isimlerin öncülüğünde İngiltere'de başlatılan tesisleşme devrimi meyvelerini daha yeni veriyor. Eskiden futbolcunun antrenman ve maç saatleri dışında tamamen serbest bırakıldığı İngiltere'de sırf bu nedenden dolayı Gazza, Fowler gibi sayısız yetenek 28'inden sonra alkol ve sigara nedeniyle futboldan kopma noktasına geldi. Şimdiyse çoğu İngiliz klübünde futbolcuların öğünleri bile diyetisyenlerce kararlaştırılıyor.
Ancak bu noktaya kolay gelinmedi. İtalyan ve İspanyollara nazaran İngiltere'ye daha az yabancılık çeken Fransız teknik adamlar bile uzun ve çileli uyum süreçlerinden geçtiler. Şimdiyse durum çok daha ilginç. İngiltere'nin büyük takımlarından ikisinin başına ilk kez bir İspanyol ve bir Portekizli getiriliyor. Geçen sezon Valencia ve Porto'da gösterdikleri gelişme futbol akademilerinde ders niteliğinde okutulabilecek olan Rafa Benitez ve Mourinho, Liverpool ve Chelsea'nın başına geçtiler.
(Bu arada Euro 2004'te o müthiş Fransa'yla gayet şopar bir şekilde Yunanistan'a elenen ve "loser"lığın en üst mertebesine yerleşen Jacques Santini Tottenham'a gitti, geçtiğimiz sezon Real Madrid'de basının ve elindeki kadrosunun ağırlığı altında ezilen Portekizli Carlos Quieroz da karizmasını sıfırlayan bir karar alıp dayak yiyip de abisine sığınan ezik çocuk misali Sir Alex Ferguson'un asistanlığına, başladığı yere, geri döndü. Bunlara daha sonra değineceğim.)
Herkesin beklentisi bu ikilinin (Benitez ve Mourinho) eski takımlarında yarattıkları harikaların benzerlerini yeni takımlarında da yaratması. İki teknik adam da bu hedefleri doğrultusunda takımlarında bazı modifikasyonlar yaptılar. Yaptılar yapmasına ama iki teknik adamın da ilk haftada oynattıkları temposuz kontraatak futbolu televizyon başındaki bütün seyircileri uyuz etti

NE OLACAK BU LIVERPOOL'UN HALİ?
Rafa Benitez, Liverpool'daki ilk iki sezonunda lig şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi dışında herşeyi silip süpüren, ama sonrasında hiçbir halt yiyemeyen Houllier'den enkazımsı bir kadro devraldı. İlk iş olarak Houllier'in ayarttığı herşeyini bitirdiği Djibril Cissé transferinin üstüne kondu. Sonra Houllier'in gözdesi LeTallec gibi Fransız gençleri Fransa'ya pişsinler diye kiralık gönderip Murphy'i 2.5M£'a Charlton'a , insan azmanı Heskey'i de Birmingham'a satarak "artık patron değişti" mesajını verdi. Sonra da ne kadar hemşehrici olduğunu kanıtlarcasına hemen Malaga'dan sağ bek Josemi'yi ve Real Sociedad'dan 16 milyon£'a Xabi Alonso'yu transfer etti. Ayrıca Houllier zamanında gitgide gözden düşen Carragher da Benitez'in yeni gözdelerinden biri haline geldi.

Ama asıl bomba Tottenham-Liverpool maçı sırasında yaşanacaktı: Liverpool'un efsane oyuncusu, sembolü Michael Owen, 14 milyon €+genç yetenek Nunez karşılığı Real Madrid'e gidecekti. Aslında bütün hafta boyunca "Bu hafta kim Real'e gidecek: Vieira mı Owen mı?" sorusunun dolaştığı İngiltere'de Vieira'nın Arsenal'de kalacağını açıklaması ve AK Graz-Liverpool maçında Owen'ın yedek oturması bu soruyu cevaplandırmıştı. Liverpool Owen'i adeta 'Real Madrid canavarına bu senenin kurbanı olarak adamak' zorunda kaldı ve böylece sezon sonu sözleşmesi bitince zaten Real'e gitmeyi kafasına koymuş Owen'ı paraya çevirmiş oldu. Owen'ın transferi sonrası düzenlediği basın toplantısında Benitez, Steve McManaman olayından ders aldıklarını (kendisi zamanında Bosman'dan faydalanıp Real'e beleşe gitmişti) ve aynı hatayı Owen'da tekrarlamadıklarını söyledi ve Liverpool'un geleceğinde Owen'a yer olmadığını belirtti.
TOTTENHAM - LIVERPOOL : 1 - 1
E doğal olarak altyapıdan gelme yıldızlara tapan İngilizler, Liverpool taraftarları bu kararı çok yadırgadılar, çünkü Owen herşeyden önce Liverpool ruhunu simgeleyen bir semboldü onlar için. Rafa Benitez bunu ancak Tottenham'ı ilk maçta yenerek telafi edebilirdi. Ne de olsa forvette sembol Owen ve her oynayışında bize futbolda fizik gücünün önemini hatırlatan Heskey olmasa bile karizmatik skorer Cissé ve Euro 2004'ün parlayan yıldızı Baros vardı. Üstelik kağıt üstünde bu iki oyuncu, Benitez'in Valencia'ya benimsettiği kontraatak futboluna çok yatkın gözüküyordu.
Ancak Benitez İngiltere'yi İspanya sandı. Liverpool'a oynatmaya çalıştığı temposuz savunmaya dayalı futbolun İngiliz seyircisine hiç de hoş gelmeyeceğini sezemedi. Gerçi o kişiliksiz ve yavaş futbolla dahi Santini'nin mallığı sayesinde Cissé'nin ayağından 38. dakikada bir gol bularak öne geçtiler. Lakin ikinci yarı, kadrosunda biri 1986 doğumlu Ifill olmak üzere Naybet gibi tam 5 yeni oyuncu bulunduran uyumsuz takım Tottenham olduğu gibi tek kale oynadı. Benitez ise kendini zannedersem İspanya'da sanıp iyice kontraatağı düşündü ve Cissé'yi çıkarıp ne idüğü belirsiz Sinama-Pongolle gibi hızlı koşan ama çömezötesi ve teknik fakiri bir oyuncuya döndü.
Sonuç: Tottenham beraberliği sağladı, galibiyeti kaçırdı Liverpool bir kez daha şampiyonluğun ana favorilerinden biri olmadığını kanıtladı, uyum süreci yaşayacağını gösterdi.
KÜLKEDİSİ MOURINHO HARİKALAR DİYARINDA
Çalıştırıcılık hayatına beden eğitimi öğretmenliği ve tercümanlıkla başlayan José Mourinho, geçtiğimiz iki sezonda Porto'yla elde ettiği başarılar sayesinde kariyerinde inanılmaz bir patlama gerçekleştirdi. Ancak bu sene Chelsea'de işi biraz farklı. Gerçi adamımız büyük camialara yabancı bir isim asla değil, zira kendisi Bobby Robson'a çıraklık yaptığı dönemde Barcelona'da asistanlık yapmış, Portekiz'in en önemli klübünün başında kendisini kanıtlamış bir kişi. Ancak kariyeri boyunca hiç böylesi büyük bütçeli bir takımla çalışmamış olması bence dezavantaj. Biz onu hep "elindeki mütevazı bütçeyle Avrupa'ya kafa tutan adam" olarak bildik.
Bu sezon öncesi, elindeki sınırsız olanaklarla Mourinho, ilk olarak geçen sezon bekleneni veremeyen Arjantinlileri (Crespo ve Véron) ve yaşlanan Hasselbaink'i şutladı. Sonra da takıma her sezon olduğu gibi dünya klasında yüzlerce yıldız aktı: Petr Cech, Arjen Robben, Mateja Kezman, Drogba vs vs... Ayrıca transfer edilen Portekizliler (bence gereksiz) P. Ferreira, R. Carvalho ve Tiago Mendes Mourinho'nun sıla özlemini giderdiler. Bütün bunlar yetmezmiş gibi aralarında Alexei Smertin'in de bulunduğu tonlarca isim aldılar (ben vallahi hepsini aklımda tutamıyorum).
CHELSEA - MAN UTD: 1 - 0
Aslında herkes Chelsea'nin rahat kazanacağını düşünüyordu. İnanılmaz bir kadro zenginliğine sahip Maviler, doping cezası yiyen Rio Ferdinand dışında Olimpiyatıdır, şudur budur vesairedir tam 9 eksikle oynayan Man Utd karşısında çok zorlanmamalıydı. Ama Alex Ferguson'ın takımı asırlardır aynı sistemle oynuyordu ve takım içi uyum hat safhadaydı. Açıkçası ben onca eksiğine rağmen, United'ın Chelsea'yle başa baş oynayacağını biliyordum; adamların sistemi yıldızlar üzerine dayalı değildi bir kere. Tabi maç öncesi verilen demeçlerde United'lı Silvestre'nin "Chelsea'de takım ruhu yok. Onları rahat yeneriz." açıklaması tansiyonu iyice arttırıyordu.

Beklenen gün geldi, çattı. Morinho, büyük bir hayal kırıklığı yaşatarak, takımını Porto'ya oynattığı 4-5-1 sistemine göre düzenlemişti. Dolayısıyla Chelsea sadece kontraatağı düşünüyor, Man Utd, 9 eksiğine rağmen maçın tek hakimi oluyordu. Yetmezmiş gibi, bu sistem, Gudjonsson'ın golünden sonra 4-5-1'e, oyunun ilerleyen dakikalarında ise 5-5-0 gibi garip bi sisteme dönüştü. Ancak garibim Man Utd, o kadar şanssız ve zavallıydı ki! Bir kere, adamların forvetlerinin hepsi sakattı. Van Nistelrooy ilk iki hafta, Louis Saha ilk ay boyunca takımda yer alamayacak. Solskjaer ise sezona başlamadan sezonu kapattı. Durum böyle olunca zavallı Manchester takımı maç boyunca Chelsea'nin etten duvarını Ryan Giggs, Alan Smith ve yetersiz forvet Diego Forlan ile delmeye çalıştıysa da nafile. Hele United'li oyuncuların yan ortalarla John Terry ve Gallas gibi iki ayıcığa karşı 1.70 küsürlük Giggs'i hava toplarında buluşturma çabası, ne yalan söyleyeyim, yüreğimi burktu!
Ertesi gün İngiliz basını ağız birliği etmişçesine, Mourinho'nun Fergie'ye esaslı bir çalım attığını, Silvestre'ye ağzının payını verdiğini, ancak bu çirkin futboluyla Premier League'de şampiyonluğu unutması gerektiğini yazıyordu.

ARSENAL'İN ÖNLENEMEYEN YÜKSELİŞİ ve DİĞER SONUÇLAR
Aslına bakarsanız bu bitmek bilmeyen transfer çılgınlığına yine en anlamlı mesajı Arséne Wenger ve öğrencileri verdi. Bu sezon öncesi de geleneği bozmayan ve hiç transfer yapmayan Arsenal, yıldızları Henry ve Vieira'yı da Real Madrid'in gazabından korumayı başararak kadrosunu muhafaza etmeyi bildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Everton - Arsenal maçını izledikten sonra şu anda şampiyonluk yarışında Arsenal'in rakibi olmadığı sonucuna ulaştım. Arsenal, geçen sene oynamaya başladığı, inanılmaz tembolu ve heyecan verici futbolu, bu sene de aynen sürdürüyor. Dahası, geçen sene ara transferde 35 milyon €'ya takıma dahil edilen genç dahi Reyes, insiyatifi iyice eline almaya başlamış, ayrıca altyapı ürünü genç İspanyol Cesc Fabregas da takıma monte olmuş. Henry, sahada gerçek bir lider gibi oynuyor. Bergkamp ise yıllanmış şarap gibi.
Arsenal'i bu sene Premier League'de durdurmak yine çok zor olacak, ancak ben yine de ileride onları zorlayabilecek bazı eksiklerini tespit ettim. Herşeyden önce, Sol Campbell ve Vieira gibi iki kulenin yokluğunda ilk maçta yan toplarda çok sorun yaşadılar. Rakibin her ortası, Touré ve Cygan'ın koruduğu göbekte soruna yol açtı. Artı takımın resmen sağ ve sol bek mevkilerinde yedeği yok. Olur da sezonun ilerleyen kısımlarında Ashley Cole'a ya da Lauren'a bir şey olursa bu açığı kim kapayacak?
Haftanın en sürpriz sayılabilecek çıkışını Sam Allardyce yönetimindeki Bolton Wanderers yaptı. Jay Jay Okocha'nın maestroluğundaki Bolton, Charlton'ı 4-1 ile geçerek geçen seneki çıkışını sürdüreceği sinyalini verdi. Bir de Liverpool'lu Diouf'u sezon sonuna kadar kiraladılar. Bu takım bu sene çok can yakabilir!
Matchday 1'ın en ilginç olayı ise, kuşkusuz, eski Chelsea'li yeni Middlesborough'lu Hasselbaink'in kuzey derbisi olarak nitelendirilen Newcastle-M'borough maçında attığı son dakika golüydü. Hasselbaink kendini İsa Mesih felan sandı herhalde, zamanında Maradona'nın uzattığı Tanrı'nın elini bu kez Sir Bobby Robson'a uzattı ve takımına zorlu Newcastle deplasmanında kıymetli 1 puanı kazandırdı.

19.08.2004

Belçika Ligi'nde 2. Hafta

Pazar akşamı oynanan Club Brugge – Gent maçı ile Belçika Ligi’nde 2. hafta sona erdi.


Ancak öğleden sonra GBA, Juupiler League’i dikkatli takip eden seyircileri, lige yeni yükselen Oostende’yi 4-0 gibi net bir skorla mağlup ederek şaşırtmaya devam etti. Çünkü Anvers ekibi sezon başlamadan 5 tane Breszilya’lı transfer ederek takımda çok fazla değişiklik yapmıştı. Bu durum çoğunluğu GBA’nın D1’deki geleceği hakkında endişelendiriyordu. Buna karşılık, bu mücadelede maç Anvers ekibi tarafından domine edildi ve GBA’nın Brezilyalılarından biri olan Cadu 3 gol attı.
Albert’de, Mons kendi evinde Fildişi Kıyısı kolonisi Beveren ile yenişemedi. Bu arada gelecek haftalarda Fransız Jean-Marc Guillou tarafından yeni Fildişili oyuncu alınacakmış. Mons yeni transferleri Aliyu Datti’nin 5 ve 33. dakikalardaki 2 golü ile öne geçse de devrenin bitimine 2 dakika kala Romaric, Waeslend ekibini umutlandıran golü kaydetti. 2. yarı başladıktan 5 dakika sonra Eboue skoru dengeledi.
Brugge evindeki ilk maçta fırsatı kaçırmadı. 20. dakikada Gent ekibi çifte şok yaşadı. Hücum oyuncuları Sandy Martens aşil tendonundan sakatlandı ve 6 ay sahalardan uzak kalacak.Böylece Georges Leekens forvet hattında oldukça güçsüz kaldı. Zaten Ali Lukunku geçen yıl doping testinin pozitif çıkmasından dolayı cezalı. Martens’in sakatlığından bir kaç saniye sonra Balaban, Gent savunmasının açığını yakaladı ve golünü attı. Yaşlı kurt Verheyen, Cornelis’in dönen topunu ağlarla buluşturdu.

Bu haftadan not edilecekler:
Şampiyonluğun iki adayı Anderlecht ve Brugge bu hafta kazandı.
Standart Liege’in yeni tranferi Sergi Conçesao büyük olasılık gelecek hafta Cercle Brugge’e karşı forma giyecek.
La louviere ve GBA yollarına devam ediyor.
İsveç’li milli Wilhemsson’un teknik hareketleri, oynadığı her maçta gol atan Balaban ve büyük takımlar tarafından yakından takip edilen Dostumnu.
Kötü performanslar: 0 puan’da bolke olan Brussels, 2 maçını ve Martens’i kaybeden Gent


15.08.2004

Belçika liginden Merhaba,
Ligin ikinci haftasında, La Louvière cumartesi akşamı Cercle de Bruges’e karşı aldığı 2-1’lık galibiyetle ligin zirvesine yerleşti. Geçen hafta deplasmanda Gent’i 1-0’lık sonuçla geçen GBA, bu gece Ostende karşısında alacağı skorla Louvière’in üzerine çıkabilir.
Standard evinde cuma gecesi Charleroi’ya 2-1 mağlup olurken, şampiyonluğun en büyük favorisi Anderlecht, St Truiden’e karşı 2-1’lik üstünlük elde etti. Bu sezon birinci lig tecrübesi olan oyuncularla, 2. ligden gelecek vaat eden oyuncuları kaynaştıran Mouscron, bu hafta Genk deplasmanından 0-0’lık beraberlikle döndü. İlk iki hafta ligin başa güreşen takımlarıyla mücadele etmesine karşılık Mouscron defansı gayet güzel bir performans çıkardı ve 2 maçı da gol yemeden tamamladı.
Ligin yenilerinden FC Brussels puan alabilmek için daha beklemek zorunda. Emilio Ferrera’nın adamları Lokeren’e 1-0 yenildiler ve şimdiden ligin dibini boyladılar. Bu akşam üç karşılaşma oynanacak. GBA, Ostende’yi ağırlarken, Mons Beveren’i konuk edecek.FC Brugge ise Gent ile karşılaşacak.

Özetler
Sclassin’de, Standard maçın başından itibaren Charleroi üstünde baskı kurdu ve bunun neticesini 27. dakikada aldı. Wamberto’nun şutunda top şanslı bir şekilde Bangoura’nın önüne geldi ve Liege golü buldu. Charleroi’nın oyundan düşmesi beklendiği anlarda, vatandaşı Fransız Laurent Macquet’nin kullandığı kornerde bomboş kalan Chabuad, Charleroi adına golü kaydetti. İlk yarının son anlarında Toni Brogna müthiş bir voleyle Charleroi’yı öne geçirdi.
Geçen hafta Anderlecht’i mağlup eden Mouscron Fenixstadion’da Genk ile karşılaştı. Konuk ekip birkaç pozisyon bulmasına rağmen beraberliği bozamadı. İki takımda ataklar geliştirmesine rağmen maç 0-0 sona erdi ve 2 takımda puanlarını dörde yükseltti.

Tivoli Stadı’ndaki maçta Cercle Brugge, Stijn De Smet ile öne geçen ekip oldu. La Louviere önce penaltıdan eşitliği sağladı.Sonrasında, 88. dakikada, oyuna 5 dakika önce giren Français Djebbour sayesinde öne geçti. Ligde liderliğe yükselen La Louviere, Flaman basını tarafından şampiyona öncesi düşme adayları arasında gösteriliyordu. Ancak yapılan 8 transfer ve temmuz ayı boyunca yapılan uzun hazırlık dönemi sayesinde Kurtlar ikide iki yaptı.
Brüksel’de, Anderlecht ilk 45 dakikada taraftarlarını mutlu edemedi. Anderlecht ilk yarı boyunca duran toplardan etkili olmaya çalıştı ancak St. Truiden kalecisi Belic gole izin vermedi. İkinci yarıda Anderlecht, rakip defansın zayıf yanlarını buldu ve Kanari Van Imschoot gölü atmadan önce 2-0 öne geçti. Son olarak not etmek gerekirse, Anderlecht’in İsveçli milli oyuncusu Wilhemsson Euro 2004’deki başarılı oyununu ligede taşımış gözüküyor.
Lokeren tarafında fazla önemli dikkat çeken bir şey olmadı. İkinci yarının başında Lokeren Admilson ile gölü buldu. Kalan sürede Lokeren skoru korumaya yöneld, ve defansa çekildi. Brussels son on dakikada pozisyonlar üretse de maçtan 1-0 yenik ayrıldı.
Kuipje’de, Nijeryalı forvet Dosumnu Lierse ağlarına 2 gol gönderdi ve Westerlo maçı 2-0 kazandı. Dosumnu bu sezon iki maçta 5 gol attı. Geçen sezon 21 gol atan forvet bu sezona da iyi bir başlangıç yaptı.

Belçika liginden haberlerle yeniden görüşmek üzere

Toplu Sonuçlar

STANDARD: Runje, Deflandre, Dragutinovic, Onyewu, Vandooren, Wamberto, Bisconti, Moreira (56e Geraerts), Garbini (83e Niemi), S. Bangoura, Tchité (73 Kaklamanos).
CHARLEROI: Laquait, Defays, Kere, Siquet, Lokembo (73 Oulmers), Chabaud, Detal, Macquet, Reina, Orlando (64 O. Bangoura), Brogno (90+2 Ciman).
Hakem : M. Verbist
Sarı Kartlar: Brogno, Wamberto, Dragutinovic, Kere, Reina
Goller : 27e S. Bangoura (1-0); 41e Chabaud (1-1); 45e Brogno (1-2).
Seyirci : 20 000

GENK: Moons; Priske, Matoukou, Claessens, Sigurdsson; Beslija, Wamfor (27e De Condé), Soley, Daerden; Kpaka (69e Vandenbergh), De Camargo.
MOUSCRON: Vandendriessche; De Vleeschauwer, Teklak, Beloufa, Lorenzi; Noukeu, Martic, Charlet; Dimbala (80e Lecomte), Zewlakow (88e Schaessens), Grégoire.
Hakem : M. Ver Eecke.
Sarı Kartlar: Lorenzi, Seyfo
Seyirci : 23 000

LA LOUVIÈRE: Proto, Toyes, Zambernardi, Guilmot, Klukowski, Brahami, Vanhandenhoven, Assou-Ekotto (69e Vervalle), Espartero, Murcy (80e Blay), Ishiaku (64e Djebbour).
CERCLE BRUGES: Begyn, Masureel, Svetlicic, De Wulf, Van Mol, Viane (66e Vandenbussche), Slovic (73e Vlahos), Meyssen, Miskovic, Roiha (79e Pivaljevic), De Smet.
Hakem : M. Colemonts.
Sarı Kartlar: De Smet, De Wulf, Vanhandenhoven, Svetlicic.
Goller : 6e De Smet (0-1), 58e Ishiaku sur pen. (1-1), 69e Djebbour (2-1)
Seyirci : 8 000

ANDERLECHT: Zitka; Zewlakow, Kompany, Traore, Deschacht; Mpenza (79e Junior), Hasi, Baseggio, Wilhelmsson; Aruna, Jestrovic.
SAINT-TROND: Belic; Debroux (56e Van Imschoot), Hayen, Beda, Baratto (64eRivic), Caers; De Ceulaer, Diabaté, Delorge, Hajnal (72e Buvens); Kimoto.
Hakem : M. Allaerts.
Sarı Kartlar: Baratto, Aruna, Kimoto, Belic.
Goller : 47e Baratto csc (1-0), 69e Aruna (2-0), 69e Van Imschoot (2-1)
Seyirci : 23 204

LOKEREN: Lazic; Conte, Doll, Pinto, Coulibali; Krinstinsson, Vidarsson, Gretasson (90e + 2 Overmeire), de Beule; Ademilson (87e Zoundi), Baldvinsson (69e Tailson).
FC BRUSSELS: Nys; Emeran, Malusci, Greven, Bruno; Culek, Haydock (42e Coveliers), Zezeto (70e Goumotsios), Selemani; Nong, Makasi (53e Riise).
Hakem : M. Wuyts.
Sarı Kartlar: Doll, Malusci, Zezeto, Coulibali.
Gol : 47e Ademilson (1-0)
Seyirci : 5 000

WESTERLO-LIERSE
Goller : 4e ve36e Dosumnu, 55e Raeymaekers

Seyirci : 6 500

12.08.2004

Veyn Runi

31 Ağustos 2003... Beklenen oldu ve her ne kadar the Premiership’teki tüm menejerler bu saatten sonra transfer yapmak istemiyoruz, yeni gelen oyuncular uyum sorunu yaşayacak, dediyse de sözlerini tutmadılar ve transferin son gününde ne kadar kelepirleşen oyuncu varsa kapıştılar. Tarih tekerrürden ibarettir; bu oyuncuların çoğu, aceleye getirilmiş sağlam olmayan seçimler olduklarından, genellikle gittikleri takımda başarılı olamazlar ve sezon sonu tıpış tıpış postalanırlar. Ancak bu seneki gecikmiş transferlerin arasından bir tanesi var ki bence tarihte bir istisna olarak hatırlanacak.

Wayne Rooney, kuşkusuz, İngiltere’nin son yıllarda yetiştirdiği en heyecan verici yetenek. Henüz 18 yaşında olmasına rağmen çoğu profesyönel oyuncuda bulunmayan bir fiziği var: 178cm ve 78kg. Vay maşallah annen seni neyle besledi oğlum? Milli formayı ilk kez 17 yaşında giydiği düşünüldüğünde ve geçen sezon Everton’da gösterdiği performans göz önüne alınındığında adamın nasıl bir potansiyel ihtiva ettiği daha iyi anlaşılabilir. Euro 2004 elemelerinde 30’luk kurtlar Bülent ve Alpay’ı nasıl duman ettiğini hatırlayalım. Aynı derecede etkileyici bir performansı Euro 2004’te de gösterdi kendisi. Artı kalas gibi bir boynu ve korkutucu derecede holiganımsı bir görünümü var. İşte bütün bunlar bu çocuğu İngiltere’nin gözbebeği haline getirmeye yetiyor da artıyor.

Aslında Rooney’in Everton’dan daha büyük bir klübe geçmesi kimse için büyük bir sürpriz olmadı. Ama bu klübün Manchester United olması, itiraf etmeliyiz ki, büyük bir sürprizdi. Rooney daha bu sezon başlarken, çok sevdiği Everton klübüyle oldukça yüklü bir kontrat yenilemişti, çünkü Rooney, başlı başına, Everton gibi vasat ve city rival’ı Liverpool’un altında her zaman ezilmiş bir klübün gündemde kalmasını sağlayan tek oyuncuydu. Üstüne üstlük Rooney, etrafta kendisini kadrosuna katmak için birbirini yiyen devlerin, hiç olmazsa çok sevdiği klübüne de biraz para kazandırması için kontratını yenilemekte gecikmemişti. Eminim Man Utd’ın kendisini 23.5M£’a transfer etmesine, bu nedenle klübü de epey sevinmiştir. Zira bu para, doğru kullanıldığında, Everton’a sınıf atlatabilecek bir kaynak olabilir. Kaldı ki ellerinde bence en az Rooney kadar parlak James McFadden adında bir cevher daha var.

Gelelim transferin Manchester United cephesine. Malum, Sir Alex Ferguson’un ekibinin yakasını son iki sezondur şanssızlıklar bırakmıyor. Bence geçen sezon, Şampiyonlar Ligi’ni bir kenara bırakırsak (ki onda da şampiyon Porto’ya elendiler), ligde o kadar da fena bir performans sergilemediler. Ama her sene de sezonu yenilgisiz tamamlayacak bir Arsenal çıkmaz ki! Üstüne üstlük, bütün sezonu türlü sakatlıklar içinde ve dünyanın en önemli stoperlerinden biri olan Rio Ferdinand’ın yokluğuyla geçirdiler. Bu sezon daha başlamadan, bence dünyanın en önemli “bench stiker”ı olan Solskjær’in sezonu kapattığı, Louis Saha’nın ameliyat olması gerektiği ve van Nistelrooy’un sakatlığı ortaya çıktı. Yetmiyormuş gibi Community Shield’ı ve ligin ilk haftasını Olimpiyatlar’a ve Copa America’ya yolladıkları tonlarca oyuncunun yokluğunda açmak zorunda kaldılar. Şanssızlık faktörünü bir kenara itersek, United’ın bu başarısızlığının altında yatan temel neden, yaşlanan çekirdek kadronun yenilenmesi sürecinin başarısız bir şekilde devam etmesidir. Şampiyonlar Ligi’ni kazanan, 10 küsür senedir the Premiership’i domine eden Şeytanların temel taşlarının hepsi artık 30’lu yaşlarda. Roy Keane, Ryan Giggs, Neville kardeşler, Scholes, kariyerlerinin sonlarına yaklaşıyorlar. Alex Ferguson’un Wenger’e özenip de tüm dünyadan topladığı genç yetenekler ise bir türlü beklenen randımanı veremedi. Fortune 27 yaşına gelmesine rağmen halen bir baltaya sap olabilmiş değil, Wes Brown desen savunmada hata üstüne hata yapar, Djemba Djemba uyum sürecini atlatabilmiş değil, Kleberson ise geçen senenin en kötü transferlerinden biri olarak bu konudaki tüm dergi anketlerinde kendine bir yer edindi. Özetlersek, ‘Operasyon Kabuk Değişimi’’nde geçen sene Premier League’de yılın kalecisi seçilen Tim Howard ve harika çocuk Cristiano Ronaldo dışında herkes sınıfta kaldı (o gariban da neden hep sonradan girer şu oyuna anlamam!).

Peki Sir Ferguson ne yapmalıydı? Wenger’e özenip dünyadan genç yetenek toplamaya çalışmanın ve parayı oraya buraya saçmanın anlamsız olacağını anlamalıydı, zira artık İngiltere’nin dışındaki futbol dünyasını da takip etmediğini itiraf etmeli, en kısa sürede en iyi bildiği işi yapmaya, adalı yetenekleri bulup çıkarmaya geri dönmeliydi. Çünkü bu ülkenin son yıllarda yetiştirdiği en önemli oyuncuları o yaratmıştı. Giggs, Roy Keane, Scholes, Yorke, Andy Cole, Steve Bruce, Dennis Irwin, Paul Ince vs... (İlginçtir, Sir Alex’in United’ı bir de teknik adam akademisi gibidir, yetiştirdiği oyuncular (örn. Steve Bruce) sonra bir de Premiership’te üst düzey takımlarda teknik direktörlüklere getirilirler. Düşünün bir kere, Real Madrid gibi bir dev, bu adamın yardımcısını (Quieroz) o yıldızlar karmasının başına getirebiliyor.) O da öyle yaptı, ve ülkenin en önemli genç yeteneğini transferin son gününde kadrosuna kattı.

Rooney’nin yukarıda saydığım isimlerden hiçbir eksiği yok, aksine onlara göre birçok artısı var. Adamdaki yetenek aşmış boyutlarda. Öyle ki, Pele bile “Rooney’e baktığımda 17 yaşımdaki halimi görüyor gibiyim,” diyor. Yalnız Rooney’nin bir efsane olmaya giden yolunda iki önemli engel var. Birincisi, erken yakalanan şöhreti hazmedememe sinyalleri verişi. Basına verdiği kimi zaman ölçüsüz demeçler ve otobiyografisinin yayın haklarını The Sun’a satması (The Sun, Hillsborough faciasından sonra Liverpool halkına hakaret eden manşetler basmış ve bunun sonucunda Liverpool şehrinde insanlar The Sun’a, bugüne kadar uzanan bir boykot uygulamışlardır. Tabii Everton’ın da bir Liverpool takımı olduğunu hatırlatmakta fayda var.) İngiliz kamuoyunda “Bunun da götü kalktı” izleniminin doğmasına yol açtı. İkincisi ise kronik olarak seyretme eğilimi gösteren sakatlığı. Ancak ben bu olumsuzlukların, disiplini ve sistemliliğiyle tanınan Sir Ferguson’ın elinde kaybolacağına, Rooney’nin 8 numaralı formasıyla Manchester Utd’a uzun yıllar önemli hizmetlerde bulunacağına ve dünya futbolunun da, böylece, çok önemli bir isim kazanacağına inanıyorum.

İngiltere’de transferin son gününde gerçekleşen diğer bombalara göz atarsak... Premier League’in en kıdemli striker’larından Dwight Yorke, sürpriz bir şekilde Blackburn’den Birmingham City’e geçti. Böylece Birmingham, zaten gayet eli yüzü düzgün kadrosunu bir de “Tecrübesi yeter” dedirten bir veteranla taçlandırmış oldu. Ligin yeni ekiplerinden WBA, “Ben bu ligde daha uzun süreler kalmaya niyetliyim” dercesine, kariyerli (AC Milan, Atlético Madrid, daha ne olsun?), atağa da önemli katkıları bulunan Rumen sağ bek Cosmin Contra’yı bir seneliğine kiralarken, Japon ulusal kahraman Junichi Inamoto’yu da transfer ederek global hayran kitlesini arttırdı. Ancak transfer yapmak yetmez, bu azimlerini sahaya yansıtmaları gerek, zira şu anda sondan üçüncü sıradalar. Bir diğer taze takım, playoff finalinde West Ham’ı bala göte eleyip de hak etmediği the Premiership’e çıkan Crystal Palace, Inter’in dışladığı Ventola ve Sorondo’yu bünyeye kattı. Ventola, ben kendimi bildim bileli Inter tarafından ona buna kiralanır. Yahu adamın gençliği mençliği de kalmadı hayra alamet midir, bilinmez. Uruguay milli takımının vazgeçilmez stoperi Sorondo ise hava toplarında etkili, the Premiership’e uyum sağlayabilecek bir oyuncu. Ama bence şu anda lig sonuncusu olan Crystal Palace’ın bu dandik kadroyla kümede kalması zor zaten düşseler de iyi olur ligin kalitesini düşürüyorlar.