İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

25.11.2004

Umduk Bayern Baş Yarıyor…

Sezona kötü bir başlangıç yapan ama son haftalarda iyi bir çıkış yapan Bayern bu hafta çok istediği ve 18 aydır özlemle beklediği liderliğe oturdu ve lig beklediğim halini aldı. Tepede Bayern ve takipçileri. Hep inandığım bir şey futbolda kadronun en önemli faktör olduğu yolunda. (Bkz. ligimizde iki senedir Trabzon’un yaşadığı) Werder geçen sene şampiyon olurken Micoud, Ailton gibi yıldızlarla oldu. Bu sene de Wolfsburg ne kadar hırslı da olsa oyuncuların kapasitelerin tamamını sahaya yansıtmaları gerekiyor. Bayern’e bakarsak ise kadro genişliği ve kalitesi diğer takımlara çok ağır basıyor. Tabiki kadro dışı faktörler de önemli ve Bayern yavaş yavaş hepsini bir araya getirmeye başladı. Kaiserslauten’i cumartesi 3-1 yenip pazar günü oynayacak Wolfsburg’u baskı altına soktular. Wolfsburg ise geçen haftanın takımı HSV ye deplasmanda yenilerek liderliği kaybetti.

Tabi Schalke de boş durmadı. Leverkusen’i deplasmanda rahat yendiler. Bu hafta izleyebildiğim maçta 3-0 gibi temiz bi skorlar kazandılar. Maçın genelinde Schalke üstündü. Ama Leverkusen’in savunması tam bir felaketti. Ne yaptığını bilmeyen bir savunma ile Ailton’a karşı beyaz bayrak çekmekten başka bir şansları yok. Ailto bir gol ve bir asistle maçı koparan adam oldu. Tabi bir oyuncu daha var ki adından çok söz ettirecek. Lincoln gerçekten çok yetenekli. Attığı frikik ve Ailton’un attığı gol öncesi yaptığı koşu ve daha sonrasında Ailton’a asissti bir futbol resitali. Kafası ayakları kadar çalışan oyuncu çok bulunmaz. Lincoln ve Ailton tabi bir de takdire layık Sand gerçekten çok başarılıydı. Leverkusen defansını allak bullak ettiler zaten elle tutulacak bir savunma yoktu. Tabi sonuç da çok bariz oldu. Stuttgart’ta Gladbach’ı yenerek yanaştı. Werder ise senenin sürprizlerinden Bielefeld’e yenilerek biraz geride kaldı.

4 Takım şu an için öne çıkıyor. Ben bunun 5 olacağını hala düşünüyorum. Şampiyonlar ligi Werder’i çok yaralamış gözüküyor. Tabi Ailton da tartı da ne kadar ağı bastığını her maç gösteriyor. Klose daha fazla atmış olsa da Ailton’a değişmem. Şampiyonlar ligine verilen ara Werder’e yarar ve onlar da işin ucundan tutar. Tabi Bayern tepede ve ligi orda bitirmeleri hiç şaşırtıcı olmaz. üç haftadır kazanıyorlar. Kolay maçlar üst üste gözükse de Hannover de vardı bu üç maç arasında. Altta Wolfsburg’un sorununu kör sağır herkes görüyo duyuyor. Evinde 7 maçın 6 sını kazanan takım deplasmanda ise bir hayli zorlanıyor. Volkswagen Arena’da seyircileri ile bütünleşip çok başarılı maçlar oynasalar da deplasmanda aynı skorlardan bahsetmek imkansız. Daha hiç berabere kalmayan Wolfsburg geçen deplasmanda Nürnberg’den 4 bu hafta Hamburg’tan 3 yediler. Hiç iyi sinyaller değil. Hırslı olduklarını üstüne basarak söylemek lazım. Nürnberg maçında maçın başında D’Alessandro kırmızı kart görmüştü. Bu hafta ise 30. dakikada defansın göbeğinde oynayan Hofland ve Quiroga sarı kart görmüştü. Nitekim 70 civarı Quiroga kırmızı kartı gördü ve takımı çaresiz bıraktı. Bu hırs iyi ama seyirci sizden değilse hakem kolay kart çıkarır ve deplasmanlar böyle gitmez. Giderse şampiyonluk gelmez. Schalke ise ligin en dengesiz takımı Hertha’ya kendi sahasında yenildikten sonra deplasmanda şık bir galibiyetler son dokuz maçındaki yedinci galibiyetini aldı. Rangnick ve hücum hattı gerçekten iyi gidiyor. Ligin yetenekli takımı Stuttgart Kuranyi’nin tek goluyle son haftalarda hareketlenen Gladbach’ı geçti ve nefesini hissettirmeye devam ediyor.


Şampiyon olmasına şans vermesem de lige esas renk katan ve Bundesliga’ya bu sene sıkı sıkıya bağlanmamı sağlayan üç takım var. Mainz, Hannover ve Bielefeld. Mainz ve Bielefeld yanılmıyorsam bu sene lige katıldılar. Bielefeld üç hafta önce deplasmanda aldığı puanlarla öne çıkarken evde de kazanmaları halinde bir hayli iyi yerlere gelebileceklerini gösteriyorlardı. Son üç haftada evlerinde iki maç birden kazanıp aradaki Freiburg deplasmanıyla birlikte mükemmel bir seri yakaladılar. Geçen senenin şampiyonu Werder’i bu hafta evlerinde yenerek lige renk kattılar. Haftaya üçü de şampiyonluk adaylarıylar oynuyor. Özellikle deplasman takımı Bielfeld Aufarena’da Schalke’ye konuk olacak. Umarım NTV bu maçı verir. Diğer favorim ise evinde başarılı maçlar oynayan Hannover’in Stuttgart’ı konuk ettiği maç olacak. NTV seçim yapıyor mu bilmem ama şu ana kadar iyi maçlar gösterildi. Bu hafta da iki maçtan biri olursa çok iyi olur.


Arada sırada yazılarda tabloyu ekleyecem
14.Hafta Sonunda

1) Bayern 29 Gol Krallığı
2) Wolfsburg 27 Mintal (Nürnberg): 11
3) Schalke 27 Buckley (Bielefeld): 10
4) Stutgart 26 Neuville (Gladbach): 9
5) Hannover 24
6) Bielefed 23 Sonuçlar:
7) Mainz 22 Bayern – K’slauten 3 : 1
8) Werder 21 Bielefeld – Werder 2 : 1
9) Hertha 19 Mainz – Bochum 1 : 0
10) Hamburg 19 Dortmund – Freiburg 2: 0
11) Leverkusen 19 Leverkusen – Schalke 0 : 3
12) Nürnberg 17 Hertha – Hansa : 1 -1 (Ne istikrar!!)
13) Dortmund 17 Hamburg – Wolfsburg 3 : 1
14) Gladbach 16 Nürnberg – Hannover 1 : 1
15) Kaiserslauten 14 Stuttgart – Gladbach 1 : 0
16) Bochum 11
17) Freiburg 10
18) Hansa 9

HAFTANIN MAÇLARI

Bayern – Mainz : Mainz tam bir sürpriz takımı. Bayern’i berabarliğe tutabilirler.
Hannover – Stuttgart : Haftanın ikinci ilginç maçı. Hannover yenerse birçok şeyi kanıtlayacaklar.
Schalke – Bielefeld: Schalke favori gözüyor ama deplasman takımı diye Bielefeld’e denir. Haftanın en merak ettiğim maçı.
Kaiserslatuten – Freibug: Kaiserslauten yenemezse çanlar kulaklara zarar verebilir. Yenerler diye düşünüyorum.
Bochum – Nürnberg: Ne olur bilinmez bir maç. Bochum da artık bir maç kazanmalı.
Werder – Dortmund: İsmi hoş bir maç ama Dortmund için pek hoş olmayabilir.
Gladbach – HSV : Kadrosuna göre puanı az olan takımlar hırslı oynayacaklardır. HSV iddalı olacaktır.
Hansa – Leverkusen : Hansa ligin diğer bi istikrarsızlık abidesinden puanı kapabilir. Berger’in gelişiyle bi değişiklik olabileceği haftasonu görüldü. Bir BURSASPOR taraftarı olarak Berger’i hiç sevmem ama Almanya’da düşen takımları kurtatan adam rolüyle “ İtfaiyeci” lakabı almış bir hoca.
Wolfsburg – Hertha : Hertha maçları hakkında yorum yok.

22.11.2004

Maksat Bağcı Dövmek

Hem gazatelerdeki abartılı yorumların, hem de benim bu haberlere karşı gösterdiğim tepkilerin makul bir seviyeye inmesi için özellikle bu kadar bekledim. Bir ay önce yerlere göklere sığdıramadığımız milli takımı bu kez her zamanki gibi yine yerin dibine sokuyoruz. Tabii yeniçeri mantığı ile ilk yapılan Ersun Yanal’ın kafasını istemek. Hani sırf başa getirmek için Şenol Güneş’i tazminatını bile ödemeden kovup daha 5. resmi maçına çıkmış adamı. Ersun Yanal yanlış taktik ve takımla çıkmış? Bir ay önce futbolunu göklere çıkardığımız 2002’den bu yana en iyi futbol dediğimiz takımdan tek bir değişiklik yaptı Ersun Yanal. O da o maçın en kötüsü, penaltıyı yaptıran İbrahim Üzülmez yerine Deniz ile başladı. Böylece savunma kurgumuz kalede Rüştü olmak üzere Ümit – Tolga – Servet – Deniz dörtlüsünden oluştu. Her ne kadar bir değişiklik hariç Şampiyonlar Ligi’nde 13 gol yemiş savunma ile sahaya çıksak da bu bana göre son derece olumlu bir düşünceydi çünkü futbolun en koordineli çalışması gereken bölgesi savunmadır. Hücumda bireysel çabalarla gol atabilsen de, savunmadaki bireysel bir hata örneğin ofsaytı bozar ve gol yersin. Bu sebepten atıyorum Ümit – Bülent – Tolga – İ.Üzülmez gibi birbirleriyle yılda en fazla 5 maç oynayan bir savunmadansa Fenerbahçe savunmasının tamamiyle alınmasını doğru bir karar buluyorum. Zaten savunmayı eleştirenler, sadece beğenmediklerini vurguluyorlar ama hiçbir alternatif sürmüyorlar. Hazır savunmadan söz açılmışken bizim Alpay diye bir stoperimiz vardı hatırlar mısınız? Şimdi nerdedir,ne yapar sorusunu kimse soruyor mu acaba? En son geçen haftanın Vatan Pazar ekinde GORA’nın Japon oyuncusunun söylediğine göre Alpay, Uzakdoğu’da gayet düzenli oynuyormuş. Savunmayı beğenmeyenler için alternatif! Savunmada bir tek eleştireceğim nokta var: Her ne kadar Danimarka maçındaki savunmanın aynısı da olsa o maçta oynayan Thomasson, Sheva’nın ancak yedeği olabiliyor. Shevchenko’yu, Servet gibi yavaş bir stoper ile durdurmak saçmaydı.

Orta sahada bir hücuma yönelik, bir savunmaya yönelik oyuncu ile başlamak kötü bir karar değildi. Ancak Gökdeniz, sıkışık alanda istenildiği gibi oynayamadı. Yıldıray’ın oyuna girmesi biraz geç oldu. Yaratıcı oyuncu sıkıntıs olunca, hele bir de 2-0 geriye düşünce en çok kullandığımız hücum sistemine geçtik: Doldur-boşalt. Bunun Ersun Yanal ile bir ilgisi yok. Türk futbolunu karakteristik özelliğidir,eğer takımının ismi Barcelona değilse, oyun sıkınca ha bire topu içeri pompalarız. Yani denildiği gibi “Madem hava topu oynayacaktık, neden Hakan yok” durumu söz konusu değil.Yalnız bunu bile beceremiyoruz. Doldur-boşalt ve korner arışları sadece savunmadan önce kafayı vurmaktan ibaret değildir.Aynı zamanda savunamnın kafayı vurduğu topları karşılamak, tampon yapmaktır. Ancak biz mahallede top oynayan çocuk misali top nereye biz oraya koşturduğumuz için onu da beceremedik.

Oynadığımız oyunun demodeliğinin, yavaşlığının ya da oyuncu yetişmemesinin nedenini ligin kalitesine bağlamak çok yanlış. Bize 3 çeken Ukraya’dan Dinamo Kiev ve Lucescu dolayısıyla tanınan Shaktar dışında Ukrayna Ligi çok güçlü bir lig mi? Euro2004’de hayranlıkla izlediğimiz Çek Cumhuriyeti’nin liginde şike sebebiyle ceza alan takım sayısı dört. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ben sadece desteksiz salladığımızı göstermek istedim.

Futbol artık büyük bir endüstiri olduysa, artık saflığını yitirip tamamen paranın egemen olduğu bir spor haline geldiyse, milyonlarca doların döneceği Dünya Kupası’na, Almanya’da yaşayan 5 milyon Türk’ün dahil olması herkesin işine gelir. Herkes bu amaç için çalışıyor. Danimarka’nın nasıl tartışmalı bir pozisyonla golünün iptal edildiğini ve Gürcistan deplasmanından bir puanla ayrıldığını gördük. Hani maçın başında Nihat’ı bencillikle suçladğımız ama bana göre orada amacının kesinlikle kaleye sut çekmek olmadığını düşündüğüm pozisyon var ya, dikkat ederseniz o ara pasında ofsayt olduğunu göreceksiniz. Futbol eskisi kadar basit bir oyun değil, gelecek sene bitecek elemelere kadar daha çok sular akacak...

Elemelerden kısa kısa...


- Asya 2. tur elemeleri son derece şaibeli bir şekilde sona erdi. 4. grupta Kuveyt ve Çin son maçlara aynı puanda girdi. İki takımü aralarındaki maçları 1-0 kazandıkları için son maçlar sonunda avaraja bakılacaktı. Çin himayesindeki Hong Kong’u 7-0 yendi. Ancak Kuveyt de Malezya’yı 6-1 yenince iki takımın averajları eşitlendi ve 15 gol atan Kuveyt, 14 gol atan Çin’i geride bıraktı. Böylece 2002 finalistlerinden Çin, Dünya Elemelerine çok erken veda etti. Başarısızlığı sorumlusu olarakteknik direktör Arie Haan gösterildi ve işine son verildi. Yerine, 2002 finallerine taşıyan Bora Milutinovic getirtilmek isteniyor.

- İki Kore ülkesi, içlerinden birinin kupaya katılmaya hak kazanması halinde ortak bir takım olarak katılmak için resmi başvuruda bulundular.

- Afrika elemelerinde, lider Fildişi Sahilleri’nin 4 puan arkasında bulunan Kamerun’da, 3-0’lık Almanya yenilgisi sonrası teknik direktör Winfried Schaefer’in görevine son verildi. Koltuk için öncelikli adatlar Jean Tigana ve Reynald Denoueix.

- Kuzey ve Orta Amerika elemelerinde son tura girildi. Son grupta yer alan ekipler: ABD, Meksika, Kosta Rika, Panama, Guetamala ve Trinidad & Tobago. Bu elemelerden 2002’de olduğu gibi ABD, Meksika ve Kosta Rika’nın çokması bekleniyor.

- Okyanus’ya eleme grubunda Avustralya ve Solomon Adaları ilk iki sırayı aldılar. Bu iki takım Eylül 2005’de Play-off’a kalan takım olmak için 2 kez karşılaşacaklar. Bu arada boş durmayan Avustralya hafta içi Norveç ile bir hazırlık maçı yaptı ve 2-2 berabere kaldı.

19.11.2004

Dışarı!

Şeytanlar bir kez daha kendilerinden beklenen seviyenin altında kaldılar. Sayıları herşeyi söylüyor, bu 0-2’lik mağlubiyet Almanya’daki Dünya Kupası hayallerinin bittiği anlamına geliyor. Her ne kadar matamatiksel olarak şansımız olsa da Belçika’nın grubu 2. sırada bitirmesi için mucizeye ihtiyacı var. Bir kısım Flaman ve Valon basının teknik direktör Aimé Antheunis’yi istifaya davet etmesine rağmen, 2006’da bitecek kontratına kadar görevde kalacak gibi. 3 maçta alınan 1 puana rağmen, Belçika Federasyonu da ona desteğini sürdürüyor.

Antheunis’in yanında bir gerçek var ki, Belçika şu anda takımda herkesi aşacak ya da sahada lider olmak için kendine hak tanıyacak bir oyuncuya sahip değil. Bir kez daha gördük ki, Sırplara karşı sahada parlayan tek oyuncu Vincent Kompany idi. Geri kalan için, Peter Vanderheyden kötü bir maç geçirmezken oyuna sonradan giren Luigi Pieroni’de fena değildi. Bunların dışında çoğunluk kesik bir oyun sergiledi, örneğin Bisconti, De Cock, Buffel ve hatta Bassegio.

Herşeye rağmen seytanlar maça kötü başlamadı. Sırplara karşı yapılan kısa paslar maçın başında topun kontrolünün bizde olmasını sağladı. Ancak maçın 7. dakikasında Anderlecht’in orta sahası Walter Bassegio’nun geri pasında Miloseviç, Deschacht’tan hızlı davrandı ve topu kaptı. Ardından topu defansın arkasına sarkan Vukic’e gönderdi.Vukic ayağının dışı ile penaltı noktası üzerinden Sylvio Proto’yu mağlup etti.

Bu arada Belçika iyi organize olmuş Sırp savunması karşısında pozisyon bulmakta zorlandı. 2 atak dışında, Buffel’in kalaci yerinde değilken sağ üstten dışarı çıkan şutu ve verilmeyen Sonck’un penaltısı hariç pek tehlikeli bir şey yoktu. Daha da kötüsü, 59. dakikada Kezman, Sırpların kaleyi bulan 2. şutunda farkı ikiye çıkarmayı başardı. Oyuna 58. dakikada giren Pieroni, 2 defa direkleri salladı ancak 93. dakikada hakem son düdüğü çaldı ve Belçika’nın Almanya ümitleri sona erdi.

Teknik direktörün dışında, Belçika futbol kan kaybında ve bu ulusal takıma da yansıyor. Basit bir seçim listesi: Sonck Ajax’ta oynamıyor, Buffel Feyenoord’da oynamıyor, Clement Bruges’de oynamıyor. E peki bu takımın asları kimler? Bunun dışında Şeytanlar Sırbistan karşısına 4 asından yoksun çıktı: Goor (5 maç cezalı),Deflandre (3 maç cezalı), Mbo ve Emilie M’penza sakatlar.

Yazıyı sonlandırmadan önce, bir kaç satır da kendim eklemek istiyorum.Her ne kadar Şeytanların bu maçı beni derin bir şaşkınlığa sürüklese de 18 yaşındaki Kompany’nin her topa dokunuşu, aynı pozisyon içersinde 2,3 hatta 4 Sırp oyuncuyu geçip savunmayı delmesi bir ziyafetti. Maça defansta başlayan Kompany, sonrasında ortaya kaydırıldı. Vincent Kompany maç boyunca en iyi şeytandı...

17.11.2004

Wolfsburg rüzgarı

Bu hafta NTV ekranlarında izlediğimiz maçta Stuttgart’ı D'Alessandro dan yoksun kadrosuyla 3-0 yenen Wolfsburg haftanın takımı diyebiliriz. Gerçekten Wolfsburg’u izlemek çok zevkliydi. Wolfsburg Volkswagen Arena’da seyircisiyle bütünleşmeyi çok iyi başardı. Petrov’u takımda tutmanın ne kadar doğru bi karar olduğunu bir kez daha gördük. Biraz bencill oynamasına rağmen takımı sürüklemeyi iyi biliyor. Bi kere çok hırslı bu seyirciyi tribüne çekiyor aynı zamanda da tribündekileri de hırslandırıyor. Kanat oyuncularının lider olması çoğu zaman beklenmez ama Petrov Wolfsburgun mental lideri bu kesin. D'Alessandro nun eksikliğinde top çoğu zaman sol taraftan oynandı ve Petrov’un iki golü ile Wolfsburg önemli rakiplerinden Stuttgart’ı rahat geçti ve en önemlisi kendine olan güvenini tazeledi. Takımın artılarından biri 4’lü defansın ortasında oynayan ikili. Quiroga ve Hofland gerçekten yetenekli iki stoper. Defans fizik ve teknik olarak güven veriyor. Bu maçta D'Alessandro'nun yokluğunda defansın önünde iki önlibero oynadı. İki siyahi oyuncu Sarpei ve Thiam fiziksel olarak çok güçlüler. Topla ileri doğru çıkabildikleri nadir de olsa maçın kilidini açan gol Thiam'ın ileri presi ve kaptığı top sonucu oldu. Bitmeyen enerjileriyle bu ikili diğer maçlarda da oynamalı diye düşünüyorum. Karhan ise çok etkili gözükmedi. Sağ tarafa yakın oynadı ama orası yeri değil gibi gözüktü. Forvette ise çok koşan ve top taşıyan Klimowicz takımın birçok pozisyonunda rol oynadı. Genel olarak takım oyunu oynadılar, seyirciyle bütünleştiler ve üç puanı aldılar. Tebrik etmek lazım. Yeni kurulan ve oyun kurucusundan yoksun oynayan bi takım için başarılı bir maçtı.

Bayern sessiz geliyor. Dortmund çöküşte...

İki hafta üstüste aldığı puanlarla Bayern liderin bi puan ardında pusuda bekliyor. Deplasmanlarda zorlanan Wolfsburg'un bu hafta da puan kaybetmesi halinde Bayern özlediği yere gelebilir. Benim tahminim de zaten bu yönde. Bu hafta olmasa birkaç hafta içinde Bayern liderliğe oturur diye tahmin ediyorum. Sürpriz golcü Guerero'nun golleriyle Bochum'u deplasmanda yenen Münich ekibi iki hafta üstüste kazanmanın mutluluğunu yaşıyor. Bundesliga'daki rakiplerine göre üstün bi kadrosu olan Bayern Maggath'ın takıma takımın da Maggath'a alışmasıyla rayına giriyor gibi gözüküyor. Diğer bi dev Dortmund ise tam ters yönde ilerliyor. Deplasmanda ligin alt sıralarındaki ekip Kaiserslauten'e Halil'in yaptırdığı penaltı sonucu yenilerek bir haftayı daha hayal kırıklığı ile kapattılar. Durumları içler acısı. Hafta içi Hannover'e kupada elendiler. Mağlubiyet sonucu Kaiserslauten'in de altına indiler. Küme düşme potasının hemen üstünde duruyorlar. Ziller acaba Dortmund'da kimin için çalıyor? Bunu ilerleyen haftalar gösterecek.

Son iki haftanın sürpriz ekibi Bielefeld. Deplasmanın etkili takımı evinde de Dortmund'u yenince iki hafta üstüste yenmeyi başardı ve 20 puana ulaştı. Bu da küme düşme rakamlarının çok üstünde. 18 takımlı liglerde 40 üzeri puanların çoğu zaman ligde kalmayı başardığı düşünülürse Bielefeld ilk yarıdan kendini güvende hissediyor denebilir. Deplasmanda 12 puan çok başarılı gerçekten. Diğer bif formda takım M'Gladbach ve yeni antrenörleri Hollandalı tecrübeli Dick Advocaat. Haftasonu Nürnberg'i yenip yukarı doğru çıkmaya devam ediyorlar. Kadroları da buna müsait zaten. Son üç haftada alınan 7 puan iyi bir gösterge.

Geçen haftanın bir başka ilginç maçı Schalke - Hertha Berlin maçıydı. Yıldırayın da ilk 11 de oynadığı maçta Hertha Berlin benim beklemediğim bir üç puan aldı. Schalke'nin bu kadar formdayken Aufarena'da galibiyet serisine son vericeklerini düşünmüyordum ama yendiler ve bu sene daha yukarıya gitme potansiyellerin olduğunu gösterdiler. Tabi istikrar önlerindeki en önemli sorun. Bir maçlık performanslar hiç kimseye yaramaz. Tabi ümit milli maçta genç Müller'in ayağının kırılması Hertha için kötü haber.

Hamburg bu haftanın en renkli skorunu aldı ve Doğu Almanya temsilcisi Hansa Rostock'u deplasmanda 6-0 gibi farklı bir skorla yendi. Eski Alman devi yükseliş sinyalleri veriyor. Bulunduğu yerden daha iyisini hakeden takımlardan biri ama bu performansı sürdürmeliler. Tabloda çok çekişmeli bir sezon seziliyor. Tahminim tepede Bayern, Werder, Wolfsburg, Schalke ve Stuttgart'ın olması bunların arasında şampiyonluk şansı en az Stuttgart'ın diye düşünüyorum ve tabiki Bayern en güçlüleri. Düşme potasında Bochum, Freiburg ve Hansa Rostock kara kara düşünüyorlar. Dortmund sezonun en büyük bilmecesi haline gelirken Hertha Berlin ve Leverkusen ligin diğer güçlü takımları. Hannover mütevazi kadrosuyla ne kadar sürdürebilir bence çok değil. Kadrolarında iyi oyuncular(Tarnat, Mathis,Enke) var ama o kadar tepeye biraz hafif kalır. Yine de heyecan katmaları çok güzel.

Bu arada dün Almanya yenilenen teknik kadrosu, daha agresif bir görüntü vermesi beklenen kırmızı forması ile çıktığı hazırlık maçında Klose ve Kuranyi'nin golleriyle 3-0. İki gol atan Klose Dünya Kupası performansını hatırlatırken Klinsmann, Löw ve Köpke'den oluşan teknik kadro taraftarına güven verdi.

BUNDESLİGA'DA HAFTANIN MAÇLARI

Mainz-Bochum: Sezona iyi başlayan Mainz ligin zayıf takımı önünde kazanacaktır.
Bayern-K'slauten: Tabiiki Bayern. tabi olası bir sürprizde Kaiser iyi bir ivme yakalayabilir.
Dortmund-Freiburg: Dortmund bunu da kazanamazsa küme düşsün daha iyi.
Bielefeld-Werder: Werder artık ağırlını koyar ve Bielefeld'e bi dur der. Aksi halde enteresan bir tablo oluşacak.
Leverkusen-Schalke: Kesinlikle haftanın maçı. Geçen hafta Aufarena'da kaybeden Schalke çok hırslı olacak. Ama Leverkusen de güçlü.
Hertha-Hansa: Hertha için iki maç üstüste kazanmanın en kolay yolu.
Stuttgart-M'Gladbach:Haftanın diğer bir iyi maçı. Üç skora da açık.
HSV-Wolfsburg: Deplasmanda tökezleyen Wolfsburg ve 6 gol sonrası HSV. Bayern'e yarayabilir.
Nürnberg-Hannover:Hannover bunu da kazanırsa desteklemeye başlarım!!!

14.11.2004

Arsenal Serbest Düşüşte

Uzun süre siz ortakafagol.com takipçilerineıları yazılarımla ulaşamadım. The Premiership köşesini öksüz bıraktım. Üniversiteye uyum süreci uzun sürdü herhalde. Umarım bundan sonra siteye daha sık yazı yazabilirim.
Son yazımdan bu yana Ada’da işler epey karıştı. Özellikle Avrupa Kupalarının ve Lig Kupası’nın başlamasıyla yoğunlaşan fikstürler, sakatlıkar, istifalar Premier League’in çehresini iyice değiştirdi. Sırayla başlayalım. İlk yazımızın konusu Arsenal.

Rekorların takımı, maç trafiğinin getirdiği yorgunluğa dayanamadı. Geçen sezon çoktandır özlemini çektikleri lig şampiyonluğuna ulaştıktan sonra Nottingham Forest’ın ligdeki yenilmezlik rekorunu kırıp, yine aynı rekoru 47 maça uzatan “Topçular,” bekaretlerini ezeli rakipler Manchester United’a kaybettiler. Aynı geçen sezonun ilk Arsenal-United derbisi gibi ziyadesiyle olaylı geçen maçta Man Utd, tartışmalı penaltıyla galibiyeti alan taraf oldu. Maçtan sonra, televizyon görüntüleriyle Ruud van Nistelrooy’un Campbell’a yaptığı çirkeflik tespit edildi ve Hollandalı 3 maç ceza aldı. Hatırlayacağınız gibi geçen sezon da van Nistelrooy, Serhat Akın’a özenip artistik hareketlere başvurmuş ve Robert de Niro’yu kıskandıracak dramatiklikteki hareketleriyle Arsenal’li oyuncuların kart yağmuruna maruz kalmasına neden olmuştu.
Ancak Arsenal’in bu düşüşü adeta geliyorum demişti. Geçtiğimiz sezon kazanılan şampiyonluk sonrası Wenger ve adamlarının en büyük hedefinin yıllardır boyunları bükük terk ettikleri Avrupa’da elde edilecek bir başarı olduğunu herkes biliyordu. Arsenal, sezon öncesi bütün bahis şirketlerinin Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu için en büyük aday olarak kendilerini göstermelerinden de büyük ölçüde gaza gelmişti. Ancak Rosenborg ve Panathinaikos’a karşı üst üste alınan beraberlikler takımın moralini ve kondisyonunu olumsuz etkiledi. Peki Arsenal’in bu düşüşünün nedenleri neydi?
Evet, Arsenal belki de ligdeki en uyumlu ve “takım gibi” takım, oyuncuları birbirine uyum sağlamışlar, ancak Arsene Wenger’in oyuncularını bir türlü verimli bir rotasyona oturtamaması yıllardır Arsenal’in başındaki en büyük dert. Burada dünyaca ünlü bir takım olmasına rağmen, sezonun başından beri bir maça dahi Ashley Cole, Lauren, Kolo Touré ve Henry’siz çıkmamış bir takımdan bahsediyoruz. Tamam Henry belki dayanıklılığı ve sakatlanmama gibi özellikleriyle bir futbol fenomeni olabilir (kendisi bu durumu antrenmanları ve maçları dışında bütün gün yemek yiyip uyumaya ve karısı Claire’yle vakit geçirmeye borçlu olduğunu söylüyor), ama özellikle diğer oyunculardaki performans düşüşü sezon başına bakıldığında oldukça belirgin. Wenger hoca belki de uçak fobisi yüzünden İngiltere dışına çıkamayan Bergkamp’ı özellikle lig maçlarında oynatmadığına pişmandır. Zira veteran futbol psikopatı, sezonun ilk maçlarında beş sene gençleşmiş bir görüntü sergilemişti. Bergkamp’ı bıraktık, bu takımda geleceğin yıldızı statüsünde Gael Clichy, Jermaine Pennant, van Persie gibi oyuncular var. Rotasyondan faydalanan tek gencin Fabregas olması düşündürücü.
Bir de Arsenal’de ciddi bir zihinsel konsantrasyon sorunu var. Neredeyse tüm maçlarda, ilk golü attıktan hemen sonra bir gol yemeyi takım adet haline getirmiş durumda. Maçların kazanıldığı günlerde de mevcut olmasına rağmen sonrasında atılan minimum 2 gol nedeniyle kimsenin dikkatini çekmeyen bu kronik sorun, özellikle son Crystal Palace-Arsenal maçında iyice ayyuka çıktı. Bu kadar ciddi hedeflere oynayan bir takımın oyun disiplininden bu kadar kolay kopması rakiplerinin affedecekleri bir hata değil. Nitekim önce Crystal Palace affetmedi ve Arsenal bütün maç savunmasını açmaya didindiği rakibinin kaleye ilk şutunda golü yedi. Ardından da Mourinho’nun Chelsea’si liderliği kaptı. Bakmayın siz, Arsenal bu hafta Tottenham’ı çok önemli bir Londra derbisinde 5-4 yenmiş olabilir (son 4 maçtaki ilk galibiyetleri) ancak Campbell’sız (Cygan’lı) defansın düştüğü içler acısı durum ortada. Özellikle oyun disiplini ve yan toplar konusunda sezonun ilk yazılarından beri belirtmekten dillerimizde tüy biten sorunları yaşıyorlar.
Ne diyelim, Allah sabır versin, diyoruz…

4.11.2004

Avrupa futbolunda sürprizler - Üçüncü bölüm : Galatasaray SK - 1999 / 2000 UEFA Kupası sahibi

Yerel basında olsun, Avrupa basınında olsun genel görüş Türkiye’de futbolun çok sevildiğidir. Okumaya başladığımdan beri futbolla ilgilenen ve Türkiye’de doğmuş, burada büyümüş biri olarak bu genel görüşe katılmıyorum. Türkiye’de futbol fanatizmi vardır ancak bunun kaynağı futbol sevgisi değil hayatlarına anlam arayan Türkiyeli vatandaşların hayatlarını adayacakları bir konu olarak futbolu seçmiş olmalarıdır. Türkiye’de futbolsever olarak adlandırılan futbol izleyicilerinin geneli kendilerini futbola mecbur hissederler. Tüm diğer zorunluluklarını bir kenara atıp maç izlemeyi tercih edenler bunu içlerindeki maç aşkından dolayı değil geceleri rahat uyuyabilmek için yaparlar. Çalışmaktan kalan zamanınızın çoğunluğu özellikle kahvehane gibi erkek egemen sohbet mekanlarında geçiyorsak ortama kabul edilmek için mutlaka futbol bilginizin olması gereklidir. Çok şey bilmeniz beklenmez, medya organlarındaki spor programlarını üstünkörü takip etmeniz yeterlidir. Kendinize özgü görüşlerinizin yerine futbol ulemalarının yargılarını kabul etmeniz ve onları savunmanız da şarttır. İşte o zaman futbolsever olarak adlandırılırsınız. Oysa bu futbolseverlerin hiçbirini maç izlerken keyifli bir halde göremezsiniz. Ya takımları zor durumda oldukları için kızgındırlar ya da takımları önde olmalarına rağmen memnuniyetsiz ve streslidirler. Ne zamanki maç biter, futbol sona erer onların da mutluluğu başlar. Mutluluklarını da rakip taraftarlarla atışarak, caddelere çıkıp başka bir zaman yapamadıklarını yaparak(örneğin yeni aldıkları silahlarının yeteneklerini test etmek), içlerindeki bağırma çağırma, dağıtma isteklerini tatmin ederek gösterirler. Önemli futbol zaferlerinden sonra meydanlarda oluşan kalabalıkların coşkusu tüm kanallardan canlı olarak yayınlanır. Ertesi gün ise günün ölü-yaralı bilançosu yayınlanır ve olayların tekrarlanmaması temennileriyle programlar bitirilir. Peki yurdum insanı futboldan ne beklemektedir ki ? Tuttukları takımlarının yerel ligde başarılı olması mı, yaşadıkları ülkenin futbol takımlarının uluslararası platformlarda başarılı olması mı, yoksa milli takımın önemli rakiplere karşı tek maçlık galibiyetleri veya uluslararası turnuvalarda ülkenin gururunu okşayacak sonuçlar almasını mı beklemektedir? Muhtemelen hepsini birden istemektedir. Kendi işlerinde bulamadıkları tatmini futbolda aramaktadır. Futbol bir spor dalı olmaktan çok yurdum insanının hayallerinin gerçekleştiği yegane alana dönüşmüştür. Bu yüzdendir ki Türkiye’de futbol oynamak, takım yönetmek ve futbol klübü idare etmek zordur. Beklentiler yüksek olduğu için taraftarın isteklerine cevap vermek zordur. Başarılarınız, üzerinden kısa bir süre geçer geçmez yeni hedeflere dönüşür ve hedefe ulaşamadığınızda eski başarılarınız bir kalemde silinip tamamen başarısız ilan edilir ve gitmeye zorlanırsınız. İşte böyle bir ortamda, 17 Mayıs 2000 tarihinde Galatasaray SK, Kopenhag’da yapılan UEFA kupası finalinde İngilizlerin ünlü takımı Arsenal karşısında galip gelmiş ve Türk futbolu tarihinde ilk kez bir Avrupa kupasında final oynayıp kupayı almıştır.

Avrupa arenasında büyük bir sürpriz olarak değerlendirilen bu başarı Türkiye kamuoyunda destansı bir zafer olarak nitelendirilmiştir. Başta teknik direktör Fatih Terim ve takımın Romen yıldızı Hagi olmak üzere takımın tüm oyuncuları kahraman ilan edilmiştir. Türkiye hükümeti ülke tanıtımına katkısından dolayı kulüp yönetimini, teknik kadroyu ve takım oyuncularını ödüllendirmiştir. Yerel basın Galatasaray kulübünü yılın hatta asrın takımı seçmiştir. Rakip takımlar da bu tarihi başarıya imrenerek bakmış ve benzeri bir başarı için takımlarını yenileme yoluna gitmiştir. Kısacası ülke futbolunda çıta yükselmiştir. Ne yazık ki geçen dört sene içinde bu başarıya yaklaşılamamıştır. Belki 2001 yılında yine GS’nin Real Madrid karşısında kazandığı Süper Kupa finalini ve Şampiyonlar Ligi’nde yine Real Madrid’e karşı oynadığı çeyrek finali bu genellemenin dışında bırakabiliriz. Ancak yine de rahatlıkla söyleyebiliriz ülke futbolu GS’nin UEFA şampiyonu olmasından gerekli dersleri alamamıştır. Ülkeler bazında yükselmiş olan Türkiye’nin puanı hızla düşmektedir ve yakın bir gelecekte de herhangi bir futbol takımımızın bir kupa finali oynaması beklenmemektedir. Peki ne oldu da GS şampiyon oldu ve ne oldu da kupanın sefasını sürmeden takım dağıldı, kulüpler bazında bir daha yarı final bile göremedik?

Fatih Terim, 1996 yazında Türkiye milli takımıyla tarihinde ilk kez İngiltere’deki Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldığında turnuva sonrası için GS ile anlaştığı biliniyordu. Turnuvada çok başarılı olmamasına rağmen Terim’e güven devam ediyordu ve o da 3 yıl üst üste takımını Türkiye Ligi’nde şampiyon yaparak bu güveni hak ettiğini gösteriyordu. Yine de takımlarından Avrupa’da başarı bekleyen taraftarlar hayal kırıklığı içindeydi. 1999-2000 futbol sezonuna girilirken GS’nin öncelikli hedefi Avrupa’da başarıydı. Şampiyonlar Ligi eleme turunda Rapid Wien’i iki maçta da yenerek eleyen GS’nin H grubundaki rakipleri AC Milan, Chelsea ve Hertha Berlin takımlarıydı. Daha önce hiç gruptan çıkamayan GS’ın hedefi bu sefer gruptan çıkmaktı. İlk maçta Berlin takımıyla kendi evinde 2-2 beraber kalan GS, ikinci maçta Milano’ya gidiyor ve 2-1 yenilerek İstanbul’a puansız dönüyordu. İkinci deplasman maçını Londra’da oynayan GS, oradan da 1-0’lık mağlubiyetle evine dönüyordu. Kendi evinde Chelsea takımıyla karşılaşan GS bu maçta tarihinin en ağır yenilgilerinden birini tadıyordu:0-5. Taraftar, spor yazarları ve yönetim kızgındı. Kulübün maddi sorunları vardı ve kaliteli yabancı alamamışlardı. Mevcut yabancıların en iyileri Hagi, Popescu, Taffarel iyice yaşlanmışlardı ve nerdeyse son sezonlarını oynuyorlardı. Diğer yabancılardan ise sadece Capone düzenli olarak kadroya girebiliyor, Bruno ve Marcio pek süre alamıyorlardı. Hakan Şükür ve Arif ikilisi çok gol kaçırıyor, defans bazen akıl almaz hatalar yapıyordu. Ancak Fatih Terim her zaman oyuncularının arkasında oldu. Takımına inandı ve eleştirilere karşı takımını hep korudu. Usta bir motivasyon hocası olarak takımını Berlin deplasmanına hazırladı ve elde ettikleri 4-1’lik galibiyetle de amaçlarına ulaştı. Son maçlarını AC Milan’la Ali Sami Yen’de oynayacaklardı ve bu maçtan alacakları üç puan onlara UEFA yolunu açacaktı. Aynı zamanda Milan’ı kupanın dışına iteceklerdi. Maç heyecanlı bir çekişmeye sahne oldu. Son dört dakikaya 2-1 yenik giren GS, 87’de Hakan Şükür ve 91’de de Ümit Davala’nın penaltı golüyle 3-2’lik galibiyete uzanıyordu. Bu galibiyet gelecek sürprize açılan bir kapı görevini görüyordu.

İlk rakip Bologna’ydı ve deplasmandan beraberlik dönen GS, kendi evinde 2-1 kazanarak tur atladı. Aslında önceleri UEFA kupası pek ciddiye alınmıyor, Şampiyonlar Ligi’nden elenmenin hayal kırıklığı devam ediyordu. GS; Terim’in istediği baskılı futbolu zaman zaman oynayabilse de sürekliliğini kaybediyordu. Güçsüz bir İtalyan takımı olsa da Bologna zorlu bir rakipti ve GS böyle bir takımı eleyince özgüveni yerine geldi. 4.turdaki rakipleri Almanya’nın B.Dortmund takımıydı. Alman takım yakın geçmişte Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmuş yetenekli oyunculara sahip bir takımdı. Ancak özellikle Hagi önderliğinde Okan Buruk, Emre Belezoğlu, Suat Kaya gibi oyuncularla güçlü bir orta saha kuran GS rakibi orta alanda boğuyor, oyunlarını bozuyor ve Hagi’nin yeteneklerini kullanarak oyun kuruyordu. Forvette Hakan Şükür’den başlayan pres sahanın her yerinde devam ediyor, ayrıca defansta Popescu ve Bülent Korkmaz deneyimli kaleci Taffarel’in önünde sağlam bir hat oluşturuyordu. Kanatlarda Ergün Penbe, Hakan Ünsal, Capone, Ümit Davala, Hasan Şaş gibi alternatifler kadroyu zenginleştiriyordu. Deplasmanda Dortmund takımını 2-0 yenen Cim Bom evinde 0-0 berabere kalıyor ve çeyrek finale yükseliyordu. Takım her maç daha iyi futbol oynuyordu. Hagi hırsı ve liderlik özellikleriyle Terim’in sahadaki en büyük yardımcısıydı. Yönetim önemli bir maddi kriz içindeydi, hatta futbolcuların paralarını zamanında ödeyemiyordu ancak Terim bu durumun takıma yansımasını engelliyor, problemleri sezon sonuna öteliyordu. Çeyrek finalde İspanyol takım Mallorca ile ilk maç deplasmanda oynanacaktı. Kurada da şans GS’ın yanındaydı. Deplasmanda daha iyi oynayan GS Mallorca’yı İspanya’da 4-1’lik skorla bozguna uğratıyor ve neredeyse yarı finale çıkmayı garantiliyordu. Rövanş maçında Ali Sami Yen’e gelen taraftarlar 2-1 takımlarının galibiyeti ile biten maçın ardından yarı final şarkıları söylüyordu. Bu yarı final, Kupa 1’de Türk futbolunun gördüğü ikinci yarı finaldi. İlkini de yine GS, Hagi’nin eski takımı Steau Bükreş ile Şampiyon Kulüpler Kupası’nda oynamıştı. Bu seferki rakip İngilizlerin genç ve gelecek vaat eden takımı Leeds United idi. İlk maç bu sefer İstanbul’daydı. Maç öncesi bir trajedi yaşanıyor ve Leeds United’lı iki fanatik taraftar, kimliği belirsiz kimseler tarafından bıçaklanarak öldürülüyordu. Daha sonra yakalanan zanlılar tahrike kapıldıklarını iddia edecekler ve ceza indiriminden faydalanacaklardı. Ancak olan yine futbola olacak ve GS’nin kazanacağı kupaya kapkara bir leke düşecekti. Leeds United oyuncularının şaşkınlık ve yas içinde oynadıkları ilk maçı GS 2-0 kazandı. İngiltere’de ise Terim ve oyuncularını büyük bir öfke, kin ve intikam çığlıkları bekliyordu. Maça Türk izleyiciler alınmadı. GS sahaya çıktığında on binlerce Leeds United taraftarı çığlıklarıyla ortalığı cehenneme çeviriyordu. Maça hızlı başlayan GS üstündeki baskıya rağmen 2-0 öne geçiyor ancak bu üstünlüğünü koruyamıyor ve maç 2-2 beraberlikle bitiyordu. Bir futbol maçı değil, kızgın bir topluluğun öfkesi bitiyordu. Ancak hiçbir zaman ölmüyordu. Bir sonraki sezon bu öfke bir başka Türk takımı Beşiktaş’a altı golle patlayacaktı. Galatasaray ise finaldeydi. İnanılmaz görünen bir başarı bir dizi engelin aşılmasıyla gerçekleşmişti. Terim oyuncularıyla gurur duyuyordu. Ancak son maçta kırmızı kart gören genç oyuncu Emre Belezoğlu’na yaptığı çirkin hareket unutulmayacaktı ve gündeme getirilecekti. Finalde cezalı duruma düşen Emre bir sonraki sezonun sonunda GS’dan ayrılacak ve takım arkadaşı Okan ile beraber Inter Milan takımıyla anlaşacaktı.

GS zor bir yarı final serisinden sonra finalde de karşısına yine bir İngiliz takımı buldu: Arsenal. Bu seferki rakipleri en zorlu rakipleriydi ve kupanın da en büyük favorisiydi. GS gibi ŞL’den UEFA Kupası’na geçmişlerdi. Deportivo, W.Bremen, Lens gibi takımları geride bırakıp finale yükselmişlerdi. Teknik Direktörleri ise kariyeri yükselişte bir Fransızdı: Arsene Wenger. Final Kopenhag’ın Parken Stadı’ndaydı. Fatih Terim finale kalmanın kendisine yetmeyeceğini kupayı almak istediğini söylüyordu. Türkiye’deki başarı sömürücü futbolseverler GS’nin başarısından pay çıkarmak için maç saatini bekliyordu. Sonunda maç başladı ancak doksan dakika iki takımın da birbirlerini mağlup etmesine yetmedi. Uzatmalarda Hagi kırmızı kart görünce dengeler Arsenal lehine döndü. Ancak Taffarel’in mucize kurtarışları maçı penaltılara götürüyordu. Penaltılarda daha iyi konsantre olan, belki de daha çok kupayı isteyen GS başarılı oluyor ve mucize üstüne mucize gerçekleşiyor, Türk futbolu Avrupa’da ilk kupasına kavuşuyordu. Fatih Terim ve öğrencileri kupayla poz verdiklerinde başarıya aç bir ulusa yaşattıkları için gurur duyuyorlardı.

Önceki yazımda tanımlamaya çalıştığım Aziz Futbol bu sefer de GS’nin yanındaydı. GS kupayı hak etmişti ancak yine de kupaya ulaşmak için Aziz Futbol’un iznine ihtiyacı vardı. Herkes biliyordu ki penaltılarda Arsenal galip gelseydi kimse kupayı hak etmediklerini söylemeyecekti. Futbol kimsenin kesin yargılarda bulunamayacağı bir spor dalıdır. Bazen takımlar galip gelmeyi beceremezler ve iki takımda galibiyeti hak etmediğinden beraberlik skoruna razı olurlar. Ancak final maçlarında iki takımın da kupayı kaldırması kabul edilemeyeceğinden ki bana göre son derece mantıklı bir uygulama olurdu bu, penaltılar icat edilmiştir. Heyecanlı olduğunu kabul etmeme rağmen futbolun ruhuna uygun bulmadığım bu çözümü desteklemiyorum. Ancak ufukta daha iyi bir çözüm belirmediği sürece bu uygulamanın devam edeceğini düşünüyorum.

UEFA kupasını kazanan GS bir sonraki sezona Terim’i ve Hakan Şükür’ü kaybederek başladı. Yeni teknik direktör Lucescu takımına Süper Kupa’yı kazandırmasına rağmen iki sezon sonra Beşiktaş’a geçti. Takımdaki erozyon Emre, Okan, Ümit, Taffarel, Popescu, Hakan Ünsal gibi oyuncuların ayrılması Hagi’nin futbolu bırakması gibi nedenlerle devam etti. GS, yönetim değişikliğine rağmen finanssal problemlerle halen boğuşmakta. İkinci Fatih Terim dönemi başarısızlıkla sonuçlandı. Şu an yeni teknik direktör Hagi’den kulübün 100.yılında şampiyonluk bekleniyor ve kimse yeni bir Avrupa Kupası Şampiyonluğu’nun hayalini bile kurmuyor. Belki de oyuncu kaybından daha önemlisi hedef kaybıdır.

Futbolda kazanmanın formülü yoktur. İyi bir takım kurmak sadece başlangıçtır. Başarı sabrın ve kazanma azminin sonucudur. Ne yazık ki ülkemiz sınırları içindeki futbol yorumcuları her geçen gün daha acımasız, sabırsız olmaktadırlar. Daha acısı ise takım yöneticilerinin ve bazen oyuncuların bu tarz yorumlardan etkilenmeleridir. Türkiye Ligi Avrupa’nın ikinci sınıf liglerindendir ve Türkiye’deki büyük kulüpler de Avrupa’nın ikinci, hatta üçüncü torba takımlarıdır. Ancak futbolda dördüncü torba takımlarının da sürpriz başarılara imza attığı görülmüştür. Özellikle istikrarlı bir kadroyla oynayıp takım olabilmiş futbol kulüplerinin Avrupa’nın kadrosu oturmamış zengin kulüpleri önünde her zaman kazanma şansı vardır. Aziz futbolun da yardımıyla kazanmayı sürekli bir hale getirip önemli turnuvaların sonuna kadar gitme ve kupa alma şansları da vardır. İşte bu yazı dizisinde bu tür sürpriz başarıları inceledim. Ülkemiz takımlarının da bu örnekleri dikkatlice incelemesinde fayda var kanımca. Yeni kupaları kazanmanın yolu hatalardan ders almaktan geçer. Yine de gerçek futbolseverin kalbi sadece kazananla atmaz çünkü futbolda kaybeden de futbol oynar bazen daha da güzel oynar ve temelde bir oyun olan futbol da oynamaktan zevk almak için icat edilmiştir. Bize düşen de oynayanların zevkine ortak olmaktır. Bir futbolsever ve iyi bir Fenerbahçeli olarak her zaman top oynamaktan takımımın kazanmasını görmekten daha çok zevk aldım. Herkese de takımları kaybettiğinde veya kazandığında maçı sahada bırakıp sokağa dönmesini ve futbol oynayarak oyundan zevk almasını tavsiye ederim.
Son olarak önümüzdeki Avrupa Kupaları için sürpriz adaylarımı açıklayayım:

Şampiyonlar Ligi: Panathinaikos
UEFA Kupası: Fenerbahçe.(tamamen duygusal)