İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

31.03.2005

Şampiyon Belli Gibi...

Shubuo- NTVBASKET üyesiyim. Bir- iki saat önce telefona gelen bir haber beni çok etkiledi.
Galatasaray Bayan Basketbol Takımı 2. Lige düşmüştü... Erkek Takımı da pek farklı değil ama Bayan Takımının düşmesi beni çok derinlere götürdü. Bu takım ki takım halinde oynanan sporlarda kulüp takımları içerisinde ilk Final- Four u yaşamış, yine takım sporları tarihinde en başarılı iki dereceden birini almış ( diğeri Efes Pilsen , böyle büyük başarıların çoğu basketbolda ), 9 sene üst üste şampiyon olan bir takımdı...
Ama ne oldu ? Basketbol ve futbolu beraber götüremeyen Galatasaray basketbolda bu durumlara düştü...
( Futbolda da o yönde ya o ayrı )

Bu konunun bu yazıda ne işi var diyebilirsiniz. Bir işi yok. Ama bu küçültülmemesi gereken büyük bir olay...
Ders olmalı tüm takımlara kulüplere. Neyse ben bağlayayım... Avrupa 'da hem futbolda hem de basketbolda varlığını hissettiren ender takımlardan biri de Porto ' dur...

Hani şu en sevdiğim tezahüratlardan birine sahip olan ' I LOVE YOU PORTOOO '... İşte o Porto bu sezonu tam bir hayal kırıklığı içersinde geçiriyor... Son üç maçları onların bu sezonunu güzel özetliyor. Önce 1975' den beri evlerindeki en ağır mağlubiyeti onlara Nacional tattırdı. Sonra Avrupa ' da Inter ' e elendiler ve Şampiyonlar Ligi Tarihi'nde şampiyon olup ertesi sezon çeyrek final göremeyen takım oldular.
En son gelen Sporting mağlubiyeti sonrası artık şampiyonluk ümitleri iyice azaldı. Şampiyonlar Ligi de bu ruh halleriyle zor olsa gerek...

Porto, takım sporlarında başarısızlıkta etken olan temel sorunlardan birini yaşıyor... Takım sporlarında başarılı takımlar, kadrolarını önemli ölçüde değiştirince başta uyum sorunu olmak üzere birçok nedenden dolayı başarısız oluyor. ( buna ters düşen ender takımlardan Lyon ve PSV benim çok hoşuma gidiyorlar ve Şampiyonlar Ligi'nde eşleştiler )

Bunun üstüne bir de sezon içinde 3 tane antrenör görev yapınca bu takımın sorunlar yaşaması doğal...
Son şampiyon olarak veda ettikleri Şampiyonlar Ligi ' ne gelecek sezon yeniden katılmak için var güçleriyle savaşmaları gerekiyor...

Benfica, Trapattoni için kötü geçen İtalya kariyerini toparlaması için çok iyi oldu. Şampiyonluk yolunda yakaladıkları avantajdan çok, gol attıktan sonra sevinçleri, içlerindeki hırs ve şampiyonluğu çok kadar istemeleri onlar için en büyük avantaj...

Porto ile berabere kaldıkları maçtan beri tüm maçlarını kazandılar, formdalar, fikstürlerine iyi denilebilir.
Son yılların en heyecanlı liginde galiba heyecan azalıyor....
Simao ' nun son maçta attığı golü ise seyredin derim... Hızına dikkat edin de derim....

Benfica dan sonra 4 takım 45er puanla Sporting, Braga, Boavista ve Porto diye sıralanıyorlar..
Hiçbirine şampiyonlukta şans tanımayan bendeniz, Sporting ve Braga ya Şampiyonlar Ligi için biraz daha fazla şans veriyorum...

Sporting son haftalarda çıkışta... Porto galibiyeti de onlara moral getirdi... Yalnız bu sene futbol piyasasına öyle çok büyük yıldızlar çıkaracak gibi durmuyorlar...

Braga ise sezonun çok tatlı sürprizi olmaya devam ediyor... Antrenör Ferreira nın önderliğinde defansta Nem( yeni kontrat imzaladı yoksa kapağı bir yerlere atabilirdi ) ileride de Tomas ' ın oyunuyla hala iddialı olmaya devam ediyorlar. Tomas ' tan sezon sonunda bir Avrupa transferi bekliyorum...

Ligin son sıralarında da çok büyük bir çekişme yaşanıyor. Düşme korkusu 13. sıradaki Penafiel ' den başlıyor. Son sıradaki ismi Brezilya dizilerine benzeyen Beira Mar, biraz geride kalsa da 14. Gil Vicente ile arasındaki puan farkı 3. 5 de averaj farkı var. Academica' yı ise gerçekten kutlamak gerek, çünkü bayağı gerilerden gelip ( bu lig için bayağı ) 17. sıraya yükseldiler. İlerisi içinde ümit veren bir yükseliş bu ...

Geçen ay Portekiz Ligi' ne damga vuran sansasyonel olay ise Luis Fabiano' nun annesinin kaçırılmasıydı...
Bu Brezilya' da artık kronikleşti. Bizden kötüleri de var dedirtiyor adama... Aslında hakkımızı yemeyelim bazı konularda Avrupa 'dan ileriyiz, örneğin bizde ciddi anlamda ırkçılık olayı hatırlayan var mı ?

Neyse bu yazıda da biraz Benfica'dan söz edelim ve yazıyı bitirelim...

SL BENFİCA

Yazının başında, Porto için belirttiğimin biraz daha bariz örneğidir Benfica, tam bir spor kulübüdür, diğer şubelerini kulübe bağlamış , hepsine önem veren ve hepsinde iddialı olan bir kulüptür. İnternet sitesine(www.slbenfica.pt galiba ) girip bakabilirsiniz...

Şampiyonlar Kulüpler ' in ilk yıllarında ( 60- 61,61- 62 ) kazandıkları üst üste iki kupayla bilinirler futbolda. Tarih boyu iddialı olmuşlardır. Portekiz Tarihi' nin en büyük kulübü de diyebiliriz onlara bir nevi...

Son yıllarda yakalayamadıkları başarıyı bu sene Giovanni Trapattoni ile yaşıyorlar. Bir zamanlar Beşiktaş Van Hooijdonk ' u istemişti, o Benifica ' ya gitmişti, bir ara da Zahovic 'i almışlardı, çok iddialıydılar ama bu sene hem iyi kadro hem iyi antrenör hem de takım oyunu ile iyi şeyler yapıyorlar...

Estadio de Luz ' da maçlarını oynayan takımda öne plana çıkan yıldız, franchise player diyebileceğimiz isimler, Nuno Gomes ve Simao... Ama ben Miguel 'i çok beğeniyorum ve ondan bir Avrupa transferi bekliyorum...


Sağlıcakla kalın..
.

14.03.2005

Schalke04, Irkçılık ve Futbol

Son zamanlarda ülkemizde gündemin en önemli konusu Avrupa Birliği ile olan ilişkelirimiz. Avrupa Birliği içerisinde Türkiye’ye olan tepkiler sağ tabanlı milliyetçi partilerden ve aşırı sağ diyebileceğimiz ırkçı kesimlerden geliyor. Genel argümanları ise “multikültürel” bir toplumun entegrasyonunun olanaksız olduğu ve Avrupa’da hızla artan “yabancı” sayısının Avrupa sosyal yaşamına zararlı olduğu. Almanya’da büyük nüfusuyla farklı kültürlerden kesimleri içinde barındıran bir ülke ve bu “farklı kültürler” içerisinde en büyük dilim Türk vatandaşları. Bu grupların argümanlarının doğru veya yanlış olduğu tartışmaya sonuna kadar açık bir konu ve bunu ayrıntılarıyla tartışmak bu sitede yapıcağımız iş değil.

Futbol arkasından kitleleri sürüklerken “futbol hakkında konuşucağız” lafının arkasına saklanıp, bu tarz sosyal konuları futbol ile bu kadar iç içeyken konuşmamak da bana futbola at gözlüğü ile bakmak gibi geliyor. Simon Cuper’in dediği gibi “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.” Geçenlerde AufSchalke Arena’da taraftarların ve polisin bazı aşırı-sağ sembolleri kulübe rapor etmesiyle ırkçılığa karşı ve entegrasyon destekçisi olarak bilinen Schalke04 kulübü bir karar aldı.

“membership of the National Democratic Party of Germany (NPD), the Republicans (REP), or of parties having the same or similar political aims is incompatible with membership of FC Schalke 04.”

Almanya Milliyetçi Demokrat Partisi, Cumhuriyetçiler ve/veya benzer siyasal amaçlı partilere üyelik, Schalke04 Futbol Kulübü üyeliği ile uyumsuzdur.

Aşırı sağcı hareketlerin kulüp tüzüğüne aykırı olduğunu resmi sayfasında açıklayan Schalke04, ayrıca bu haber içerisinde tüzükten maddelerle kararını desteklemiş. Kulübün amacı ve işlevi bölümünde, “Yabancı vatandaşların sosyal entegrasyonu desteklenecektir” pasajı bulunuyor. Üyeliğin kesilmesi bölümünde ise, “Irkçı görüşlerin dışa vurumu ve benzeri uygunsuz davranışlar sonucu kulüpten uzaklaştırma kararı alınabilir,” pasajı vurgulanmış. Kulüp sekreteri Peter Peters’ın açıklaması ise çarpıcı: “ Aşırı sağ partilerin Schalke’de yeri yok. Bu kesimleri yaşamlarımızdan ve kulüpten dışlamak için elimizden geleni yapacağız.”

Bu açıklamaları okuduğumda biraz şaşırdım aslında. Bu kadar göz önünde bir futbol kulübünün büyük bir siyasi gruba karşı açıkça bir tavır takındığını görüyoruz. Irkçılığa karşı olmak UEFA’nın en önde gelen amaçlarından biri aslında. Irkçılığı futbol dışına itmek amaçlanıyor. Ancak bunu yaparken isim vererek bazı siyasi partilere karşı tavır takınmak çok ciddi bir adım. Schalke04 Futbol Kulübü görünüşe göre “multikültürel” yaşam hakkındaki tartışmalarda nerde durduğunu açıkça belirtiyor. Milyonlarca Türkiye vatandaşının yaşadığı Almanya’da entegrasyon destekçisi kurumların varlığı önemli bence. Schalke04 Futbol Kulübü bu konuda destek veren kurumlardan biri konumunda. Kadrosunda iki Türkiye Vatandaşı bulunduruyor Schalke. Hamit Altıntop ve Volkan Ünlü.

“Dem Ball ist egal, wer ihn tritt.”(Top için ona kimin vurduğu önemli değil.)

Bu kampanya da FARE(Football Against Racism in Europe) adlı UEFA kampanyasının Almanya kolu denebilir. 2002 yılı Ekim ayında UEFA, 3. Irkçılık ve Ayrımcılık Karşıtı haftasını düzenlemiş. Almanya’da ise bu yine Schalke taraftarları tarafından desteklenerek yaygınlaşmış. Bence ismi çok güzel. Schalke oyunculurı bakımından çok uluslu bir takım. Kampanya zamanında 2002’de Arjantinli Matellan, Siyahi Alman Asamoah,(Schalke taraftarları için Asamoah’ın oyunculuğu dışında varlığı da onların tutumunun sembolü denebilir. Belki de kaybetmeyi hiç istemeyecekleri bir oyuncu.) röportajlar vererek kampanyaya dahil olmuşlar. Schalke stoperi Polonyalı Waldoch ve milli takımdan arkadaşı siyahi oyuncu Emmanuel Olisadebe’nin birlikte yer aldığı poster ise Polonya’da dağıtılmış. Zamanında kampanyaya katılanlar Makedonya’dan Norveç’e bir çok kulüp. İçlerinde Arsenal ve Man. United gibi devler de var.

Schalke’nin ırkçılık konusundaki siciline bakarken bir başka olumlu davranış dikkatimi çekti. Bu haberin tarihi ise 13 Kasım 2003. Legia Warşova ile oynanan deplasman maçında İki Schalke oyuncusu Emilie Mpenza ve Gerald Asamoah ırkçı sloganlara hedef olmuş. Bunun üzerine Schalke AufArena’daki rövanş maçına bir pankartla çıkmış. Pankartta, “Stimmung statt Rassismus,” yazıyormuş. Irkçılık yerine keyif alalım tarzı bir anlamı var. Futbolun güzelliklerinin ırkçı tavırlarla gölgelenmesine karşı olduklarını bir başka yerde daha vurgulamış Schalke.

Daha önceki yazılarımdan birinde daha futbolda ırkçılık karşıtı kampanya “Stand up Speak up” ’dan bahsetmiştim. Irkçılığın futbolda yeri yok. Her kıtada izlenen ve milyarların sevgisini kazanan bir spordan bahsederken ayrımcılıktan bahsedemeyiz. Irkçılık karşıtı olayları takip etmeye çalışıyorum ve olanak buldukça sitemiz okuyucularıya paylaşıcağım. Türkiye’de futbola olan sevgi aslında her şeyin önüne geçiyor sanki. Bizim ırkçılıkta bir sabıkamız yok. Bizim sabıklalarımız başka konularda. Futbolda şiddeti de ilerki yazılarda masaya yatırmaya çalışacağım. Geçen yazıda da kulllanmıştım yine kullanacağım CM açılış yazısını.

“ LET’S KICK RACISM OUT OF FOOTBALL.”

11.03.2005

UEFA Kupası'nda Rakipler: Sevilla

Güney İspanya’da, Endülüs mirası, Rossini’nin bilindik operası (Sevil Berberi) sayesinde berberleriyle de meşhur olmuş bir şehir Sevilla.. Gerçi İspanya, tarihi açıdan Avrupa’nın geri kalan kısmına taş çıkartacak bir seviyede ama insan Sevilla’nın Avrupa tarihinde en önemli dönemlere tanıklık etmiş kültürel yapısına değinmeden geçemiyor.. Bugün bile Sevilla’da mimari açıdan değişik kültürlerin izlerini kolaylıkla farketmek mümkün..

Bir şehir olarak Sevilla ile ilgili söylenebilecek bir başka şey; sıcak, çok sıcak oluşu.. E, insanları da sıcakkanlı tabi, bu tür tanıtımlarda sıkça kullandığımız bir tabiri tekrarlayalım, şehre bir kasaba psikolojisi hakim..

Şehrin bir diğer takımı da Real Betis.. Her ne kadar gerek İspanya’da, gerekse Avrupa’da yaygın olan, aynı şehir takımları arasındaki rekabet, Sevilla’nın kültürel yapısı sebebiyle olsa gerek, benzerleri kadar ön planda değilse de, yine de yok da değil.. Hatta bu iki takım arasında enikonu yönetim ve taraftar yapısı farklılıklarından da bahsetmek mümkün; hani Boca fakirlerin, River zenginlerin takımıdır gibisinden.. Ama bu farklılık şehirde terör estirecek boyutlarda kesinlikle değil tabi..

İşin ilginci, her iki takım da La Liga’nın orta seviye takımlarından, ve son yıllarda ligi, biri diğerinden çok yukarda veya aşağıda bitirmiyor haliyle (Burada şunu belirtelim; her ikisinin de bir La Liga şampiyonluğu var, birbirlerine ne kadar benziyorlar değil mi?)..

Yine son yıllara bakıldığında, Betis, Sevilla’ya nazaran daha fazla para harcayan, daha çok sansasyonel işler yapan bir görüntü içinde.. Sevilla genellikle arada bir parlattığı yıldızlarla dikkat çekiyor (Mesela seneler öncesinden Suker, yakın zamandan Reyes) ama aynı şey Betis’te de var (Yakın zamandan Joaquin), ihtimal bu, aynı şehrin takımı olmaları gerçeğiyle ilintili.. Betis’in arada yüksek rakamlı transferleri (Denilson) bu sezon ilk defa Sevilla’da göze çarptı. Bir başka deyişle, Sevilla genellikle kadrosunu nadiren biri parlayan, ama çoğu ismini yerel anlamda bile duyuramayan oyunculardan oluştururken, ilk kez bu sezon kendini ispat etmiş oyunculara yöneldi (Saviola, Kanoute, Maresca, Fabiano). Bunda tabi Ramos ve Baptista’nın Real’e satışından gelen yüklü paranın da payı büyük (Sanırım 30 Milyon Euro civarında)..

La Liga’da orta halli bir takım olan Sevilla, son iki sezondur istikrarlı bir biçimde ligi 6. bitiriyor. Ondan önce de 9-10. sıralarda seyrediyordu. Maçlarını 45.500 kapasiteli, 1958 yapımı Ramon Sanchez Pizjuan Stadı’da oynuyor..

Joaquin Caparron’un Deportivo’nun başına geçmesi sonrası takımın başına bu sezon, Malaga teknik direktörü Juande Ramos’u getiren Sevilla, tapusu halen Barcelona’da bulunan Saviola’yı kiraladı.. Ayrıca Tottennam’dan Kanoute (4,5 M), Juventus’tan Enzo Maresca (1,7 M), Standard Liege’den Dragutinovic (1 M), Porto’dan Fabiano, Valencia’dan artık Canizares’in arkasında illalah diyen kaleci Palop (Bosman) transfer edilerek sezona girildi..

Sezon başından beri La Liga’da istikrarlı bir gidişat tutturan Sevilla’nın kendisini ciddiye alan takımlara karşı oynadığı maçlar epey ksır geçiyor.. Zaten Sevilla’nın sezon başından bu yana Celta’ya 2-1 mağlup oldukları deplasman maçı dışında, oynadığı hiçbir maçta toplam 3 gol atılamadı; maçlar genellikle 1-0, 1-1, bazen de 2-0 bitiyor..

10. hafta geride kalırken Sevilla, 4 galibiyet, 4 beraberlik, 2 de mağlubiyetle 7. sırada..

Sevilla, kadrosu ve oyun sistemi ile tam bir deplasman takımı. Bunun sahaya yansıyan en açık örneği de; UEFA Kupası 1. Turunda, Alman Mainz ile kendi sahalarında 0-0 berabere kalmalarına rağmen, Almanya’daki maçı 2-0 kazanıp turu geçmeleri.

Yeri gelmişken, UEFA’ya bildirdikleri kadro şöyle:

Kaleci

1 Andrés Palop (İspanya)

13 Antonio Notario (İspanya)

26 Pablo Vargas Pérez (İspanya)

Defans

2 Javi Navarro (İspanya)

3 David Castedo (İspanya)

4 Daniel (Brezilya)

19 Ivica Dragutinović (Yugoslavya)

20 Aitor Ocio (İspanya)

22 Fernando Sales (İspanya)

23 Pablo Ruiz (İspanya)

24 Pablo Alfaro (İspanya)

27 Antonio Puerta (İspanya)

28 David Prieto (İspanya)

31 Manuel Blanco (İspanya)

Orta Saha

8 Jordi López (İspanya)

11 Renato (Brezilya)

15 Jesús Navas (İspanya)

18 José Luis Martí (İspanya)

21 Antonio López (İspanya)

25 Vicenzo Maresca (İtalya)

Forvet

7 Javier Saviola (Arjantin)

9 Ariza Makukula (Portekiz)

10 Luis Fabiano (Brezilya)

12 Frédéric Kanouté (Mali)

14 Carlitos Domínguez (İspanya)

16 Adriano Correia (İspanya)

17 Jesuli (İspanya)

21 Antonio López (İspanya)

30 Kepa Blanco (İspanya)

Sevilla’ nın oyun stili, benzerini bir çok İspanyol takımının tatbik ettiği, özellikle orta sahada ve kendi yarı alanında alan daraltan bir yapıya sahip. Zaten teknik direktör Ramos da bu sistemin önemli tatbik edicilerinden biri.

Sevilla özellikle kalabalık orta sahasıyla ve bu orta sahanın desteğiyle ayrıca kalabalıklaştırdığı savunmasıyla da dikkat çekiyor. Bu yukarıda bahsettiğimiz iki husus, daha yukarıda bahsettiğimiz Sevilla maçlarındaki gol kısırlığının açıklayıcısı.. Evet, Sevilla maçları (Üçüncü kez bahsettiğimiz üzere) gol yönünden kısır, ama Sevilla’ nın hücum ve savunma stratejisi sayesinde de hareketlilik yönünden (topun hareketliliği) hayli zengin: Hücuma fazla oyalanmadan (o kalabalık orta sahaya rağmen) çabuk ve doğrudan çıkmayı oyun karakteri haline getirmişler ve hücum hatları da haftalar ilerledikçe beklenen doğrultuda şekillenmeye başladı. Saviola ve Fabiano’ nun takıma ve forma girmeye başlamasıyla oyuncu tercihi onlardan, diziliş tercihi de 4-2-3-1’ den yana..

Bu doğrultuda sağ kanatta Daniel – Kanoute, sol kanatta da David – Adriano tercihleri ağırlıkta. Savunmanın ortasında sıklıkla Ocio – Navarro veya çok yönlü Dragutinovic oynuyor. Orta saha ikili veya üçlü, tercihlerde Maresca – Navas – Marti – Renato (nadiren de Jordi) üzerine yoğun. Sahada orta sahadan hücuma dönük bir yarı forvet varsa, bu Fabiano. Santrfor ise sezon başlarında Kepa iken, artık iyiden iyiye Saviola..

Barcelona’nın tutmayan Arjantinli kumarlarından biri olan Saviola (Diğeri Riquelme) Monaco seferinin ardından, Riquelme ve (veya) Eto’o gibi bir kendini ispat çabası içinde La Liga’ya geri döndü. Bu dönüşü de ligin istikrarlı takımlarından (Unutmamak gerek ki Fransa gibi bu ligde de istikrar bir sorun, elimizde Sociedad, Celta, La Coruna gibi taze örnekler var) Sevilla’yla yaparak, bir nevi küçük takımda büyük oyuncu rolüne soyundu..

Gitgide yer bulmaya başladığı takımda şimdilik bu rolün hakkını verecek bir görüntü çiziyor. Dahası, takımın oyun sisteminin bu bücürün meziyetlerinden istifade edecek şekilde kurgulanacağına dair ipuçları var..

Ama hala tam verim sunabileceği bir pozisyonda değil. Çalışkan bir santrforun yanında, üretkenliğiyle etkin olabilecek şekilde oynaması, onun çıkış noktası olan 2001 Dünya Gençler Şampiyonası performansına dönmesini sağlayabilir..

Sevilla’nın Avrupa geçmişine bakarsak; 1 kez Şampiyon Kulüpler Kupası’na (6 maçta, 2 galibiyet, 2 beraberlik, 2 yenilgi), 1 kez Kupa Galipleri Kupası’na (2 maçta 1 galibiyet, 1 mağlubiyet ve ilk turdan veda), 6 kez de UEFA Kupası’na (30 maçta 13 galibiyet, 8 beraberlik, 9 mağlubiyet) katıldıklarını görüyoruz.

Beşiktaş’ın Sevilla karşısında şöyle bir avantajı söz konusu; Sevilla iç saha maçlarında bile hayli defansif sayılabilecek bir oyun oynuyor (Dilimiz varsa liberosuz Catenaccio diyeceğiz). Ama yemesini bilene (Buraya bir gülümseme efekti yakışır) adeta uyutarak gol atıyorlar, ve Beşiktaş da buradaki tabirle uyumayı seven bir takım..

3.03.2005

Tatsız Bir Hafta

Bundesliga’nın 23. maç gününü değerlendirmek için ilk önce hafta içine bakmak gerek. Alman takımları kötü bir hafta içi geçirdi. Arsenal’i kendi sahasında 3 – 1 yenen Bayern Münih dışında kazanan olmadı hatta UEFA kupasında bütün Alman takımları elendi. Leverkusen Anfield’dan son dakikadaki gol ile biraz olsun umut ile döndü ancak Werder Bremen ise elendi. Bremen – Lyon maçı ile ilgili söylenecek tek şey bu bence. Bayern dışında hiçbir Alman takımı ümit vermedi. Bundesliga’nın kalitesi de herhalde Avrupa’da tartışılacaktır. Schalke’nin “Lucescu’nun Shaktar’ına” müthiş stadı AufSchalkeArena’da elenmesi Alman futbolu adına çok üzücü. 2.Bundesliga takımı Aachen da sezonun sürpriz takımı Alkmaar’a elendi. Stuttgart ise Serie A’nın formsuz takımı Parma’ya elendi. Alman takımları kupalarda diğer Avrupa takımlarına karşı güçsüz mü kaldılar yoksa bu sadece anlık hatalar sonucu mu bu tartışmaya açık bir konu.

Hafta içi maçları hafta sonuna pek olumlu yansımadı. Geçen haftaya göre daha silik bir haftaydı. Gol ortalaması 2 civarındaydı.(Bu tabi kötü futbol kanıtı değil ama maçlar gerçekten heyecansız geçmiş. Schalke’nin AufArena’da birkaç maçını seyrettik. Hannover maçı en sıkıcısıydı.) Seyirci ortalaması da daha azdı geçen haftaya göre. Kötü bir hava var Alman takımları üzerinde herhalde. Avrupa’dan elenen takımların Bundesliga’ya odaklanacağını ve ligde daha iyi haftalar izleyeceğimizi düşünüyorum.

Lider hala Bayern Münih. Uzun sürelik bir liderlik özleminden sonra yerleştikleri birincilikten inmeye pek niyetleri yok gibi. Arkasında istikrarlı bir takipçinin olması da onları tetikliyor olsa gerek. Schalke de kazanarak iddiasını devam ettiriyor. Geçen senenin lig ve kupa şampiyonu Werder Bremen ise uzun mesafe koşusundaki favori atlet performansı çiziyor. Başlangıçları pek heyecan verici değildi belki ama son haftalardaki performansları o son depar tarzı bir atak ise Bremen bu yarışı kazanabilir. Benim üç favorim bunlar ancak topun yuvarlak olması, zeminin azizliği, kısmetsizlik(Hayrettin diliyle) vb. çok etken var futbolda. Önceden kestirmesi pek kolay bir spor değil futbol.

Bremen 4 – 1 Bochum: Bremen kazanmaya devam ediyor. Onları kim durduracak acaba? Haftaya Bayern Münih deplasmanına çıkacaklar. Sezonun en önemli maçı olacak herhalde.

Dortmund 3 – 0 Mainz: Mainz kaybetmekten bıkmadı. Zaten Dortmund çok formda. Kolay bir galibiyet olmuş.

Hertha Berlin 4 – 1 Hamburg: Hamburg çok formdaydı ama Hertha iyi bir oyun çıkarmış. Baştan sona üstünlermiş. Zaten 4 gol bunu gösteriyor. Hamburg ise kopmamalı hala Avrupa kupası şansları var bence. Yıldıray ise maçta kırmızı kartla atıldı.

Schalke 1 – 0 Hannover: Hannover iyi bir takım. İyi savunma yapıyorlar ve ayağa paslar ile hızlı çıkıyorlar. Ancak buldukları şansları değerlendiremediler. Schalke ise moralsiz çıktığı maçta kendi sahasındaki en kötü performansını sergiledi belki de. Çok risk alarak 3 forvetle oynayan bir takım diyebiliriz Schalke için. Buna rağmen o dolu Arena’da az pozisyon buldular ama kazanmayı bildiler. Böyle kritik haftaları kazanarak geçmek önemlidir. Bence başarılı bir hafta Schalke için. Hannover ise tipik bir orta sıra takımı onlar oralarda durmaktan memnun gibiler.

Hansa 0 – 0 Gladbach : Bir beraberlik daha geldi Hansa Rostock’tan. Artık kazanmaları gerek. Yoksa o son tren de kaçacak. Son 11 hafta artık ve alınacak puanlar azalıyor. Kazanmadan kurtulamayacaklarını bildikleri halde niye risk almıyorlar anlamıyorum. Kendi sahalarındalar, karşılarında iyi kadrosuna rağmen bir türlü forma giremeyen Gladbach var ve Hansa gene pek kazanma amacında gözükmüyor. Ben anlayamıyorum doğrusu.

Freiburg 0 – 1 B.Münih: “Arsenal maçından daha zordu.” Bunlar Oliver Kahn’ın maç sonrası söyledikleri. İlk yarıda 3 önemli pozisyondan yararlanamayan Freiburg bunun bedelini önemli bir puanı kaçırarak ödemiş. Kazansalar hem kendilerine güvenlerini yenileyecekler hem de önemli bir 3 puan kazanacaklardı. Yorumlara ve pozisyonlara göre kazanmak için şansları da varmış. Yazık olmuş.

Lautern 0 – 0 Wolfsburg: Wolfsburg için alışılmadık bir skor. Beraberlik ilk defa başlarına geliyor. Kaybettiklerinin yarısında berabere kalsalar şimdi tepelerde olurlardı. Ne yazık ki ligin heyecan verici takımı bunu biraz geç fark etti. Lautern ise son haftalarda Halil ile formda aslında. Pek bir iddiası bulunmayan Lautern için de zararsız bir skor.

Bielefeld 3 – 1 Nürnberg: Ligin orta sıralarının iyi iki golcüsü Buckley ve Mintal’ın karşılaşmasıydı. İkisi de birer gol attı ama ev sahibinde Buckley’e destek de gelmiş ve kazanan Bielefeld olmuş. Nürnberg de tam olarak kurtulmuş değil aslına bakarsak. Alttaki takımlar ne kadar çok kötü oynasalar da Nürnberg’in biraz daha puan alması gerek.

Leverkusen 1 – 1 Stuttgart: Hafta içi maçlarında yaralanan iki takımın maçı son on dakikadaki 2 golle berabere bitmiş. 89. dakikada penaltı veren hakem umarım hata yapmamıştır. Zaten yüz kızartıcı olaylar hala gündemde…

GELECEK HAFTA BUNDESLIGA’DA:

Bayern Münih – Werder Bremen: Cumartesi günü TSİ 16:30’da başlayacak olan maçı umarım NTV canlı yayınlayabilir. Tabi anlaşma koşullarını bilmeden konuşmamam gerek. Sadece ümitle bekliyorum.
Bochum – Schalke: Bir tarafta Avrupa’dan kopan ve tek çaresi şampiyonluk olan(Bu ekonomik olarak da çok önemli Schalke için) Schalke diğer tarafta küme düşmeme mücadelesi veren Bochum. Sıkı bir maç.
Mainz – Freiburg: Bu da iki küme düşmeme uğraşı veren iki takımın maçı. Çok kritik bir maç. Deplasman galibiyeti Freiburg için çok yararlı olur.
Hannover – Hansa: Hansa artık kazanmalı. 1 puanlar yaramaz gibi geliyor bana.
Hamburg – Leverkusen: Zirve savaşının hemen altındaki 2 takımın maçı. Leverkusen daha iyi bir takım gibi ama Liverpool ile kendi sahalarındaki maçtan önce riske girmeyip dinlenmeyi seçebilirler.
Stuttgart – Bielefeld: Deplasman takımı diyebileceğimiz Bielefeld ile sahasında sürpriz mağlubiyetler alan Stuttgart’ın maçı sürprizlere açık.
M’Gladbach – Wolfsburg: Bu maçta Gladbach için önemli. 2.yarıya iyi başladılar. Elber de bu maçla dönebilir. Gladbach için kritik bir maç. Wolfsburg ise iki haftadır kaybetmiyor.
Nürnberg – Dortmund: Formda bir Dortmund bunu da kazanıp adını temize çıkaracaktır diye düşünüyorum.
Hertha Berlin – K’Lautern: Yıldıray’sız Hertha bu maçta zorlanacaktır. Zaten bütün sene kendi sahasında çok zorlandılar.