İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

30.01.2006

Eriksson vs. Çakma Şeyh

İngiliz futbol gündemine geçtiğimiz iki-üç haftada skandallar gündemini vurdu. Ana uzmanlık dalları “skandallar” olan taloid gazeteler ise bu olayları deşebildikleri kadar deştiler.

            Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi İngiltere Milli Takımı teknik direktörü Sven Göran Eriksson’un, altyapı semineri için gittiği Birleşik Arap Emirlikleri’nde, zengin bir Arap şeyhi kılığına girmiş “News of the World” muhabiri tarafından tongaya düşürülmesiydi. Sahte şeyhin yatında muhabbetin sıcaklık dozu abartıya kaçıyor ve sahte şeyh Eriksson’a bir Premier Lig takımını satın almayı düşündüğünü söylüyor. Eriksson da hemen zaten milli takım çalıştırıcılığından çok sıkıldığını, klüp futbolu menajerliğine dönmeyi çok istediğini, Aston Villa’nın mali açıdan zor durumda olduğunu, Villa’yı aldığı takdirde bu takımı bizzat çalıştırabileceğini, hatta Beckham’ın Villa’ya getirmenin bir telefona bakacağını “çıtlatıveriyor.” Şimdi gelelim yine bu sahte şeyhle olan muhabbetinde Eriksson’un “ağzından kaçırdığı” bazı laflara... Eriksson, şeyhe, milli takım kaptanı David Beckham’ın Real Madrid’de çok mutsuz olduğunu, iki buçuk senede İspanyolca öğrenememiş ve tek bir kupa dahi kazanamamış olmasının oyuncuyu yıktığını ve Beckham’ın bir an önce İngiltere’ye geri dönmek istediğini anlatıyor. Şeyh kılığına girmiş muhabiri, Aston Villa’yı satın aldığı takdirde Beckham’ı takıma getirmesinin garanti olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor. “Başka kim gelebilir?” muhabbeti yapılırken Eriksson, milli takımdaki öğrencileri hakkındaki bütün fikirlerini ortaya döküveriyor: Rio Ferdinand’ın tembelliği yüzünden hiçbir zaman potansiyelinin doruğuna çıkamayacağını söylüyor. Owen’ın sadece ve sadece para için Newcastle’a gittiğini, özel konuşmaları sırasında genç forvetin kendisine sürekli “Newcastle çok kötü bir takım, bu takımdan adam olmaz, asla başarılı olamayacaklar ama ne yapayım? Bana hayatımın sonuna kadar yetecek parayı verdiler.” dediğini anlatıyor. Eriksson ayrıca Rooney’nin büyük bir yetenek olduğunu, ancak ailesinin yoksul ve cahil olmasından dolayı genç yıldızın da cahil ve aşırı hırslı yetiştiğini söylüyor ve Shaun Wright-Philips’in Chelsea’ye gitmekle yanlış yaptığını, Mourinho’nun genç oyuncuya hiç şans vermeyeceğini ve oyuncunun Chelsea’yi seçmekle futbol hayatını bitirdiğini söyleyerek “bombalarını” bitiriyor.
            Tabii ertesi gün News of the World’de çıkan haber İngiliz spor kamuoyuna bomba gibi düşüveriyor. FA’nin de olayı doğrulamasıyla, zaten önceden yaşadığı seks skandalı, İngiltere’ye aşırı defansif ve zevksiz bir oyun oynatması, İngiliz milli takımının başından ayrılmak için önceden gerçekleştirdiği başarısız bir iki girişim nedeniyle “sevilmeyen” Eriksson,  bu sefer “nefret edilen” adama dönüşüyor.
            İşte bu noktada FA’nin vereceği karar çok önem taşıyordu. İngiltere, 1966’dan beri kazanamadığı Dünya Kupası’nda 40 yıl aradan sonra ilk kez bu kadar yüksek bahis oranlarıyla favori gösteriliyor ve gerçekten çok iyi bi r jenerasyon yakalamış bulunuyor. Bunu da göz önünde bulunduran FA, Dünya Kupası’nın bitimine kadar Eriksson’la devam edileceğini, ancak kupa sonrasında İsveçlinin görevine son verilerek yeni bir menajer alınacağını açıkladı. Bu karar da oldukça yaygara kopardı; çünkü oyuncuları hakkında bu kadar saçma sapan yorumları yapmış bulunan Eriksson’la Dünya Kupası’nın da yalan olacağını iddia edenlerin sayısı hiç de az değil. Öte yandan, Eriksson’u şu an kovsalar yerine geçecek adayların sayısı ve uygunluğu da hiç iç açıcı değil. Uzun lafın kısası, Eriksson, kesin olarak kupanın sonuna kadar takımın başında. Şimdi İsveçli teknik direktörün görevine son verilmesi takdirde yerine geçmesi muhtemel adaylara göz atalım. Bu arada, şunu da hatırlatmak gerekir, an itibariyle FA’nin kendini en çok baskı altında hissettiği konulardan birisi de takımın başında İngiliz bir çalıştırıcı getirip getirmemek. Zira, futbolu icad eden ülkenin teknik direktörü olacak adayın, hem Ada mentalitesini ve futbol kültürünü çok iyi bilmesi, hem de takımdaki oyuncular ve basınla iyi anlaşabilmesi her şeyden önemli. Ancak son dönem “İngiliz” menajerlerin hiçbirinin adam gibi sportif başarı elde edememiş olması seçenekleri önemli ölçüde sınırlıyor.

Sam Allardyce: Otoriter, babacan, İngiliz medyasının kişilik olarak “taptığı” bir isim. Bilimsel metodları, istatistikleri çok yakından takip etmesi en büyük artılarından. Yıldızı bol İngiltere milli takımında yıldızları hizaya getirmekte çok zorlanmayacaktır, zira kendisi Bolton’da Djorkaeff’ten Ivan Campo’ya, Diouf’tan Giannakopoulos’a kadar bir yığın küskün yıldızla çalışmış olmasıyla ünlü. Artı, Bolton’ı iki sezon sonrasında Şampiyonlar Ligi kontenjanı için savaşır bir konuma getirmiş olması en büyük avantajı. En büyük dezavantajı ise Bolton’a oynattığı çağdışı, aşırı sert ve zevksiz futbol. Düşünün yani, CNN’in yaptığı ankette “Futbol seyir zevki en yüksek spor seçildi” haberine “Herhalde Bolton’ı izlemediler” diye yorum yapar hale geldi İngiliz basını. Futbolda göz zevkine her ülkedekinden çok önem veren İngilizler ve FA Allardyce’ı bütün başarılarına rağmen sadece bu olay yüzünden göreve getirmeyeceklerdir diye düşünüyorum.

Steve McClaren: Çoğuna göre Eriksson’ın “doğal” veliahtı. İsveçli çalıştırıcının sağ kolu, asistanı, an itibariyle aynı zamanda Middlesborough’nun başında. Eğer bu skandal 6 ay önce olmuş olsaydı, Middlesborough’ya göze hoş gelen bir futbol oynatan, takımı kupa finalisti kontenjaından UEFA’ya taşımış McClaren %90 ihtimalle İngiltere’nin yeni menajeri olurdu. Fakat şu anda Middlesborough ligde o kadar kötü bir performans sergiliyor ki... Küme düşme hattına iyice yaklaştılar ve üstüne üstlük 2 hafta önce Arsenal’e 7-0 yenildiler. Geçen senenin aksine Viduka & Yakubu gibi 2 süper forvete sahip olmalarına rağmen aşırı defansif bir oyun oynuyorlar. Kısacası McClaren’ın şansı çok az.
                   
Martin O’Neill: Gerçekten çok şanssız bir adam. Gerek Celtic başındaki muhteşem performansı, gerek de herkes tarafından takdir edilen müthiş, tutkulu yönetimiyle en büyük adaylardan biriydi. Ancak ne yazık ki karısı kanser ve kendisi bu yüzden Celtic’i de bırakmış durumda. Burada büyük bir trajedi yüzünden futbolu bırakmış bir adamdan bahsediyoruz, İngiltere’nin başına nasıl geçsin?

Stuart Pearce: Genç, başarılı... Profesyonel anlamda bu sene ilk kez “menajerlik” yapıyor. Ancak çaylaklığına rağmen Manchester City’le beraber beklenenin üzerinde bir performans sergiledi. Ancak İngiltere ile Man City arasında karşılaştırılamayacak kadar çok büyüklük ve sorumluluk farkı var.

Felipe Scolari: Kariyer desen kariyer, başarı desen başarı. Ancak Scolari Latin futbol mentalitesine hakim bir adam ve tek kelilme İngilizce bilmiyor. Bu nedenle şansı az olanlardan.

Guus Hiddink: İsmi son zamanlarda ortaya atılan, bence en güçlü adaylardan birisi. Gittiği her takımda başarılı olmuş bir çalıştırıcıdan bahsediyoruz. PSV’ye kimse gruptan çıkma şansı vermezken onları yarı finale taşımış, Güney Kore’ye 2002 Dünya Kupası’nda yarı final oynatmış, Avustralya’yı 2006 Almanya’ya taşımış bir adamdan... Çok profesyonel bir isim olduğundan Ada’ya da uyum sağlayabileceğini düşünüyorum. Tek dezavantajı, aşırı gururlu İngilizlerin Eriksson’dan sonra başka bir yabancıyı daha milli takımlarının başında görebilecek tahammülleri olup olmadığının bilinememesi.

20.01.2006

Everton tekrar yükselebilecek mi?

Düşünün ki altyapıdan bir dünya yıldızı seviyesine çıkardığınız genç süperstarınızı (Wayne Rooney) 27M ₤’a Manchester United’a satmışsınız. Üstüne üstlük eğer oyuncu United’dan başka bir kulübe transfer olursa, ödenen bonservisin %30’unu alma gibi ekstradan bir antlaşma maddesiyle... Yetmiyormuş gibi, senelerdir zar zor kümede kalmış, kadrosu dar takımınız, oyun kurucusunu, beynini (Thomas Gravesen) ara transferde Real Madrid’e kaptırmış. Bütün bunlara rağmen, sadece 1 transferle (James Beattie), aynı dar kadroyla dünyanın en zor ve en kaliteli futbol ligini 4. bitiriyor ve Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkını kazanıyorsunuz. Bu herhalde her futbol menajerinin rüyasını süsleyecek bir durum.



David Moyes, sezon öncesinde, Rooney’nin transferinden aldığı 27 milyon ₤’un 20 milyonunu harcadı. Man Utd’dan Phil Neville’a 5.6M₤, Udinese’den Kroldrup’a 5M₤ harcadı. Mourinho’ya danıştı, Porto’dan sol bek Nuno Valente’yi aldı. Geçen sene parlak bir sezon geçiren Davies transfer edildi. 2004-05’in 2. yarısında takımda kiralık olarak yer alan Mikel Arteta beğenildi ve Sociedad’dan bonservisi alındı. İtalya’nın en yetenekli stoperlerinden Matteo Ferrari getirildi. Bir de Inter’den Andy van der Meyde alındı. Zaten 04-05 sezonunda James Beattie için Southampton’a 7.5M₤ ödenmişti. Böylece takımın o devasa transfer bütçesi olduğu gibi yeniden yapılanma adına harcanmış oldu.

Ancak sonuç hoş olmadı; Everton lige çok kötü başladı. 2 hafta önce ligin tartışmasız en kötü takımı Sunderland’ı yenerken o kadar zorlandılar ki... Hatta Sunderland ilk yarı Everton’ı tabiri caizse ezdi. An itibariyle ligin son üç haftasında 11 gol yeiş ve son derece temposuz bir takım Everton. Üstelik sezon boyunca ancak 10 gol atabildiler.

Peki Everton’ın yeniden yapılanmaya ihtiyacı var mıydı? Geçen sezon makine düzeninde işleyen bir sistemleri, oturmuş bir kadrosu ve takım kimyası yüksek oyuncuları vardı Moyes’ın. Weir-Stubbs ikilisi hatasızdı, tüysiklet sağ kanat Leon Osman boyundan büyük işler yapıyordu, yetenekleri sınırlı bir forvet olan (ancak kendisi megaloman – basına Henry kadar iyi bir oyuncu olduğunu söylediği demeçleri var) Marcus Bent araba dolusu gol atıyordu. Şimdi ne eksik? Basit: TAKIM KİMYASI. Takım kimyası öyle bir şey ki orta düzey bir oyuncunun performansını en üst düzeye taşıyabilir, ya da dünya klasındaki bir oyuncuyu sıradanlaştırabilir. Takım sporlarında aktif görev almış okuyucularımız bilirler, kimyası iyi olan bir takım adeta sınıf atlar. Everton’ın yeni oyuncuları henüz bir arada oynama şansını çok bulamadı. Tabii buna en önemli etkenlerden birisi de takımın başını ağrıtan sakatlıklar zinciri. Geçen sene neredeyse hiç sakat vermeyen Everton, bu sene hastane gibi. Geçen sezonun gizli kahramanı Lee Carsley daha tek bir maç oynayamadı. Tim Cahill (ki bu takımın en önemli oyuncusu, dinamosu ve sürpriz golcüsü) son 3-5 maçtır ancak sahaya çıkabilecek düzeye geldi. Van der Meyde, Nuno Valente ve Kroldrup da müzmin sakatlardan. Sonuç, defans artık yaşlanan ve iyice ağırlaşan Weir ile ona uyum sağlamakta güçlük çeken Yobo’ya kaldı. Neville orta sahaya çekilmeye çalışıldı; bu nedenle Davies’in yeri kaydı ve neredeyse takımın tümü bu taş değiştirmeden nasibini aldı. Neredeyse kimse asıl yerinde oynamıyor ve bu da Everton’ın düzenine negatif etki ediyor.



Tartışılması gereken başka bir konu da Moyes’in kabiliyeti. “Geçen sene o takımı 4. yapan adam bu sene de aynı başarıyı tekrarlar” mentalitesi tutmadı. Üstelik yeniden yapılanmaya harcanan milyonlarca ₤ genç oyunculara değil, 28 yaş civarındaki tecrübeli isimlere gitti (Beattie, Neville, Kroldrup vs...) Demek ki Moyes aslında geleceği düşünmek yerine vites arttırıp hem evde hem Avrupa’da bir şeyler yapabileceğini düşündü, ancak başarılı olamadı. Ancak tamamen Moyes’e yüklenmek de haksızlık olacaktır. Zira transferi yüzünden çok eleştirildiği Beattie feci bir formun ardından kendini buldu ve iyi bir gol ritmi yakaladı. Takıma klas kattığını düşündüğüm van der Meyde’nin oynadığı 5 maçın 4’ünü kazandılar. Üstelik yeni gelen isimlerin arasından özellikle Davies, van der Meyde ve Arteta takımın geleceğini emanet edebileceği oyuncular. Moyes’ın (kısmen çaresizlikten) küskün genç yetenek McFadden’ı takıma yeniden kazandırması da büyük avanataj. O McFadden ki, Rooney’le beraber 03-04 sezonunda tozu dumana katmıştı. Yobo gibi istikbali parlak bir defans oyuncusunun varlığını da inkar etmemek gerekir.



Toparlarsak, Moyes’in geçen seneki başarısı İngilizlerin “siege mentality” dediği, çok zor şartlar altında elinde hiçbir şey olmayan takımı ekstra motivasyonla bir yere getirmekti, bir bakıma. Elindeki kaynaklarla çok transfer yaparak takıma seviye atlatacağını düşündü, ancak başaramadı; bütün bunlarda şanssızlık ve sakatlıkların da etkisi büyüktü. Ancak ben yine de Moyes’ın Everton’ı düştüğü çukurdan kurtarabileceğine inanıyorum. İngiltere gibi 6. sırasıyla 19. sırası arasında çok fark olmayan bir ligde bu takım daha üstlere tırmanabilir.





Referans:

Hubbard, Norman, Crisis Management, http://soccernet.espn.go.com/columns/story?id=354047&root=england&cc=5739, 3.6.2006

19.01.2006

Yunanistan Liginde 2.Yarı Derbi ile Başladı

Öncelikle kendimi tanıtayım sevgili ortakafagol.com ziyaretçileri; Ben Yücel Özmetin. Çoğunuz beni forumdan tanıyorsunuz zaten... Yunanistan ligini kısmetse bundan sonra ben yazacağım.

Yunanistan liginde ilk yarı Olympiakos’un liderliğinde geçildi.Bir başka deyişle Olympiakos ligin ilk yarısını domine etti. Ona sadece AEK Athens takımı yaklaştı ve bu ikili ligin geri kalanlarından ayrıldı ve kendileri aralarında birincilik mücadelesi veriyorlar.

Pos. Team G W D L Score P
1. Olympiakos Piraeus 16 14 0 2 35:9 42
2. Athens AEK 16 12 3 1 23:8 39
3. Panathinaikos Athens 16 9 3 4 26:15 30
4. PAOK Saloniki 16 7 6 3 26:15 27
5. Xanthi 16 7 4 5 19:15 25
6. Iraklis Saloniki 16 7 4 5 17:17 25
7. Ionikos Nikaia 16 5 7 4 22:20 22
8. Atromitos Athinon FC 16 6 3 7 18:18 21
9. Aigaleo 15 4 7 4 12:17 19
10. Kalamaria 16 5 4 7 16:22 19
11. Larissa AE 15 4 5 6 16:20 17
12. Levad Levadia 16 3 5 8 10:17 14
13. OFI Crete 16 2 6 8 10:21 12
14. Panionios Athens 15 3 3 9 11:24 12
15. Akratitos Neon Liosion 16 2 4 10 8:20 10
16. Kallithea 15 1 6 8 11:22 9

Bilindiği gibi Yunanistan liginde ilk 2 şampiyonlar ligine gidiyor,3.-4. ve 5.sıradaki takımlar ise UEFA kupasına katılıyorlar. Son sıradaki 2 takım ise küme düşüyor. Şu an ilk 2 de bulunan Olympiakos ve AEK takımları ligi böyle bitirirlerse Şampiyonlar Ligi’ne gidecekler ve ligi böyle bitirmeleri de bu kadro ve olanaklarla kesin gibi.

Ligin diğer takımlarına da değinecek olursak, şu an için Panathinaikos liderin 12 ve AEK’nın 9 puan gerisinde ve bu kadrolarıyla ilk ikiye girmeleri çok hem de çok zor. Öyle ki kadrolarının yüzde seksenini yunan oyuncular oluşturuyor ve yabancıları da kayda değer isimler değil. En iyi 3 yabancısı ise bu sene Galatasaray’dan alınan Concecaio, Liverpool’dan alınan Igor Biscan ve Polonyalı golcü Emmanuel Olisadebe.

Pana’nın hemen altındaki takım ise sürpriz galibiyetler alan ama aynı zamanda da sürpriz mağlubiyetler alan PAOK Saloniki. 3 mağlubiyeti belki güçlü takımlara (Pana, AEK, Xanthi) ama oldukça fazla beraberlik alıyor(6) ve bu beraberlikler de hiç olmayacak zamanda, hiç olmayacak takımlara karşı alınan beraberlikler.En önemli sürpriz ise Olympiakos’u deplasmanda 1-2 devirmeleri, hem de 1-0 yenik duruma düştükten sonra..

Gelelim UEFA kupası için mücadele eden diğer üç takıma; Xanthi, Iraklis ve Ionikos. Bu üç takımdan Xanthi ve Iraklis 25 puanda, Ionikos ise 22 puanda. Aslında Xanthi takımı güçlü bir takım fakat son 4 haftada gerek kadro yetersizliği gerekse de şanssızlıklarından dolayı maç kazanamadılar ve gerilediler. Iraklis,Xanthi’yi yakaladı ve şu an puanları eşit.Halbuki ligin ilk yarısında aralarındaki karşılaşmada Xanthi ezici bir şekilde Iraklis’e üstünlüğünü göstermişti 4-1 lik skorla.

Orta sıralardaki 4 takımdan Akratitos, Ionikos’un 1 puan gerisinde 8.sırada,geçen sene Gençlerbirliği’ni eleyen Aiegaleo 19 puanla 9. sırada,son maçını kazanan ve 2 maçtır yenilmeyen Kalamaria yine 19 puanla 10. sırada ve bir maçı eksik olan 17 puanlı Larissa’da 11.sırada ki takımlar.

Ve düşme hattı; bu sezon da her sezon ki gibi kazan kaynıyor ve ligin sonu gittikçe yaklaşıyor.Son yaklaştıkça takımlarda kıpırdanmalar başlıyor.Fakat kıpırdanmayan iki takım var aralarında,o da ligin sonuncusu Kallithea(7 maçtır kazanamıyor) ile İlk yarının en büyük sürprizine imza atıp Olympiakos’u kendi sahalarında 1-0 yenen ve daha sonra 9 maç galip gelemeyen 12 puanlı OFI. Şu an düşme hattının içindeki iki takım Akratitos ve Kallithea. Üstündeki üç takım ise Levadia,OFI ve Panionios.Benim tahminime göre Akratitos ligde kalabilir ve OFI ile Kallithea ligden düşerler…

Dünyanın sayılı derbilerinden olan(footballderbies.com a göre en iyi 5. derbi)Olympiakos-Panathinaikos derbisi…Aralarındaki son 163 maçta 68 Olympiakos galibiyeti,42 Panathinaikos galibiyeti ve 53 beraberlik var.Bu senenin ilk maçında Olympiakos deplasmanda Pana’yı Stoltidis ve emektar Sırp oyuncuları Djordjevic’in golleriyle devirdi.İkinci yarının ilk haftalarındaki maçta ise adeta Karaiskaki’den çıkış olmadığını gösterdiler ve ellerindeki Rivaldo faktöründen iyi yararlandılar.3-2 galip geldikleri maçta Gonzalez’in penaltı golüyle yenik duruma düştüler daha sonra Rivaldo’nun iki ve Konstantinou’nun golleriyle adeta ezdiler Pana’yı(3-1)ve Gekas’ın golüyle 3-2 oldu ve maç bu skorla sona erdi.Olympiakos aradaki farkı açtı ve son yenilgisinden sonraki 9 maçı da galibiyetle bitirmiş oldu.

Son değinmek istediğim şey ise Olympiakos’un Şampiyonlar Ligi’ndeki başarısı. Olympiakos’a söylenen şey Türkiye liginde Fenerbahçe’ye söylenenin aynısı:”Bu takım,bu ligin çok üzerinde bir takım.”Evet bu doğru fakat Olympiakos’ta Fenerbahçe gibi senelerdir Şampiyonlar Ligi’nde başarı sağlayamıyor. Olympiakos’ta tıpkı Fenerbahçe gibi bir galibiyet 1 mağlubiyet, 4 yenilgi aldı ve 4 puanla sonuncu oldular. Deplasmanda Rosenborg’la berabere kaldılar ve tek galibiyetleri içerde Erol Bulut’un iyi oyunuyla ve attığı mükemmel golle Real Madrid’i 2-1 devirmeleri oldu ve yine havlu attılar Şampiyonlar Ligi’ne…

Yorumlarınızı bekliyorum, şimdilik bu kadar, sağlıcakla kalın..

15.01.2006

Fantãstico Ronaldinho

Wayne Rooney yazısında, Ronaldinho’yla ilgili o kadar çok yorum yapıldı ki artık bu adam hakkında yazı yazmak farz oldu.

Yazıya “Ronaldinho büyüktür” anlayışıyla başlamıyorum çünkü yaptığınız yorumlarda da görüldüğü gibi futbolla uzaktan-yakından alakası olan herkes, Ronaldinho’nun kendilerince ne kadar büyük bir futbolcu olduğuyla ilgili en az bir paragraf kurabiliyor. “Ronaldinho ne kadar futbolcudur?”u da tartışarak başlamıyorum çünkü Obencim –sağolsun- zaten bu konu hakkında güzel bi yazı yazdı. Tabii bunlarla başlamamam demek, yazının ilgili bölümlerinde bunlardan bahsetmeyeceğim anlamına gelmez. Evet, artık “Ronaldinho kimdir?”le başlasam iyi olur. Uzattım.

Ronaldo Gaucho de Assis Moreira, 21 Mart 1980’de Porto Alegre-Brezilya’da dünyaya gelir. Görüldüğü gibi gerçek adı Ronaldinho değil, Ronaldo’dur. Ronaldinho Portekizce’de “Küçük Ronaldo” anlamına gelir. (Gereksiz bir bilgiydi; bilmeyen yoktur herhalde)

Bir grup gazeteci, Ronaldinho’nun hayatını araştırabilmek için Porto Alegre’ye giderler. Mahallesindekilere “Bu çocuk küçükken de böyle miydi?” diye sorarlar. Aldıkları yanıt “ Siz bir de onun amcasını görseydiniz” olur. Gazeteciler hevesle “ Öyle mi? Hangi takımda oynuyordu?” sorusunu yöneltirler. “Rua, rua” yanıtına alınca hemen bu kulübü aramaya başlarlar. “Rua” nın aslında Portekizce’de sokak anlamına geldiğini öğrenmeleri uzun sürmez. Mahalle halkıyla söyleşilerine devam eden gazeteciler, Ronaldinho’nun çocukken zayıf fiziği nedeniyle, top onun olmadıkça oyuna alınmadığını öğrenirler. Ne zaman ki oynatıldığı bir maçta 20 gol atar, o zaman “Bu çocukta birşeyler var” denip mahalle kadrosunda yerini alır. ( Bu hikayenin gerçek olup olmadığından emin değilim ama neden olmasın? )

Ronaldinho, futbolculuğa doğduğu kentin takımı olan Gremio’da başlar. 1997 yılında 17 yaşındayken başladığı profesyonel futbol hayatının ilk 4 senesini bu takımda geçirir. O zamanlar Leeds United, Gremio klubüne Ronaldinho için 96 milyon dolar teklif eder ve nedense Gremio da bu teklifi kibarca reddeder.( Ronaldinho’yu, Gremio 2 sene sonra çok daha ucuz bir fiyata Paris Saint-Germain’e, PSG de yine çok daha ucuz bi fiyata Barcelona’ya satar—Leed United taraftarı ise takımının o günlerini özlemle anar)

Ronaldinho, Gremio forması giyerken milli takıma çağırılır. 97 yılında 17 yaş altı takımının Dünya Kupası’nı ve 99’da A takımının, attığı 6 gol ve Venezuela maçında yaptığı efsane asistiyle, Copa America’yı almasına katkıda bulunur.

Birçok Brezilyalı gibi Avrupa’da da şansını denemek isteyen Ronaldinho, 2001 yılında, Jay Jay Okocha’nın gitmesinden sonra oyun kurucu ve teknik bir orta saha oyuncusu arayan Paris Saint-Germain’e transfer olur. Finansal sorunlar nedeniyle geciken transferin ardından, Ronaldinho sene sonunda takıma katılmak üzere PSG’yle anlaşır. Buradaki ilk sezonunda, ikinciye oranla daha iyi oynar-en azından çabalar. Ancak genel olarak performansı beklenilenin altındadır. Özellikle 2.sezonda, gazeteciler Ronaldinho’nun kaç gol attığından çok, bir gecede kaç kişiyle beraber olduğuyla ilgilenirler.

Brezilya’nın Dünya Kupası’nı aldığı 2002 yılında, milli takımdaki performansıyla adeta parlayan Ronaldinho, PSG’den ayrılır ve sanılanın aksine Manchester United’a değil, İspanya’nın Catalunia Bölgesi takımı Barcelona’ya transfer olur.

Başlarda genel kanı şöyleydi: Güya Real Madrid, Beckham’ı Man Utd’dan alınca, Ronaldinho ile ilgilenmeyecek ve United, Ronaldinho’yu kolayca alabilecekti. Sattıkları Beckham'ın genelde sağ kanatta, Ronaldinho'nun ise sol ve ortada oynadığını göz öününde bulundurursak, United’ın bu transfer isteğinin taktiksel olmadığını görürüz. United yöneticileri boşta yıldız adayı görünce, yine dayanamayıp gaza gelmişti. Ancak nasıl olduysa aynı yöneticilerin kafası, bu transferin kendileri için çok da uygun olmadığını son anda bastı. Ardından devreye Barcelona girdi ve Ronaldinho’yu 24 milyon Euro’ya transfer etti. Fiyatın bu kadar düşmesinin sebebini Oben şöyle anlatıyor- “ Fiyatın bu kadar düşmesinin nedeni PSG’nin Ronaldinho’yu satmaya şartlanmasıydı. Yani Real Madrid son anda sırf uyuzluk olsun diye, o vakit hiç lazım olmayan bu transfere girmeseydi, PSG en sonunda “Abi sen ne kadar verirsin? Ne kadar verirsen o fiyata al git” diyecekti. Ama PSG’yi, ezeli rakibine Beckham’dan sonra ikinci bir darbe indirmek isteyen Real Madrid kurtardı.”

Ronaldinho, Barcelona’da sadece skora değil aynı zamanda güzel futbola da hayran olan ve takımlarını deli gibi seven Katalanların gözünde çok geçmeden ilahlaştı. Ronaldinho’nun takıma katıldığı ilk sezonda Barca, 17 maç yenilmeyerek önemli bir seri yakaladı ve sezonu 2. tamamladı. Ronaldinho’lu 2.sezon ise, yıllardır özlem duyduğu La Liga şampiyonluğunu kazandı. Her ne kadar Deco ve Samuel Eto’nun katkıları olsa da, şampiyonluktaki en önemli pay sahibi Ronaldinho’dur. Brezilyalı, takımın hem ofansif beyni, hem de kurtarıcısı oldu.

Ronaldinho, 2003-2004 sezonunda FIFA Yılın Futbolcusu, 2004-2005 sezonunda Ballon D’or ve bilimum futbol dergilerinin “En İyi....Futbolcusu” ödüllerini aldı.

Ronaldinho nun yanısıra Adriano, Robinho, Kaka....ile hücum hattını oluşturan Brezilya Milli Takımı en son 2005 Konfederasyon Kupası’nı kazandı.

Hatırlar mısınız bilmiyorum. 2003’te Türkiye’nin Brezilya’yla karşılaştığı bir maçta, bizlere görsel anlamda şölen yaşatmış; Fatih Akyel zamanında Roberto Carlos’u (bkz:Super Cup) nasıl maymun ettiyse, kendisi de o gece müthiş çalımlarıyla adeta memleketlisinin intikamını almıştı. Bu maçta Brezilya’nın attığı golün ardından, Ronaldinho topu Rüştü’den almak istemişti ve Bülent de kendisinin sırma saçlarından tutarak kafasını fileye yapıştırmıştı. Daha sonra Ronaldinho, aşırı sinirli ve saldırgan bir tavır sergilediği esnada aniden sakinleşerek Rüştü’ye sarılıp özür dilemişti. Yine de kırmızı kart görmüştü tabii. Sonrasında saha kenarına çıkarken bir Türk seyircisi tarafından kafasına fotoğraf makinesi fırlatılmıştı ve bunu fırlatan kişi fotoğraf makinesindeki resimlerden tespit edilip yakalanmıştı.

Gelelım futbolcululuna. Dikkat edin bu adam futbolu bütün vücuduyla oynuyor. O kadar kıvrak ki, bi top geliyor-Ronaldinho topla koşarken şekilden şekile giriyor; omuzlar, ayaklar, kalçalar, kafa,boyun, kollar..her yer hareket halinde. Topyekün hareket halindeki o vücudun her köşesiyle ayrı ayrı asist yapabilme özelliğine de sahip. (Örn: Osasuna maçında sırtıyla yaptığı asist) Topsuz alanda normalce koşarken bile vücudunun her yanı oynuyor. Bir de düşünün ki bu adam vücut çalımı atıyor. Rakibin suçu yok...

Hızlı bir şekilde 4 adamın arasına topla girer, aynı hızla o 4 adamın şaşkın bakışlarıyla aralarından çıkar. Bu sırada yaptığı bilek hareketlerini olur da bir kamera yakalar, yakın çekimde izlerseniz suratınızın aynı o 4 adamın şeklini alacağına garanti ediyorum. Adam resmen döne döne, kaya kaya, güle güle, sakin sakin 4-5 kişiyi iptal edebiliyor. Bir de bizimkilere bakıyorum. Fiks bir çalım hareketleri var. Topun üzerinden önce sağ bacağını sonra sol bacağını atıp karşısındaki insan şaşırırsa dümdüz yoluna devam etmek şeklinde. İyi de karşındaki insan mal mı? Bir çalım atarsın, iki çalım atarsın...Sonra karşındaki ezberliyor senin hareketi. Surata baksan yüzünden düşen bir parça. Oynadığı oyundan kendi de zevk almıyor seyirciye de zevk vermiyor.

Ronaldinho’ya geri dönersek...Kendisi zaman zaman da saçmalar tabii. Takım içerisinde ileriye dönük ortasaha oyucusu, geriye dönük sol kanat oyuncusu veya geriden yan kanatlara top taşıyan serbest oyuncu olarak görev almakla birlikte, bazen nerede oynadığını kendisi de şaşırıp sahanın ortasında pergel gibi dönmeye başlar. Böyle dakikalarda kendini kaptırıp bütün rakip defansı çalıma dizer veya topla samba yapmaya başlar. Eğer güzel hareketleri seyirciden olumlu puan alırsa şımarır, yaşadığı doğal orgazma kendini kaptırıp daha fazla yapmaya başlar, seyirci de onun bu Brezilyasal şovuna alkışla destek olur.

Gol attıktan sonra biraz samba dansı yapar, üzerine koşan, yakalayıp sarılan takım arkadaşlarını devasa dudakları ile şapur şupur öper, hocası Rijkaard’a zafer işareti yapar, at yelesi kıvırcık saçlarını geriye doğru attırıp bayan hayranlarını gaza getirir ve ertesi sabah alacağı primlerin hesabını yapar. Formasının arkasındaki ismi gösteren değil, formasının önündeki kulüp armasını öpen futbolculardandır. Oynarken keyif alır, bunu da seyirciye yansıtır. Adamda stres yok. Mesela, biri buna pas mı vermedi veya başka bir pozisyonda top mu kaptırdı; yakın çekim Ronaldinho’yu gösterir ve ekranda gülen bir yüz. Öyle kafa atayım arkadaşıma, el kol hareketleriyle çıkışıyım yok. Kendisinde bir “artist” değil de, daha çok apartman kapıcısının sevimli çocuğu hali var. An olur idmanı seyretmeye gelen kızlara imza verirken kızarır, şekilden şekile girer; an olur Nike, Pepsi reklamlarında Brad Pitt edasıyla salınır.

Memleketlisi Ronaldo onun için “O kesinlikle dünyanın en iyi futbolcusu”; Cocu ise yaptığı hareketler için “Eğer bu hareketi yapmayı deneseydim kesin bileğimi kırardım" diyor. Ersin Düzen kendisine “ Frikikte Ronaldinho, asistte Ronaldinho, penaltıda Ronaldinho....” şeklinde deterjan reklamı gibi sıfatlar dizer, Okay Karacan da “Ronaldihooooo neler yapıyoooorr” uyla beynimizde yer etti zaten.

Dilerim bundan sonra, sakatlık nedir bilmez; hem Şampiyonlar Liginde hem 2006 Dünya Kupasında gözlerimizi şenlendirir; suratlarımızı şekilden şekile sokar. Son olarak Allah bunu tutmak zorunda kalan ve kalacak olan defans oyuncularına sabır versin diyorum...

13.01.2006

FA & Carling Kupaları - İngiliz futbolunun gerçek "er meydanları"

Bilindigi üzere Ingiliz takimlari bundan iki hafta önce inanilmaz bir maç trafigiyle oynamak zorundaydi. Premier Lig’deki 20 takim da bir haftada 3 maç oynadi ki bunlarin arasinda 31 Aralik günü maç oyayan takimlar bile oldu, kimsenin de giki çikmadi; haftada 2 maça fazla diyen Türk takimlarina duyurulur! 2006’nin ilk 2 haftasi ise Carling Cup ve FA Cup maçlariyla geçti.
CARLING CUP
Ingiltere’deki en önemsiz kupa olan Carling Cup’a Championship (Premier Lig’in bir alt kademesi), 1st Division (Championship’in bir alt kademesi) ve tabii ki Premier Lig takimlari katiliyor. Kupanin eski adi Lig Kupasi’ydi. Ancak Carling adli bira firmasinin sponsorluguyla daha fazla para getirisi oluyor. Alt kümerdeki takimlar için iyi bir mali gelir anlamina gelen bu kupa (her tur geçisinde belirli bir para ödülü arti gise geliri) Premier Lig takimlari için ise çok bir sey ifade etmiyor. Gerçi kupayi kazanan takima otomatikman UEFA Kupasi’na katilma kontenjani veriliyor ancak özellikle Premier Lig’in büyük takimlari bu kupayi gençlerini ve Reserve takimlarindaki oyunculari sicak tutmak için bir sans olarak görüyorlar. Premier Lig’in ezik takimlari (Blackburn, Charlton, Man City vb...) kupaya 2. raunddan katiliyorlar, digerleri ise 3. turdan basliyorlar. 1., 2., ve 3. turlar ve çeyrek final tek ayak üzerinden oynaniyor, beraberlik halinde ise maçin rövansi oluyor. Yari final 2 ayakli sistem üzerinden oynaniyor, final ise Cardiff’teki Millenium Stadi’nda oynaniyor.
Kupanin en heyecanli kismi, alt kümelerdeki takimlarin, maçlari yeterince ciddiye almayan üst küme takimlarini yenebilmesi. Zira düsük seviyede oynayan takimlar kupayi daha ciddiye aliyorlar. Zaten Ada cografyasini biliyorsaniz, bazi yerlerin inanilmaz yagmurlu oldugunu bilirsiniz. Bundan dolayi büyük takimlar Tromso’nün sahasini aratmayan sahalarda inanilmaz azimli oynayan küçük takimlara karsi kaybedebiliyorlar ki bu da isin tuzu biberi
Bu senenin “Pendik facialari” 2. turda basladi. Tek ayak olarak oynanan 2. turda Grimsby, bu sene ligde çok iyi performans gösteren Tottenham’i 1-0’la geçerken, önceki yazimin kahramani Portsmouth da deplasmanda Gillingham’a 3-2’yle boyun egdi.
2. Tur:
Blackburn
3-1
Huddersfield
Wed 21 Sep 05 20:00
Fulham
5-4
Lincoln City
Wed 21 Sep 05 19:45
Doncaster
1-1
Man City
Wed 21 Sep 05 19:45
Reading
1-0
Luton
Tue 20 Sep 05 20:00
Crystal Palace
1-0
Coventry
Tue 20 Sep 05 20:00
Charlton
3-1
Hartlepool
Tue 20 Sep 05 20:00
Sheff Wed
2-4
West Ham
Tue 20 Sep 05 19:45
West Brom
4-1
Bradford
Tue 20 Sep 05 19:45
Wigan
1-0
Bournemouth
Tue 20 Sep 05 19:45
Leicester
2-1
Blackpool
Tue 20 Sep 05 19:45
Yeovil
1-2
Millwall
Tue 20 Sep 05 19:45
Wycombe
3-8
Aston Villa
Tue 20 Sep 05 19:45
Scunthorpe
0-2
Birmingham
Tue 20 Sep 05 19:45
Rotherham
0-2
Leeds
Tue 20 Sep 05 19:45
Mansfield
1-0
Southampton
Tue 20 Sep 05 19:45
Norwich
2-0
Northampton
Tue 20 Sep 05 19:45
Grimsby
1-0
Tottenham
Tue 20 Sep 05 19:45
Cardiff
2-1
Macclesfield
Tue 20 Sep 05 19:45
Burnley
3-0
Barnsley
Tue 20 Sep 05 19:45
Barnet
2-1
Plymouth
Tue 20 Sep 05 19:45
Watford
2-1
Wolverhampton
Tue 20 Sep 05 19:45
Sunderland
1-0
Cheltenham
Tue 20 Sep 05 19:45
Shrewsbury
0-0
Sheff Utd
Tue 20 Sep 05 19:45
Gillingham
3-2
Portsmouth
Tue 20 Sep 05 19:45
Yine tek ayak oynanan 3. turda ise geçtigimiz sezonun Sampiyonlar Ligi sampiyonu Liverpool, Londra’da Crystal Palace’a 2-1’le elenmekten kurtulamadi. Charlton ise sehir rival’i Chelsea’ye unutamayacagi bir ders verdi. Onun disinda da büyük bir sürpriz olmadi.
3. Tur:
Everton
0-1
Middlesbrough
Wed 26 Oct 05 20:00
Man Utd
4-1
Barnet
Wed 26 Oct 05 20:00
Bolton
1-0
West Ham
Wed 26 Oct 05 20:00
Chelsea
1-1
Charlton
Wed 26 Oct 05 19:45
Cardiff
0-1
Leicester
Wed 26 Oct 05 19:45
Birmingham
2-1
Norwich
Wed 26 Oct 05 19:45
Grimsby
0-1
Newcastle
Wed 26 Oct 05 19:45
Reading
2-0
Sheff Utd
Tue 25 Oct 05 20:00
Blackburn
3-0
Leeds
Tue 25 Oct 05 20:00
Fulham
2-3
West Brom
Tue 25 Oct 05 19:45
Sunderland
0-3
Arsenal
Tue 25 Oct 05 19:45
Doncaster
2-0
Gillingham
Tue 25 Oct 05 19:45
Mansfield
2-3
Millwall
Tue 25 Oct 05 19:45
Aston Villa
1-0
Burnley
Tue 25 Oct 05 19:45
Wigan
3-0
Watford
Tue 25 Oct 05 19:45
Crystal Palace
2-1
Liverpool
Tue 25 Oct 05 19:45
4. Tur:
Bolton
2-1
Leicester
Wed 30 Nov 05 20:00
Charlton
2-3
Blackburn
Wed 30 Nov 05 20:00
Man Utd
3-1
West Brom
Wed 30 Nov 05 20:00
Middlesbrough
2-1
Crystal Palace
Wed 30 Nov 05 20:00
Wigan
1-0
Newcastle
Wed 30 Nov 05 19:45
Doncaster
3-0
Aston Villa
Tue 29 Nov 05 19:45
Millwall
2-2
Birmingham
Tue 29 Nov 05 19:45
Arsenal
3-0
Reading
Tue 29 Nov 05 19:45
4. Turdaki en büyük sürpriz, Wigan’in Newcastle’i elemesi oldu. Gerçi ligde de Newcastle’in üstünde olan Wigan korkulacak bir takim.
Çeyrek Final:
Middlesbrough
0-1
Blackburn
Wed 21 Dec 05 20:00
Doncaster
2-2
Arsenal
Wed 21 Dec 05 19:45
Wigan
2-0
Bolton
Tue 20 Dec 05 19:45
Birmingham
1-3
Man Utd
Tue 20 Dec 05 19:45
Çeyrek finalde ise Middlesborough, Blackburn’e kiyasla kismen favoriydi. Wigan, bir kez daha kendini asarak Bolton’i yendi.
Yari Final:
Ilk ayagi Çarsamba günü oynanan yari finale damgasini vuran olay. Wigan-Arsenal maçinin ortasinda stadin elektriklerinin kesilmesiydi. Demek ki bu olay sade bizde olmuyomus. Ancak böyle bir olay Ingiltere için o kadar anormal ki Wigan’in Arsenal’i 1-0 pataklamasi bile gölgede kaldi. Gerçi Wenger sahaya yine gençleri çikarmisti. Ilk 11 oyunculari olarak bir tek Ljungberg ile Reyes vardi sahada. Blackburn-Man United maçinda ise 1-1’lik beraberlik vardi. Rövanslar 24 ve 25 Ocak’ta.
THE FA CUP
Iste asil prestijli kupa. 5. Division ve üstünün topyekün katildigi, hakiki “er meydani”... Yine mali gelirinin ve UEFA kontenjainin yaninda, Carling Kupasi gibi degildir; Ingilizler için manevi degeri büyüktür. Inanmayacaksiniz ama, kendi ülkelerinin disindaki futbolu çogunlukla takip etmeyen, umursamayan hatta hor gören kibirli Ingiliz halki için FA Cup’ta ezeli rakibe vurulan bir darbe, takimlarinin UEFA Kupasi’ni almasi kadar bir seydir (Sampiyonlar Ligi demeye gönlüm el vermedi.) Kötü sahalar, kasap oyuncular, azimli küçük takimlar, Pendik facialari... Hepsi daha da abarti bir sekilde karsimiza çikar FA Cup’ta.
Katilimci sayisinin artmasiyla raund sayisi da artar. Bu kupada 6 tek ayakli tur, yine rövansli bir yari final ve final bulunur. Tek ayakli turlarda beraberlik halinde yine rövans oynanir. Final, Wembley insa halinde oldugundan yine Cardiff Millenium’da oynanir. Premier Lig takimlari 3. raunttan baslar. 8 Ocak’ta 3. raund sonuçlanmistir.
3. Tur Sonuçlari:
Leicester
3-2
Tottenham
Sun 08 Jan 06 18:30
Burton Albion
0-0
Man Utd
Sun 08 Jan 06 16:00
Sunderland
3-0
Northwich
Sun 08 Jan 06 15:00
Fulham
1-2
Leyton Orient
Sun 08 Jan 06 14:00
Luton
3-5
Liverpool
Sat 07 Jan 06 17:30
Stoke
0-0
Tamworth
Sat 07 Jan 06 15:00
Derby
2-1
Burnley
Sat 07 Jan 06 15:00
Blackburn
3-0
QPR
Sat 07 Jan 06 15:00
Southampton
4-3
Milton Keynes Dons
Sat 07 Jan 06 15:00
Preston
2-1
Crewe
Sat 07 Jan 06 15:00
Man City
3-1
Scunthorpe
Sat 07 Jan 06 15:00
West Brom
1-1
Reading
Sat 07 Jan 06 15:00
Wolverhampton
1-0
Plymouth
Sat 07 Jan 06 15:00
Crystal Palace
4-1
Northampton
Sat 07 Jan 06 15:00
Cheltenham
2-2
Chester
Sat 07 Jan 06 15:00
Watford
0-3
Bolton
Sat 07 Jan 06 15:00
Sheff Utd
1-2
Colchester
Sat 07 Jan 06 15:00
Norwich
1-2
West Ham
Sat 07 Jan 06 15:00
Ipswich
0-1
Portsmouth
Sat 07 Jan 06 15:00
Chelsea
2-1
Huddersfield
Sat 07 Jan 06 15:00
Stockport
2-3
Brentford
Sat 07 Jan 06 15:00
Sheff Wed
2-4
Charlton
Sat 07 Jan 06 15:00
Millwall
1-1
Everton
Sat 07 Jan 06 15:00
Nuneaton
1-1
Middlesbrough
Sat 07 Jan 06 15:00
Barnsley
1-1
Walsall
Sat 07 Jan 06 15:00
Brighton
0-1
Coventry
Sat 07 Jan 06 15:00
Newcastle
1-0
Mansfield
Sat 07 Jan 06 15:00
Torquay
0-0
Birmingham
Sat 07 Jan 06 15:00
Wigan
1-1
Leeds
Sat 07 Jan 06 13:00
Arsenal
2-1
Cardiff
Sat 07 Jan 06 13:00
Hull
0-1
Aston Villa
Sat 07 Jan 06 12:30
Port Vale
2-1
Doncaster
Fri 06 Jan 06 19:45
Bu senenin 3. tur sürprizlerinden en büyügü, Championship takimlarindan Leicester’in Tottenham’i 3-2 elemesi oldu. Carling’den de elenen Tottenham’i artik sadece lig bekliyor. Böylece Tottenham’in uzun süreli rekabetteki basarisini eliminasyona dayali maçlarda gösteremedigini fark ediyoruz ve Martin Jol’un aslinda mükemmel bir teknik direktör olmadigini anliyoruz. Fulham’in da Leyton Orient’e 2-1’le elenmesi ilginç. Bana göre bir baska sürpriz ise bu sene Premier Lig’e çikmanin en büyük adaylarindan olarak gösterilen Sheffield United’in 2-1’lik skorla Colchester’a elenmesi. Bir de gerçeklesmeyen bir sürpriz vardi. Luton-Liverpool maçini Liverpool 5-3 kazanmayi bildi ancak tüm bahisçilerin yüregini agzina getiren olay, Liverpool’un 1-0 önde basladigi maçta 3-1 yenik duruma düsmesi ve maçi oradan almasiydi. Üstüne üstlük Liverpool maça tam kadroyla çikmisti ve elenmesi tam bir facia olacakti.
Ancak burada Xabi Alonso ve Sinama-Pongolle’a bir parantez açmak lazim. Bu sene Ingiltere’nin Lampard’la beraber tartismasiz en etkileyici orta saha performansini göstermekte lan Xabi Alonso’nun maçta attigi birbirinden güzel 2 gol var. Bir tanesinde son dakika korneri için açilan Luton kalecisini kendi yari sahasindan cezalandiriyor. Sinama oyuna girmeden Liverpool inanilmaz zorlaniyordu. Sinama girdikten sonra ise Luton’i bir anahtar gibi açti. Liverpool gibi formanin aslanin agzinda oldugu büyük bir kulüpte iddiasiz bir oyuncu için hocanin gözüne girmenin daha iyi bir yolu yoktur herhalde.