İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

29.04.2006

Middlesborough - Steaua Bükreş Maçı Analizi

Güzel bir perşembe gecesi. Prison break yeni bitmiş. Michael Scofield' ı oynayan oyuncu yine şov yapmış. TGRT' de izleyeceğim ilk maç. Çok meraklıyım. Maça gelecek olursak Middlesbrough' dan fark bekliyorum. İlk maç 1-0 bitmesine rağmen Rumen ekibinden hiç umutlu değilim. Maça iki takım şu onbirlerle başladı.


Middlesbrough: Kalede Brad Jones, 3' lü savunmanın sağında Riggott, ortada Southgate, solda Andrew Taylor, sağ açık Parnaby, sol açık Quedrue, ön liberolar Rochemback, Boateng ve Downing, forvetler Viduka ve Hasselbaink.


Steaua ise kalede Carlos Fernandes, sağ bek Ogararu, sol bek Petre Marin, stoperler Goian ve Gonea, sağ açık Oprita, sol açık Bostina, ön liberolar Radoi ve Lovin, forvet arkası ilk maçta golü atan Dica ve forvet Jacob.

Maça Boro çok ağır başladı. 18. dakikada ise P.Marin soldan çok güzel vurdu genç kaleci Jones sektirdi dönen topa Dica çok güzel vurdu ve takımın öne geçirdi. Bu golde Boro hücuma çıkarken kaptırdığı topun acısını çekti. Golden sonra Boro' dan ataklar beklenirken 24. dakikada Dica korneri kullandı Goian kafayı vurdu kaleci Jones yine sektirdi Goian tekrar vurdu ve takımını 2-0 öne geçirdi.

Boro' nun uyuyan hocası Steve McClaren sonunda uyandı ve sistemi 3-5-2' den 4-4-2' ye çevirdi ve Macarone' yi oyuna aldı. Bu dakikadan sonra herşey değişmeye başladı ve Boro rakibi ısırmaya başladı. 30. dakikadan sonra maç sonuna kadar tek kale oynandı. 34. dakikada Macarone sağdan çok güzel bindirdi gelen uzun topa çok iyi vurdu ve takımını umutlandırdı 1-2. 45+1. dakikada Viduka çok güzel vurdu ama kaleci son anda çıkardı ve devre böyle bitti. İkinci devreye Boro çok iyi başladı. 52. dakikada Viduka çok güzel döndü harika vurdu ama kaleci yine çıkardı.62. dakikada Hasselbaink ceza sahası içinde çok iyi bir pozisyonda kaleye vurmadı ve kendini yere bıraktı kaleye vursa skoru eşitleyebilirdi. 64. dakikada Viduka performansını çok güzel bir kafa golüyle taçlandırdı ve ivme Boro' ya döndü. Bu dakikadan sonra Bükreş stoperleri birbirine çarpmaya başladı. 73. dakikada Riggott sağdan gelen taç atışını indirdi. Quedrue vurdu kaleciden dönen topu Riggott tamamladı ve takımını öne geçirdi. 89. dakikada bir tarih daha yazıldı Riverside' da. Rumen takımı hücuma çıkarken topu kaybetti. Soldan Downing' in yaptığı ortaya Basel maçında yaptığı gibi yine Macarone vurdu ve takımın finale taşıdı. İngiliz temsilcisini elemeniz için ilk maçta hezimete uğratmanız gerekiyor. Çünkü skor ne olursa olsun sizi eliyorlar. Ama artık çok geç çünkü finaldeler.

Bir paragrafda TGRT' ye açmak istiyorum. Maç boyunca son derece başarısızdılar. Anlatımları çok kötüydü. Spiker her Boro' lu oyuncuya Rochemback dedi, yorumcu bir devre boyunca Jacob' a Yakubu dedi. İsim karıştırmada ne var diyebilirsiniz ama bu hata bir devre boyunca yapılırsa etkileyicidir. Bu kadar eleştrinin yanında Sezar' ın hakkı Sezar'a. Maçın yorumcusunun teknik bilgisi üst düzeydeydi ve çok yararlı bilgiler verdi. Güzel bir maçın analizini daha bitirdik.

Herkese sağlıklı ve bol gollü günler dilerim.

28.04.2006

Arsenal'in En Çalkantılı Yılı

2005-2006 sezonu, şüphesiz, Arsenal futbol kulübünün 120 yıllık tarihindeki en çalkantılı sezon. İsterseniz bu çalkantıları kısa bir şekilde özetlemeye çalışalım.

Highbury’den Emirates’e:
93 senelik evi Highbury’i, yeni yapılan 60.000 kişilik Ashburton Grove (Emirates Stadium) bu sene terk edecek kulüp, sırf bu önemli olay nedeniyle bir asırdan aşkın süredir giydiği kırmızı formayı bir seneliğine “bordo”’ya çevirdi. Sonuçta, uzun süreledir kulüple özdeşleşmiş olan stad terk edildi ve taşıdığı tarihsel ve sosyolojik değerlerden uzaklaşılabilmesi tehlikesi Arsenal yönetimini ve teknik kadrosunu düşündürüyor. Benzer bir krizi, Ali Sami Yen’den Olimpiyat’a geçiş kararı alan Galatasaray yaşamıştı. Arsenal’in bu sezonki süper iç saha ve rezalet deplasman performansları da bu argümanı tedirgin edici şekilde güçlendirmekte.


2. Jenerasyondan 3. Jenerasyona:
Bu geçiş sürecindeki enteresan bir olgu da, 10 senedir en kötü lig pozisyonu 2.’lik olan Wenger’in 2. jenerasyon takımının (Henry, Campbell, Ljungberg, Pires, Bergkamp – gerçi o 1. jenerasyona da yetişmişti -, Cole, Gilberto, Lauren) hızla yaşlandığı ve yerini yavaş yavaş 3. jenerasyona (van Persie, Reyes, Touré, Eboué, Senderos, Hleb, Adebayor, Flamini vb.) bırakıyor oluşuydu. Bu olaylara, 7 senedir takımın kaptanı ve ruhu olmuş, çoğu kişi tarafından “dünyanın en iyi defansif orta saha oyuncusu” olarak nitelendirilen Vieira’nın, Wenger’in vizyonunu  “küçük düşünüyor” diye eleştirip Juventus’a gitmesi de eklenince Arsenal taraftarlarını tedirgin edecek süreç başlamış oldu.
           
Sakatlıklar
Bu süreç, eşine az rastlanacak bir sakatlıklar dizisiyle devam etti. Sezona Henry’nin uzun süreli sakatlığıyla başlayan takım, sezon ortasına doğru ideal defansif dörtlüsünden Lauren ve Cole’u sezon sonuna kadar kaybetti. Pek çok maça altyapıdan terfi edilme Eboué, Senderos, Larsson gibi genç oyuncularla çıkmak zorunda kalan takım, bu sepebten ligde çok önemli puanlar kaybetti.

Sol Campbell Vak’ası
Bütün bunlara ek olarak, Sol Campbell, bir lig maçının ortasında oyundan çıkarılmak istediğini belirtti ve sahayı terk etti. Ancak Campbell’ın o maçta sahayı terk ettikten sonra stattan da ayrılıp bir hafta boyunca kayıplara karışması herkes için büyük bir şok oldu. Sol, bir hafta sonra kulübe geri döndü. Ancak bir haftada vahşi İngiliz tabloid basını, tecrübeli stoperin bütün özel hayatını ifşa etmişti. Tenisçi Martina Hingis’le olan ilişkisinden tutun da 18 yaş altı kızlarla beraber olmasına kadar hakkında söylenmeyen kalmadı. Zaten ilerleyen yaşı nedeniyle performansı da kötüye gitmekte olan Campbell, takımdaki yerini de genç Senderos’a bırakmış oldu.

Ashley Cole Vak’ası
            Cole’un sakatlanıp sezonu kapatmadan önce, Chelsea menajeri José Mourinho ile yemek yerken görüntüleri yayınlandı. Uzun süre oyuncunun Chelsea ile gizlice anlaştığı konuşuldu. Bu, kuşkusuz genç sol beke olan güveni ve sevgiyi oldukça zedeledi. Üstelik, “İngiliz milli takımındaki 2 gay futbolcu kim” polemiğinde gay olması muhtemel adaylardan biri olarak gösterilmesi taraftarın gözünden düşmesine neden oldu.

Henry kalacak mı?
            Arsenal kulüp tarihinin en pahalı kontratı, Arsenal kulüp tarihinin en önemli oyuncusu için aylardır masada bekliyor. Fakat Henry, ısrarla yeni bir uzun vadeli sözleşme imzalamayı reddediyor. Sözleşmesi 2007 sonunda bitecek olan Henry’le Barcelona’nın ilgileniyor oluşu, skorer oyuncunun sürekli sezon sonunu beklemesi ve Eto’o’nun seneye Katar’a gidiyor oluşu, Henry’nin bu yaz “tamam ya da devam” kararı vereceğini öngörmemize neden oluyor. Her fırsatta, kulübü, Londra’yı çok sevdiğini, orada mutlu olduğunu, Arsenal’den ayrılmayacağını, kariyerini bitiş noktasından süperstarlığa getiren Wenger’i manevi bir baba olarak gördüğünü söyleyen Henry’nin bir türlü sözleşme imzalamaya yanaşmaması hayra alamet olmasa gerek.

Peki ne olacak?
İşte bu denli ilginç ve hareketli sezonda, 10 sezonluk Wenger egemenliğinin en başarısız lig performansıyla karşı karşıyayız. Takım, ligin bitimine 2 hafta kala (1 maç eksiğiyle) lig 4.’sü Tottenham’ın 4 puan gerisinde ve bu nedenle çok büyük bir olasılıkla seneye Şampiyonlar Ligi vizesi alacak ilk 4’ün dışında kalacak. 22 Nisan’da Highbury’deki Arsenal-Tottenham maçı bu döngünün kırılabilmesi için altın bir fırsattı. Ancak Tottenham’lı Robbie Keane’in “Kulüp tarihimizin en önemli maçı” diye adlandırdığı maçta Wenger, kimilerine göre “burnu havadalık” yaparak Henry’i dinlendirdi ve beraberlik sonrası eleştiri yağmuruna tutuldu. Çünkü takımı mağlubiyetten kurtaran golü Henry atmıştı.
Ancak daha da tuhafı, Arsenal kariyeri boyunca Avrupa performansı nedeniyle sürekli eleştirilen Wenger’in bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde finale kalmış olması. İngiltere’de alay konusu olan Arsenal defansı, Şampiyonlar Ligi’nde 9 maç boyunca gol yemeyerek bir rekora imza attı. Premiership’te fiziksel temas gerektiren oyunlardan boynu bükük ayrılan Arsenal, Avrupa futbolu çok fazla fiziksel güç gerektirmediğinden, devler liginde çok başarılı bir performans sergiledi; genç ve tecrübesiz kadrosuna rağmen Real Madrid, Juve gibi iki devi, yarı finalde ise sezonun sürprizi Villareal’i eleyerek finale çıktı. Üstelik, İngiltere’de yediği son dakika golleriyle ve defansa çekilmeyi becerememesiyle kötü bir şöhret yapmış olan takım, bu sezonki Şampiyonlar Ligi’nde inanılmaz bir şekilde kendine bu iki noktada ün yaptı! Üstelik son Villareal maçında Senderos’un sakatlığı sonrası sahalara dönen Campbell da şov yaparak “geri döndüğünün sinyallerini verdi.” Tabii bütün bunlara ek olarak, bu sezonki performansıyla hem Arsenal’i Şampiyonlar Ligi finaline taşıyan, hem de Klinsmann’ın Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak 2006 Almanya’sında kaleyi Kahn’ın elinden alan Jens Lehmann olgusunun altını çizmek gerek.

Barcelona maçı kulüp için bir dönüm noktası olacak. Seneye Şampiyonlar Ligi’ne katılamamak çok büyük para ve imaj kaybı demek. Arsenal gibi, finansal stabiliteye çok önem veren bir kulüp için bu tam bir felaket senaryosu olacaktır. Kaldı ki, Şampiyonlar Ligi’ne katılınamaması durumunda Henry çok büyük ihtimal takımdan ayrılacaktır. İspanya’daki Villareal maçında santradan önce üzerinde “14-Henry” yazılı bir Barça forması giyen fanatiğin sahaya girmesi gibi olaylar, Henry-Barcelona flörtünü daha da gergin bir noktaya taşıdı. Kaldı ki, hem Henry’nin, hem Ronaldinho’nun, hem Barça’nın, hem de Arsenal’in sponsoru olan Nike’ın bu iki süperstarı bir arada oynatma ve pazarlama fantezisi, futbolun politikasında ve ekonomisinde bu denli önemli rol oynayan bu dev şirketin hedefleri için (Ronaldo’yu sakat sakat ’98 Fransa-Brezilya finaline çıkarmak ve bu oyuncunu futbol hayatının sönmesinde dolayısıyla önemli role sahip olmak da dahil – Ronaldo o sakatlığın 2 defa nüksetmesi sonucu birkaç yıl sahalardan uzak kalmıştı) her şeyi yapabileceği göz ardı edilmemelidir.
Sonuçta her şey, Barcelona maçına bakıyor. Arsenal maçı kazanırsa, hem şampiyon kontenjanından seneye de Şampiyonlar Ligi’ne katılacak, Henry büyük ihtimal kalacak ve kulübü çok güzel günler bekleyecek. Kazanamaması durumunda ise ne olacağını biliyorsunuz. Kağıt üzerinde Barça favori. Bu sene inanılmaz bir performans sergiliyorlar. Ancak Arsenal’in de finalde “Wenger-style” bir şekilde açık oynayacağını, kapanmayacağını tahmin ediyor, son yılların “en güzel futbollu” finallerinden birini izleyeceğimize inanıyorum.

27.04.2006

İflas Etmiş Bir Kavram : Kendi Kendine Yetmek

Yazdığım yazılarda küreselleşme olgusuna zaman zaman değinmek durumunda kalıyorum.Tarihin ilk çağlarından beri ,kabilelerden ulus-devletlere uzanan çizgide içe dönük,dışarıyla etkileşimde olmayan toplumlar,milletler gördük.Bu mekanizmanın en önemli söylemlerinden biri de kendi kendine yeten devlet olmaktı.Türkiye Cumhuriyeti için de bu söz sıkça telaffuz edile geldi.Ülkemizin kendi kendine yeten bir devlet olduğu,bu topraklarda bu ülkenin kendi kendine yeteceği.O gün ki şartlar itibariyle bunun yadsınamayacak bir doğruluğa sahip olduğu açıktı.Bunun futbolla ne alakası var demeyin.Bir önceki yazımda da bahsettiğim yabancı sınırlamasından tutundan da bu yazıda bahsedeceğim takıma kadar çok alakalı olduğu kanısındayım.Evet bana bu yazı için ilham veren takım: Athletic Club de Bilbao.

Adını sıkça duyduğumuz bir takım Athletic.80’li yılların ortalarında Beşiktaş ile 90’lı yılların sonlarında Galatasaray ile ve geçen sezon yine Beşiktaş’la karşılaşmış olmasından ötürü değildir onu fazlaca tanıma sebebimiz.PKK sorunuyla 20 yılı aşkındır uğraşan Türkiye’nin ilgisini hep çekmiştir İspanya’daki Bask sorunu ve ETA.Bu Bask sorunun temeline ilginç bir özelliğiyle de oturmuş olması Athletic takımını bizim için ilgi çekici yapmıştır.Sadece Bask doğumlu olanları oynatan bir takımdan bahsediyoruz.

Kulübün kuruluşundan itibaren ister bağnazlık diyerek hor görelim isterse yerele ve milletine bu kadar bağımlılık diyerek saygı duyalım.Kendi kendine yetmek düşüncesinin futbol sahalarındaki en ilginç ve en önemli mihenk taşı belki de bu kulüp.Sınırların alt üst olduğu bir dönemin,Avrupa Birliği üyesi İspanya Krallığının özerk bölgelerinden Euskadi’nin milliyetçi(belki de faşizan) takımı Athletic.

Bugün artık kendi kendime yeterim düşüncesinin anlamlı olmadığı fikri genel kabul gören bir yaklaşım.İspanya liginin Barça ve Real den sonra en önemli bir-iki takımından biri olmuş Athletic Bilbao’nun bu sezon düşme tehlikesini soğuk bir şekilde hissediyor olması bu görüşü haklı çıkarır mahiyette.Her daim kendi yetiştirdiği yada çevredeki Basklı oyuncuları kadrosuna katarak oynatan bu takım bu sezon hiç de alışık olmadığı zor zamanlar yaşıyor. Kadrosunda artık eskisi kadar kaliteli oyuncu bulunduramamış olması onu da Sociedad’ın bir süre önce bıraktığı anlayışa doğru itecek mi acaba diye düşünmemize neden oluyor.90’lı yılların sonlarında kadrosunda Etxeberria,Urzaiz,Alkiza,Javi Gonzalez, Guerrero,Rios, Larrazabal’lı kadrosuyla oldukça güçlü bir takım olma başarısını göstermişlerdi.Altın kuşakları bulmak her zaman kolay olmuyor.Bugün ise kadrosunda yeterli seviyede kaliteli oyuncu(en azından eski dönemlerine göre) bulunduramamış olmaları bu takımı zor günlere itmiş durumda.

Yine de insanın hayranlık duymasına engel olunamayacak bir anlayışları olduğu düşüncesindeyim.Daha 20’li yaşlarına yeni adım atmış yada atmamış Llorente,Ustaritz, Danobeitia,Amorobieta,Murillo ve 20’li yaşlarının henüz çok başında olan Irola,Aduriz, Casas,Gurpegi,Aranzubia,Endika gibi oyuncuları kadrolarında bulundurup hatta bulundurmakla kalmayıp onları takımın iskeleti haline getirebilmiş olmaları takdire değer.Aralarından İspanya futboluna katkı sağlayabilecek oyuncular mutlaka çıkacaktır ne var ki bu Bilbao’yu sağlam bir takım hüviyetine kavuşturabilecek midir? Bu soruya olumlu yanıt vermek oldukça zor olsa gerek.Tarihi boyunca sadece Fransız Lizarazu’yu kadrosuna katmış(onun da Fransa’nın Bask kısmından olduğu malumunuz) Athletic takımının bu faşizan yaklaşımını nerede sonlandıracağı merak konusu gerçekten.Halbuki ellerinde tuttukları yetenekli oyuncuların yanına takımı güçlendirecek transfer yapmaları onların seviyesini çok daha üst düzeye itecektir.

Kendi kendine yetmek düşüncesinin futboldaki en sağlam kalesi Athletic Club De Bilbao yıkılmamak,ayakta kalmak için direnişine devam ediyor.Bu direniş de iyi bir takımı izlememize engel olmaya devam ediyor.Bugün düşme potasındaki dokuz takımdan biri durumunda ve 18.durumdaki Alaves’in sadece iki puan üstünde bulunuyor.

İspanya ligi tarihinde 2768 puan toplayarak Real Madrid ve Barcelona’nın ardından üçünü durumda bulunan,8 kez İspanya ligini şampiyon bitiren(son kırk yılda sadece iki kez olması dikkate değer)23 kez kral kupasını kazanan(yine son kırk yılda sadece üç kez) bir takım Athletic.Parantez içlerindeki sayılar tutumlarının onları başarıya götürmedeki en önemli engel olduğunu bir kez daha ortaya çıkarıyor.Dünya küreselleşip,zaman ilerledikçe Bilbao takımı da buna ayak uyduramıyor.Futbol tarihlerinde en parlak dönemlerini 29-36 yılları arasında yaşadıklarını ve buna ilaven 82-83 ve 83-84 sezonlarında da ard arda iki kez şampiyon olduklarını görüyoruz.84 de Kral kupasını ve 85’de de tarihlerinde ki tek süper kupayı aldıklarını düşünürsek 82-85 dönemi de oldukça parlak bir dönem.(ilginç bir not da Bask bölgesinin en önemli diğer takımı olan Sociedad’ın da tarihindeki iki şampiyonluğu 80-81 ve 81-82 sezonunda almış olduğu.Bu dönemin Bask futbolunun doruk noktasını teşkil ettiğini düşünebiliriz)82-85 döneminde Sola,Dani,Sarabia,Noriaga,Argote, gibi oyuncuların yanı sıra daha sonra İspanya futbolunda adına sıkça duyduğumuz Zubizarreta,Salinas, Goicoechea gibi oyuncular kadroda yer aldılar.

Eğer tekrar altın bir kuşak yakalama şansını Bilbao takımı bulamazsa eski başarılarına ancak uzaktan gıpta ederek ve belki de önümüzdeki yıllarda ikinci ligde oynamak durumunda kalacak.Kendi kendime yeterim demek ne kadar doğru takdir sizin.

Not: Sociedad’ın vazgeçtiğini bahsettiğim durum Basklı olmayan İspanyol oyuncu oynatmak.Onlar yabancı transferini gerçekleştirmiş olmalarına rağmen Basklı olmayan İspanyolları almamaktaydılar ta ki Oviedo’lu Boris’i alana kadar.

21.04.2006

Kimsenin İstemediği Mevkide Gönüllü Oynamak

Halit Kıvanç'a İthafen

Cadı kazanı liglerin son haftalarında adet olduğu gibi, bütün maçlar bir Mayıs ayının, nemli sıcak bir Pazar günü aynı saatte başlamış. Bundan yaklaşık 9 ay önce bir kürenin içinde karman çorman doluşan topların azizliğine bakın ki iki takım da sahaya şampiyonluğa ya da kümeden düşmemeye çıkmış. Size hangisinin sonucu daha dramatik gelecekse, o maçı düşünmeye devam edelim.

Oynadığınız, antrenörlüğünü yaptığınız, tuttuğunuz takımınız için her şeyin belli olacağı bir 90 dakika. Aslında golsüz beraberlik bile yetiyor size. Bu skoru da 88. dakikaya kadar da koruyorsunuz. Ama karşı taraf da artık can havliyle asılıyor, bastırıyor. Bir korner kazandılar, bütün yürekler küt küt, nefesler tutuldu. Ön direğe gelen top sizin defansınız ve onların artık son çare diye ta gerilerden gelen defansının başlarına saniyenin yarısı kadar bir süre içerisinde çarpıyor ve yükselerek penaltı noktasına doğru süzülüyor. Ortalık can pazarına dönüşüyor, herkesin ayağı bir şekilde o ufaklığı arıyor ki ya kaleye iteleyecek ya da taa uzaklara gönderecek. Bir iki kol faul ya da ofsayt ya da elle oynama iddiasıyla yükseliveriyor. Derken, maçı anlatan spikerin bile kimden çıktığını anlayamadığı bir dokunuş ve top sağ direğin dibinde duran adamınızın bütün çabasına rağmen filenin üst kısmına asılıveriyor.

Futbolda “çok geç” diye bir kavram geçerliliğini yitiriyordur, belki de kalan 2 dakika artı uzatmalarda maçı almış ve hedefimize ulaşmışızdır, bunlar ayrı konu. Biz bu noktada filmimizi donduruyoruz. Takımınız o golü yediği anda aklınıza ilk kim gelir? Takımı beraberliğe yatırmaya yönelik taktikle sahaya çıkartan hocaya mı kızarsınız, yoksa maç boyunca bir kaç pozisyonu değerlendiremeyen forvetlere mi? İtalyansanız, belki de ceza sahası içerisindeki o karambolden topu çıkarmayı beceremeyen defans oyuncularına veya kornere sebebiyet veren sağbeke kızarsınız. Benim de içinde bulunduğum bambaşka bir insan grubu ise (ve eminim bu ciddi bir azınlıktır), o kalabalıktan çıkan topu çok geç görebildiği için yerinde çakılı kalıveren ve sadece çaresiz gözlerle topun ağlara gidişini seyredebilen kaleciyi düşünür. Maç boyunca canını dişine takmış, belki de bir kaç kritik top çıkarmıştır. Ancak, yukarıda saydığım antrenör, forvet ve defans oyuncularının aksine tek bir hatası (ya da çaresizliği diyelim) her şeyin sonu olmuştur.

(Burada genel ortakafagol yazılarından ayrılarak olayı biraz kişiselleştiriyorum ama neden kaleciler hakkında yazdığımı anlatmak istiyorum. Bir daha da olmaz, söz..!) Futbol oynadığıma ilişkin hatırladığım ilk anı, ilkokul 3. sınıfta kurtardığım bir penaltıdır. Ondan beri, çok nadir istisnalar ve minyatür kale maçlar hariç hep kaleciydim. Neden, bilmiyorum ama o üç direğin arasında mutluyum işte. Mesela teknik direktör dahil, saha içinde maçı benim kadar geniş bir açıyla seyredebilen kişi yoktur. Ya da arkadaşlarım hâla 3 sene önceki bir halı saha maçında, 15 dakika geç kaldığım için 4-1 geriye düşen takımımın ben geldikten sonra 7-6 kazandığını anlatırlar (halbuki ben aynı maçta bizim takımın forvetinde 4 gol atan arkadaşı hatırlıyorum). Neyse, meramımı anlattım sanırım, övünmeyi kesip devam edeyim.

Kimin söylediğini hatırlamıyorum ama vaktî zamanında birisi; “Altı pasın içi o kadar lanet bir yerdir ki içinde çim bile bitmez” demiş. Belki de normal futbol ilgilisi kimselerin kaleci olmak istememesi ya da idol futbolcularının içerisinde kalecilerin olmaması böyle lanet bir yerde mesai ettiği içindir. Çok fazla dallandırıp budaklandırmaya gerek yok; kaleci olmak için biraz deli olmak gerekir. Tanım itibariyle bir takım sporu olan futbolda, hatalarının sonuçları açısından en büyük sorumluluğu almak ve gerektiğinde bununla baş etmek için hafif mazoşist olmak gerekiyordur belki de. Ama diğer yandan da diğer 20 sıradan adamın sana imrenerek bakarken, topu –belli bir bölgede de olsa- ellerinle tutabilme ayrıcalığı da bir çeşit büyüklenme kompleksi olabilir. Dikkat edin, büyük futbolcuların değil ama büyük kalecilerin hepsi mağrur görünür. Bire bir kendisine gelen topçuyu ellerini açarak karşılayan kalecinin yüzünde panik göremezsiniz. O elleri açışta çocuklarını (ya da öğrencilerini) ne pahasına olursa olsun korumaya yemin etmiş Münir Özkul’un ciddiyeti ve kararlılığı vardır.

Biraz da magazin yapayım Julio Iglesias’ın bir zamanlar Real Madrid ‘de kaleciliğe başladığını bilmeyeniniz yok değil mi? Peki neden futbolu müzik kariyerine başlamış? Çok ciddi bir sakatlık geçirdiği için... Bir de belki de çoğunuzun bilmediği pek ünlü başka bir kaleci var. Kendisi “futbol ile varoluşçuluk arasındaki kuran kişi” olarak biliniyor. Bir lafı da pek ünlü: “Ahlak ve yükümlülüklerle ilgili kesin olarak bildiğim her şeyi futbola borçluyum”. Albert Camus, Cezayir Üniversitesi Futbol Takımı’nın kalecisiyken, 1930 yılında verem geçirdiği (evet bu meslek hele bir de kötü bir defans varsa adamı verem eder) için bırakmak zorunda kalmış.

Yaklaşık altı aydır ortakafagol.com’u takip ediyorum ve bugüne kadar hep yazarlardan kalecilerle ilgili bir şeyler yazmalarını bekledim. Ama forumda “En Beğendiğiniz Kaleciler” başlığından başka isteğime uyan bir şeyler çıkmadı. Dünya Kupası yaklaşırken içimde giderek artan heyecanla “ben yapayım bari” dedim. Düzenli yazı sözü veremem ama ayda en az iki kere, dünya tarihinin en büyük kalecilerinden bahsetmeyi planlıyorum. Önce her ülke için ayrı ayrı yazayım demiştim ama kronolojik sıralama daha iyi olacak heralde. Yeri geldikçe Türk kalecilere de yer vereceğim.

Bu yazıyı bitirmeden önce minik bir not düşmek istiyorum. “Penaltı anında kalecinin endişesi” diye bir şey yoktur. Kaleci, penaltıyı kurtarma ihtimalinin daha az olduğunu (bu konuda okuduğum bilimsel yazıyı tekrar bulursam bir ara ondan da bahsederim) ve kurtarması durumunda kahraman olacağını bilir, bu yüzden rahattır. Asıl endişe, penaltıyı kaçırarak “kolayı becerememe” yaftasını yemekten korkan atıcıdadır.

Bir dahaki yazı: “Kaleciliğin Tarihi”nde görüşmek üzere.

Son Dönemece Girerken

Uzuna yakın bir aradan sonra tekrar merhaba.. En son Almanya Ligi yazdığımda Bayern Şampiyonluğu garantilemişti.. Şu anda ise Bayern çok avantajlı olsa da gösterdiği düşüş nedeniyle ne olacağı hiç belli olmaz.. İnsan nasıl oluyor böyle birşey diye sorabilir? Son derece haklıdır da.. Demek ki Bayern şampiyonluğu garantilememiş.. Buradan bunu anlıyoruz..

İlk kez genel lig yazısı yazdığım için, bir milat almak zorundayım... Bu nedenle değerlendirmeye Allianz Arena'da oynanan Bayern-Hamburg maçı ile başlıyorum.. Bayern'in düşüşe geçtiği maçtı zaten karlı zeminde oynanan Hamburg maçı.. Ciddi bir zemin problemi olmasına rağmen çok güzel, benim gibi kanal değiştirmek için fırsat kollayan birine bile zor kanal değiştiren, heyecanı yüksek bir maçtı.. Şimdi oynansa çok daha ciddi olacaktı ama o gün koşulları itibariyle de gayet ciddi bir maçtı.. Çünkü Hamburg'un az da olsa bir umudu vardı ve de ligin ilk yarısında Bayern'e ilk ve tek mağlubiyetini tattırdıktan sonra ikinci yarıda da ikinci ve ama son olmamasını diledikleri mağlubiyeti tattırdılar..

Ertesi hafta, Wolfsburg'la deplasmanda 0-0 berabere kalınca herkeste bir acaba oluştu ama ertesi hafta ligin iddialı takımlarından Schalke'yi kendi evlerinde resmen dağıttılar.. Bu maç için de TV karşısına geçtim ve sahada Salihamidzic şov izledim.. Boşnak yıldız,(ben de Boşnak göçmeni olduğum için ayrı sempati duyarım) hem çok çalıştı hem de ileri iyi çıkışlar yaptı.. Golünü de attı zaten..

Daha sonra Duisburg deplasmanını zorlanmadan geçen Bayern, ilk önce Allianz Arena'da Köln'den beraberliği zor kurtardı, sonra ise kaza geliyorum dedi ve Bremen'den deplasmanda üç yediler.. Bir tane daha yeselerdi 'Bremen Mızıkacıları' esprisini yapardık ama Radikal spor manşetlerinde olduğu gibi saçma sapan espriler yapmayalım.. Bayern'de bu maçta Lucio'nun eksikliği hissedildi.. Zaten zayıf bir defansı var Bayern'in.. Solda Lahm ve ortada Lucio çok iyi ama, defansın ortasının diğer elemanı Ismael, sağ bekte Sagnol, kalede ise Kahn yaşları itibariyle sırıtıyorlar.. Sezon sonu yeniden yapılanmak isteyen ve artık Şampiyonlar Ligi'nde özlediği başarıyı yakalamak isteyen Bayern ilk takviyeleri defansa yapmalı bence..

Şampiyonlar Ligi demişken, Bayern'in Milan'dan dört yiyerek Şampiyonlar Ligi'nden elendiğini hatırlatalım.. Ama zaten bu rezil sonucu duymayan, Bayern'le dalga geçmeyen kalmadı.. Kupada ise Münih ekibi, 29 Nisan akşamı Eintracht Frankfurt ile final oynayacak ve muhtemelen kupayı kazanacak..

Tekrar lige dönersek son dört maçını Mainz, Stuttgart, Kaiserslautern ve Dortmund ile oynayacak, 4 puan farkla lider olan bir takıma şampiyon demek pek zor değil.. Ama ne olur ne olmaz diyoruz.. Ayrıca Bayern'in bu sene yaşayacağı bir çifte kupa zaferi bile onları kesmeyecektir.. Onların asıl hedefi Avrupa ve Avrupa'dan rezil olup dönmek biraz içlerine oturdu..
Avrupa'nın en güzel stadlarından birini yaptılar, mali açıdan Avrupa'nın en güçlü kulüplerinden biriler ve artık tekrar Avrupa Şampiyonu olmanın zamanının geldiğini düşünüyorlar.. Kendi liginde de tek güç olan ve her konuda rakiplerini ezen ( havuz gelirleri konusunda da eşit dağılıma karşı çıkması ile beni sinir ettiler) Bayern Münih, bu sezon sonu akıllı bir transfer politikası uygular ve gençleşirse Avrupa'da başarı yakalamaları çok kolay olur.. Fakat takımda kalması gereken bir numaralı adam Ballack'ın gitçeği düşünülürse, diğer oyuncuların da çoğunun Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazandıracak çapta olmaması nedeniyle bu yaz Bayern yöneticilerinin epey zorlanacağını söyleyebiliriz..

Bayern'i takip eden Hamburg ise, bu sezon alkışlanacak ama asla sürpriz olmayan bir performans gösterdi. Avrupa'nın önemli ticaret şehirlerinden biri olan Hamburg ekibi, yıllar süren yapılanmasının ödülünü bu sezon aldı.. Önce iskelet bir kadro kurdular, en sonunda ise bu iskelete beyni ( Van der Vaart) yerleştirdiler. Van der Vaart'ın yanı sıra Van Buyten'ın defansa katkısı çok önemliydi. Bir de ben kişisel olarak Takahara'yı çok beğendim. Kendisini şu an itibariyle pek tanıyan yok ama ben meşhur olabileceğini düşünüyorum. Yaşı da 27'ya gelmiş yalnız, bu onun için bir dezavantaj. Bu arada, kendisinin ilginç bir özelliği var. Hamburg internet sitesinde oyunculara şampiyonluk favorileri sorulmuş.. Çoğu oyuncu Hamburg derken, Takahara objektif davranmış ve Bayern Münih demiş. Kendisini kutluyorum..


Bir başka Hamburglu ise Ailton. Beşiktaşlılar kara kara düşünebilirler çünkü Ailton'un performansı pek iç açıcı değil (3 golü var ama bence başarılı değil) ve sezon sonunda Hamburg'un onunla tekrar anlaşacağını hiç mi hiç sanmıyorum. Gazetelerde çıkan 'Hamburg, Beşiktaş'a 1.5 milyon dolar önerdi' haberlerini ise es geçiyorum. Bakalım..

Sonuç itibariyle son dört maçını Leverkusen, Köln, Werder ve Hertha ile oynayacak olan Hamburg'un şampiyonluk şansı çok az.. Hatta Werder bu gazla onları geçip ikinci de olabilir. Fakat planlı yapılanmanın ve ciddi bir kurum olmanın ne gibi başarılar getirebileceğini gösterdikleri için onlara bir teşekkür borçluyuz..

Bundesliga'da üçüncü ve dördüncü belli, beşinci olup Uefa Kupası'na gitme hakkı ise Leverkusen, Hertha ve bir ihitmal Stutgart'ın olabilir...
Küme düşme hattında ise Duisburg ve Köln'ün gideceği bariz (Podolski'nin nereye gideceği ise belli değil), son takım ise büyük ihtimalle Halil'in takımı Kaiserslautern olacak. Fakat arkasına Wolfswagen'ı alan Wolfsburg ve Mainz de düşebilir. Wolfsburg düşerse, sezona şampiyonluk hedefiyle giren bir takım için üzücü olur..


Birkaç da haber verelim.. Wolfsburg kötü gidiyor gitmesine de, takımın göze batan ve bir çok takımın peşinden koştuğu oyuncusu Hofland, durumdan ve takıman memnunmuş.. Ve kalmak istiyormuş... Adamı bir senede kaptan yaptılar.. Resmen orada küçük bir aşiret kurdu. Takımın ağası.. Ben olsam ben de kalmak isterim..

Armin Veh, Stuttgart ile sözleşmesini 07 Haziranı'na kadar uzatmış.. Trapattoni sonrası takımın başına geçmiş ve fena olmayan bir çizgi yakalamıştı. Fakat bir antrenörle bir yıllık sözleşme imzalamak, ona güvenmediğinin göstergesidir...


Hamburg'un bu sezonki başarısında önemli payı olan Mahdivikia'nın iki eşi varmış.. Mahdivikia, birilerinin kendilerini tuzağa düşürmek istediğini falan söylemiş.. Galiba birincisini seçmiş ve Türk Filmi gibi olmuş biraz.. Das Bild'in haberini ntvmsnbc.com dan alıntı yaparak sunuyorum.. Ben bişi anlamadım, belki siz anlarsınız:
''Mahdavikia ise olayların ortaya çıkmasına sevindiğini belirterek, kendisinin bir tuzağa düşürüldüğünü öne sürdü. Birilerinin Sepideh ile olan evliliğini bozmaya çalıştığını iddia eden Mahdavikia, ilk eşi Sepideh’in olayları bildiğini ve kendisini desteklediğini ifade etti.'' .. Olayın almancasını okursam belki anlayacağımı düşündüm, sonrasında Türkçesini anlamadan, almancasını nasıl anlayacağım diye hiç girişimde bulunmadım..

Neyse bu yazılık bu kadar yeter... Biraz kısa oldu ama artık kusura bakmayın.. Bir dahaki yazıda Saisonfinale yaparız.. Çok özentice oldu ama idare edin artık..

20.04.2006

Sevilla: Endülüs Harikası

Onyedi özerk bölgeli, Katalunya’sı, Galiçya’sı, Bask’ı ile bizim üniter yapımızdan yola çıkarak anlamak da güçlük çekeceğimiz ilginç bir ülkedir İber yarımadasının büyük çocuğu İspanya. Yanlış anlamayın okuduklarım bunlar daha henüz gidip görmedim. İspanya’nın tarihinden de bahsetmeyeceğim bu yazıda. Ne var ki Andalucia(Endülüs) bölgesinin en büyük kenti Sevilla’da geçtiğimiz birkaç sene ile birlikte futbolda büyük bir ilerleme, bir farklılık gözleniyor. Yazının konusu da bu.

Sevilla kenti İspanya’nın gerek tarihsel dokusu gerekse futbol kültürü açısından kayda değer kentlerinden(En azından futbol tutkunu bizler için öyle)Bu Endülüs kentinin iki tane takımı İspanyol futboluna da damgasını vurmuş durumdalar. Betis-Sevilla derbisinin dünya üzerindeki en görkemli birkaç derbiden biri olduğu artık neredeyse herkes tarafından biliniyor. Hem Manuel Ruiz De Lopera hem de Ramon Sanchez Pizjuan tribünleri bu görkemi yaşıyor. Sevilla futbolu 90’lı yılların sonunda büyük bir düşüşe girmiş ve hem Betis hem de Sevilla bırakın LaLiga’nın önder takımlarından olmayı soluğu İkinci Ligde almışlardı. Bu iki takım düştükleri ikinci ligden 2001 yılında tekrar La Liga’ya yükseldiler ve kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. Müthiş derbilere sahne olan Sevilla kentinin bu iki takımı La Liga da şampiyonluk görmüş az sayıda takımdan ikisi. Betis 1934-35 sezonunda İspanya Şampiyonu olurken, Sevilla ondan 11 yıl sonra 1945-46 sezonunda İspanya Şampiyonu oldu. Şampiyonluk sayılarının az olması onların İspanyol futbolundaki yerini hiçbir zaman aşağılara itmedi. Bu iki takım her zaman LaLiga’nın en önemli unsurlarından oldular. Geçen sezon iki takımda büyük bir çıkış yakalamışlar ve hatta aralarında lig dördüncülüğü yani Şampiyonlar ligi bileti için nefes kesen bir yarışın içine girmişlerdi. Sonuçta Betis Şampiyonlar ligi biletini alırken, Sevilla da UEFA kupasının yolunu tuttu. Betis için bu sezon hiç de iyi başlamadı önce kötü bir kura sonucu Liverpool ve Chelsea ile eşleştiler(Buna rağmen Chelsea’yi yenmeyi başarmış olmaları önemli)lige de hiç de iyi başlayamadılar ve ard arda gelen sakatlıklarla da beraber(Ricardo Oliviera hiç kuşkusuz en önemlisi)kendilerini ligin dibinde bulmuşlardı. Neyse ki şimdi toparlandılar ve tehlikeli bölgeden giderek uzaklaşıyorlar. Artık yazının asli unsuruna geçmek istiyorum. Yani Sevilla’nın kırmızı-beyazlılarına;

Geçen sezonki başarıdan sonra hem teknik direktörleri Caparros’u Deportivo’ya, hem de Sergio Ramos ve Baptista gibi çok önemli iki oyuncusunu Real Madrid’e kaptıran Sevilla takımı kadroyu güçlendirmek konusunda hiç de tereddüt etmedi. Saviola, Kanaute, Luis Fabiano gibi isimler takıma derin bir hücum zenginliği oluşturdu. Teknik direktörlüğe de en son Malaga’yı çalıştıran(daha önce Betis’i de çalıştırmış), Juan De La CruzJuande Ramos” u getirdiler. Sezona onlar da hemşehrileri gibi iyi başlayamamış ve ilk maçta sadece bir galibiyet almışlardı. Sonrasında ise hem UEFA kupasında hem de ligde aldıkları başarılı sonuçlar ve oynadıkları güzel futbolla ligde beşinci sırayı, UEFA kupasında da yarıfinali yakalamış durumdalar. Ligi bu sezon ilk dört içinde bitirmeleri olasılığı hiç de az değil. UEFA’yı kazanma şansları ise belki ligdeki ilk dört içine girme olasılığından da fazla. UEFA kupasında Beşiktaş ile de aynı grupta yer almış(Sevilla’da 3-0 mağlup etmişlerdi) ve izleme imkanı bulmuştuk. La Liga’nın gerçekten de takım gibi takımlarından Sevilla. Savunma hattındaki başarısı oldukça fazla. Espanyol ve Real Madrid maçları dışında hiçbir maçta ikiden fazla gol yemeyen bir takımdan bahsediyoruz.

Kırmızı-Beyazlıların oldukça iyi de bir kadrosu var. Zaten hem ligde hem de Avrupada başarılı olabilecek bir kadronun yetersiz olması söz konusu olamazdı. Özellikle hücum silahları gıpta edilecek cinsten. Arjantinli Saviola, Brezilyalı Luis Fabiano, Fransız Frederic Kanoute, Portekiz-Kongo karışımı Makukula ve İspanyol ümit milli Kepa.

Orta sahada henüz 20 yaşındaki Jesus Navas çok önemli bir yetenek. Brezilyalı Adriano, İtalyan Maresca(Juventus’dan hatırlarız sanırım) önemli isimler. Navas gibi altyapıdan yetişmiş 21 yaşındaki Antonio Puerta da son haftalarda önemli bir performans sergiliyor. 22 yaşındaki Brezilyalı Daniel Alex da Silva üç sezondur takımın orta sahasının belki de en önemli ismi. Brezilyalı Renato, İspanyol Jesuli, Jordi, Marti, Fernando Sales diğer önemli isimler. Henüz 17 yaşında olmasına rağmen ara sıra kendine yer bulan Diego Capel de takımın gelecekteki çok önemli bir ismi olacak. Jesus Navas, Diego Capel ve Kepa’nın özellikle de ilk ikisinin gelişimini yakından takip etmenizi öneririm. Bu oyuncular adlarını sıkça duyuracaklar çünkü bize. Bu noktada Sevilla takımının geçmişten beri genç ve yetenekli oyunculara kadrosunda yer vermesine dikkat çekmek lazım. Ayrıca Sevilla ile Real Madrid transfer ilişkisi de dikkate değer. Zamarano, Davor Suker, Robert Prosenecki, Soler gibi isimler iki takım arasındaki en önemli transfer örnekleri. Bu arada Maradona’nın da bir dönem Sevilla forması giydiğinin altını çizmek lazım.

Defansın sağında Javi Navarro, solunda Aitor Ocio yer alıyor. Fransız Escude, David ve Dragutinovic göbekte oynayan isimler. Pablo, Prieto, Crespo, Blanco diğer savunmacıları. Kaleyi ise bu sezon Valencia’dan aldıkları Palop ve emektar Notorio ile doldurmuşlar.

Juande Ramos’un takımı klasik 4-4-2 oynayan, alan savunması yapan, çok koşan, oldukça mücadeleci ve güçlü bir takım. Saviola ve Fabiano’nun verimlerinin daha üst seviyede olmaları onlar için çok arzu edilen bir durumdu yine de bu sezonun İspanya’daki en başarılı takımlarından biri olmalarını engellemiş değil bu durum.

Ligde kalan haftalarda Real Madrid, Barcelona gibi maçları olan Sevilla’yı bu karşılaşmalardan tekrar izleme fırsatı bulacağız. UEFA kupasının da en başından beri benim için favorisi olan Sevilla’nın kupayı alacağı kanaatim devam ediyor. LaLiga takımlarının son birkaç sezondaki Avrupa maceralarındaki başarısızlıklarını bu sezon gerek Sevilla gerek Villareal gerekse Barcelona ört bas etmiş görünüyorlar.

Endülüs takımı dedik ya işte. Türk milleti için bu adamlara karşı bir yakınlık duymamıza neden oluyor. Bir nevi kültürel yakınlık hissi uyanıyor insanda galiba. Bu başarının darısı diğer Endülüs kentlerine diyelim bari. (özellikle Granada ve Cordoba)

13.04.2006

Son Dönemeç

UEFA Kupası ile ilgili geçen yazının son cümlesi, bir sonraki yazının Şampiyonlar Ligi'nden gelecek sekizliyi konu edineceğiydi.

Ama küçük bir takvim hatası, yarısı tamamlanmış bu yazıyı rafa kaldırdı; sözkonusu bir önceki yazı yayınlanması için gönderildiğinde Round of 32'nin başlamasına bir hafta, yayınlandığında ise bir kaç gün vardı..

Netice beklenenin ve rafa kaldırılan yazının muhteviyatının çok aksine olmadı tabii, Şampiyonlar Ligi'nden gelen sekizlinin yarısı (Brugge, Thun, Artmedia ve Rosenborg) bu turda, kalanlardan Schalke dışındakiler de bir sonraki turda elendiler..

Bize kalan da artık, geride bıraktığımız üç turun bir değerlendirmesini yapmak..

O sıralar bizim için henüz korkulu rüya olmayan Basel'in Monaco'yu, Rapid'in de Hertha'yı elemesi dışında öyle pek sürpriz sayılabilecek bir sonuç yoktu bu turda. Ha bir de bizim perde arkası favorilerden Shaktar'ın Lille'e elenmesi diyelim, artık ne kadar sürpriz sayarsanız.. İlaveten Basel ve Lille'in maçları dışında turu geçen takımların, ilk maçlarda eşleşmelerin rengini belli edecek skorları aldıklarını da hatırlatalım..

Round of 16'nın en dikkat çekici tarafları, Fransızların yeniden doğuş sinyali verircesine üç takımla birden bu turda yer almaları ve Slav futbolunun yükselişini ispatlarcasına iki Romen, bir Bulgar ve bir Rus takımının Kupa İki'de son 16'ya kalmasıydı..

Velhasıl, Fransızların yeniden doğuşu yalan oldu ama (Üçü de elendi), Slavlar'ın beşi de bu turu geçip çeyrek finale adını yazdırdı.

Turun en renkli eşleşmesi şüphesiz imrendiren kadrolarıyla Roma ve Boro arasındaydı. Roma için büyüklüğünü ispat, Boro için bu sezon kötü gidişe ciddi anlamda dur diyebilme şansıydı bu eşleşme. Belki bu kupada sezonun en iyi maçları değil ama mücadele yönünden izleyenleri tatmin eden bir seri sonunda Roma, Totti'sizliğin ve topsuz alanda diri bir takım olmayışın faturasını ödedi.

Rapid - Hamburg eşleşmesinin ilk ayağında Rapid, her iki devrenin son dakikalarında bulduğu iki golle yakaladığı avantajı, deplasmandaki maçın önce ilk yarım saatinde kaybetti, sonra biraz da Hamburg'un sabırsızlığından, yeniden yakaladı. Hamburg'un üçüncü golü sonrası, Hamburg forvet hattı ile Rapid kalecisi Coman arasında geçen son yarım saat küçük Lucescu'nun çekirge felsefesinin devamı ile neticelendi..

Bir diğer Bükreş ekibi Steau, turu kağıt üzerinde kaybederek çıktığı Betis karşısında ilk maçı da kendi evinde kazanamayınca deplasmana pek ümitli gitmedi şüphesiz. Ama ikinci yarının başında bulduğu şok gole ilaveten rakibin yıldızı Joaquin de oyundan atılınca maçı 3-0 kazandı..

Schalke Palermo karşısında, Sevilla da Lille karşısında ilk maçları 1-0 kaybetse de, ikinci maçları daha iyi skorlarla kazandılar ve kupanın kalan iki favorisi olarak yollarına devam ettiler.

Turun diğer gülenleri; Strasbourg karşısında Basel, Marseille karşısında Zenit ve bir sürpriz, Udinese karşısında 0-0 'ın rövanşında kendi evinde, ilk yarıyı yenik kapasa da Levski Sofya oldu..

Çeyrek final, iki Romen'in eşleşmesi dışında seri başı uygulaması varmış gibiydi.

Sevilla ilk maçta kendi evinde , daha önce aynı grupta yer aldığı (Beşiktaş da buradaydı) ve deplasmanda oynayıp yenildiği Zenit'i 4-1; Schalke de Levski'yi deplasmanda 3-1 yenince turu bir nevi garantilemiş oldular. İkili ikinci maçlarını fazla zorlamadan 1-1 bitirip yarı finale çıktılar.

İki Romen'in ve hatta iki Bükreş ekibinin eşleşmesi kağıt üzeri malzemeleriyle doluydu, başlarken de, biterken de.. 1-1 ve 0-0 'lık maçlar sonunda gülen deplasman golü avantajıyla, yerel ligde daha iyi konumda olan Steau oldu. Bir başka ilginçlik, ikilinin kendi liglerinde oynadığı maçın da 0-0 bitmiş olmasıydı (Evsahibi güya Rapid'di bu maçta).

Basel - Boro eşleşmesi ilk maçın sonuna kadar en rahat seri gibi görünüyordu ve Türk futbolu için de hayırlıydı. Ama ilk maçı Basel 2-0 kazanınca kabus haline geldi. Kaç senedir yatmakta olduğumuz yerden temennimiz, şöyle veya böyle bu noktaya kadar gelen Basel'in, Boro karşısında ilk maçtaki 2-0 'lık avantajını koruyamamasıydı. Nitekim Boro, biraz talihin, biraz da bizzat Basel'in kendisinin yardımıyla, 1-0 geriye düştüğü maçı, sonuncusu 90+ 'da gelen dört golle kazandı ve biz de 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne yine iki takımla katılma hakkımızı korumuş olduk.

Futbol dünyamızın yapısı gereği, Avrupa futbolunun son 15 yılında olmayan bir ülkenin Milli Takımı'na (Skora aldanmayın) kolayca elenişimizin ve UEFA Kulüpler sıralamasında bu ülkenin gerisine düşmekten son saniyede kurtuluşumuzun sebepleri üzerinde durmuyoruz. Önümüzdeki yıllarda da bizimle doğrudan alakası olmayan takımların oynayacağı maçların sonuçlarının da işimize geldiği gibi bitmesi dileğiyle..

Gelelim yarı final eşleşmelerine.

Steau - Boro ve Schalke - Sevilla arasında oynanacak maçlar 20 ve 27 Nisan'da..

Basel deplasmanı dışında kupada bu sezon şok skor almayan Boro elbette daha avantajlı görünüyor; Basel maçına kadar kupadaki altı maçta yedikleri gol sayısının da sadece iki olduğunu ekleyelim..

Schalke - Sevilla eşleşmesinde ilk maçı deplasmanda oynayacak olmak Sevilla için ciddi bir avantaj olabilir. Sevilla, oyun sistemi olarak iyi bir deplasman takımı ve şansı yaver gittiğinde (Ki bu oran hiç de az değil) kendi sahasında kendisine lazım olan skor neyse maçı ona bağlayabiliyor. Mukabil Schalke'nin de bu sezon oynadığı futbolun semeresini bir şekilde alması lazım. Keşke finalde eşleşebilseydiler.

Ve bir not, eğer Schalke turu geçerse, UEFA'nın Şampiyonlar Ligi'nden bu kupaya kaydırdığı takımlar içerisinde final gören beşinci takım olacak. Diğer dördü; 1999 - 2000 sezonu finalistleri (Galatasaray - Arsenal) ve 2001 - 2002 finalistleriydi (Feyenoord - Dortmund)..

11.04.2006

Şike Skandalları Biter Mi?

Selamlar ortakafagol.com okurları… Yeni yazımda bahis ve şike skandallarından bahsetmek istemezdim ama bazı edepsiz Belçikalı arkadaşlarımız şike yapmadan spora ilgi duymadıkları için her geçen gün yeni deliller ortaya çıkıyor. İşte Belçika’daki şike skandallarıyla ilgili elime geçen en son deliller:

La Louviere takımının eski teknik direktörü Gilbert Bodart, şike yaptığını itiraf etti. Ayrıca Cercle Brugge ile St.Truiden maçında da Çin mafyasının parmağı olduğunu, geçen sezon Mons'un evinde oynadığı La Louviere ve Westerlo maçlarında şike yapıldığını belirtti. Skandala adı karışanlardan biri de Lierse Teknik Direktörü Paul Put. Put'un geçen sezon, bahisçiler için 2 maçta B takımını sahaya sürdüğü belirtildi. Lierse Başkanı Theyskens, olaydan kısa bir süre Put'u görevden almıştı

Adli Makamlarca Açıklanan Şikeci Beş Takım

Belçika'da geçen sezon birinci lig kulüpleri La Louviere, Lierse, Sint-Truiden ve Mouscron ile ikinci lig takımı Bergen'in, şike olaylarına kesin olarak karıştıkları adli makamlarca açıklandı. Çinli işadamı Zeh Yun Ye'nin birçok kulüp ve oyuncuya rüşvet vererek ve teklifte bulunarak, Belçika liglerini karıştırdığı da kesinlik kazandı. Birçok futbolcunun şike olayıyla ilgili olarak avukatlığını üstlenen Laurent Denis'in de şike mafyasıyla ilişki içinde olduğu ve bazı teknik direktör ve menajerler vasıtasıyla rüşvet verdiği ve karşılaşmalarda şike yapılması için çaba sarfettiği öğrenildi. Belçika adli makamları, olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma çerçevesinde, bazı hakem ve yardımcı hakemlerin de sorgulanması için girişimler başlattı. Adli makam temsilcileri, Londra'ya giderek dünyanın en büyük bahis şirketleri arasında olan Betfair'den, Belçika ligiyle ilgili bahis oynayan 880 kişinin isim listesini almak üzere girişimlerde bulunacak. Asya kumar mafyasının, son iki sezonda Belçika ligi maçlarına yönelik çok yüksek rakamlarda bahis oynadıkları da belirlendi.


Öte yandan, soruşturmayı sürdüren adli makamlar, ligde şike olaylarının 2004 yılında başladığını, 8 Ağustos 2005 tarihinde oynanan ve Club Brugge'ün deplasmanda Bergen'i 9-0 yendiği karşılaşmasının da şüpheli maçlar listesinde yer aldığını bildirdi.

Bu arada, basına bilgi sızdırdığı öğrenilen 2 federal polisin de evleri arandıktan sonra soruşturma görevinden alındıkları açıklandı.

Sint-Truiden forması giyen İlija Stolica, Cyril Ramond, Marco Niys'in sorgulanmak üzere mahkemeye götürüldü. Bu futbolcuların daha önceki kulüplerinde de şike olaylarına karıştıkları iddia ediliyor.

Ayrıca kulübün eski kalecisi Dusan Beliç, sabah gözaltına alınarak Haselt Adli Binası'na götürüldü.

Belçika'nın en yüksek tirajlı gazetesi Het Laatste Nieuws, önce inşaat sektöründe ardından da futbol ligindeki skandallarda adı geçen menajer Pietro Allatta'nın (58) ülkeyi terk ederek Hint Okyanusu'ndaki Mauritius Adası'na kaçtığını savundu.

Het Laatste Nieuws haberinde, Allatta'nın şike olaylarında önemli bilgilere sahip olduğunu, adli makamların kendisini tutuklayacağını anlayınca Belçika'dan kaçtığını ve Allatta'nın yaşadığı kentin belediye başkanı Patrick Moniau'nun da olayı doğruladığını yazdı.

Öte yandan, Belçika Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu, Birinci Lig takımlarından La louviere'de geçen sezon forma giyen 5 futbolcunun dün sorgulandığını, 11 futbolcunun daha
sorgulanacağını bildirdi.

3 futbolcusunun, internet üzerinden oynanan bahis skandallarına karıştıkları gerekçesiyle polis tarafından göz altına alındığı bildirilen St Truiden'de, Marco Nijs ve Ilija Stolika'nın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıkları ancak gözaltına alınan 3. futbolcu olan Cyril Ramond'un ise tutuklandığı ifade edildi.

Evet elime geçen bilgiler bu kadar. Futbolun en kötü yanlarıyla dolu yazdığım iki yazı için öncelikle sizden özür dilerim. Alın terinin paraya satıldığını gördükçe içim kan ağlıyor. Ama bunlar da futbolun gerçekleri. Bu sektörde bu kadar para döndüğü sürece böyle pis işler de dönecek. Ronaldinho’nun mükemmel oyununu Gattuso’ nun hırsını gördükten sonra insan şike skandallarından iğreniyor.

Belçika’da Dikkat Çeken Oyuncu

Belçika’da şu an Nicolas Frutos fırtınası esiyor. Anderlecht’in şampiyonluk yolunda en büyük kozu olan oyuncu için Avrupa’ nın büyük kulüpleri planlar yapmaya başladı bile. Arjantinli oyuncu Club Brugge ile yapılan derbi karşılaşmasında deplasmanda attığı iki golle hem rakip takım taraftarlarına soğuk duş yaptırdı hem de takımının liderlik koltuğunda kalması sağladı. Ama son hafta oynanan Lokeren karşısında oynanan maçta takımının 2 puan bırakmasına engel olamadı. Bu maçta gol atan Serhat ise göğsümüzü kabarttı. Arjantinli oyuncu profesyonel kariyerine 2000 yılında Union Santa Fe adlı kulüpte başladı. İlk sezonunda 17 maçta oynamasına rağmen gol atamadı ve onu destekleyenleri çok üzdü. Bir sonraki sezon 22 maçta 8 gol atarak bir kıpırdanış gösterdi ve taraftarları umutlandırdı. Yeni sezonda ise San Lorenzo sürpriz bir teklifle Frutos’u renklerine bağladı. Burada 26 maçta 4 gol atan oyuncu kötü bir sezon geçirdi. Yeni sezona da transfer yaparak giren Nicolas yeni takımı Nueva Chicago ile sadece 1 maça çıktı ve sakatlandı. Ara transferde İspanya İkinci Ligi takımlarından Las Palmas’a giden oyuncu burada 18 maçta sadece 1 gol attı. 2004/2005 yılında eski takımına dönen Frutos 17 maçta 7 gol atarak dikkatleri üzerine çekti ve ara transferde Independiente’ye gitti ve 18 maçta 10 gol atarak sezonu toplamda 17 gol ile kapatıp göz doldurdu. Bu sezona aynı takımda başlayan yıldız oyuncu 10 maçta 9 gol atarak Anderlecht’in dikkatini çekti ve Belçika’nın yolunu tuttu. Anderlecht’te 9 maçta 9 gol atan oyuncuyu sezon sonu büyük takımlardan birinin basın toplantısı odasında bayrağı öperken görülebilir.

Son Haberler

Bahis skandalları dışında Belçika Basını çok kısır bir ay geçirdi. En önemli olay Anderlecht Başkanı ile yapılan röpörtaj idi. Başkan röpörtajda şu açıklamalarda bulundu:

’’ Ben sezon başında aynı heyecana sahip bir insanım. Belçika’da çifte kupa en önemli isteğimdir. Eğer mümkünse Avrupa’da da ikinci tur. Ama bu sezon sadece Belçika’da başarılı olabildik. Şampiyonlar Ligi’nde ise sadece bizi destekleyenleri üzdük. Onlara söz veriyorum bir sonraki sezon çok farklı olacak.’’

Şampiyonluk Yarışı

Şampiyonluk yarışı artık iki takımlı. Çünkü son yazımdan beri Brugge tepe taklak gidiyor. İlk önce Anderlecht’e kendi evlerinde 2-0 yenildiler. Ardından Gent’e 4-1 mağlup olarak sürklase oldular. Bundan sonraki hedefleri oldukları yerde tutunup ligi 3. bitirmek. Diğer iki takım Anderlecht ve Liege ise son haftalara kadar burun buruna gidecek gibi gözüküyor.

Bir yazımın daha sonuna geldim lütfen eleştri veya tebriklerinizi yorum köşesinde belirtiniz.Herkese sağlıklı ve mutlu günler.

10.04.2006

İskoçya Premier Liginde Şampiyon Belli Oldu: Celtic Şampiyonluğun Öyküsü

Celtic 5 Nisan Çarşamba günü kendi evinde Hearts’ı 1-0 yenerek aradaki puan farkını 20ye çıkardı ve şampiyonluğunu haftalar öncesinden ilan etti. Ligin ikinci yarısında yaptıkları müthiş çıkış ve ezeli rakipleri Rangers’ın lige erken havlu atması ile ligde tek takipçileri Hearts’ta ligin ikinci yarısında yaşanan çöküş Celtic’e haftalar öncesinden şampiyonluğu ilan etme imkanını tanıdı. Glasgow’un yeşil beyazlı ekibi bu sayede kötü başladıkları sezonu en azından Premier Lig şampiyonluğu ünvanıyla bitirmeye hak kazandılar ve taraftarlarının gönüllerini almayı başardılar.

“Celtic tennik direktörü Gordon Strachan belli ki taraftarların gönlünde taht kurmayı başardı. Hearts maçından sonra yapılan “Only one Gordon Strachan” tezahüratları İskoç çalıştırıcının şimdiden Celtic tarihinde haklı bir yer edindiğini gösteriyor. Gordon Strachan’ı özellikle uluslararası turnuvalarda İskoçya Milli takımında oynadığı dönemde izleme şansını bulmuştum. Çalışkanlığı ve maç boyunca bitmek bilmeyen enerjisi ve tabi ki sarı saçları ile lacivert renkli (o dönemlerde televizyonumuz siyah beyazdı tabi) İskoçya Milli takım formasını geç yaşlarına kadar taşıdı. Tabi o dönemde İskoçya Futbolu hak ettiği şekilde uluslararası nitelikteki tüm turnuvalara katılma şamsını rahatlıkla elde ediyordu. Gordon Strachan İskoçya’da Aberdeen forması ile başarılar elde etmiş ve daha sonra İngilterenin Manchester United takımında oynamış ve en son Leeds United’ı o zamanki mütevazi kadrosu ile şampiyonluğa taşımayı bilmişti. Taraftarlar arasındaki lakabı “Sarı Fare” idi.

İşte bu büyük futbol ustası Martin Oneil’dan sonra Celtic kulübünün teklifini kabul etti ve geçen sene dramatik şekilde kaybettikleri şampiyonluk ünvanını Celtic Park’a getirmesi için ateşten gömleği giymeye başladı. Ancak Strachan sezona büyük bir hayal kırıklığı ile başladı. İsmi daha önce hiç duyulmamış Slovakya takımı FC Artmedia karşısında alınan 0-5 gibi büyük bir hezimet sonrası Şampiyonlar Ligi’ne katılma şansını elde edemeden Avrupa defterini erkenden kapayan Celtic’te bu hezimet adeta bozgun etkisi yaptı. Strachan FC Artmedia hezimetini unutmamak ve ders çıkarmak için “Saatimi maçın bitimi olan 11.10’da durdurdum” diyordu. Sezona Motherwell ile 4-4 beraber kalarak başlayan Celtic’te işler kötü gidiyordu ki Strachan’ın takıma güven aşısı ve oyuncular arasındaki birlik ve beraberlik, Manchester United’ın efsanevi kaptanı İrlandalı Roy Kean’ın ara transferde takıma katılması ve hırsıyla takımı ateşlemesi şampiyonluğu haftalar öncesinden getirdi İskoçya’nın benim de sempatimi kazanan güzide kulubüne. Ligde takipçileri Hearts’ı bir kez daha yenerek şampiyonluğun ilan edildiği maçta tabi ki gelmiş geçmiş en büyük Kelt olarak nitelendirilen ve Lizbon’da Internatzional Milan’ı yenerek Avrupa Şampiyonluğunu kazanan Lizbon Aslanları ünvanını alan efsanevi takımda yer alan Jinky lakaplı Jimmy Johnstone untulmadı. Kısa süre önce kaybedilen büyük kaptan maçtan sonra saygı duruşu ile anıldı ve takımlar sahaya kollarında siyah bandajla sahaya çıkarak büyük kaptana saygılarını bir kez daha gösterdiler.”[1]

Hearts artık ligi ikinci sırada bitirip gelecek sene Şampiyonlar Ligi için ön eleme maçı oynama şansını elde etmek istiyor. Bu arada Hearts bu seneki performansının ödülünü İskoçya FA Cup’ta final oynama hakkını elde ederek almış görünüyor. Hearts finale yarı finalde aynı kentin takımı Hibernian’a 4-0 üstünlük sağlayarak adını yazdırırken finalde rakipleri second division (bizdeki ikinci lig b kategorisine denk geliyor) ekibi Gretna. Gretna yarı finalde Dundee FC yi 3-0 yenerek gelmeyi başararak şimdiden tüm İskoçların sempatisini kazandı. Kupaya daha yakın favori olarak görünen Hearts’ın rus işadamı sahibi Vladimir Romanov bu seneki yatırımının karşılığını en azından FA Cup ile almak istiyor. Ligdeki düşen performans üzerine teknik direktörlüğe litvanyalı Ivanuskas’ı getiren Romanov takımından bundan sonra hem kupayı hem de lig ikinciliğini istiyor.

Ligdeki takımların sezon performanslarına genel bakışımıza gelecek haftalardaki yazılarımızda yer vermeye devam edeceğiz. Sevgiyle kalın.

Geçtiğimiz hafta oynanan maçlarda alınan skorlar, oluşan puan durumu ve bu haftanın programı şöyle :

& Results

01/04/06

Dunfermline

1-1

Falkirk

01/04/06

Inverness

0-1

Aberdeen

01/04/06

Motherwell

2-1

Livingston

02/04/06

Dundee United

1-4

Rangers

05/04/06

Hibernian

2-1

Kilmarnock

05/04/06

Celtic

1-0

Hearts

1

Celtic

32

26

4

2

84

30

82

2

Hearts

32

18

8

6

60

27

62

3

Rangers

32

17

8

7

58

34

59

4

Hibernian

32

16

4

12

56

44

52

5

Kilmarnock

32

14

9

9

58

52

51

6

Aberdeen

32

11

12

9

38

36

45

7

Motherwell

32

12

8

12

50

54

44

8

Inverness

32

10

13

9

44

36

43

9

Dundee United

32

7

11

14

39

57

32

10

Dunfermline

32

5

8

19

26

59

23

11

Falkirk

32

5

7

20

30

61

22

12

Livingston

32

2

6

24

18

71

12

08/04/06

Aberdeen

-

Hibernian

08/04/06

Falkirk

-

Dundee United

08/04/06

Hearts

-

Dunfermline

08/04/06

Livingston

-

Inverness

08/04/06

Rangers

-

Motherwell

09/04/06

Kilmarnock

-

Celtic

















[1] Bu paragraftaki bazı bilgiler için Alex O Henley’in www.uefa.com sitesindeki yazısından istifade edilmiştir.