İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

31.01.2007

En İlginç Sezon

Yunanistan Ligi, bu sene tarihinin en ilginç sezonlarında birisini yaşıyor. Öyle ki; lider Olympiakos ile 4. OFI’nin arasındaki puan farkı 23, OFI ile 15. Ergotelis’in arasındaki puan farkı 6, Ergotelis ile 16. ve sonuncu olan Ionikos’un arasındaki puan farkı ise 17!!! Şimdi uzun bir aradan sonra (kusura bakmayın yoğundum gerçekten) tekrar bu sayfada Yunan Liginin özetini inceleyelim…

Önce her zaman yaptığım gibi puan tablosunu verelim…

Team Pld W T L GS GA Pts

1. Olympiakos19 16 1 2 40 11 49

2. AEK 19 12 5 2 38 12 41

3. Panathinai. 19 13 2 4 31 15 41

4. OFI 19 7 5 7 22 34 26

5. PAOK 19 7 5 7 19 17 26

6. Aris 19 5 11 3 19 17 26

7. Atromitos 19 5 8 6 25 28 23

8. Aigaleo 19 6 4 9 19 24 22

9. Iraklis 19 6 4 9 18 21 22

10. Panionios 19 5 7 7 14 22 22

11. Larisa 19 5 7 7 19 18 22

12. Kalamaria 19 5 7 7 14 20 22

13. Xanthi 19 5 7 7 12 13 22

14. Kerkira 19 5 6 8 18 23 21

15. Ergotelis 19 5 5 9 17 21 20

16. Ionikos 19 2 2 15 8 36 3

Lider Olympiakos’tan başlayalım; kendi sahalarında cengaver gibiler, bu demek değil ki deplasmanda kedi gibiler, deplasmanda da geleni geçeni deviriyorlar. Son 9 maçlarında sadece Xanthi ile deplasmanda beraber kaldılar, ligin zorlu deplasmanlarından PAOK ve Aris deplasmanlarını 3-2 lik galibiyetlerle atlattılar. Bomba gibi gidiyorlar, durdurabilen maalesef yok, son maçı evinde 4. OFI ileydi, onları da 4-1 lik skorla silip süpürdüler. Haftaya AEK deplasmanındalar, o maçı rölantiye alıp yenilebilirler, ama şampiyon olmalarını engelleyemez en fazla iş kazası olur-bu kadar da emin konuşuyorum-. Bu sene de banko şampiyon olur diyebilmemiz için hiçbir engel görmüyorum açıkçası…

Olympiakos’u takip eden(edemeyen) iki takımdan ilki AEK… Başkent ekibi bu sene Panathinaikos’tan daha etkili oynuyor. Ama biraz istikrarsızlar. Özellikle deplasmanda çok kötüler sadece üç galibiyetleri var deplasmanda. Liderle aralarında 8 puanlık bir fark var, önümüzdeki hafta evlerinde ağırlayacaklar Olympiakos’u. Pana ile ise amansız bir ikincilik mücadelesi var bakalım kim galip ayrılacak bu mücadeleden?

3. Panathinaikos’un puanı da AEK ile aynı(41). Şampiyon olmak istiyorlarsa daha az iş kazası yapmaları lazım, son 9 hafta da Aris ve Kerkyra gibi iki ortalama takıma yenildiler, galip geldiği maçlarda da çoğunlukla 1 farkla galip ayrılıyorlar, bu sene de işleri zor, büyük ihtimalle 3. bitirirler sezonu…

İlginç sezon diyoruz ya, gerçekten ilginç! Bir bakalım 5 puanı silinen ve şu an 2 galibiyet 2 beraberlik ve 3 puanla son sırada yer alan ve bir üstüyle arasındaki puan farkı 17 olan Ionikos mesela… 2 galibiyetinden biri Pana deplasmanı(0-2). Bu sene lige çıkan Aris, tam anlamıyla beraberlikler takımı… Zor yeniliyorlar ama zor kazanıyorlar. Şu an 6. sıradalar ama ne olacağı hiç belli olmaz! (Bu arada herkesten özür dilerim Yunan Ligi’nde 3 takım düşüyormuş, 3 takım çıkıyormuş.-ben 2 diye biliyordum- Geçen sene Levadiakos, Kallithea ve Akratitos düştü, Aris, Ergotelis ve Kerkyra çıktı.) Sezonun ilginçliklerine devam… Bir başka olay ise OFI Crete, Xanthi ve Iraklis takımları… OFI geçen sene averajla ligde kalmıştı bu sene ise 3 büyüklerin ardından dördüncü sırada, fakat puanlarını kendinden küçük takımları yenerek topluyor… AEK, Pana veya Olympiakos ile oynadı mı 3, 4 yiyor yani… Iraklis ve Xanthi ise tam tersi, büyük takımlara kafa tutabiliyorlar, ama ortalama takımlara yeniliyorlar, ayrıca geçen sene ikisi de üst sıralarda bitirmişti(Iraklis:4, Xanthi:6) bu seneye ikisi de kötü başladılar, yeni yeni toparlanıyorlar…

Lig böyle sürüyor, gelelim Yunan Kupası’na… 4.Tur maçları Kasım ayında oynandı ve sürprizlerle doluydu… 2. ve 3. lig takımları, 1.lig takımlarını elediler…

Niki Voloy 2-0 Aris

Yianninna 2-0 Aiegaleo

Chaidari 1-0 AEK

Ilyssiakos 1-0 Atromitos

Bunların dışında diğer birinci lig takımları 5. tura çıktı. 5.Tur maçlarındaki sürprizler de böyle;

Yianninna 2-0 Iraklis

Çeyrek finale çıkan takımlar; Kerkyra, Larissa, Ilyssiakos, Yianninna, Olympiakos, Panathinaikos, Xanthi ve PAOK… Çeyrek finalde maçlar rövanşlı oynanıyor ilk maçlar geçtiğimiz hafta oynandı sonuçlar böyle;

Kerkyra - Larissa : 0-0

PAOK - Panathinaikos : 2-1

Ilyssiakos – Xanthi : 0-2

Yiannina – Olympiakos : 2-0

Bu maçların rövanşları bu hafta oynanacak, Yianninna’ya dikkat!!!

Son olarak Avrupa’da Yunan takımlarının performanslarına bakalım; Avrupa’da Yunanistan şu an iki takım ile temsil ediliyor, Şampiyonlar Ligi’nde grubunu 3. tamamlayıp UEFA’ya düşen AEK, UEFA’da Paris Saint Germain ile karşılaşacak, Olympiakos ise AEK’nın yaptığını yapamayarak grubunda sonuncu oldu ve Avrupa’dan tamamen elendi. Bir diğer Yunan temsilcisi ise Panathinaikos… Onlar da UEFA’ da gruplarından çıkıp bir diğer Fransız takımı Lens ile karşılaşacaklar. İki Yunan takımı da turu geçebilecek güçte…

Yorumlarınızı bekliyorum,şimdilik bu kadar,sağlıcakla kalın…

20.01.2007

River’ın Elleri ve Mazurka

Kusura bakmayın iki aya yakın bir ara vermek zorunda kaldık. Bunda hem benim biraz yoğun olmam hem de zamanın su gibi akıyor olmasının payı var. Hemen bıraktığımız yere dönelim.

Çok sık tekrarlanan ama güzel bir klişedir; “futbolun meyvesi goldür”. Ve bu meyveyi Yeni Dünya’nın güneyindekiler çok daha fazla severler. Onun içindir ki bana göre Latin Amerikalı kaleciler, Avrupalı meslektaşlarına göre çok daha cesur bir seçim yapmışlardır. Onlar, meyve bahçesini koruyan bekçi olmayı ve o bahçenin talan edilişini izlemek isteyen 10 binlerce kişinin düşmanlığını kazanmayı göze alarak, biz eski kıtanın vatandaşlarına göre çok daha kahramandırlar. Tahmin ediyorum ki G. Amerika’daki küçük kaleciler bugün bile Avrupa’daki şanslı miniklere göre daha az imkana sahip bir eğitim sürecinden geçiyorlardır.

Yine de bazı isimler var ki, bütün bu olumsuz şartlara rağmen efsaneleşmeyi başarmışlardır. Bunlardan bugün hatırlayacağımız ilk isim Amadeo Carrizo, ya da “Tarzan” ya da “River’ın Elleri”. Bir önceki yazımızın kahramanı Sepp Maier gibi Carrizo da 20 yılı neredeyse kesintisiz olmak üzere tam 23 sene gibi uzun bir süre boyunca (1945-68) River Plate’in kalesini korumuş ve lakaplarından birinde olduğu gibi klubüyle özleşmiştir. Carrizo, River Plate’in “altın onyılı” olarak adlandırılan 50’lerde kalededir ve River, bu dönemde “Makine” lakabını alan takımıyla 1952-53-55-56 ve 1957’de Arjantin şampiyonluğuna ulaşmıştır. River Plate ayrıca 1.86 boyundaki Carrizo’nun yedek kaleci olduğu 1945 ve 47’sezonlarında da şampiyon olmuştur ama isterseniz bunları saymayalım.

Bu arada Arjantinlilerle ilgili duyduğum en ilginç tanımlamayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Birisi zamanında demiş ki: Arjantinliler; kendilerini İngiliz, yaşadıkları yeri Fransa zanneden, İspanyolca konuşan İtalyanlardır. Maksadım kesinlikle Arjantinlilere hakaret etmek değil, hatta zamanında bir Arjantinli arkadaşıma bunu söylediğim zaman kahkahalar içinde “biraz öyleyizdir” demişti. Peki bu lafı söylemem, işbu yazının bütünlüğü için mutlaka gerekli midir? Hayır.! Ama yazının ilerleyen kısımlarında bir gol atabilmek için bu ortayı şimdiden kesme fırsatını kaçırmak istemedim. Mazur görün efendim...

“Kalede olmayı tercih ettim çünkü onlar oyunu herkesten daha geniş bir bakış açısıyla görebilirler ve takımın güvenliği kaleden başlar. İyi bir kalecisi olan takım daha verimli oynar. En aptal ya da beceriksizin kaleye geçirildiği söylenir (bkz. ilk paragraf). Ama kaleci aynı zamanda takımın da bir oyuncusudur ve onun da görevi topu mümkün olduğu kadar rakip kaleye yaklaştırmaktadır. Ben de bunu yapmaya çalıştım, bazen kavgayla da olsa...”

Farkında mısınız bilmem ama bunlar 1950’lerde oynayan birisi için son derece modern bir felsefe. Nitekim Carrizo da bu felsefeyi yansıtacak bir şekilde, 3 direğin arasından topun oyuna sokulması konusunda daha önce pek görülmemiş işler yapmış. Zaten Carrizo’yla ilgili bulabileceğiniz her yazıda onun öncü ve yeni şeyler deneyen özelliğinden bahsediliyor. Hatta birileri zamanında “eğer kale icat edilmemiş olsaydı, Carrizo onu da yapardı” diye buyurmuş. Örneğin, kalesini korumak için ceza sahası dışına da çıkmayı akıl eden ilk isim olmuş, ya da seyirciler ilk kez onun oynadığı maçlarda hızlı bir degajla takımını kontratağa kaldıran bir kaleci görmüşler. Bazı kaynaklar, Carrizo’nun eldiven giyen ilk kaleci olduğunu bile iddia etmektedir. Kaleciliğin tarihini araştırırken, bu bilgiye ulaşabilmek için hiç abartmıyorum haftalar harcamıştım ama yine de buna hemen atlayamıyorum. İçimde bir şüphe yok değil ama, ben aksini ispatlayana kadar ilk eldivenleri Carrizo giymiştir.

12 Haziran 1926’da Arjantin’in Rufino (ya da Santa Fe) kentinde doğan Amadeo Raul Carrizo, daha 19 yaşını doldurmadan River Plate’in kalesindeki ilk maçına çıkar. Independiante’ye karşı 2-1 kazanılan Mayıs 1945’teki bu maçın ardından 1948 sezonuna kadar yedek kalecidir ve toplam 3 maçta oynar. Ama 1948’den itibaren -sakatlık nedeniyle hiç oynamadığı 1967 yılı hariç- 1969’a kadar River Plate’in 1 numarasıdır. 1968 yılındaki son sezonunda bir maçta iki rekor birden kırar: Arjantin Ligi’nde en çok maça çıkma (513) ve üst üste gol yemeden en uzun geçen maç serisi (8). 1969 ve 70 sezonlarında ise Kolombiya’nın Millionarios takımında oynadıktan sonra 44 (yazıyla KIRKDÖRT) yaşında futbolu bırakır.

“Futbolu bırakmamın üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlen maçlara gittiğim zaman imza dağıtmak zorunda kalıyorum. Beni alkışlayan taraftarları asla unutmayacağım. Onlar bana hiç kötü tezarühatta bulunmadılar, hatalı goller yediğimde bile”.
Ancak klüpler düzeyinde bu kadar saygıdeğer bir performans gösteren Carrizo, milli takımlar düzeyinde bu kadar başarılı değildir. 1954-64 yıllarında sadece 20 kez milli formayı giyebilmiştir. Arjantin zaten 1950 ve 54 Dünya Kupalarına katılmamıştır. 1958’de ise, Almanya, K. İrlanda ve Çekoslovakya ile aynı gruba düşer. Sadece 1 galibiyet alabilen Arjantin’in son maçında Çekoslovakya’ya 6-1 yenilmesi Carrizo’nun Dünya Kupası’na vedasını da beraberinde getirir. 1962 yılında Şili’de yapılan Dünya Kupası’na Carrizo’nun neden katılmadığına dair bir bilgi bulamadım ama o sezon River Plate formasını da sadece 22 kez giymiş olması, sakatlık ihtimalini aklıma getiriyor.

1966 ve 1970 Dünya Kupaları’nda da Arjantin vardır ancak hâlen aktif futbol yaşamını sürdüren Carrizo yoktur. Herhalde Arjantinliler, kendilerini İngiliz zannetmelerine rağmen, Adalılar’ın eski olan her şeye gereğinden fazla değer verme huyunu almamışlar. Yoksa İngiltere’nin 41 yaşındaki Shilton’la İtalya 90’a gitmesi gibi Arjantin de sırasıyla 40 ve 44 yaşında olan Carrizo’yu kadroya alırdı. Veeee işte yazının başında kesmiş olduğum ortayı İngilizlere laf atarak sonuçlandırıyorum. Kusura bakmayın efendim ben de işte böyle kendi çapımda eğleniyorum...

Carrizo’nun milli takımdaki kariyeri çok parlak olmasa bile yine de görkemli bir şekilde sona erer. Yıl 1964, Uluslar Kupası adı verilen organizasyon Brezilya’da yapılmaktadır. Arjantin, ilk iki maçında Portekiz ve İngiltere’yi geçtikten sonra final maçında ev sahibinin karşısına çıkmıştır. Önceki iki maçında gol yemeyen Carrizo, final maçında efsaneleşir ve kurtardığı bir penaltının yanında, o zamanların (ve belki de tüm zamanların) en büyük hücum gücü olan Brezilya’ya da başka geçit şansı vermez. Maçı 3-0 kazanan Arjantin, tarihinin ilk önemli uluslararası kupasını kazanmış olur.

Carrizo için son sözlerimizi söyleyelim. Allah uzun ömürler versin hâlen 80 yaşında olan bu efsanevi kaleci, FIFA tarafından “20. y.y’ın En İyi G. Amerikalı Kalecisi” seçilmiş. Ve Carrizo’nun gölgesi hâlen G. Amerikalı kalecilerin üzerindedir. Bugün bile bir çok kaynak, yakın zamanda futbolu bırakan Paraguay’lı Chilavert ve Kolombiya’lı Higuita’nın, onlar daha 4-5 yaşındayken futbolu bırakan Carrizo’nun stilini yaşattığını yazıyorlar.





G. Amerika kıtasının doğusunu kaplayan iki kocaman ülkenin; Arjantin ve Brezilya’nın arasına sıkışmış minik bir ülkedir Uruguay. Hani nerdeyse bizim İç Anadolu Bölgesi kadar Ama bu küçük ülke, zaman zaman dünyanın daha fazla tanıdığı komşularına garip şekilde kafa tutar. Mesela, belki de en çok tanınan tango olan “La Cumparsita” (düğünlerde çalınan canım), bir Uruguaylı’nın bestesidir. Ya da Uruguay milli takımının 1950 Dünya Kupası’nda, ev sahibi Brezilya’ya attığı façayı hatırlayalım lütfen.

G. Amerika futbolunda Brezilya hep vardır. Uluslararası alanda sambacıların ekürisi ise 20. yy’ın ikinci yarısında giderek güçlenen bir şekilde Arjantin olmuştur, ancak futbolun klasik döneminde Uruguay, Brezilya’ya bile kök söktürmüştür. Ayaktopunun henüz gelişmekte olduğu bu dönemde, Uruguay halkı futbol sevgisini, milli gururla birleştirmiştir. 1930 Dünya Kupası’nın hikayesini bilmeyen var mı? 1924 ve 28 Olimpiyatlarında altın madalyayı kazanan Uruguay, kendisine burun kıvıran diğer ülkelere öyle hırs yapmıştır ki, bütün dünyanın ekonomik bunalım diye inlediği bir dönemde, 1 yıl gibi kısa bir sürede 100,000 kişilik Centenario Stadı’nı inşa etmiştir. Hatta stad, ilk Dünya Kupası’nın başlamasından sadece günler önce tamamlanmıştır. Uruguay, o Dünya Kupası’nın yanı sıra 1950’yi de kazanarak ilk 4 Dünya Kupasının ikisinin Latinlerde kalmasını sağlamıştır.

Ama sonrasında Uruguay futbolu yerini yavaş yavaş Arjantin’e bırakacaktır ve küresel arenadaki son büyük başarısı, 1970 Dünya Kupası’nda olacaktır. Meksika’daki Kupa’da Uruguay, efsanevi Brezilya’ya yarı finalde yenilerek, 4.’lükle yetinecektir. Ve o kupanın en iyi kalecisi, Uruguaylı Ladislao Mazurkiewicz Iglesias seçilecektir.

Soyadına bakarak, ailesinin kökenleri hakkında nokta atışı yapabileceğimiz Mazurkiewicz, 14 Şubat 1945 tarihinde Piriapolis’te doğar. Parmak eklemlerimin sağlığını düşünerek, kendisine buradan sonra bazı yerlerde arkadaşlarının taktığı lakapla hitap etmek istiyorum: Mazurka. Çocukluğunda, basketbolla da ilgilenir ancak, sonrasında futbol aşkı ağır basar. Racing ile gençler liginde dikkat çekmeye başladığında yıl 1962’dir. 1964 yılında ise artık mevcut kalecisi (ve Altıpasta Tekbaşına köşesinin “ismini ilk ve son defa duyacağınız isimler” müzesinin son sakini) Luis Maidana’nın yerine bir yedek arayan o zamanların efsane klubü Penarol, 19 yaşındaki Mazurka’yı transfer eder.

Sonrasında geçen bir yıl boyunca Ladislao, kendisini ispatlamak için bir fırsat bekler ve o fırsat karşısına Nisan 1965’in bir gecesi çıkar. Libertadores Kupası’nın yarı finalinde “kömürcüler” lakaplı Penarol’ün rakibi, Pele’yi de kadrosunda barındıran Brezilya’nın Santos takımıdır. Brezilya’daki ilk maçı Santos 3-2 kazanırken, Penarol maçın yanı sıra Maidana’yı da kaybeder (ya da Mazurka’yı kazanır). Centenarrio’daki rövanşı Penarol 2-1 kazanarak tur atlarken, Mazurkiewicz efsanesinin ilk satırları yazılmaya başlanır. Kömürcüler finalde Arjantin’in Independiente’sine mağlup olsalar da intikam için sadece 1 sene beklerler. Penarol, 1966 yılında sadece Libertadores’i kazanamakla kalmaz, hızını alamayıp Real Madrid’i de yenerek o yılın “Kıtalararası Şampiyon”u olur.

1.79 boyundaki Mazurka, çoğu efsanevi kaleci gibi reflekslerinin yanı sıra, kaledeki güvenli duruşu ve Carrizo’nun izinde giderek topu oyuna hızlı sokmadaki başarısı ile tanınır. Ayrıca, bu yazıyı paylaştığı Carrizo’ya göre uluslararası arenada daha başarılı olmuştur. İlk kez Dünya Kupası’nda boy gösterdiğinde henüz 21 yaşındadır ve yıl 1966’dır. O yılın Uruguay milli takımı Penarol ve ülkenin diğer bir büyük takımı Nacional ağırlıklıdır ve Dünya Kupası’nı bir kez daha kaldırma hayalini kuranlar hiç de az değildir. Ancak Uruguay ve Arjantin, kendi deyimleriyle “futbol tarihinin en büyük hırsızlıklarından birinin kurbanı” olmuşlardır. Elimden geldiği kadar objektif anlatmaya çalışacağım. Çeyrek finallerde ev sahibi İngiltere’nin rakibi Arjantin olurken, Batı Almanya’nın rakibi ise Uruguay’dır. Belki de iki ülke arasındaki nefret tohumlarının ilkinin atıldığı meşhur mücadele olan İngiltere-Arjantin maçına bir Alman hakem atanırken, Batı Almanya-Uruguay maçını ise bir İngilizin yönetmesine karar verilmiştir. G. Amerika’lıların itirazları sonuç vermez ve 23 Temmuz 1966 günü Londra ve Sheffield’de oynanan maçları İngiltere 1-0, Batı Almanya ise 4-0 kazanır. Bu arada Arjantin’in bir, Uruguay’ın ise iki futbolcusu oyundan atılmıştır. Vaziyetin muhakemesini sizlere bırakıp ben yeniden Mazurkiewicz’e döneyim. Mazurka, 1966 Dünya Kupası’nda oynadığı 4 maçta 5 gol yese de (4’ü Batı Almanya’dan, hatırlayalım) özellikle kupanın açılış maçında İngiltere ile 0-0 berabere kalınmasında büyük rol oynamış ve 1966’da İngiltere’nin karşısına çıkıp da gol yemeyen tek kaleci olmuştur. Ama Uruguaylı kalecinin dünyanın en iyi kalecileri arasında girdiği esas turnuva 1970 Dünya Kupası olacaktır.

14 Haziran 1970, Mexico City’nin muhteşem Azteca Stadyumu… 1. Grup’tan lider olarak çıkan Sovyetler Birliği ile 2. Gruptan averajla ikinci çıkan Uruguay karşı karşıya gelecektir. Tüm zamanların en büyüğü Lev Yashin de sahaya çıkar ancak, 41 yaşındaki efsane artık yedek bankındadır. Aynı Yashin’inki gibi kariyerini tepeden tırnağa simsiyah kıyafetleri içerisinde geçiren ve sahaya da böyle çıkan isim ise Mazurka’dır. Sovyetler Birliği 1970 D. K.nın başaltı takımlarından birisidir ve maçın da favorisi olarak gösterilmektedir. Ancak, yakıcı Meksika güneşi altında Mazurkiewicz, 120 dakika boyunca Sovyetler’e geçit vermez ve tam herkes penaltı atışlarına hazırlanırken, Esparrago 116. dakikada maçın tek golünü atıverir. Yarı finalde ise Uruguay, ilk golü atmasına rağmen Brezilya fırtınası karşısında tutunamaz ve 3-1 mağlup olur. Üçüncülük maçında ise Batı Almanlar 4 yıl öncesinin rövanşını vermez ve Uruguay 1-0 yenilerek 4.lükle yetinmek zorunda kalır. Yine da Mazurka, 6 maçta sadece 4 gol yer ve turnuvanın “En İyi Kalecisi” seçilir. İşin ilginci Uruguay, bu altı maçta sadece 4 gol atabilmiştir ve biraz yukarıda bahsettiğim gibi bu, o minik ülkenin uluslararası arenadaki son hatırı sayılır başarısıdır. Uçuk mavi formalı bu ülke, Mazurkiewicz kaledeyken 1974 Dünya Kupası’na da katılır ama sonuç, 3 maçta yenilen 6 gol ve sadece Bulgaristan’a karşı alınan 1-1’lik beraberliğin kurtaramadığı grup sonunculuğudur. Daha sonraları futbol tarihçileri, Uruguay’ın özellikle grup lideri olan Hollanda ile ikinci İsveç’in hızlı futbolunun yanında demode bir oyun oynamaya çalıştığını yazarlar.

Bu arada Mazurkiewicz, Penarol’deki başarılı performansını sürdürmektedir. Takım 1967 ve 68 yıllarında Uruguay şampiyonu olurken Mazurka da 1967 yılındaki toplam 985 dakika (11 maç) boyunca gol yemeyerek bir rekor kırar. Diğer yandan Penarol, Libertadores Kupası’nda 1968 ve 69’da 3., 1970’de ise ikinci olur. Bu Ladislao’nun Penarol’dan 10 yıllık ayrılığının da başlangıcı olur. 1971-74 arasında önce Brezilya’nın Atletico Mineiro takımına gider ve burada kazanılan bir lig şampiyonluğunda büyük katkısı olur. Daha sonra 1974-75 sezonunu İspanya’nın Granada takımında geçirir ve 1975-1980 arasında Kolombiya’nın America de Cali takımında oynar. 1980 yılında Libertadores’te 4. olan takımda Mazurkiewicz oynamış mıdır bulamadım, ama bu tarihin hemen sonrasında Penarol’e döner ve 1981’de emekliye ayrılır. Ancak sonrasında da çeşitli antrenörlük ve danışmanlık görevlerini üstlenerek futboldan kopmaz.

Uzun ve yorucu bir yazının sonuna daha geldik ve bu defa yazıdan çıkış cümleleriyle uğraşmıyorum. Bir dahaki yazıda, kişisel torpilimle 20. yy’da dünyanın olmasa da Avrupa’nın en iyi 20 kalecisi içerisinde yer alan bir kaleciyi hatırlıyoruz. Çok fazla itiraz eden de olmaz sanırım: Toni Schumacher.

17.01.2007

Üsttekiler, Alttakilerle Kaynaşıyor!

La Liga’nın 18. haftası geride kalırken lider Sevilla kendi evinde Mallorca’ya 2-1 kaybetmesine rağmen liderliğini sürdürdü çünkü takipçisi Barcelona da Espanyol’a 3-1 yenildi. Zirve mücadelesi veren bir başka takım olan Real Madrid ise yine zirvedeki rakiplerinden Zaragoza’yı 1-0 mağlup etmeyi başardı. Atletico Madrid ve Valencia da haftanın karlı takımları arasındaydı.

Maç analizlerimize Barcelona derbisinden başlayalım. Barcelona Olimpiyat stadına gelen Espanyol taraftarları kuşkusuz maç sonunda çok mutluydular. En son rakibini 2001-2002 sezonunda 2-0 mağlup eden Espanyol, Barcelona’yı 3-1 mağlup ederken tarihi bir farkı da kaçırdı. Espanyol takımının üç büyük kozu De La Pena, Tamudo ve Luis Garcia oynadıkları futbolla takımlarını galibiyete taşıdılar. Barcelona’da ise böylece dört maçlık deplasmanda kazanamama serisi beşe çıkmış oldu. Bu aralar iyi olduklarını söylemek zor. Barça seyircisi Eto’o bir an önce dönmeli diye sabırsızlanıyorlar. Bu mağlubiyet Rijkaard’ı da fazlasıyla kızdırdı hatta yedek kulübesinin camını bile parçaladı. Biraz da kendisini parçalasa bence iyi eder.

Saviola’nın üç gol attığı maçta Barça, Alaves’i 3-2 mağlup ederek Kral Kupasında tur atladı. Barcelona için bu hafta oynayacakları Gimnastic maçı gerçekten iyi denk gelmiş bir maç. Çünkü bu dönemde oynayacakları Nastic dışındaki tüm takımlar Barça’nın krizini artırıcı etki yapabilirdi.

Pazar günü ise garip bir maç yaşandı. Neden bu kadar isteksiz ve etkisiz olduklarını anlayamadığım Sevilla’lı futbolcular, çok kötü başladıkları maçta hakemin de yardımıyla diyelim bir penaltı golüyle öne de geçtiler ne var ki üzerilerindeki ölü toprağı kalkmak bilmedi ve zor günler geçirip, giderek alt sıralara doğru düşen buna karşın maçın başından itibaren çok arzulu olan Mallorca’ya 2-1 mağlup olarak haftanın en önemli sürprizine imza attılar.

Sevilla’nın bu maçtaki kötü performansının kalıcı olacağı düşüncesinde değilim ancak Adriano, Renato, Navas gibi çok önemli oyuncuların performanslarındaki düşüş de gözden kaçmıyor açıkçası. Eğer bu yıldız isimler toparlanmazlarsa Sevilla için puan kayıpları kaçınılmaz olabilir.

Her zaman Medyanın bir numaralı ilgi odağı olmuş olan Real Madrid, sıklıkla bu tarz günler geçiriyor son yıllarda. Bu tarz günler dediğim Yönetim ile ünlü yıldızlar arasındaki problemler, takımın kötü gidişi ve kovulacak ‘yıldızlar’. Yine böyle günler geçirdiği bir dönemde Real Madrid’in, Zaragoza’yı yenmeyi başarması önemli. Oldukça önemli eksiklikleri bulunmasına rağmen bu maçta Real Madrid, rakibine önemli bir pozisyon dahi vermeden maçı 1-0 kazandı. Yeni transferlerden Higuain hücuma biraz hareketlilik getirmişe benziyor. Özellikle iki kanadın savunucuları konusunda üçüncü isimlerle maça başlamış olmasına rağmen Real Madrid’in, hücum gücü yüksek rakibi karşısında pozisyon vermemesi takdire şayan. Tabi bunda Zaragoza hücumunun da vasatın çok altında olduğu bir günde olması önemli bir rol oynadı.

Yukarıdakiler kaybettikçe Valencia kazanmaya devam etti ve dördüncü sıraya yükseldiği gibi rakipleriyle olan puan farkını da kapattılar. Ard arda yaşadığı sıkıntıların ardından ligin orta sıralarına kadar inen Valencia dört maçtır kazanarak çıktığı Levante karşısında ilk yarıda fazla etkili olamamasına rağmen ikinci yarıda bulduğu üç golle maçı kazanmayı başardı. Aslında bu takımdan, bu oyunculardan daha iyi bir performans beklemiyor değilim.

Bir hafta önce Gimnastic karşısında çok anlamsız iki puan kaybeden ve Barcelona ile Sevilla’nın puan kayıplarını değerlendiremeyen Atletico Madrid ise bu hafta aynı hataya düşmedi. Kendi sahasında ligin en kötülerinden olan ve son haftalarda kazanamayan Celta karşısında Torres’in 2 gol atıp bir de asist yaptığı maçta 3-1’lik galibiyetle puanını 32’ye yükseltti ve hem beşinci sıraya yükseldi hem de liderle arasındaki puan farkını beşe indirmiş oldu. İstikrarlı sonuçlar almayı La Liga’da becermek zordur ama Atletico kadar da istikrarsız olmanın kabullenilir yanı yok. Celta’nın da bir an önce toparlanması lazım yoksa düşme potasına çok yaklaşmış durumdalar bu gidişat onların zor günleri daha da yaşamasına neden olabilir.

Geçen hafta Real Madrid’i 2-0 yenen Deportivo ise toparlanmış görünüyor ve bu hafta da ligin sürpriz ve formda takımı Recreativo karşısında, deplasmanlarda çok başarısız olmak gibi istatistiğe de sahipler, puan almayı başardılar. Osasuna geçtiğimiz hafta ara verdiği yükselişe tekrar başladı bu hafta Betis karşısında. Gol atmak konusunda yaklaşık yedi haftadır çok başarılı olduklarını görüyoruz. Betis’e de tam beş gol atarak maçı kazandılar ve puanlarını 26’ya çıkardılar. Betis ise bu sonuçla büyük hayal kırıklığı yarattı benim için.

Santander, Sociedad’ı Garay’ın son dakika golüyle yenerek çok önemli bir galibiyet elde etti. Santander böylece 24 puana yükseldi ve şu an için bir alt sıra takımı olmaktan çok orta sıra takımı konumuna gelmiş oldu. Son dört maçında on puan alan Athletic ise önemli pozisyonlar harcadığı ve Yeste ile penaltı da kaçırdığı maçta Villarreal’e 1-0 mağlup oldu. Villarreal’de üç haftadır süren mağlubiyet serisini böylece durdurmuş oldu. Lige iyi başlayan daha sonra ise bir düşüş yaşayan ancak birkaç haftadır toparlanmış görünen Getafe ise lig sonuncusu Nastic’i deplasmanda 3-1 yenerek bu sezon ilk kez üç golü bir arada görmüş oldu. Nastic ise 54 yıl sonra yükseldiği La Liga’da fazla uzun ömürlü olamayacak.

Haftanın Onbirine de göz atalım. Kalede Villarreal’in galibiyetinde önemli pay sahibi olan Uruguay’lı kaleci Sebastian Viera var. Savunmanın sağında ve göbeğinde iki Mallorca’lı olacak. Varela ve Nunes. Göbekteki diğer savunmacı ise Real Madrid savunmasını toparlayan Ivan Helguera. Savunmanın solunda ise Osasuna’dan Enrique Corrales var. Orta sahada ise aslında hücumcu da sayabileceğimiz Barça’yı deviren isimlerden Luis Garcia ile bir başka Espanyol’lu De La Pena bulunuyor. Valencia’da bu sezon belki de en başarılı isim olarak dikkat çeken 20 yaşındaki David Silva orta sahadaki bir başka isim. Getafe’li Guiza’yı da orta sahanın soluna yerleştirdik. Forvetler ise bu hafta ikişer gol atan Osasuna’lı Roberto Soldado ve Atletico Madrid’den Fernando Torres.

13.01.2007

Açın Yolu, Şampiyonların Şampiyonu Geliyor

ncelikle yazı biraz gecikmeli oldu, ondan dolayı özür dilerim. Güzelim Portekiz Ligi'nde ikinci devre başlıyor, önümüze biraz bakalım. Aslında ilk yarı tam olarak bitmemişti. 14'er maç oynandı ve geriye 16 maç kaldı. Ligi daha iyi inceleyebilmek için üç bölüme ayıracağım: Şampiyonluk mücadelesi, UEFA mücadelesi ve küme düşmeme hattı. (not: ilk üçe şampiyonlar ligi'ne, 4-5 ve kupa şampiyonu uefa'ya kalıyor, iki takım düşüyor)

Önce yukarı üçlüye bakalım. Önceki yazıda üç büyüklerin Avrupa Kupası iddialarını yakından incelemiştik. Beni en büyük hayalkırıklığına uğratan Sporting Lisbon oldu. Grubu sonuncu bitirdiler ve evlerinde kaldılar. Beklediğim üzere, Porto ŞL'ye, Benfica da UEFA Cup'a devam edecek. Bu üçlünün ligdeki durumlarına bakalım. En son bıraktığımızda Porto ile Spl arasında iki puan vardı, arka taraf kopmuştu. Porto'nun ligi koparacağını iddia etmiştim. Porto son yedi lig maçını kazanırken, Spl ezeli rakibi Benfica'ya evinde kaybederek beş puan geride kaldı. Kalan haftalarda Spl'nin daha fazla yaklaşması çok büyük sürpriz olur. Üçüncü sıradaki Benfica, Spl'nin üç puan gerisinde. Çok iyi bir seri yakaladılar, rakiplerinin puan kaybetmesiyle kendilerini çok rahat bir yerde buldular. Önceki yazıdaki iddiamı sürdürüyorum: Porto, çok rahat şampiyonluğa gider, ligin sonlarında çok heyecanlı bir ikincilik mücadelesi izleriz. Porto, Şampiyonlar Ligi ikinci turunda kupanın en büyük favorilerinden Chelsea'yle eşleşti. Chelsea tabi ki turun favorisi ama Porto çok basit bir rakip değil. İlginç bir eşleşme olacak. Benfica, UEFA Cup'ta Beşiktaş'ı geçen ekiplerden Dinamo Bükreş ile eşleşti. Güç dengesi bakımından Benfica'nın oldukça avantajlı olduğunu düşünüyorum. Sonraki turda, AEK-PSG galibiyle eşleşecekler. Bu dörtlü arasında Benfica çeyrek finale en yakın olanı ama futbol bu, belli olmaz...

Gelelim UEFA mücadelesine. Sekiz takımı sadece yedi puan ayırıyor. Yani, bu mücadelede çok takım yer alıyor. Bunların arasında en üstteki Braga. Braga, son maçlarda düşüşe geçmeseydi üst grupta yer alacaktı ama o kadar kaliteli değiller. Hemen arkalarında Maritimo var. İnişli-çıkışlı performansları güven vermiyor. Leiria, Nacional, Belenenses, Naval, Paços Ferreira ve Boavista sıralanıyor. Bunların hepsi istikrarsız takımlar. Şahsen, Braga ve Belenenses'in daha kaliteli ekipler olduklarını düşünüyorum. Belki Nacional'in de şansı olabilir. Diğer taraftan; beklediğim üzere Braga, UEFA Cup'ta grubundan çıkmayı başardı. Parma isimli İtalya'dan gelen oldukça sert bir taşa çarptılar. Kalite olarak Parma'yla boy ölçüşmeleri mümkün değil. Parma da çok şanslı bir kura çekti. Sonraki turda, Feyenoord-Tottenham galibi geleceğinden ikisinin de çeyrek finali imkansız gibi görünüyor.

Aşağıda dört takım var. Academica yukarda, düşmeleri zor. Ama; ekonomik sıkıntılar ciddi. Setubal, Aves ve Beira-Mar son üçlü. Setubal, kalite olarak diğer ikisinden daha üstün. Academica dibe inmez ise, Aves ve Beira-Mar ikinci lige yollanırlar...

Portekiz Ligi'nde sonlara doğru ikincilik ve beşincilik mücadeleleri kızışacak gibi. Zevkle takip etmeye devam. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere...