İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

26.10.2007

Premiership Aldatmacası

Uzun bir süreden sonra yine merhaba.Bu yazımda bizim basınımızda da pek çok kere döndürülen en iyi lig İngiltere; en başarılı lig orası alemin kralı orası gibi boş yersiz iddaaların kökünü kazımaya çalışacağım.


Varan 1:Dünyanın en iyi ligi

         Hiç kimsenin futbol zevkine dil uzatmaya hakkımız yok tabii ki ama bu olaya da bir el atmak lazım.Neye göre dünyanın en iyi ligi.Başarılar mı tribünler mi oyuncular mı?Başarılarda başlayalım.Hangi başarılardan söz edeceğiz.Tabii ki Internasyonel başarılardan yoksa milletin Fa Cup’ı Carling Cup’ı umurumda değil en azından konumuzun içeriğinde değil.

         İlk önce Milli Takımlar bazında ele alalım efendime söyleyeyim Bu Brit milli takımının başarıları nelerdir.Benim bildiğim bir Dünya Kupaları vardır adam akıllı milli takımları ne yazık ki her zaman hayal kırıklığının ötesine gidememiştir.Son on yılda yaptıkları tek şey paso penaltıdan elenmektir.Oyunları da hiçbir şey vaat edememektedir.Ki böyle giderse Euro 2008 dışında kalmaları muhtemeldir.

         Ha derseniz ya birader İspanya Milli takımı da hırt bir takım şimdi orası da mı kötü diye o zaman size kapı gibi Şampiyonlar Ligi dosyasını açarım.

         Bu güne kadar Kupa 1 ve Şampiyonlar Liginde İngiliz takımları dokuz kez kupayı kaldırma başarısı göstermiş.Peki elde edilen en yüksek başarı bu mu asla.Şu yıla kadar İtalyanlar 11 kez İspanyollar da 11 kez kazanmışlar.En çok Şampiyonlar Ligi kupası kaldıran Liverpool kupanın düzenlendiği 52 yıldır beş kupa kazanabilmişken Milan kaptanı Paolo Maldini bu başarıyı 23 senede elde etmiştir.

         UEFA kupasında da İtalyanlara karşı bir eksiklikleri söz konusu 1971 den beri düzenlenen turnuvayı İngilizler altı kez kazanmış buna karşın İtalyanlar dokuz kez gülmüşler.Demek ki bu yönden Avrupa’nın en iyisi değiller.Bu konuda en iyiler İtalyanlar ve İspanyollardır.

         Yayın hakları muhabbetine gelecek olursak o muhabbet de bir nevi okkalı şişirmedir.İngiliz futbolunu Güney Asyalı futboldan anlamaz insanlar ve Amerikalı Georgelar izlemektedir.Bir de bizim gibi efendi adam akıllı bir ligi olmayanlar.Bir Alman bir İspanyol veyahut bir İtalyan’a Premiership’i biraz zor izletirsiniz.


Varan 2:En iyi stadyumlar en iyi taraftarlar

         Stadyumlar konusunda İtalyanları katladıkları aşikar.Seyirci sayısı bakımından da öyle ancak taraftar grupları konusunda özellikle İtalyanlar Britleri katlar.İngiliz futbolunun kavga çıkarmak dışında faydalı bilinen bir grubu ne yazık ki yoktur(KOP’u tenzih ederim)Bir ton kırmızı suratlı yaşlı kalantor İngiliz gelir oturur Citizen Kane’i seyreder gibi seyreder arada oo aaaaa gibi sesler çıkarır sonra Rover marka arabasına biner ve gider.İtalya’da ise durum farklıdır.Stada grup halinde gidilir.Stada yerleşilir ve her biri bir sanat eseri olan Koreografiler uygulanır. Brigate Rossonere Fossa Dei Leoni Boys San gibi gruplar bu işlerin piridirler.Bu İngiliz tribünlerinde takıma karşı beyaz mendil sallayıp memnuniyetsizliğini dile getirmek gibi adetler ne yazık ki yaygınlaşmamıştır.

         İngilizler neyi becerir:Gidip el memleketlerinde içip azıp dayak yemeyi.Kaç kereler olmuştur İstanbul’da Torino’da hatta Moskova’da dayak yedikleri.


Varan 3:En iyi oyuncular.

         İşin burada biraz teknik kısmına girmeye çalışıp madde madde size özetlemeye çalışacağım.

-İngiltere Liginde oynayan çoğu futbolcunun teknik kapasitesi İtalya ve İspanya’dakilere göre düşüktür.Bacak arasından iki top geçirmek değişik hareketler ve maymunluklar yapmak teknik bir oyuncu olmak değildir.Bu oyuncuların top kontrollerinde de dikkat edilebileceği gibi çoğu Britanyalı oyuncunun top kontrolü oldukça berbattır.John O’Shea gibi bir odun ligin şampiyon takımında hala yer alabilmektedir.

-Fizik güçleri ve kondisyonları İspanyollara göre zaman zaman yüksek olsa da İtalyanların kondisyonuyla aralarında pek bir fark yoktur.Fizik güç bakımında biraz artıları olsa da oyunun sertliği bakımından İtalya’nın yanından geçemezler.

-Ligde ataklar genel olarak hayvan gibi koşan sprinter oyuncuların kanatlardan gelip orta açmasıyla soba borusu gibi sırıkların(Bkz:Crouch)topa kafa atabilmeleriyle ilgilidir.Takımların ortadan delme girişimleri çok nadir görülür.

-Hakemleri de pek ahım şahım değildir.Bazı hakemlerinin dünya kupası maçında bir oyuncuya üç sarı kart gösterdiği(Graham Poll)bazılarının da neredeyse arka filelere değen topu gol olarak saymadığı görülmüştür(Mike Riley)İtalyan futbolu hakemleri pek böyle hatalar yapmaz onların skandalları genelde başka türlüdür.

-İtalya’da futbol kirlidir ama İngiltere de de sütten çıkmış ak kaşık değildir.Ligin son haftasında bir takımın bütün oyuncularının yemekten zehirlenmesi ve oynayamaması buna karşın da bir alt sıradaki takımın kendi maçını kazanarak bu zehirlenmeden mağdur olan takımın yerini alması ne büyük bir tesadüftür.

-İngiltere dışına çıkıp İtalya’ya gelen futbolcuların Rezil-Rüsva olmaları da ayrı bir efsanedir.Ne yazık ki çoğu İngiliz futbolcunun ada dışı serüveni trajedi ile sona ermiş bu İngiliz bebeleri de paşa paşa geri dönmüştür.Aynı dönemler sonra İngiltere’ye giden Zola ise İngiltere’de vezir olmuştur,dışarıda rezil olan İngiliz futbolcular inadına.Son zamanda tam tersi bir Shevcenko olayı olmuş fakat ne kadar enteresandır ki önemli bir oyuncusunu satan Milan kulübü o yıl sonunda Şampiyonlar Ligi kupasını yarı finale kalan üç İngiliz’e rağmen çizmeye getirmiştir.

-Eğer bu ligin en iyi futbolcusu Cristiano Ronaldo ise bu ligin konuşulmaya değer bir yönü yoktur.Ha sorarsanız bu ligin en iyi oyuncusu kimdir diye size Steven Gerrard cevabını yapıştırırım.Her ne kadar İngiliz ligini sevmesem de kendisine saygım sonsuzdur.


Not:Bu yazının altına lütfen hiç kimse Cristiano Ronaldo övme yorumu eklemesin.Kendisine özel bir hiciv yazısı bile yazabilirim.

21.10.2007

Bir Milli Maç Sonrası

Bir milli maç arasını daha geride bıraktık. Kimse kimseyi öldürmeden, basın toplantısında kavga olmadan atlattık bu maçları bunun için sevinçliyim. Aslında birçok ülkeye göre çok şanslıyız. Milli(yoksa Kazım Kanat gibi ulusal mı desem?) maç aralarımız çok zevkli geçiyor. Birbirine hareket çekenler, küsmeler, gergin suratlar, çocuk gibi kızmalar, basın toplantısından sinirlenerek gitmeler ve bunun gibi birçok olay. Düşünebiliyor musunuz; spor yazarları bir futbolcu için pankart yaptırıyor. Hangi ülkede var bu?

Sapla samanı birbirine karıştırmada, elma ile armutları bir araya getirmede üstümüze yok! Doğu kültüründen olsa gerek sadece konuşuyoruz. Hiçbir şey yapmıyoruz. Sadece futbolda değil yanlış anlamayın. Çorum kadar bir Ermenistan toplasan nüfusu 5 milyon bile değildir; Amerika’da soykırım tasarısını geçirebilirken biz konuşuyoruz. “yapmadık, olmadı, tarihçilere bırakalım” ama sadece konuşuyoruz. Mahallenin devamlı topu, bisikleti alınan dayak yiyen sümüklü ve ağlak çocuğu gibiyiz. Amerikalılar’ın dediği gibi looser’ız sanırım. Ve bu haleti ruhiyattan çok memnunuz. Looser olunca gazetelerimiz çok satıyor, yazarlarımız çok okunuyor. Biz daha bir fazla konuşuyoruz.

Futbolda da aynı; Fatih Terim’in sistemi yerine kızının ilişkisi konuşuluyor. Kimse demiyor ama “abi sana ne!” Ya kız gelmiş 20 yaşına yaşar yaşamaz sana ne? Bakın bende daldım buna! Üstelik bunu diyen kişi TSYD eski başkanı. Arkadaşlar sizde sürünün forumlarda yazı yazacağız diye! Her neyse artık futbola bağlamalıyız sanırım.

Ne oldu bize? Neredeydik? Nerelere geldik? Bir İmparator’umuz vardı onu da mı yitirdik? Fatih Terim’e ne oldu? Peki; Fatih Terim ne yapsın? Bunlara geçmeden önce şunu hatırlatmak isterim ey millet! Bundan 10 sene kadar önce, evet evet sadece 10 sene önceye kadar Türkiye’nin yeri 5.torbaydı. EuroXX’ler, World Cup’lar bize çok uzaktı. Ne zaman havalandık? Sanki tüm dünya kupalarına katılmışız da ilk defa bu şampiyonayı kaçıracakmışız gibi davranıyoruz. Biz bu kadarız beyler bunu bir kavrarsak her şey daha güzel olacak. Yerini bilmek, büyürken küçülmek gibi tabirleri iyi harmanlamamız gerekiyor. Bu ligden savunma oyuncusu çıkmıyor. Sebebini sorgulayan var mı? Ya da medyada tartışan var mı? Nasıl çıkartalım? Şöyle yapalım diyen var mı? Sen bir takımın başındaki hocayı devamlı tartışırsan hoca bu takıma ne verebilir? Devamlı koltuğunu düşünürse bir oyuncuyu ne kadar geliştirebilir?

Gelin hep beraber gözümüzün önünde duran Beşiktaş’a bakalım. Lucescu gittiğinden beri gelenleri düşünün. Del Bosque, Rıza Çalımbay, Jean Tigana ve Ertuğrul Sağlam. Bu dört adamın ortak özellikleri savunma hatlarında hepsinin Gökhan ve İbrahim ikilisi ile oynamaları oldu. Araya bir Çağdaş Atan ve Adem Dursun felaketleri girdi ama onları saymazsak iyi olur! Peki; Gökhan neden hala yıldız adayı genç oyuncu? Geleceğin yıldızı dediğimiz adam 26 yaşına geldi bu arada bunu kaçırdık. Servet? Rio Ferdinand naraları ile ortaya çıktı. Sonucu yazmama gerek yok sanırım. Shevcehnko faciaları ile hatırlanıyor. O da hala geleceğin yıldız adayı!

Kısaca öncelikle sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor. Sorunu “önce teknik direktör”den “önce futbolcuya” çevirmemiz gerekiyor. Adama bu formaların ağırlığını hissettirmemiz gerekiyor. Bunu da yıllarca çalışan Alex Ferguson, Arsene Wenger’ler yapabiliyor. Samet Aybaba çok iyi kurduğu bir kadroyu 2.hafta da bıraktı. Hatta kaçtı. Orada oynayacak genç bir savunma oyuncusuna bu kısa sürede ne katabilirdi? Ya da yerine gelen Saffet Susiç koltuğunu düşünürken ne öğretebilir? Ve biz bu şekilde bir futbol ekolü oluşturmaya çalışıyoruz.

Hadi şimdi vurun Fatih Terim’e! Hatta vuralım, bende yapıyorum. Vurun Ertuğrul Sağlam’a! Ya da diğerlerine! Kabul ediyorum, Fatih Terim’in hiç mi hatası yok? Mutlaka var. Güvendiği adamı ne olursa olsun –hatta ve hatta yaptığı ahlaksızlığa rağmen- her zaman takımına alıyor; güvenmediği adamı ise göstermelik alsa bile yanında oturtuyor. Evet, en büyük özelliği takım yaratmak olan, ileride çok iyi pres yaptırmak olan Fatih Terim’i bile öyle bir hale getirdik ki; adam medya ile kavga etmekten, kadroyu da medya ile hesaplaşmak amaçlı kurmaktan kendini yitirdi. Dünya çapında diyebileceğimiz 3’ü apoletli 4 hocamız var. Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş ve Ersun Yanal. Ve bu dördü saçma sapan kulüpçülükten, federasyonun kavgalarından, medyanın şuursuzca baskısından hiçbir kulübümüzü çalıştırmıyor. İkisi dışarıda, biri boşta, diğeri kaçmak üzere ve bu dört hocaya biraz sabredebilsek ligimize neler katabileceklerini hiçbir zaman konuşamıyoruz. Tek düşündüğümüz kendi istediklerimizi neden oynatmadıkları. Bir de Emre’nin Fatih Terim’in kızı ile ilişkisi! Emin olun dördünden biri Gökhan Zan’a geriden gelen adamı kimin tutacağını bilmesi gerektiğini öğretebilir, ya da Servet’e çift dalmanın kırmızı kart olduğunu! Ya da İbrahim Üzülmez’e “sen Beşiktaş’dasın ama burada oynayabilmen için iyi orta yapman gerekli! İdmandan sonra yarım saat çalış” diyebilir.

Çok sevdiğim bir reklam var. “Geçen maç bitti. Uzaktan ufak tefek esmer kavruk bir tip! Kim? Pele! Yok artık! Bizde abarttık” diyor. İşte o adamın genel versiyonuyuz. Brezilya, Almanya, İtalya, Arjantin değiliz biz. Bundan önce birçok turnuvaya gidemedik, buna da gidemeyebiliriz. Ve bu sefer gidememek için öncekilere göre çok daha fazla sebebimiz var.

6.10.2007

Ada Sahillerinde Bir İspanyol

Madrid halkının takımı Atlético Madrid’de yıldızı parlayan, Vicente Calderón’da esmeye başlayan El Niño’nun yeni rotası Anfield Road. 40 milyon Euro karşılığında Liverpool’un yolunu tutan Torres, bakalım Premiership’te de esmeye devam edebilecek mi?

20 Mart 1984’te İspanya’nın başkenti Madrid’de dünyaya gelen Fernando José Torres Sanz’ın küçükken en büyük eğlencesi babasıyla birlikte gittiği, Galica kentine bağlı küçük bir kasaba olan Gastrar'da futbol oynamaktı. Daha 5 yaşındayken ilk takımı olan Parque’84 ile idmanlara çıkmaya başlayan Torres’in, 19 yaşına geldiğinde kaptanı olacağı Atlético Madrid’e olan sevgisi ise büyükbabasıyla yaptığı uzun sohbetlerle başladı. 9 yaşındayken babasıyla birlikte Atlético Madrid’in Kupa Müzesi’ne gittiklerinde ışıl ışıl parlayan kupalara hayranlıkla bakarken, belki de bu müzede bir gün kendi adına bir şeyler görmenin hayalini bile kuramıyordu.

Parque’84 takımının ardından bir süre de, komşularının lokantasının sponsorluğunu yaptığı Mario’s Holland adlı kulüpte forma giyen Torres, hayallerini süsleyen kulüp Atlético Madrid’in küçükler takımına katıldığında henüz 11 yaşındaydı. Buradaki ilk antrenörü Manolo Rangel'in kendisi için çok önemli olduğunu vurgulayan Torres, “Manolo’nun antrenmanları oyun gibiydi. Bu şekilde hem bir şeyler öğreniyor, hem de eğleniyorduk. O’nun sayesinde futbolu daha da çok sevdim.” diyor.

Torres, 12 yaşına geldiğinde ise Atlético Madrid’in Genç B takımına seçildi. Burada kendinden yaşça büyükler arasında gösterdiği yüksek performans sayesinde, bir sezon sonra Genç A takımda forma şansı buldu. 1998 yılında Atlético’nun 15 yaş altı takımıyla, dünyanın önde gelen futbol kulüplerinin de genç takımlarının dâhil olduğu Nike Cup turnuvasına katıldı. Atlético Madrid’in kazandığı bu turnuvada, Torres gol kralı oldu ve yaş grubu içinde Avrupa’nın en iyi futbolcusu seçildi.

Atlético ile profesyonel kontratını 1999 yılında imzaladı. Ancak 2000 yılında ayağından geçirdiği sakatlık, sezon başında takımda forma bulamamasına sebep oldu. İyileştiği gibi İspanya 16 yaş altı Milli Takımı’yla, İspanya’nın şampiyonluğuyla sonlanan Avrupa Kupası’na katıldı. Yeni iyileşmesine rağmen bu kupanın da en golcü futbolcusuydu ve en iyi oyuncusu seçildi.

Hayallerini süsleyen Atlético Madrid A Takımı’nın formasını giydiğinde ise, 2000-2001 sezonunun sonuna yaklaşılmıştı. El Calderón’un büyülü atmosferinde Leganés’e karşı forma şansı bulduğunda henüz 16 yaşındaydı ve böylece takım tarihindeki en genç oyuncu oldu. Bir hafta sonra da, Albacete maçında ilk golünü kaydetti ancak Atlético, o sezon sadece tek golle La Liga’ya çıkma şansını kaybettiği için, futbol tutkunları Torres’in neye benzediğini bir sezon daha öğrenemediler.

Atlético Madrid’in La Liga’daki ilk sezonunda 13 gol atan Torres, özellikle Barcelona ve Deportivo La Coruna maçlarındaki hızlı ataklarıyla, büyük ilgi topladı. Takımın La Liga’daki ikinci sezonunda da 19 gol atan genç futbolcu, o günden beri takımın en golcü ismiydi.

Torres, İspanyol milli takımının her yaş sınıfında oynadıktan sonra, 2003 yılında Portekiz’e karşı A Milli formayı giydi. Euro 2004’te ve özellikle 2006 Dünya Kupası’nda maçın kaderini değiştiren goller atmasına rağmen, İspanya milli takım teknik direktörü Luis Aragonés, Torres’in topla ilk buluşmasında ve son vuruşlarında eksikleri olduğunu düşünüyor.

Her fırsatta Atlético Madrid’in Raul’u olmak istediğini söyleyen ve verdiği iddialı demeçlerle Atlético taraftarının kalbini hoş eden Torres, 2005 yılında oynanan Barcelona-Atlético Madrid maçından iki gün önce “Bence Barcelona açık ara şampiyon olur.” demiş ve büyük tepki toplamıştı. Özel hayatında da koyu bir Atlético taraftarı olduğunu bildikleri futbolcularından böyle bir laf duymak, taraftarı oldukça sinirlendirmişti. Ancak Camp Nou’da “Açık ara şampiyon olur” dediği Barcelona’ya 1. ve 90. dakikada gol atarak taraftarın gönlünü almayı başaran Torres, böylece ezeli rakipleri Real Madrid’e de sezonun en büyük kıyağını yapmış oldu.

Atlético Madrid’in zor günler yaşadığı geçtiğimiz sezon ise, Chelsea’nin yaptığı çok cazip teklifi geri çeviren Torres, düzenlediği basın toplantısında; “Bu kulübe çok şey borçluyum. Takımın ve taraftarın bana bu kadar ihtiyacı varken hiçbir yere gidemem.” diyerek Atlético’nun kendisi için önemini bir kez daha vurgulamıştı. Ancak bu laflar İngiliz futbol kulüplerini hiç etkilememiş olsa gerek ki, Torres’in peşini bırakmadılar. Başta Liverpool, Manchester United, Chelsea ve Arsenal’in bulunduğu dünyanın önde gelen kulüpleri, genç yıldıza birbirinden cazip teklifler götürerek adeta aralarında yarıştılar. Kazanan takım ise, Luis Garcia + 30 milyon Euro denklemiyle tarihinin en pahalı transferini yapan Liverpool oldu.

Aslında başlarda, Atlético Madrid camiasının, kendi eliyle büyüttüğü Torres’i başka kulüplere kaptırmaya niyeti yok gibiydi. Kulüp başkanı Enrique Cerezo transfer haberlerini ısrarla yalanlıyor ve ekliyordu: “Fernando’nun gitmek gibi bir niyeti varsa kendi bilir. Biz takımızı güçlendirmekle meşgulüz. Ayrıca transferi bırakın, Liverpool’dan veya başka bir kulüpten, Fernando’yla ilgili teklif dâhi almadık.”

Ancak geçtiğimiz Haziran ayında Forlan’ın Atletico Madrid’le anlaşması, Torres’in gitmesinin kesinleştiğine dair bir işaretti. Zaten çok geçmeden Torres’i de, elinde tuttuğu 9 numaralı kırmızı formayla objektiflere poz verirken gördük. Torres, Liverpool’a transferiyle ilgili yaptığı açıklamada, Teklifi aldıktan sonra kulübümle de görüştüm, fakat son kararı kendim verdim. Zor bir karardı ama benim için çok büyük bir adım. Reddedilmesi zor bir teklifti. Kalbim her zaman Atlético ile birlikte” dedi.

Son günlerde çıkan haberlere göre, Torres’in kulüpten ayrılmasına tepkili bir grup Atlético taraftarı, Madrid sokaklarında kulübü gösterilerle protesto ediyormuş. Duyumlarıma göre ise, benzer şekilde Liverpool’lu kızlar da, takımlarının antrenman yaptığı tesislerin çevresinde Atlético taraftarlarınınkinden biraz daha farklı ancak daha ilgi çekici gösteriler yapmakla meşgullermiş.

Torres’le vites arttıran Liverpool’un, zorlu Premiership yarışındaki performansı ne olacak hep beraber göreceğiz.

Futbol Extra dergisi 2007/09 Sayı: 30'da yayınlanmıştır.