İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

30.03.2008

Antonio “Beş Kupa” Carbajal

Yıl 1950, günlerden 24 Haziran. İlk 3 Dünya Kupası’nda şampiyon olmayı başaramayan Brezilya, bu defa kendi evinde oynanacak kupayı kesin kazanmak istiyor ve 1950 Dünya Kupası’nın açılış maçında rakip Meksika. Efsanevi Maracana stadı hıncahınç dolu. Meksika’nın daha 21 yaşındaki kalecisi kimsenin umurunda değil, ilk kurtarışını yaptıktan sonra adeti olduğu üzere topu öpmesi de pek heyecan yaratmıyor. Herkes Brezilya’nın gollerini ve galibiyetini bekliyor. Meksikalı genç kaleci, dalga dalga gelen Brezilya akınlarına en fazla 30 dakika dayanabiliyor. Sonrasında topu ağlardan 3 kere daha çıkarıyor ve maçı Brezilya 4-0 kazanıyor.

Onaltı yıl sonra bu defa bir başka mabetteyiz. 19 Temmuz 1966, Wembley, Londra. Bu defa ateşli Latinlerin yerine çoğunluğu İngiliz 61,000 kişi, Uruguay ile Meksika arasında oynanan 1. grup son maçı için tribünlerde. Belki bu seyirci 0-0 biten ve Uruguay’ı, İngiltere’nin ardından grup ikincisi olarak çeyrek finale taşıyacak maçta gol göremiyorlar ama maçın bitiminin ardından artık efsane olmuş ve iki takım oyuncuları tarafından omuzlarda taşınan Meksika kalecisini ayakta alkışlıyorlar.

O kaleci bugün 78 yaşında ve CONCACAF’ta 20. Yüzyılın En İyi Kalecisi Ünvanı’nın ve FIFA’nın Onur Ödülünün sahibi. Hâlen Meksika’da futbol denince akla gelen ilk 10 isimden birisi ve kaleci denince de 100 yıla yakın devam eden bir zincirin en parlak halkası. Huzurlarınızda Antonio Felix "Tota" Carbajal Rodríguez.

Başkent Mexico City’de 7 Temmuz (bazı kaynaklara göre de Haziran) 1929 günü doğar Antonio Carbajal. O bir Latin Amerikalıdır ve doğal olarak futbolu sever. Aslında hayali kalecilik değildir ama en az ayakkabı bu mevkide parçalandığı için biraz da “fakirliğin gözü körolsun” serzenişiyle geçer kaleye. Önce mahallesinde kalecidir sonra da Oviedo minik takımında oynamaya başlar. Henüz 13 yaşındayken ise Espana klubünün genç takımında oynamak için bir fırsat yakalar. Ancak aynı zamanda çalışması da gerekmektedir ve bir cam işleme fabrikasında iş bulur. Yine de patronunun fırçalarına rağmen futbola da devam eder ve Espana Genç’in kalesini diğer 5 adayın elinden alıverir. O zamanlar Maracana’da başlayıp, Wembley’de sona erecek bir efsanenin kahramanı olacağını biliyor muydu, pek sanmam.

Carbajal’in klüp kariyeri profesyonel oluşundan sonra çok kolay da ondan öncesi gene İspanyolca olan çeşitli kaynakların birbirine uydurulmaya çalışılması nedeniyle bir hayli çetrefilli. Bazı yerlerde 1946-1948 yılları arasında Santa Maria de la Riberia isimli bir takımda oynadığı yazıyor ama çoğunluk profesyonel kariyerini 1948 yılında Espana A takımıyla başlattığına göre Santa Maria da bir başka genç ya da amatör takım olabilir. Her neyse, 1948 yılında Carbajal, o zaman ülkenin en zengin takımı olan Club America’da deneme antremanlarına çıkar ancak beğenilmemesi üzerinde Espana’ya dönerek profesyonel olur. Ancak efsane kaleci daha önce, aynı yıl Londra’da yapılan Olimpiyatlara katılacak Milli Takıma seçilecektir. İlk turda Meksika, o zamanlar hâlen tek parça olan Kore’ye 5-3 yenilerek evine döner ve o maçta da Carbajal yedek bankındadır. Lüzumsuz bilgi: Türkiye ise o turnuvada ilk turda Çin’i 4-0 yendikten sonra, ikinci turda Yugoslavya’ya 3-1 yenilerek eve döner.

Ne diyorduk? Carbajal, Meksika Milli Takımı’nın yedek kalecisidir ve büyük ihtimalle 1950 Dünya Kupası’nı da bu şekilde geçirecektir. Ancak, bir şekilde Maracana’ya çıkan isim, maçtan sadece 4 hafta önce İspanya’ya karşı oynanan iki hazırlık maçında kaleyi korumuş olan Raul Cordoba değil, Carbajal olur. Bir kaynağa göre Carbajal bu hikayeyi şu şekilde anlatmaktadır; Cordoba, İtalya’yla oynanacak olan hazırlık maçından önceki gece feci bir kabus görür ve maçta oynamak istemez. Kendisi ise bu şansı iyi kullanır ve Meksika kalesini devralır. Ama gelin görün ki, arşivlerde Meksika ile İtalya arasında böyle bir hazırlık maçı yok. Carbajal, İspanya’yı İtalya’yla mı karıştırıyor desek, arşivler her iki İspanya maçında da Cordoba’nın oynadığını yazıyor. Daha fazla kurcalamayalım….

Carbajal, beş Dünya Kupası’nda oynayan ilk isim olarak efsaneleşir ve hatta “Beş Kupa” onun lakabı olur. Bugüne kadar bu başarıya sadece Alman Lothar Matthaus ulaşabildi. Ancak Carbajal’in Dünya Kupası kariyerinin çok parlak olduğu söylenemez. Tabi bunda Meksika Milli Takımı’nın o zamanlar çok da güçlü olmamasının etkisi büyük olmalı. Aslında Meksika, Fransa’yla tarihin ilk Dünya Kupası’nı maçını oynayan takımdır ancak daha sonra 1934 ve 1938’I pas geçer. 1950’den sonra ise Dünya Kupası’nın gedikli ülkelerinden birisi olunacaktır ama ilk galibiyet, 1930’daki Fransa maçından 13 maç ve 32 sene sonra gelecektir Meksika, 1950, 1954 ve 1958 Dünya Kupaları’nda oynadığı toplam 8maçta sadece 1 beraberlik alabilir ve toplam 26 gol yer. Carbajal ise, bu 8 maçın 7’inde oynar ve 26 golün 21’ini kalesinde görür. İlk galibiyet, 1962 Dünya Kupası’ndaki son grup maçında Çekoslovakya’ya karşı alınır. Bu turnuvada da 3 maç boyunca Carbajal Milli Takımın kalecisidir ve 4 tane daha yiyerek Dünya Kupaları’nda yediği toplam gol sayısını 25’e yükseltir. Ama kimse bu 25 gol ve kalede olduğu 10 maçta alınan 8 yenilginin hesabını ondan sormaz. Carbajal, refleksleri ve esnekliğiyle ama daha da çok kendine güveni ve, takımı üzerinde kurduğu hakimiyeti ve motivasyonu ile (bunun ne demek olduğunu biraz sonra göreceğiz) bütün dünyada bilinen bir kaleci haline gelmiştir. Daha 1962 Dünya Kupası’ndayken, rakipleri dört kupada oynayan ilk oyuncuya maçlardan önce çiçekler sunmaktadır. Ama Meksika’da hâlen bir efsane olmasına rağmen, fakir yazarınız ilk defa bir kalecinin yaklaşık da olsa boyunu bulamıyor ve size iletemiyor. Ama resimlerinden anladığım kadarıyla en az 1.85 civarında olmalı.

Antonio Carbajal, 1966 Dünya Kupası’nda ise artık 37 yaşındadır ve Ignacio Calderon’un yedeğidir. Meksika’nın sadece artık gruptan çıkma iddiasının kalmadığı 3. maçında oynar ve hem milli takımı hem de futbolu yukarıda anlattığım bu maçla bırakır. Çok ilginçtir ki, sonunda Dünya Kupaları’nda oynadığı 11. maçını ilk defa gol yemeden tamamlamayı başarır, bu da veda maçıdır. Aslında 1962’de İspanya’ya karşı oynadıkları maçta nerdeyse bunu başaracaktır ama 90. dakikada gelen gole engel olamaz ve Meksika 1-0 kaybeder.

Yukarıda yazdığım gibi Meksikalı kalecinin 5 Dünya Kupası’nda oynama rekoru Matthaus tarafından 1998 egale edilmiştir. Carbajal Dünya Kupaları tarihinde en çok gol yiyen kaleci olmak gibi pek hoş olmayan bir rekoru ise 2002 yılında Suudi Arabistan’dan Mohammed Al-Deayea kendisine yetişene kadar 25 golle elinde tutmak zorunda kalmıştır. Al-Deayea ise bu rekoru tek başına ele geçirme fırsatını (!) ise, 2006 Dünya Kupası’nda 3 maçta da yedek kalarak kaçırır.

Dönelim Carbajal’in klüp kariyerine ki bu 48 defa formasını giydiği milli takım kariyerine göre çok daha başarılı sayılabilir. Kendisini en son 1948 yılında Espana’da profesyonel olurken bırakmıştık. İki sene burada oynadıktan sonra klüp kapanır ve “Tota” kariyerinin geri kalanını geçireceği “hayatının klübü” Leon’a trasfer olur. 1951-52 sezonunda, henüz 22 yaşındayken aynı zamanda takımın Teknik Direktörlüğü’nü de üstlenir ve futbolu bıraktığı 1966 yılına kadar yeşil beyazlı takımın hem kalecisi hem de Teknik Direktörü olur. Hani demiştik ya, Carbajal’i büyük yapan özelliklerinden birisi de takım üzerindeki hakimiyetidir diye, işte bunun için. Henüz Teknik Direktörlüğü üstlenişinin ilk yılında Leon’u Meksika Şampiyonluğu’na ulaştırır. Bu başarıyı 1955-56 sezonunda da tekrarlayacaktır. Bu arada kendisi de 1953, 1956, 1957 ve 1961’de yılın oyuncusu seçilir.

100 yılı aşan futbol tarihinde kaleciden yana pek sıkıntı çekmeyen Meksika’da hâlen Carbajal bu mevkide oynamış en büyük isimdir. Efsane kaleci, 1966 yılında futbolu bıraktıktan sonra Atletico Morelia, Union de Curtidores ve Athletes Peasants takımlarını çalıştırır. Maalesef hangi dönemlerde bu takımların başında kaldığına ya da ne kadar başarılı olduğuna dair pek bir şey bulamıyoruz. Aslında bu takımların ismini doğru bulduğumuza bile şükretmeliyiz. Ancak bazı yerlerde Atletico Morelia’nın başında 10 yıla yakın bir süre kaldığı ve klüp üzerinde bıraktığı etkinin bugün de devam ettiği yazmakta.

Carbajal, 1990’lı yılların sonuna doğru birden bire profesyonel futbol dünyasından elini ayağını çeker. “Hayatının klübü” Leon’un bulunduğu aynı isimli şehre geri döner ve çocukluk tutkusu olan cam işçiliğine verir kendisini: “Son zamanlarda oynanmaya başlanan futboldan hiç hoşlanmıyorum. Forma aşkı kalmadı ve oyuncular, içinde yaşadıkları ve kendilerine saygı duyulan şehirleri sevmek zorunda hissetmiyorlar”.

“Televizyon, yarattığı futbol endüstrisi nedeniyle zararlı oldu. Şimdiki futbolcular çok para kazanıyorlar ama çok dengesiz performanslara sahipler. Eğer bu kadar çok para ödeniyorsa neden sürekli olarak iyi değiller? Bizim zamanımızda çalışmak zorundaydınız, çünkü çalışıp oynayamadıkça para alamazdınız”. Bu yüce ruh hâlen, futboldan uzaklaşsa da Meksika hükümetinin, sorunlu çocukların ve madde bağımlılarının futbol yoluyla rehabilitasyonu programına katılmaktadır. Zaman zaman da gazetelerde yer alarak, günümüz futbolcularını, onları gereksiz yere pompalayan medyayı ve futboldan anlamayan işadamı klüp başkanlarını eleştiren bir huysuz ihtiyar portresi sunmaktadır. Ama FIFA bile hâlen bu huysuz ihtiyarı, kendisinin futboldan uzaklaşmasına rağmen unutturmamaya çalışmakta ve gençlere örnek bir karakter olarak sunmaktadır. O karakter ki, bütün kariyeri boyunca formasının altına bir de Leon’un renklerinden birisi olan yeşil renkte bir içlik giymiş ve lime lime olmuş bu içlik kariyerinin sonuna doğru bir maç sonrası yaşanan sevinç sırasında kaybolduğu zaman “hayatımın en büyük kaybı” demiştir.

Carbajal gibi adamları yazdıkça içimde böylelerinin artık giderek daha azaldığını düşünerek hüzünleniyorum doğrusu… FIFA boşuna uğraşmıyor; “oyunun güzelliği” için onun gibi oyuncuların varlığını sürdürmesi gerekiyor.


Bir dahaki yazıda, 20. yy’ın en iyi kalecileri arasında belki de hafızamızda en çok yere sahip isme yer veriyoruz efenim: Sarışın dev Peter Schmeichel…

14.03.2008

Son Dokuz Haftaya Girerken

Everton’ın son haftalardaki savunması geçit vermiyor. Öyle ki, bu seneki ilk gollerini 62 gün sonra yediler. Yobo, Jagielka ve Lescott’un yanısıra ortasahada da Carsley takım savunmasının iskeletini oluşturuyor. Alternatifli bir kadrolarının olması da çok önemli bir avantajları. Şu anda bir maç fazlayla Liverpool’un 3 puan önündeler ve şampiyonlar ligi için Liverpool’la çok büyük bir çekişme içine girecekler ki bence bunu yapabilecek güç de ellerinde. Yakubu’nun Afrika Kupası’ndan dönmesi takımın hücum gücünü de arttırdı.

Liverpool, Benitez’in rotasyondan sıkılmasıyla sonunda form tutmaya başladı. En azından iskelet bir kadroları oluştu. Everton’la sıkı bir mücadeleye girecekler ve Everton’ın daha avantajlı bir fikstürü olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Ancak şüphesiz en önemli karşılaşma 32.haftada Anfield’a Everton’ın konuk olması olacak. Aynı şehrin iki takımının bu yarışta yer almaları ve karşılaşacak olmaları da ayrı bir güzellik. Önemli bir noktaysa David Moyes’in temkinli davranıp rakipleri Liverpool’un daha güçlü bir kadroya sahip olduğunu belirterek oyuncularını strese ve taraftarlarını beklentiye sokmaması. Bu açıklama Everton oyuncularını rahatlatacaktır.

Açıkçası Everton’dan öte Uefa’ya kalmak için de müthiş bir yarış var açıkçası. Sene başından beri istikrarlı bir şekilde yoluna devam eden Aston Villa, son iki hafta da aldığı puanlarla bu yarışın içinde var olduğunu gösteren Blackburn, ne zaman ne yapacağı belli olmayan City ve Defoe’yle devam edeceğini düşündüğüm Portsmouth.

West Ham iyi bir takım ancak gol yollarında sıkıntı çektikleri bir gerçek. Ortasahada daha çok defansif yönleri ağır basan oyuncular var. Tek başına Ljungberg yeterli değil ayrıca tek forvet Cole da yetersiz. Ashton, bir türlü doksan dakika boyunca iyi bir performans çıkartamıyor. Boa Morte’yi ikinci forvet olarak oynatması da Curbishley’nin çaresizliğinin bir göstergesi olsa gerek. Tottenham, Ramos’la ilk kupasını aldı ligde de yoluna devam edecektir. Middlesbrough’nun kanayan yarası yaratıcı bir ortasahasının olmaması. Tuncay’ın performansı şimdilik tatmin edici, Alves adapte oldukça forma yarışıyla birlikte daha da iyi olacaktır düşüncesindeyim. Newcastle’ı Keegan dahi kurtaramadı demekten başka söyleyecek birşey yok, Barton sakattı, kavga çıkardı, kıldı, yündü derken olan Emre’ye oldu. Wigan, Steve Bruce yönetiminde çok iyi bir çıkış yakaladı. Newcastle’ı yakaladılar muhtemelen de geçecekler. Ligin alt sıralarından Birmingham çok heyecan verici bir takım benim gözümde. Özellikle Alex McLeish ne yaptığını bilen bir teknik direktör. McFadden transferinin ne kadar isabetli olduğunu son haftalarda gördük. Açıkçası Birmingham’ın tek ihtiyacı da iyi pas yapabilen, şut çekebilen, teknik bir forvetti. McFadden bu açığı çok iyi kapattı, Birmingham da yükselişte ve devamı gelecektir.

Bu senenin underperformance gösteren ekiplerin başında Reading geliyordur muhtemelen. Geçen seneden sadece Sidwell’siz devam eden Reading bir türlü o boşluğu dolduramadı ve Harper tek başına ancak belli bir yere kadar taşıyabiliyor takımı. Hunt ve Oster hatta sakat olan Little dahi Reading için yeterli oyuncular değil. Doyle, Kitson, Lita gibi çok kaliteli forvetlere sahip olmasına rağmen ortasahaları ve özellikle kanat oyuncuları cidden çok yetersiz. Geçtiğimiz hafta son dakikada aldıkları galibiyet çok önemliydi. Fulham’ın resmen içini boşaltan Lawrie Sanchez’den sonra Roy Hodgson’un çok birşey yapması beklenemezdi ancak en azından defansa Hangeland’ı transfer etti de savunmadaki eksikliği bir nebze olsa da kapattı. Paul Jewell de zaten Derby’nin gelecek sene championship’te şampiyonluk kovalayacağını söyledi. Savage ve Stubbs transferleri de Jewell’in düşünceleriyle uyumlu transferler.

13.03.2008

Çeyrek Final 2008

Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kalan sekiz takımın Avrupa'da sezonun en iyi sekiz takımı olduğunu söyleyebiliriz. Futbolun en üst seviyede olduğu ligde bu sezon değişenler var, değişmeyenler var; kısaca özetleyelim...

Geçen sezon çeyrek finale kalan sekiz takım arasında üç İngiliz, iki İtalyan, birer de İspanyol, Hollandalı ve Alman takımı vardı. Bu sezon son sekize kalan takımlara bakıyoruz; dört İngiliz, birer İspanyol, İtalyan, Alman ve Türk takımı. Geçen sezon da gördüğümüz gibi Avrupa'da farklı ülkelerin takımları arasındaki dengenin sağlanması kısa vadede imkansız. Çeyrek finale kalan sekiz takımdan yedisi Avrupa'nın dört büyük futbol ülkesinden geliyor.

Geçen sezon olduğu gibi yine gördüğümüz bir takımın hem kendi liginde, hem Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olması çok zor. İngiliz takımları bir kenara, Barcelona ligde sekiz puan geride, Fenerbahçe ikinci, Schalke beşinci, Roma altı puan geride. Arsenal dışında hiçbir takım zirveye tutunamamış. İngiliz takımları iki kupadan da elenmişler ve ellerinde sadece Şampiyonlar Ligi var.

Tabloya takımlar düzeyinde bakalım: Çeyrek finale kalan sekiz takımdan beşi ilk tura seri başı olarak başlamıştı. Bu sekiz takımdan sadece üçünün gruplarını lider olarak bitirdikleri de ilginç bir not. (geçen sezon altı idi) Grupların en başarılı beş takımından üçünün çeyrek finale kalamamasını da kimsenin gereğinden fazla büyütülmemesi gerekir diye yorumluyoruz. Öte yandan, son torbadan gelen Fenerbahçe ile üçüncü torbadan gelen Schalke de son sekize kalmayı başardılar.

Şampiyonlar Ligi'nde ikinci tur eşleşmeleri geçen sezondan daha zor bir şekilde gerçekleşiyor. ''Teketek maçlar grup maçı oynamaktan zordur.'' demem ama son iki sezonda olmayan bir şekilde iki eşleşmenin penaltılara kalması durumun zorluğunu ortaya koyuyor, sanırım. Sevilla-Fenerbahçe ve Porto-Schalke eşleşmeleri penaltılara kaldı ve -bence ilginçtir- tur atlayanlar konuk ekipler oldu. Bir takımın ne kadar büyük olduğundan öte, maçın tamamına performansını ne kadar yansıttığının önemli olduğunu tekrar görüyoruz. En iyi örneği; ilk maçta Liverpool verdi. Inter çok iyi mücadele etmesine rağmen maçın son bölümüne kadar koruyamadı ve son beş dakikada yenen iki gol turu orada bitirdi.

Kendi sahasında gol yiyip tur atlayan sadece iki takım var: Roma ve Fenerbahçe. İki takım da deplasmanda iki gol atarak dezavantajı, avantaja çevirdiler.

Başarının bir anda olmayacağı mantığını da devam ettirebiliriz. Çeyrek finalist sekiz takımdan beşi geçen sezon da aynı yere gelmişti. Chelsea son beş sezonun dördünde yarı finale kadar yükselmiş bir takım. Son üç sezonda iki kez final oynayan Liverpool bu sezon da fena gitmiyor. 2006'da Barcelona ile Arsenal final oynamışlardı. Roma ile Man Utd de geçen sezon çeyrek finalist olmuşlardı. Alt torbalardan gelen Fenerbahçe ile Schalke temeli olmayan bir yükseliş yaptılar desek yalan olmaz. Fenerbahçe son üç sezonda iki kez grubunu üçüncü bitirip UEFA Kupası'nda son 32'ye kalırken, Schalke sadece iki sezon önce UEFA Kupası'nda yarı final oynamaktan başka bir başarı elde etmemiştir.

Takımlar düzeyine tekrar inelim. Çeyrek finale katılan takımlardan kupayı kazanma şansı en fazla olan takımın Manchester United olduğunu söylemek abartı olmaz diye düşünüyorum. Manchester United diğer takımlara göre çok daha güçlü bir kadroya ve çok geniş bir kadroya sahip. Geçen sezon şampiyon olan Milan kadrosundan çok daha komplike ve sağlam bir kadroya sahip olduklarını düşünüyorum. Yaratıcılık, sağlam oynama, sert olma, takım disiplini, yetenek, bitiricilik her konuda çok iyiler ve bu kupayı almaları işten bile değil. Man Utd'nin en büyük rakibi Barcelona olabilir. Leo Messi'nin sakatlanması kötü bir haber olsa da çok tecrübeli bir kadroya sahipler ve belki de bu takımın son kupası için mücadele ediyorlar.

Son beş sezonda dört kez yarı final oynayan Chelsea kupayı kazanmayı hak ediyor ama bireysel bazda baktığımızda Barcelona veya Man Utd ile boy ölçüşecek bir kadroya sahip değiller. İşin güzel tarafı da; Şampiyonlar Ligi'ne bireysel olarak bakamayacak olmamız, lige takımlar düzeyinde bakmak zorunda olmamız. Bu da Chelsea'yi şanslı yapıyor. Arsenal'in baskıyı kaldıramayacağını düşünüyorum, lig ve Avrupa'yı beraber götüremezler. Liverpool'un sorunu ise kalite, ellerinde sadece Şampiyonlar Ligi var, tecrübeliler ama bu sezon şans onların yanında olmayabilir.

Kalan üç takımın kupayı kazanma şansı olduğunu düşünmüyorum. Fenerbahçe ve Schalke için -birbirleriyle eşleşmezlerse- buraya kadar gelmeleri yeter diyebiliriz. Roma ise son derece aç, çok da güzel futbol oynuyorlar ama yukarıdaki ikiliye -Chelsea'yi de ekleyelim- kafa tutmaları çok zor duruyor.

Çeyrek final kuraları 14 Mart Cuma günü çekilecek. Fenerbahçe için ''Şu takım gelsin.'' diyemem. Birincisi; takdir edilecek yere geldiler. İkincisi; kim gelirse gelsin, ne Fenerbahçe teslim olur, ne de rakibi. İlla ki bir temennide bulunacaksak İngiliz takımı gelmesin isteriz...

12.03.2008

Futbol Tarihinden Eğlenceli Notlar 7

Bundan önce üç lalelerden sıkça bahsetmiştik.Yine bunların en önemli üyelerinden Ruud Gullit’ten söz edelim.Bildiğiniz gibi Gullit çok yetenekli ve iyi bir futbolcu idi ve futbolu seven de bir oyuncuydu.Ancak bir diğer önemli merakı daha vardı o da gitar çalmak.Bütün gün yanında nereden bulduğu belli olmayan bas gitarını yanından ayırmazmış.Ancak ne keramettir ki bir Milano’daki bir Allah’ın kulu bu gitardan adam gibi bir nota çıktığını görmemiştir.Bu arada kendisinin müzikle alakası sadece çalamadığı bas gitarıyla sınırlı kalmamış Gullit bir de az kullanılan Afrika dilleriyle bir Reggae albümü de çıkarmıştır.

Albüm çıkartan diğer futbolcu ünlüler olarak Franz Beckenbaur ve Gerhard Müller’in ismi ve sayılabilir.Ayrıca ülkemizde eskiden futbol oynamış olan Mustafa Uğur’da albüm yapan topçular furyasına katılmış. İstemediler isimi şarkısı ile Türk ve Dünya müzik listelerini alt üst etmiştir.

İtalya Avrupa’nın diğer ülkelerine göre devşirme futbolcuya milli takımlarda az yer veren bir takımdır.Hatta ilk on birde yer alan tek devşirme futbolcu da Juventus’lu orta saha oyuncusu Camoranesi’dir.Çok sivri dilli olmasıyla bilinen İtalyan medyası Camoranesi’ye milli marşı nasıl okuduğunu marşı bilip bilmediğini sorar.Camoranesi de marşı bilmediğini ancak seremoni sırasında marşı Arjantin Milli marşına göre söylediğini söyleyerek İtalyan Milli takımındaki ikinci milli marş bombasını patlatır.

Bundan önceki olay ise kır saçlı amcamız Fabrizio Ravanelli’nin demeci ile patlak vermiştir. Ravanelli’yi göre kendisi dışında hiçbir milli takım oyuncusu bu marşı bilmemektedir.

Anders Frisk futbol dünyasında zannımca metro seksüelliği Beckham ile beraber en çok gösteren insandı kuşkusuz. Bir Josecan komplosuna kurban gitse de aslında fena hakem değildi. Ama bizim Türk medyası tarafından pek sevilmez. Tabi bunda büyük Avrupa devlerini çok koruması da buna bir sebeptir.

Kendisi ile ilgili pek çok yorum çıkmıştır ancak canlı seyrettiğim bir maçta Orhan Ayhan tarafından Tarzan gibi adam benzetmesine maruz kalmıştır ki o sırada yorumcu olan kolektif yorumcu Ömer Üründül başta olmak üzere tüm izleyen kahkahalara boğulmuşlardır. Hakikaten Orhan Ayhan klasiklerine bu anda bir yenisini daha eklemiştir.

Tabi sayın Frisk de hakemlik hayatının son yıllarında bir faça edinmiş Roma’nın azgın taraftarları tarafından sahaya atılan para sonucu iki seksen yere uzanmıştır.Artık o mahallenin bıçkın delikanlısıdır. Alınan son haberlere göre Stockholm’de bir kıraathane açmış ismini de Dostlar Cafe Pub koymuştur. Açılışına tüm OKG camiasını beklemektedir.İlgilenen okurlarımıza duyurulur.

10.03.2008

İnenler & Çıkanlar

Yunanistan ligi bu sene çok zevkli geçiyor. Bir sürü iniş çıkışlar var. Sürpriz sonuçlar var. Ama her zamanki sadeliğini koruyor lig. Bu yazıyı biraz da iddaacılar için yazıyorum. Bu yazı lige genel bir bakış olarak değil de daha çok ligin püf noktaları, hangi takımlar neler yapıyor ve iniştekiler çıkıştakiler olarak yazılacak.

Evet sevgili OKG okuyucuları bu lig gerçekten çok kısır bir lig hatta Fransa’dan sonra en kısır lig. Maçların yüzde 60 lık bir bölümü 2.5 altı şeklinde bitiyor. Bir diğer önemli özellik ise Evsahibi takımların galibiyetleri. Yunanistan bu alanda da üst sıralarda bulunuyor. Maçların yüzde 55 civarı evsahibi galibiyeti ile bitiyor. Bu alanda Arjantin’den sonra 2. sırada Yunanistan ligi. Bu iki yargıdan çıkaracağımız şey ise en çok rastlanan skorların 1-0 veya 2-0 olduğudur.

Gelelim inenlere ve çıkanlara;

İnenler:

Asteras: Ligin ilk yarısında kendi sahasında 3 devide devirdi. AEK’i 2-1, Panathinaikos ve Olympiakos’u ise 1-0 yenmişlerdi. 2008 yılına girdiğimizden bugüne kadar ise ligde yapılan 8 maçta ise hiç galip gelemediler. Buna rağmen hala 6. sıradalar. Çünkü ilk yarı bayağı iyilerdi. Yine de bu 6.lık 5 yılda yerel liglerden önce 2.lige sonra da 1. lige çıkıp UEFA Kupası mücadelesi vermek gerçekten başarıdır.

Iraklis: 2. yarıya sonuncu Ergotelis’e 1-0 yenilerek başlayan Iraklis’te işlerin kötü gideceği belliydi. Levadiakos gibi 2. sınıf bir takımdan 3 gol yediler. Geçtiğimiz hafta Larisa’ya direnmelerine rağmen son dakikada penaltı golüyle 1-0 yenildiler. 4 haftadır kazanamıyorlar.

Ergotelis: Her ne kadar son haftada PAOK’u evinde 2-0 yenip toparlanma sinyalleri verse de, ligden düşmesi neredeyse kesin gözüyle bakılan bir takım ligin dibindeki Ergotelis. Sadece 3 galibiyetleri var ve son maç hariç oynanan 22 maçta pozitif bir futbol yansıtamadılar. Son maçlara var güçleriyle sarılıyorlar ama kapasiteleri yetmeyecekmiş gibi.

Atromitos: İlk yarıyı çok güzel bir yerde bitirmişlerdi fakat onlar da tıpkı Asteras gibiler 2. yarıda. 8 maçta 1 galibiyet 1 yenilgi aldılar. Gelen yendi, geçen yendi. Birkaç haftada toparlanamazlarsa son haftalarda küme düşme korkusu bile yaşayabilirler.

AEK: AEK’i bu listeye eklememin sebebi açık. Bu yarıda Olympiakos ile Panathinaikos maçları içeride olduğundan şampiyonluk yolundaki en büyük adayım AEK idi. Fakat 3-4 hafta önce üst üste önce evinde Panionios’a 3-2 sonra deplasmanda Larisa’ya 1-0 yenilerek arayı açtılar. Daha sonra arayı kapama fırsatı Panathinaikos maçı ile ellerine geldi fakat 1-0 öne geçmelerine karşın 1-1 ile yenemediler. Artık şampiyonluk şansları çok çok az.

Çıkanlar:

Aris: Uydudan ERT World kanalından Aris’in son 2 hafta içeride oynanan maçlarını izledim. Harika bir takım, takım oyunu üst seviyede. Sağ kanatları Felipe ve sol kanatları Aurelio tıkır tıkır besliyor forveti. Forvette ise Formda Ivic ve Koke var. Taraftarları da harika, taraftar bakımından Türkiye’de Beşiktaş ne ise Yunanistan’da Aris o. Hatta Basket takımı Euroleague’de Fenerbahçe ile karşılaştı, izleyenler bilir Aris taraftarını. Dışarıda o kadar iyi değiller ama Sonuç olarak pozitif futbol ile Aris 4. sırada Yunanistan Ligi’nde.

Larisa: Devre arası Celtic’ten Zurawski’yi, Fenerbahçe’den de Tümer Metin’i alan Larisa 4 maç üst üste kazanarak müthiş bir form grafiği yakaladı. Bu maçlardan 3ü 1-0 biterken, AEK’i de 1-0 yenmeyi başardı Larisa. Panionios maçının 86. dakikasında sahneye çıkan Milli Futbolcumuz Tümer Metin ilk golünü atarak maçı Larisa’nın 1-0 kazanmasını başardı. Böyle giderse önü açık gibi gözüküyor Larisa’nın.

Xanthi: Ligin ilk yarısının sondan 2 önceki haftasında Kalamaria’yı 6-1 yendikten beri harika oynuyor Tomasz Radzinski önderliğinde Xanthi. O günden bugüne oynanan 11 maçta 7 kez galip gelip 2 kez berabere kaldılar yenildikleri takımlardan ikisi AEK ve Olympiakos. Bu form grafiği ile UEFA Kupası’na katılmak onlar için hiçte uzak değil.

OFI: İlk yarının en çok yiyen takımlarından biriydi OFI, fakat şu son 4-5 haftanın en çok atan takımlarından biri. İçeride Veria’yı 3-0 yendikten sonra dışarıda da Levadiakos’a 3 tane attılar. Böylece kendisi gibi küme düşme potasında olan takımları yenerek küme düşme potasından uzaklaştılar. Ayrıca Kupadada Agrotikos’a 5 tane atmışlardı. OFI küme düşmez.

Panathinaikos: Evet artık şampiyonluğun en büyük favorisi konumundalar. Önce AEK’in saçma sapan puan kayıpları, sonra Olympiakos’un puan kayıpları. Bir anda 4 puan fark ile 1. sıradalar. 2. yarıda öyle bir grafik çiziyorlar ki son 8 maçları alt bitti. 2 beraberlik 6 galibiyet. Beraberlikleri Olympiakos deplasmanında ve AEK deplasmanında 1-1, 6 galibiyetin 5 i 1-0, bir tanesi 2-0. Gerçekten çok istikrarlılar. Kim gelirse gelsin 1 tane atıp bırakıyorlar. Son 11 yılda sadece 1 kez şampiyon oldular. Rehavete kapılmazlarsa büyük ihtimal şampiyon olurlar.

Bu arada Kalamaria’nın 90. dakikada Olympiakos’u 1-0 devirdiği karşılaşmada Kalamaria’dan 1 futbolcu lisanssız oynadığı için maç iptal edildi Olympiakos’a 3 puan eklendi, Kalamaria’nın 1 puanı silindi.

Evet Ligin şu son 6 haftasına girdiğimiz döneminde tahmin yürütmeye başlayalım; küme düşecek üç takım bana göre Ergotelis, Kalamaria ve Veria olur. Şampiyon yine Olympiakos olur. Panathinaikos 2. olarak CL’ye katılır. UEFA’ya katılacak takımlar ise AEK, Aris ve Xanthi olurlar.