İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

30.03.2009

Milli Takım

Bu yazı İspanya maçının başlamasına 10 saat kala yazıldı. Muhtemelen de maçtan sonra yayımlanacak. Milli Takım hakkında yazacaklarım İspanya maçından bağımsız olduğu için böyle bir saatte yazmakta sakınca görmedim. Yalnız iddaa’da Türkiye’ye verilen 1 e 9 oranını üzücü bulduğumu söylemeliyim. Tamam İspanya Avrupa Şampiyonu olabilir ama aynı turnuvada biz de yarı final oynadık.

Milli Takımımızın sorunları:
1. Sakatlıklar. Dünya’da bizim kadar sakat veren kaç üst düzey futbol ülkesi vardır? Bugünkü maçta da Servet, Mehmet Topal ve Hamit gibi rotasyonun 3 önemli adamı yok. Nihat ve Emre’nin oynayabilecek olmasını da artık şans diye nitelendirmeye başladık. Müzmin sakat diyebileceğimiz bir çok oyuncumuz var. Bunları hepsi şanssızlık olmamalı. Bu oyuncular neden bu kadar çok sakatlanıyor bir araştırılmalı, çaresine bakılmalı.

2. Fatih Terim. Artistiğini, basını aşağılamasını, kabadayı tavırlarını falan geçtim. Fatih Terim’in bizi ciddi şekilde etkileyen iki sorunu var. Birincisi, bazı adamlara takmış durumda. En basitinden Emre, Gökhan Zan, Kazım. Kazım Fener’de yuhalanacak durumdayken Milli Takım aday kadrosuna çağrılıyor. Milli Takım hocası olmak kolay iş değildir. Çok basit bir ifadeyle “Milli Takım kadrosu ülkenin en iyi oyuncularının alt alta yazılması ile oluşturulmaz”. Her hocanın güvendiği, sistemine uygun gördüğü adamları olabilir. Fakat bu hiçbir şey yapmayanları, sürekli sakatlananları milli takıma almak, canına dişine katarak oynayanları hazırlık maçlarında bile denemeyerek görmezden gelmeye girerse bunun adı emeğe saygısızlık olur. Fenerbahçe’de genelde yedek oturan, oyuna girdiği zaman da hem kötü oynayan hem de vurdum duymaz tavırları olan Kazım kadroya alınıyorsa, bütün sezon boyunca mücadele eden oyunculara saygısızlıktır. Fatih Terim’in ikinci sıkıntısı cambazlık. Her maç öncesi “acaba hangi kadroyla oynayacağız” diye düşünüyoruz ki normalde bizim gibi üst düzey bir takım bunu fazla düşünmemeli. Zaten bizim de artık belli başlı oyuncularımız var düzenli oynayan. Ama Fatih Terim zamanında çok cambazlık yaptı, yine yapar diye korkuyoruz. Düşünmeden de edemiyorum acaba Terim tuhaf kadrolarla çıkıp kazanarak başarıdaki payını arttırmak, “ben yaptım” demek mi istiyor. Bu düşünce çok ağır bir ithamdır ama Fatih Terim de şu ana kadar yaptıkları ile insanlara bunu düşündürmüştür. Yoksa Portekiz maçında Arda’nın kulübede oturmasının ve Mevlüt- Kazım ikilisinin oynamasının, İsviçre maçına Tümer, Gökdeniz ile başlamanın fazla bir izahı yoktur.

3. Defans. Servet fena bir defans oyuncusu değil. Türkiye için çok iyi diyebilirim, Avrupa için de idare eder. Sorunumuz o değil. Yanında kimin oynayacağı problemi var. Emre Güngör, Emre Aşık ve Gökhan Zan hem kaliteleri itibariyle hem de sürekli sakatlanmaları nedeniyle bir türlü Servet’in partneri olamadılar. Hakan Balta aslında stoperden çıkma bir sol bek oyuncusu ve Meira satıldıktan sonra Galatasaray’da orada iyi işler yaptı. Bugün de İspanya karşısında stoper oynayacak ve stoper için üstteki saydığım adamlara göre yaşı, kalitesi ve sağlamlığı itibariyle belki de en iyi aday. Fakat o stoper oynarsa da bu kez sol bek problemi ortaya çıkacak. Ayrıca Servet sağ stopere geçecek ve de orada ne kadar etkili olacağı tartışılır. Kısacası defansın ortası problem. Sağ bek süper, kaleci de yeterli. (Gökhan Gönül ve Volkan)

Milli Takımın artısı:
Yüksek teknik kapasite, güçlü orta saha ve forvet. Orta sahamız gerçekten çok iyi. Ortada oynayabilecek Aurelio, Emre, Topal, Ayhan, Selçuk gibi iyi alternatifler var. Bence burada en ideal ikili Aurelio-Topal’dır. Topal şu an sakat, fakat sakat olmasa da Fatih Terim’in Emre’yi tercih edeceğini biliyoruz. Emre’nin hem devamlılığı yok hem de Topal kadar sert değil. Ama bizim Emre’nin tekniğinden ziyade Topal’ın sertliğin ihtiyacımız var Hamit, Arda, Tuncay, Nihat gibi oyuncuların varlığında. Kaldı ki Mehmet Topal da kazma bir adam değil, kaptığı topu olumlu değerlendirebilir. Kanatlar ve forvete bakarsak 4 mevkii için 5 süper aday var: Arda, Hamit, Nihat, Semih ve Tuncay. Bunlardan hangisini keseceğimiz problemi olabilirdi fakat Hamit veya Nihat’tan biri mutlaka sakat olduğu için böyle bir sorunumuz da yok. Olur da beşi de oynayabilecek olursa bence yedek kalacak isim Nihat olmalı. Fatih Terim’in ise Semih’i seçeceğine şüphem yok.

Vaziyet bu. Bugünkü İspanya maçına Volkan-Gökhan-Emre Aşık-Hakan Balta-İbrahim Üzülmez-Tuncay-Aurelio-Emre-Arda-Nihat-Semih onbiriyle çıkacağız. Servet iyileşince muhtemelen İbrahim Üzülmez rotasyondan çıkacak. Hamit, Mehmet Topal, Gökhan Zan, Kazım, Ayhan ve Sabri’yi de eklediğimizde hiç de fena olmayan bir 16 kişilik rotasyon ortaya çıkıyor. Dünya Kupası’na mutlaka katılmalıyız, orada da iyi işler yapmalıyız.

26.03.2009

Küçük Ülkenin Büyük Efsanesi: Pat Jennings

Kuzey İrlanda gibi küçük ülkeler, futbolu ne kadar severlerse sevsinler biraz şanssızdırlar. Zaman zaman, güçlü dönemler yakalasalar da uluslararası arenada en fazla birkaç yıllık dönemler boyunca varlık gösterebilirler. Ülkenin Milli Takımı, 1958 yılında katıldığı Dünya Kupası’ndan sonra, futbolun en büyük organizasyonuna sadece iki defa daha boy gösterebilmiştir. 1982 ve 1986’da gelen bu başarılarda, o zamanlar yakalanan yetenekli neslin yanı sıra D.K.’da mücadele eden takım sayısının artırılmasının da önemli payı olduğunu düşünüyorum. K. İrlanda’nın ve Avrupa’nın diğer küçük ülkelerinin bu şansı 1990’larda Doğu Bloğu’nun yıkılması ve Yugoslavya ve Sovyetler Birliği gibi futbol geleneği çok güçlü ülkelerin aynı geleneği sürdüren çok sayıda ülkeye bölünmesi ile neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır.

Bu küçük ülkelerinden ara sıra çıkan çok büyük isimlerden bazıları Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası gibi, futbol sanatının en göz alıcı sahnelerinde kendilerini gösteremeden kariyerlerine son vermek zorunda kalırlar. Mesela George Best gibi…. Ancak, Milli Takım’a Best’le aynı gün adım atan bir kaleci sadece ülkesinin değil futbol tarihinin en büyükleri arasına girmiş ve 1982-86 Dünya Kupaları’nda oynamayı başarmıştır. Huzurlarınızda; “Nazik Dev”, “Koca Pat” veya “Lorgan Küreği” Pat Jennings.

Adından da anlaşıldığı gibi İrlanda adasının Kuzey köşesine sıkışmış bu minik ülkenin o zamanlar politik yeri tam olarak oturmamıştır ancak ülkeyi kana boyayacak olayların başlamasına da 20 yıldan fazla zaman vardır. Ülkenin güneyinde, İrlanda’ya yarım günlük yürüyüş mesafesindeki Newry şehrinde 12 Haziran 1945 günü doğar Patrick Anthony Jennings. Sakin küçük bir şehirdeki çocukluğunda futbolla tanışması Shamrock Rovers’ın 18 yaş altı takımında henüz 11 yaşındayken olur. Aynı yıl takımı bir bölgesel turnuvada finale ulaşır ve Rovers’i yöneten menajerler o güne kadar kaleyi başarıyla koruyan Pat’i yaşı bir final maçı için çok küçük olduğu gerekçesiyle finalde oynatmazlar. “O gün ne kadar ağladığımı hâlen hatırlıyorum. Artık Wembley hayalleri kurmayı bırakmıştım ve Gal futboluna yöneldim”. Jennings, beş yıl devam ettiği Gal futbolunda aslında bir kaleci için çok önemli özellikleri kazanmaktadır; yer tutma, sıçrayarak yüksek topları yakalama, uzun vuruşlar yapabilme ve topla oynamada el ve ayağa neredeyse eşit önem verebilme. Ayrıca, kariyeri boyunca en önemli avantajlarından birisi olan devasa elleri de vardır ki kariyeri boyunca bu elleri için “kürek gibi” lafını duyacaktır.

Genç Patrick, aynı takımda oynayan abisinin çağrısıyla futbola geri döner sadece 16 yaşında Newry Town takımının kalesini korumaya başlar. Bu takımdaki ikinci sezonunda genç milli takımın da kalesindedir ve Wembley’de düzenlenen bir turnuvada Watford menajeri Bill McGarry’nin dikkatini çekmeye başarır. Jennings, o zamanın İngiltere Üçüncü Ligi’nde oynayan klüple 1964-65 sezonu için anlaşma imzalar. “Birden bire kendi şartlarıma göre zengin olmuştum ama evimi çok özlüyordum. Watford’da geçen sezonum boyunca kaç defa herşeyi bırakıp Newry’ye dönme hayalimi kurduğumu bilemem”. Belki de bunu engelleyen, Newry’de tanıştığı ve gelecekte eşi olacak genç şarkıcı Eleonor Toner’in de solo müzik kariyeri için Londra’ya gelmeye karar vermesi olmuştur.

Pat Jennings, Watford’da sezon boyu oynadığı 48 maçın sonunda kendisini 1. Lig’in önemli klüplerinden Tottenham Hotspur’a imza atarken buluverir. Spurs menajeri Bill Nicholson, klübü o zaman bir kaleci için iyi bir para sayılan 27,000 sterlin vermeye razı etmiştir ancak henüz 19 yaşında ve sadece 3 senelik tecrübesi olmasına rağmen kaleye geçirmek istediği Pat Jennings hakkında bazı soru işaretleri vardır. Bu genç adam hiç ciddi anlamda kalecilik eğitimi almamıştır. Ama takım oyuncuların çok sevdiği Nicholson, Jennings’e tam destek verir. “Watford’dayken sadece Chelsea’nin 2 maçını izlemiştim hepsi buydu ve şimdi aynı ligde oynayacaktım. İlk başta olanlara inanamadım, ama insanlar önüme yeni bir fırsat sunmuşlardı ve bunu değerlendirmeyi başardım”.

Pat Jennings, hiç gerçek anlamda kalecilik eğitimi almamıştır ancak Gal futbolunda öğrendikleri, 1.83’lük boyu ve doğal yeteneği ile birleşince buna çok da gerek kalmamıştır. Hatta bazı yorumlarda, eğitim almaması nedeniyle kaleciliğin bazı katı kurallarına tâbi olmamasının Jennings efsanesinde büyük paya sahip olduğunu ileri sürer. Bunlardan en önemlisi başta ayakları olmak üzere kurtarışlarında vücudunun eller dışındaki yerlerini de kullanabilmesi olmuştur. Jennings ilk maçlarda bazı kritik hatalar yapmıştır ama zamanla kaledeki yerini sağlamlaştırarak White Hart Lane’nin efsaneleri arasında kendine bir yer edinecektir. Öncelikle hemen herkes, Jenings’in yer tutma becerisinden bahsediyor; “Az sayıda güzel kurtarış yapardı çünkü doğru yerde olduğu için buna çok fazla gerek kalmazdı”. Ayrıca sıçrama yeteneği ve büyük elleriyle yan topların tek hakimiydi ve hatta bazı ortalarda topu tek eliyle alabiliyordu. Jennings birebir müdahalelerde ve topu oyuna sokma konusunda da çok yetenekliydi. Hatta 1967 Charity Shield Kupası’nda Manchester United’a karşı oynadıkları maçta karşı sahaya gönderdiği top, Old Trafford seyircisi ve ManU kalecisi Alex Stepney’in bakışları arasında gol olmuştu. Efsane kaleci sahada çok sakin bir görüntü verse de sahaya çıkana kadar öylesine konsantre oluyordu ki ellerinin titrediğini görenler vardı; “Kısmen tedirginlikten ancak daha çok gerilimden olurdu. Bu seviyedeki maçlar için gereken konsantrasyon o kadar fazlaydı ki bazen maçlardan sonra başım ağrırdı. Bir kaleci olarak üzerinizdeki baskı çok daha fazladır çünkü sahadaki diğer oyuncuların aksine kalecilerin hata yapması mümkün değildir”.

K. İrlanda’lı kaleci, Tottenham kalesini 13 yıl boyunca, 472’si lig olmak üzere toplam 591 maçta korumuştur. Bu süre içersinde Spurs ligde hiç mutlu sona ulaşamadıysa da 1967’de FA Cup, 1971 ve 1973’te Lig Kupası zaferlerinin yanı sıra 1972 yılında da UEFA Kupasını kazanmıştır. Jennings ise 1973 yılında Futbol Yazarları Birliği, 1976 yılında ise Profesyonel Futbolcular Birliği’nin oylarıyla İngiltere’de yılın futbolcusu seçilmiştir.

Bu kadar büyük bir kalecinin Milli Takımı da tekeli altına alması kaçınılmazdır. Ta 3. Lig’de Watford’la oynarken, 18 yaşında bir genç olarak ilk defa 15 Nisan 1964’te Galler’e karşı sahaya çıkar. K. İrlanda’nın 3-2 kazandığı maçın bir başka önemi de George Best’in de milli takımda oynadığı ilk maçı olmasıdır. Ancak, Best’in kariyeri Jennings kadar uzun süremez ve yukarıda belirttiğim gibi ülkesiyle önemli bir organizasyona katılamadan 1977 yılında 37. ve son defa milli formayı giyer. Pat Jennings ise toplamda 119 defayla K. İrlanda’nın en çok milli olan ismi olarak tarihe geçecektir. K. İrlanda ile son maçı 1986 Dünya Kupası’nda Brezilya’ya karşı oynanan grup maçıdır. 41 yaşında sahaya çıkan Jennings iki önemli rekor kırar; Dünya Kupası finallerinde oynayan en yaşlı oyuncu ve eleme maçları dahil edilince 1966-86 arasında toplam 6 Dünya Kupası’nda oynamış olmak. İlk rekoru 2004 yılında Kamerun’lu Roger Milla tarafından kırılırken, ikinci rekoru ise 2006 yılında Trinidad&Tobago’lu Dwight Yorke ve Russell Latapy tarafından egale edilecektir. Pat Jenings’in milli takımdaki zirve noktaları, 1982 D.K’nda ev sahibi İspanya’yı 1-0 yenerek ikinci tur yolunda önemli bir adım attıkları ve 1985 yılında Wembley’de, İngiltere karşısında aldıkları 0-0’lık beraberlikle 1986 D.K. bileti aldıkları maçlar olmuştur. “Tottenham ve Arsenal ile Wembley’de çıkacağım maçlar öncesinde Newry’den başarılar dileyen binlerce mektup ve telegraf alırdım. Ama futbol adına kazandığım hiçbir şey beni İspanya maçı kadar tatmıin etmemiştir. Maç bitince sahadan çıkmak istemedim. Hatta, maç sonrası eve dönüş için uçak biletlermiz ve bavullarımız bile hazırdı”.

1982 ve 86 Dünya Kupaları aynı zamanda Jennings’in yanı sıra Whiteside, Quinn, O’Neill ve McDonald gibi başarılı bir jenerasyon yakalamış olan K. İrlanda futbol tarihinin de zirvesidir. Ülke hâlen, İspanya’da ulaşılan çeyrek final ve üst üste birden fazla Dünya Kupası’na katılabilme başarısını gösterebilen en küçük ülke ünvanını elinde bulundurmaktadır. Norman Whiteside ise, 1982 yılında sadece 17 yaş ve 42 günlükken sahaya çıkarak D.K finallerinde oynayan en genç futbolcu rekorunu bugün de elinde bulundurmaktadır.

Ülkesinin futboldaki yeri açısından Pat Jennings’in milli takım kariyerini çabucak bitirebildik. Arada bir yaptığımız gibi Jennings’in bizimle olan ilgisini de kısaca geçelim, 1968 ve 1985’deki ikişer D.K. eleme maçının dışında iki defa da (birinde Jennings forma giymemiş) 1983 yılında Avrupa Şampiyonası elemesi için karşı karşıya geldiğimiz K. İrlanda karşısında 4 mağlubiyet 1 beraberlik ve 1 galibiyet almışız.

1970’lerin ilk yarısında oldukça iyi bir dönem geçiren Tottenham için daha sonrasında işler bozulmaya başlar ve takım 1976/77 sezonunda takım 2. Lig’e düşer. O zaman takımın menajeri olan Keith Burkinshaw, artık 32 yaşında olan Jennings’in en iyi dönemlerini geride bıraktığını düşünerek, Tottenham’ın ezeli rakibi Arsenal’e transfer olmasına engel olmaz. Ancak yıllar sonra bunun “hayatı boyunca verdiği en kötü karar” olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır. Klübe 13 yılını vermiş olan Jennings ise vedası sırasında yöneticilerden gördüğü ilgisizlik ve vefasızlıktan kırılmış bir şekilde ayrılır; “Kampa giden oyunculara veda ziyareti yaparken, yöneticiler bir bir önümden geçtiler ve selam bile vermediler. Sanki hiç orada olmamıştım”. Ama Tottenham taraftarı asla vefasız olmadı ve onlar için bugün bile dünyada gelmiş geçmiş en büyük kaleci Pat Jennings’dir.

Jennings’i sadece 45,000 paunda Kuzey Londra’nın diğer klübüne taşımayı başaran Terry Neill ise bu transferi “kariyerimdeki en kârlı işlerden biriydi” diye hatırlayacaktır. Normalde bu iki klüp arasındaki rekabet, Tottenham’dan Arsenal’e ya da aksi yönde transfer olan oyunculara nefret olarak kendisini gösterir hatta Arsenal’in internet sitesinde ileri sürüldüğü gibi “Kuzey Londra derbisinin üzerine çıkabilmek için gerçekten özel bir yetenek olmak gerekir”. Ama Pat Jennings Highburry’de tepki görmediği gibi White Hart Lane’e her dönüşünde ayakta alkışlanarak karşılanır ve Tottenham yöneticilerine kafayı duvarı vurduracak şekilde 7 sene ve 321 maçta daha (237’si lig) en üst düzeyde Gunners’ın kalesini korur. Bu süre içerisinde Arsenal sadece 1978-80 yılları arasında FA Cup finalinde oynar ama sadece 1979 yılındaki kupaya uzanabilir. Ayrıca, 1980 yılında Pat Jennings’in destansı oyunuyla Arsenal, Juventus’u geçerek Kupa Galipleri Kupası Finali’ne ulaşır ancak burada Valencia’ya karşı kupayı penaltı atışlarıyla kaybeder.

Pat Jennings, 1984-85 sezonunun sonunda klüp kariyerini sona erdirir. Geride 22 yıllık bir kariyer ve Küzey Londra’nın iki takımıyla oynadığı -709’u lig olmak üzere- toplam 918 maç bırakır. Ancak henüz futbolla işi bitmemiştir. 1986 Dünya Kupası için milli takımla çıkacağı maçlara hazırlanmak için Tottenham’e geri döner ve yedek takımla çalışmaya devam eder. Hatta Mart 1986’da, Everton’un oynayacağı FA Cup finalinde, klübün sakat yedek kalecisinin yerinde kulübede oturmak için bu klüple tek maçlık bir anlaşma bile yapar. Jennings’in aktif futbol yaşamını sona erdirdiği 1986 Haziran ayından, 1993 yılında hâlen Tottenham’ın kaleci antrenörlüğüne gelişine kadar geçen 7 yılda ne yaptığına ilişkin neredeyse hiç bilgi yok. Büyük ihtimalle memleketi Newry Town’a dönüp biraz kafasını dinlemiş ve futboldan sonra en sevdiği spor olan golf oynamıştır. Futbola olan katkılarından dolayı İngiltere Kraliyet Nişanı alan Pat Jennings, 2003 yılında İngiltere’deki Futbol Şöhretler Müzesi’ne seçilir. Efsane kaleci, hâlen çok sevdiği White Hart Lane’deki her maça gelmekte ve bazen maç yorumculuğu yapmaktadır. Ayrıca, Spurs kalecilerine zaman zaman ders vermektedir. Üç direk arasındaki efsanesi ise, kendisiyle aynı adı taşıyan oğlu tarafından K. İrlanda Ligi takımlarından Derry City F.C.’de yaşatılmaktadır.

Bu da böyle biter efendim. Gelecek yazıda gene modern zamanlara geliyoruz ve Thomas Ravelli ile kaledeki deliliğin en şirin hâlini yaşıyoruz.

23.03.2009

Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final Zamanı

Bir önceki yazımda ''şu turu şu takım alır'' diye tahminde bulunmayı reddetmeme rağmen, genel olarak durumu iyi süzdüğümü görüyorum. Geriye kalan sekiz takımdan altısı üç büyük lige mensup. Geçen yıl ve önceki yıl da altışar takım bu turda yer almıştı. Sonuç olarak; geçen yıl ve önceki yılki gibi yarı finale kalan takımların üç büyük lige -belki de üçü İngiltere- mensup olan takımlar olması son derece muhtemel gözüküyor.

Eşleşmelere tek tek bakalım ve değerlendirmeye çalışayım...

Villarreal-Arsenal: Villarreal, en son Şampiyonlar Ligi'nde yer aldığında kupada yarı finale kadar yükselmişti ve Arsenal'le çok dramatik bir yarı final serisi oynamıştı. (Kısaca hatırlatalım, 1-0'ın rövanşı El Madrigal'de oynandı. Henry'nin önderliğindeki Arsenal maç boyunca Villarreal'i durdurdu, 90+1'de Villarreal penaltı kazandı ve Riquelme topu Lehmann'a gönderdi, Riquelme'nin gözleri yaşlarla doldu) Bu sefer şartlar farklı. İki takım da zorlu ikinci tur serileri oynadılar. Villarreal, Panathinaikos'u deplasmanda yenerek eledi. Arsenal, Roma'yı ancak penaltılar sonunda elemeyi başardı. İki takım da kendi liglerinde dördüncülük mücadelesi yapıyorlar. İki takım da önceki eşleşmeden farklı olarak kesin bir lidere sahip değiller. Villarreal; Pires-Senna-Santi orta alanının önünde Rossi'ye sahip. Arsenal'de Fabregas bu seride oynamayacak. Nasri-Walcott gibi etkili kanat oyuncularıyla beraber, etkili forvetler de var. Bu seride Senna-Denilson eşleşmesinde kimin öne çıkacağı kritik duruyor. Tahminim Arsenal'in Roma'yı eleyerek sürpriz yapmasına rağmen Villarreal'in bu turu geçebileceği yönünde...

Manchester United-Porto: Porto, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olurken Manchester United'ı elemeyi başarmıştı. Man Utd önceki turda Jose Mourinho'yu saf dışı bırakmayı başardı; şimdi Mourinho'nun eski takımı rakipleri. Porto, önceki turda Atletico'yu eleyerek bana göre sürpriz yaptı. Man Utd'nin Inter karşısında oynadığı futbolu gördükten sonra, bu takımın zamanla ilerleyen grafiğini de hesaba katarsak Porto'nun Man Utd'ye pek rakip olabileceğini düşünmüyorum. Daha iddialı konuşmak gerekirse; Man Utd bu dört takımın arasından sıyrılır ve finale kadar gider. Üçünü toplasanız, Man Utd ile baş edebileceğini sanmıyorum...

Liverpool-Chelsea: Artık Şampiyonlar Ligi tarihinin klasik bir eşleşmesi olarak gözüküyor Liverpool-Chelsea eşleşmesi. Rafa Benitez Liverpool'un başına geçtikten sonra yaşanan Şampiyonlar Ligi eşleşmelerini hatırlayalım:

2004/05 Yarı Final: 1-0 Liverpool

2006/07 Yarı Final: 1-1 penaltılarla Liverpool

2007/08 Yarı Final: 4-3 uzatmalarda Chelsea

Takımlar bu sefer yarı finalden önce eşleştiler ve birisi yarı final oynama şerefine ulaşacak. Dikkat edileceği üzere; eşleşmeler sürekli ufak farklarla gitti ve kazanan son saniyede belli oldu. Bu sefer başka bir ihtimalin gerçekleşmesi de zor. Liverpool rakibini ligde iki kez yenmeyi başarsa da bu elbette ki başka bir ortam. Geçen yılın finalisti Chelsea, Hiddink'le beraber Rafa'yı geçen sezonki gibi devirebilir. Diğer tarafta da, Gerrard-Torres gibi süperstarların olduğunu unutmamak gerekir. Yine de kendimi zorlamam gerekirse; eşleşmenin son saniyede Chelsea'nin zaferiyle sonuçlanacağını düşünüyorum...

Barcelona-Bayern Münih: İki takım da önceki turu rahat -özellikle Bayern fazla rahat- geçtiler. Barcelona'nın olağandışı orta alanı ve hücumuyla günlerinde olduklarında zorlanabileceğini sanmıyorum. Bayern Münih Ribery'nin önderliğinde iyi golcüleriyle sonuca gidebilse de; oyun tıkandıklarında ne yapabilecekleri hala muamma. Schweinsteiger-Van Bommel-Ze Roberto ile kurulu olan orta sahanın Xavi-Yaya-Iniesta'ya dayanabileceğini sanmam. Barcelona geçer, yarı final çok çekişmeli olur...