İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

30.11.2010

Seneye görüşelim


Demek ki neymiş yiğen, Special One falan dinlemez, bu Barcelona her takımı ters düz edermiş..
Bu nasıl bir takım ki Real Madrid gibi bir takıma ilk yarıda top aldırmadılar be. Bu nasıl bir düzen, tek taraflı oyun tarzıdır...
Anlaşılan Mourinho'nun en az 1 seneye daha ihtiyacı var, taşları tam oturtmaya.

29.11.2010

Kimin Hatası?

Guti bey bu hareketi sanırım Hagi'ye gönderiyor, saygıları ile birlikte..
Ben Cana'nın stoperde Servet'den daha iyi bir tarafını göremiyorum, biri de bana anlatsın karşılaştırmalı yahu..
Barış-Servet değişikliğinin sonucunda Guti'nin serbest oynamaya teşvik(!) edilmesi, maçın kadroları açıklanırken Beşiktaş'ın gerçek tek hücumcusunun Holosko olduğunu gördükten sonra o bölgeye stoperden devşirme sağ bek koyulması bile Hagi'nin daha çok ekmek yemesi gerektiğini, ancak o ekmeğin Türkiye'de olmaması gerektiği giderek belirginleştiriyor...
Maçı kesinlikle Beşiktaş kazanmadı. Çünkü Beşiktaş dün çok ama çok kötü bir top oynadı. Yazık, çok üzülüyorum. Maçın skoru kesinlikle bu olmamalı idi.
Bakmayın etrafta Beişktaş'ı övecek çok adam olacaktır, ama maalesef gerçek bu değil. Ne kadar teknik direktörü eleştirsek de GS'nın iki topu kaleye girseydi herkes Hagi'i övecekti, bunu da biliyorum.
Ersan'ın daha pişmesi gerekiyormuş, büyük maçlarda belli oluyor tabii bu durum.
Cenk'in, zaman geçirmek için yere yatma bahanesi ile koluna çarpan topun kaleye girmesi de umarım herkese ders olur...
Tabata'nın bu takımdaki işi nedir, birisi bana anlatsın...
Aurelio'u çok beğendim, sanki 3. stoper gibi oynadı.
Bak yine sinirlendim, sen Baros'u oyuna alırken bu adama top atabilecek takımdaki 2 kişiden birisi olan Elano'yu neden taça attın ki?
Neill'e saygılar, Nobre'nin kartını engellemek istemesi çok hoş bir davranış idi... Ama sanırım Nobre'ye daha önceki pozisyonlardan pusuyu kuran hakem affetmedi...
Guti neden penaltı atıyor ki?

24.11.2010

Akatlar'a Nasıl Gidiyoruz Abi?

Bir Fenerbahçeli için futbolda Trabzonspor deplasmanına gitmek hacılık ise, basketbolda bunun karşılığı Beşiktaş deplasmanına gitmektir. Özellikle Akatlar'dan beri. Hepimizin bildiği gibi, Türkiye'de basketbolda deplasman tribününe izin yok. O yüzden biz de deplasmana gittiğimizde sus pus maçımızı izliyoruz. Yeri geldiğinde rakip olduğumuzu çaktırmamak için alkışlara eşlik ediyoruz, rakibin basketlerine sevinir gibi yapıyoruz falan. Böyle yazdığımda çok sıkıcı bir aktivite gibi gözükse de bu aslında çok zevkli bir şeymiş, ben bunu pazar günü anladım. Evet efendim, bu satırları yazan Fenerbahçeli, Akatlar'a giderek hacı oldu geçtiğimiz haftasonu. Galibiyeti de Beşiktaş'ın kalbinden söküp çıkararak eve döndük...

Gerek Iverson'ın ülkeye gelişi, gerek artık Akatlar'ı görmem gerektiği hissine kapılmam ve en çok da Beşiktaş'ın bizimle oynaması beni bu maça gitmeye iten faktörler. Çağrı isimli, Beşiktaşlı arkadaşımla bu maça ailelerimizin ortak girdiği dananın kesiminde karar verdik. Hemen ertesi gün İstanbul'a akraba ziyaretine giderken, Kanyon Biletix'ten aldım 40 TL'lik biletleri. En ucuz biletler 30 TL'ydi ve onlar bitmişti, biz de 40 TL'lik biletlerden aldık. Salona girdiğimizde ise gördüğümüz görüntü şoka uğramamıza yetti. Futbolda bileti alırsın ve tribüne girip istediğin yere oturursun. Ama basketbolda genelde böyle değildir bu, özellikle de küçük salonlarda. Biletimizde yazan yere oturmak istedik başta ama imkansız. Maçtan 25 dakika önce salona girmemizin çok yanlış bir karar olduğunu farkettik çünkü 3.500 kişilik salonda yaklaşık 5.000 kişi vardı. Hani erkenden gelsek ve 150 TL'lik yer olan bench arkasına otursak kimse bir şey demeyecek gibi bir ortam. Herkes her yerde. Biz de biletimizle hiç alakalı olmayan bir yere sıkıştık. Protokol karşısı, 2. kat...

Gelin maçtan 3 saat öncesine dönelim. Kadıköy'de Beşiktaş vapurunu bekliyoruz. İlk olarak Beşiktaş formalı bir çocuk gördük ve yanındaki ürünsüz diğer çocuk yanımıza gelip (Çağrı'da Beşiktaş atkısı vardı) "Usta ben Galatasaraylıyım da, bu Akatlar'a nasıl gidiyoruz?" dedi. Çağrı'nın ilk söylediği ise "Arkadaş da Fenerbahçeli." oldu. Neden öyle dedin Çağrı, neden? Ben ki, fişlenmemek için aldığımdan beri sadece 1 kez çıkardığım Fenerbahçe bilekliğimi (1 yıl oldu aldığım ve çıkardığım tek gün yine bir Beşiktaş maçına gittiğim gündü, geçen sene İnönü, Beşiktaş-Sivasspor) çıkarmıştım sabah evden çıkarken. Ondan sonra "Biz de bilmiyoruz vallahi." geldi. Beşiktaş'a geçtik, herkes birbirine Akatlar'ın nerede olduğunu soruyor. Iverson'dan önce kimse gitmiyordu ki Akatlar'a. Bunun somut kanıtını Beşiktaş'ta buram buram hissediyor, hatta canlı tanık olarak görüyordunuz. Bundan önceki 3 yıl, seyirci ortalaması 50 falandı Akatlar'ın.

Burada bir parantez açalım ve Beşiktaş'ta durakta Akmerkez'e giden bir otobüs beklerken yaşadıklarımızı anlatalım. Hani böyle maça giderken görülen kirli sakallı, şişman ve uzun boylu abiler tehlikeli gelir ya hep size. Hele de muhabbete girersiniz ve karşıdakinden "Benim biletim yok." sesini duyarsınız. İyice tırsıp uzaklaşmak istersiniz oradan. Öyle bir abi bize salona nasıl gideceğimizi sordu. Yok yok, gülmekten anlatamıyorum ben, aynen diyalogları yazayım.

Abi: Selam gençler, ya benim biletim yok. Salona nasıl gidiyoruz?
Çağrı: Abi biz de bilmiyoruz, sora sora gideceğiz işte?
A: Ya ben aslında Beşiktaşlı değilim ama Iverson gelmiş, görelim dedik. Galatasaraylı'yım ben, Fenerbahçe düşmanıyım. Zaten bizim tribünün %80'i Beşiktaşlı'dır.
Biz: Eheheh, meheheh.
A: Nerelisiniz siz?
Ç: Kocaeli abi.
A: Kocaelililer sağlam tribün yapar. Bir besteleri var; "Körfez'im, işte bak, Hodri Meydan her zamanki yerinde". (Bu arada doğrusu; "Körfez'im, bak işte, Hodri Meydan her zamanki yerinde" olacak.)
Ç: Evet abi.
A: Hmm, grupta lider biziz ama.
(Çağrı burada abinin Elazığlı olduğunu anlıyor. TFF 2. Lig Kırmızı Grup'ta Elazığspor 1. sırada. Bense hiç sevmem Kocaelispor'u laf arasında.)
Ç: Haftaya bize geliyorsunuz abi.
(Ben nezaketen araya girip "Gel ağırlayalım abi." dedim burada, eheh.)
A: Ben de Elazığ'da olacağım, tüh.
Biz: Tüh.
Biz: Neyse abi biz kaçalım.
A: Haydi görüşmek üzere.

Sonra bindiğimiz otobüste gördük abiyi. Sonra maçtan sonra tekrar Beşiktaş'a döndük ve semtte gördük. Beşiktaş'ta yemek falan yedik. 1 saat geçirdik. Vapurla karşıya geçtik. Kadıköy'de yürürken bakkalın içinde yine aynı abiyi gördük. Şaka gibiydi. Yaşamanız lazım.

Biraz da salondan bahsederek bitireyim. Akatlar çok güzel bir salon. Küçük salonları her zaman sevmişimdir. Sırf bu yüzden Fenerbahçe Kadın Basketbol takımının Ataşehir'deki salon bitince Caferağa'dan ayrılmasını istemiyorum. Akatlar'daki atmosfer muazzam. Çok gürültülü bir maç yaşadık. Rakibi çok iyi baskı altına alıyorlar. Rakip çok kaliteli olduğu için bu baskıya bu sonuç anca. Üstelik Fenerbahçe'nin çok nadir galibiyetle çıktığı bir deplasmandır Akatlar. Iverson'a ilgi büyüktü. İlginin büyük olduğu kadar, Iverson'ın basketbol oynama niyeti düşüktü. Oynamadı demeyelim de oynayamadı diyelim. Ömer Onan çok iyi kilitledi onu, ondan ziyade uzun bir süre sonra yeni yeni basketbol oynuyor. Dolayısıyla form durumu, kondisyonu falan çok alt seviyede. Zamanla iyileşecektir Ivy. Ancak Beşiktaş taraftarının her maçı böyle doldurması gerek takımlarının başarılı olabilmesi için. Kötü bir kadronuz da olsa şu seyirci önünde maç kaybetmeniz çok zor gerçekten. Ancak seyirci de haddini bilecek ve 40 dakika boyunca rakibe küfretmeyecek. Bu bir derbi nihayetinde ve küfrü tabii ki anlarım. Bütün Beşiktaş seyircisine de mal etmiyorum bu olayı. Sadece protokol karşısındaki tribüne göre sağ pota arkasında kalan az sayıda Beşiktaş taraftarının amacı tamamen olay çıkartmaktı. Tamamen kendi egolarını tatmin ettiler. Basketboldan zerre anlamadıklarına ve işlerinin güçlerinin Fenerbahçe ile olduklarına eminim. Her tribünde var böyle azınlık ve açıkçası spor, onlar olmadan çok daha güzel.

İmkanı olan her basketbolsever Akatlar'ı görmeli.Maç girişinde arama yapılmasa da (Evet bozuk parayla girdim içeri.), herkes istediği her yere oturabilse de, maç çıkışında orta çıkıştaki kapıların açılmaması dolayısıyla turnikelerden geçtikten sonra geri dönemeyip, kapıların da kilitli olmasından dolayı bir 8-9 kişi, küçücük bölgede bir 10 dakika hapis kalsak da (2 de yabancı vardı yanımızda, hayır yabancılar ülkesine gidip ülkemizi kötüleyecekler geyiğine girmeyeceğim) Akatlar güzel salon. Ama her maç böyle dolduğunda güzel, 10 kişiyle değil...

Sen Kraldın be Abi


Herkes bir Bohemian veyahut Show Must Go On ile hatırlar ama bence bu adamı anlatan şarkı şudur:

http://fizy.com/#s/1lv0ff

Klibi için de :

http://www.youtube.com/watch?v=gjrQjA9DFEo&feature=related

22.11.2010

İngiltere

İstanbul'da hava 21, Bodrum'da 33 derece iken hangi akıl mantıkla 3 derecelik Londra'ya gittim bilmiyorum ama futbol açısından beklediğimden de fazlasını aldım. Daha geldiğimin ilk tam günü arkadaşlarımın aldığı biletlerden birinin açığa çıkmasıyla kendimi Wembley'de İngiltere - Fransa maçında buldum. Gönül isterdi ki ertesi gün sarhoş olduğumda fotoğraf makinemi kaybetmeyip, Reuters'den aldığım fotoğraf yerine kendi fotoğraflarımı koyayım ama bununla idare edeceğiz.

Stada gitmek metroyla 1 saatimizi falan aldı. Wembley'in devasalığını anlatmak için sanırım şunu söylemek yeterli olacaktır: Stadın içinde yürüyen merdiven var! 85 bin kişilik stad tamamen doluydu. Bu haliyle stad gayet keyifliydi ancak 75. dakikada skorun 2-0 olmasıyla insanlar yavaş yavaş çıkmaya başladılar ve Crouch'un golü geldiğinde stadın yarısı boşalmıştı ve kırmızı koltukları görmek pek de keyifli olmadı.

Capello, hiç ismini duymadığım oyunculara yer verdi. Maç sonrasında da, "her zaman bana 'gençlere şans ver' diyordunuz, şimdi de gelip skoru soruyorsunuz" dedi. Eyvallah da Arsenal'in yedek sağ bekini ilk 11 çıkarmanın, ikinci lig topçusunu oynatmanın mantığı nedir ki?

Fransa tarafında Gourcuff - Nasri ikilisi orta sahayı domine ettiler, çok iyi top çevirdiler. Maçın anahtarı da bu oldu. Staddan dönüş sıkıntılıydı. 85 bin kişi tek bir metro istasyonu ile evlerine dönmeye çalışınca, metroya ancak maçın bitiminden 1 saat sonra binebildim.

Cumartesi günü bir başka büyük deneyim vardı. Arsenal - Tottenham derbisinde 3D pubdaydım. Bu sene sürekli comebackler yapan Tottenham 2-0'dan maçı çevirip 17 yıl sonra Highbury/Emirates'de kazandı.

Sky, 3D için ayrı kameralar haliyle ayrı prodüksiyon kullanıyor. Pilot çekimde fazla birşey anlaşılmasa da zemin çekimleri inanılmaz. Zaten o yüzden sürekli zemin çekimi kullandılar. Avatar'ı maç olarak izlediğinizi düşünün. Barın çoğunluğu Tottenhamlıydı. 12.45'de Guiness eşliğinde keyifli oldu. Bale insan değil. 14.45'de maç bitti, maç keyfimizi aldık, şehrin diğer eğlencelerinin keyfini çıkardık. Güzel oldu

20.11.2010

Fatura

Genlerimize işlemiş bir geleneğimiz var millet olarak; durum kötüye gidiyorsa kelle alınır. Bunu bilmeyen yok. Peki yine düzelmiyorsa işler?.. Cevap basit; bir başka kelle daha alınır.

Galatasaray'da bir türlü sağlanamayan randımanın sorumlusu olarak teknik direktör Frank Rijkaard'ın ipi çekildi. Yerine gelen Gheorghe Hagi ile ilk iki hafta sonunda suratlara tam bir sırıtma yerleşmek üzereydi ki, arka arkaya gelen iki mağlubiyet takımda esasen pek bir şeyin değişmediği intibaını kuvvetlendirdi. Yeni bir (takım) kelle(ler) daha lazımdı; Hagi neşteri eline alacak, kangreni kesecek ve -elbette- 2000 ruhunu diriltecekti.

Sonuç: Fatura 2,5 aydır bir türlü istenilen performansı veremeyen 8,5 milyon yöroluk Zvjezdan Misimovic'e kesildi. Belki 2,5 senedir bir halt oynamayan bir kısım zevata niyeyse hala ilişebilen yok.

Senaryo çok tanıdık: Misimovic koşmuyordu, çaba harcamıyordu, azmi yoktu, takım ruhuna (2000 ruhu mu bu acaba) aykırı hareket ediyordu vs.. Artık alışkanlık haline gelmiş olsa gerek ki Misimovic hadisesinde, Felipe, Sasa Ilic, Hakan Yakın, Lincoln gibi isimlere uygulanan prosedürün; basına malzeme edilme, takım içinde dışlanma, pas verilmeme, anlamsız dakikalarda oyundan alınma, teknik direktör tarafından alenen fırçalanma merhaleleri atlandı.

Ve olumlu bir gelişme: Sanıyorum Galatasaray yönetimi Misimovic'i kendilerine "mental açıdan çok kuvvetli", "ne yaparsanız yapın sorun çıkarmaz, her muameleye boyun eğer", "çok koşar, pres yapar, 90 dakika sahada basmadık yer bırakmaz", "sağ çizgiden yaptığı ortaya sol açıktan yetişip vole patlatır" diyerek pazarlayan menejerle bundan sonra çalışmayacak.

16.11.2010

Neslihan Darnel

Neslihan'ın yaptığını anlatmak için şöyle bir örnek vereyim: İki Dünya Kupası'nda üstüste Semih'in gol kralı olduğunu düşünün. İşte Neslihan bunu yaptı. Twitter'da Alex hakkını vermiş, "Avatar bilimkurgu değil, esas bilimkurgu Neslihan" mealinde birşeyler yazmış.

İlk dördün içersinde 4 büyüklerin olmadığı bir lig fazlasıyla rekabetçi olsa da bir türlü henüz bu sezon futbol havasına giremedim. Bunda gittiğim Fener maçlarında sadece bir galibiyet almamızın da etkisi vardır sanırım. Birkaç saat sonra İngiltere'ye uçuyorum. Kalacağım 5 günde planlarım arasında 3D pub'da İngiltere - Fransa maçını izlemek, Wembley'i tavaf etmek ve QPR'ın haftasonu maçına gitmek var. O zaman işte futbol iştahım yeniden kabarır sanırım.

Şimdilik basketbol ve voleybol bana yetiyor. Fener Euroleague'de dörtte dört gidiyor ve Avrupa maçları evime 5 dakika mesafede oynanıyor. Kadınlarda Diana Taurasi önderliğinde takım son sürat gidiyor. Kadınlar voleybolda bu sene geçen seneden belki daha bile iyiyiz.

Sabah TRT'de Fener'in erkekler voleybol maçı vardı. Pek yavan geldi. Sanırım bizim memlekette kadınlarınkinden daha az erkeklere ilgi gösterilen yegane spor voleyboldur.

İngiltere anılarıyla gelecek hafta görüşürüz.

15.11.2010

2000 Sendromu


Sanırım hala 2000 sendromundan muzdarip bu takım.

Fatih Terim direktörlüğünde gelen UEFA Kupası ve arkasından Mircea Lucescu ile nispeten devam eden "Avrupa'da başarı" ivmesi var takımın. Pek güzel.

Ondan sonra gelen teknik direktörler, Demokles'in Kılıcı misali hep bu gölgenin altında ezilip gittiler. Yönetim-Basın-Taraftar triosu takımın başına geçen her hocadan ligin tozunu atmasını yahut Avrupa'da karşılaştığı rakipleri tesbih gibi dizerek kupa kaldırmasını bekledi. Bu şekilde edinilmiş bir alışkanlık ben hayatımda görmedim arkadaş. Demokles bile dönüp kendi kılıcının altına oturamadı yahu! Böyle giderse Aziz Yıldırım o meşhur "tesadüf" vecizesiyle tarihe malolacak.

2002'den sonra takımı çalıştıran hocalara bakıyorsun: (yeniden) Fatih Terim, Gheorghe Hagi, Eric Gerets, Karl-Heinz Feldkamp, (Cevat Güler'i atlıyorum) Michael Skibbe, Bülent Korkmaz, Frank Rijkaard, (yeniden) Gheorghe Hagi... Hepsinin takıma geliş ve takımdan gidiş hikayeleri aynı; hepsi 2000 ruhunu diriltmeye geldi ve hepsi 2000 ruhunu diriltemediği için ya kovuldu, ya da baskıdan bunalıp istifa etti.

Şimdi, bir ay kadar evvel yeniden 2000 ruhunu diriltmeye gelen Gheorghe Hagi var takımın başında ve ilk iki maçın ardından "aha diriliyor" denilen o ruh, dördüncü maçın sonunda yine iki seksen uzanmış anlaşılan; ki mızıklanmalar başlamış.


Onun yerine ne oluyor?

Yönetim Kurulu olağanüstü toplanmış bugün. Muhtemelen "hocamızın arkasındayız" mesajı verecekler birazdan.

11.11.2010

Blog Dünyası


Takip ettiğim bloglar ile ilgili uzun zamandır kısa notlar yazmak istiyordum,bugüne kısmetmiş:

-Aceto Balsamico: Blog dünyasına kick-start vermesi ile zaten duruşu ayrı bir yerde. Son zamanlarda İtalya ağırlıklı yazıyor.
-Flying Dutchman: Sadece Benelüks tarafından haber verdiğini zannedenler çok yanılıyor. Ama 2010-2011 sezonunda, ekipten beklenen hızlı atakları göremiyoruz, biraz boşvermişlik mi var acaba?
-Noat Samisa: Bu blogun, detaylı maç analizleri çok başarılı. İnsanın maç izlerken aklının köşesinden geçenleri, onun yazıya dökebilmesi ve cesur fikirleri de ortaya atabilmesini çok takdir ediyorum.
-Borges: Alman futbolunun tescilli blogu. Şaka bir yana bu ligde öğrenmek istediğinizden çok daha fazlası burada her daim mevcut, eski hızını da koruyor üstelik. Bayern efsanelerine ise çok düşkün...
-Pennearabiata: Eski tadı yok maalesef. Bu sezona yavaş başlayanlardan.
-Griffin Bulvarı: Basketbol ağırlıklı olmasına rağmen her türlü spor alanında güzel enstantaneler yakalayan bir blog daha. Nedense bu tür blogları daha çok tutuyorum.
-Salsa Basket: Türkiye ligi ve Euroleague için biçilmiş kaftan. Ama blogun arka planını değiştirseler daha rahat okunacak..
-Konyalı Portlandlilar: NBA ile ilgili çok ama çok başarılı bir blog idi .Ancak NBA'in bu sezon açılışından sonra sanki analizler azaldı gibi. Ben kendilerini takibe devam ediyorum, ama Allah aşkına verdiğiniz bahislerden bazıları da tutsun yahu...
-Çağlar Yıldız: Son zamanlarda yakaladığım bir blog. Her türlü güzel konuya da temas eden (!!!!!) bir blog. Aslında biraz daha life style tarzı blogu gibi...

Favori listemde bulunanlar bu şekilde.Umarım bizim blogumuz da ileride başkalarının favorilerinde yerini alır...

Yeterince Kasap Yok Mu?


FB'nin ara transferde ilgilendiğini duyar duymaz tepkimi koymak istedim. Sadece yukarıdaki kasıtlı hareketi bile, FB gibi büyük bir kulübün bu futbolcu kılığındaki kasabı transfer etmemesi için yeterli olmalıdır.
Ön liberoların oyunu diğer mevkiideki oyunculara göre sert oynamaları kabul edilebilir, ama sadece yukarıdaki değil tüm kariyeri boyunca yaptğı aşırı sert müdahaleler (Xabi alonso'yu da unutmayalım) ile namı yürümüş bu oyuncu, Türk futbolu için de yarardan çok zarar getirecektir.

Adamın lakabı bile "Kung-fu" yahu....

9.11.2010

Organizasyon Yeteneği


NBA tarihinde MVP olmuş bir oyuncu ilk defa yurt dışında oynuyor. Bu bile transferin büyüklüğünün kanıtıdır da şu fotoğrafı verdirecek kadar de-organizasyonsuzluk da bize özgü.

Bunları Iverson'ın imza töreninin hemen akabinde yazıyorum. NBA tarihinin en çok sayı atmış 17. oyuncusunun sözlerini tam olarak çevirecek bir çevirmen bile getirmekten aciz bu yönetim organizasyon adı altında ne yaptı? Iverson'ı 3 tane çocukla ikiye iki maç yaptırdı. Yok artık lebron ceyms!

*Allen Iverson kılığında yurda sahte Rolex sokmaya çalışan Nijeryalı kaçakçı, Atatürk Havalimanı'nda yakayı eleverdi...(zaytung)

8.11.2010

72 galibiyet mi?


Eğer Phil abi bu ikiliyi, Bynum için bozmazsa bence ulaşılmayacak bir hedef değil.
Sakatlıklar, teknik fauller sonucu alınacak cezalar derken full line-up ile oynayamacak zamanlar olacak tabii ki, ama Kobe'nin 24 dk oynadığı maçta, Batı'da kendilerini en çok rahatsız edebilecek 2-3 takımdan biri olan Portland'ı 25 sayı fark ile yenerken 7 kişinin çift haneli sayılara çıkması, Pau'nun triple-double'ı (geçen maçta da Kobe triple-double yapmıştı) önemsiz ama takımın ofansif anlamda bu kadar rahat oynaması çok rahatsız edici..
Phil Jackson ise bu hedefin pek de mümkün olmayacağını belirtirken; 90'lı yıllardaki Chicago'nun şu anki Lakers'dan daha iyi defans yapan bir takım olduğunu vurgulamış...
2010 final serisinde ev sahibi avantajı sayesinde yüzüğe ulaşan takım için bu sene de sanırım hedef normal sezonun en iyi galibiyet kazanma yüzdesini perçinlemek olacak..
Şimdilik bu sene daha kolay bir fikstürün de yardımı ile 7-0'a geldiler, bunun da devamı gelecek gibi görünüyor. Bu sene daha da kaliteli olan benchlerinin yardımı ile daha rahatlar. Sonuçta Blake, Brown, Barnes, Ratliff ve sonrasında gelecek olan Odom, şu anda Doğu'da ilk 8 'e oynar...
Üç eksikleri var, belirtmek gerekir sanırım. Alan savunmasına karşı pek rahat değiller, çünkü seyrettiğim maçlarda daha çok içeriden oynamayı tercih ediyorlar. İkinci konu defansif ribauntlarda sıkıntı yaşanıyor. Üçüncüsü ise biraz fazla top kaybı yapıyor Lakers, ancak şu an ofansif anlamda çok kuvvetli olduklarından bu pek göze batmıyor.
Bir istatistik ile kapatayım:
Odom-16 sayı 11 ribaunt, 3.5 asist, % 60 şut ortalaması, %70 üç sayı ortalaması...
Pil ne zaman bitecek Odom usta?

Şimdi Yorumlar

-Galatasaray teknik direktörünü suçlamak yersiz. Kadro kalitesi bu kadar...
-Servet oyunu ciddiye alsa acaba Trabzon galip gelebilir miydi? Hiç zannetmiyorum
-Şu bir gerçek ki Hagi takımı, Lucescu ve M.Denizli tarzında defansa yatkın oynatıyor. Ne yapsın ancak kontraatak ile gol bulabileceğini görmüş adam..
-Arda, Baros ve Kewell sağlıklı oynadığı sürece bu taktik devam etmek zorunda.
-Servet'in acilen takım ile ilşkisi kesilmeli, belli ki olmuyor...
-Beşiktaş'ın Porto maçını yorumlarken Holosko'yu pas geçmişim...
-Bugün beşitaş Kasımpaşa'yı yenemeyecek gibi geliyor, umarım gelip geçici bir buhran anında yazıyorumdur...
-Fenerbahçe, ciddi rakiplere karşı böyle etkili oldu mu ligde tutulmaz gibi...
-Bursa için şunu diliyorum: Tüm yabancılarını göndersinler..
-Torres için Chelsea'nin kabusu diyebilir miyiz. Chucky Torres
-Edgar Davids kramponları tekrar asmış.. Yeter artık be abi kaç oldu bu emeklilik işi...
-PSG Marsilya maçını seyrettim, dişe diş bir maçtı. Mevlüt yine çaktı golünü...
-Bu arada Kezman'ın da kontratı fesih edilmiş durumda...

6.11.2010

Yorumsuz

Kasti dirsek atan, yumruk atan, suratına top atan çok kavga gördüm ama böylesine tek taraflı bir sportmenlik dışı tekmeye, American History X'den bu yana ilk defa şahit oluyorum. Yuh!


Remember, Remember, The Sixth of November

Bugün 6 Kasım 2010. Bundan 8 yıl önce, ben 12 yaşındayken mahalledeki bütün Fenerbahçeli ve Galatasaraylı arkadaşlarım zilimize basmış, beni kahvede maç izlemeye çağırmıştı. Babam olmadan kahvede izleyeceğim ilk maç olacaktı. Bütün mahalle gidiyordu maça resmen. Benden küçükler de vardı aralarında. Babam izin vermedi.

Bugün 6 Kasım 2010. Bundan 8 yıl önce, Galatasaray maçı başladığında annem, 7 yaşındaki kardeşimle komşudaydı. Ben babamla oturma odasında televizyon izliyordum. İlk yarı bittiğinde TRT'nin teletext'ine bakmıştık. 2-0 önde kapamıştık devreyi. Babam şaşırmıştı, "Hayret yeniyoruz, hem de 2-0. 2. yarı atarlar, berabere biter." demişti. Hep karamsardı zaten babam, ya da kendince totem yapıyordu.

Bugün 6 Kasım 2010. Bundan 8 yıl önce, 2. yarı babamın adrenalinin yükselmesiyle 10 dakikada bir teletext'e bakar olmuştuk. Skor sürekli artıyordu. 3, 4, 5, 6. "Olamaz" dedi babam, "Böyle bir şeyin olacağına ihtimal vermiyorum. Teletext bozulmuştur." dedi. Der demez silahlar patladı. Olmuştu, ezeli rakiplerden biri diğerine 6 tane atmıştı ve ben o tarihi maçı canlı izleyememiştim.

Bugün 6 Kasım 2010. Bundan 8 yıl önce, Çağla Şikel, Şenol İpek'e "Tostumu yedim, odamda bekliyorum" diye bir sms yollamıştı. Moda olmuştu o sms. Galatasaray taraftarı, derbi öncesi son maçlarında "Tostunuzu yiyin, 6 Kasım'da geliyoruz." pankartı açmışlardı. 6 Kasım'da golleri Tuncay, Ortega, Serhat(2), Ceyhun ve Ümit Özat attılar. Bir sonraki maç Fenerbahçe tribünlerinde açılan pankart; "Tuncay Ortega SerhaT Ceyhun Umit, anladın sen onu anladın!" idi.

Bugün 6 Kasım 2010. Bundan 8 yıl önce, 1 gün sonra en akılda kalan gazete manşetleri "Tarih yazar Fener bozar", "6 Kasım 6 Gol", "Acımasız Fener", Fener rütbe söktü", "Tarih bunu da yazar, 6-0!", "Fener 6 attı, üstü kaldı", "Kadıköy Tarih Dersanesi", "Kadıköy'de iftar vakti", "Derbikatör Lorant" ve "Fener yarım düzine attı"ydı.

Bugün 6 Kasım 2010. Unutma, unutturma.

5.11.2010

Dayanamıyorum Artık


Dayanamıyorum artık, içimde tutmayacağım
Bu totemin dönmeye devam etmesinin ya da düşmesinin bir önemi yok
Totem karısına ait, adamın rüyasına bir etkisi yok
Oh beeeeee, şimdi soğuk bir bira içmek lazım...

V for ??



Haaaa Kasım ayının 5'i geldi ya hatırladım ben seni...


Zamansızlığını, görselliğini ve oyunculuklarını beğendiğim bir film olmasına rağmen, bu filmin tam ne anlattığını anlayamadım bugüne kadar...

V gibi dövüş sanatlarında Neo kadar ilerleyip, başbakanları harcayıp parlamentoyu mu patlatalım, yoksa wingmen'imizi eğitmek için hapishaneye kapatıp işkence mi edelim?

Ersan ve Dadaşlar


Ersan dünkü maça damgasını vurmuştur, kim ne derse desin. Porto gibi uzun yıllardır belli bir standartta oynayan takım karşısında yaptığı yerinde müdaleler ile göz doldurdu. Bir pozisyonda ayağından kaçırsa da Necip ile beraber omurga oluşturma ihtimali çok büyük.
2000 Galatasaray'ını düşününce Cenk-Ersan-Necip-Bobo omurgası çok güzel bir düşünce...
Maça gelince :
- Beşiktaş'ı uzun zamandır bu kadar istekle oynadığı bir 2. yarı görmedim. Nihat'ın golü çok güzeldi, umarım onu ateşleyebilir. Maalesef ki takımın oynadığı sistem ona uygun değil, sanırım sezon sonu ayrılacaktır..
- Bobo'nun topu alıp 2 oyuncuyu ekarte edip 40 metreden vurması çok ama çok şıktı...
- Helton'un maliyeti ne kadardır acaba?GS'ın son 5 yılda kalecilere verdiği parayı toplasak acaba yanına bile yaklaşır mı acaba?
- Tabata'nın bu takıma artık yük olduğu aşikar.
- Q7 gelince takım daha da rahat akacak gibi geliyor bana...
- İbrahim kalp krizi geçirecek diye çok korkuyorum

4.11.2010

Vukuundan Beter



Hocam seni takım elbise ile değil de eşofman takımı ile anmak isterdik...

Eğer iddialar doğru ise sana yakışmadı....

3.11.2010

Rüzgarın Oğlu


Adam 2 maçta, dünyanın en iyi sağ beki olarak gösterilen Maicon'a karşı 3 gol 3 asist yaptı...
Tottenham ne kadar dayanabilir bu adamı satmadan, bilemiyorum.
Umarım modern futbolda hızlı ayaklara sahip kalitelere futbolcuların çektiği uzun sakatlıklar ile karşılaşmaz.

1.11.2010

Topun Ağzı


Üstad, Rizespor ve Antalyaspor'dan sonra üçüncü uzun soluklu projesinde de, istikrar kavramının öne çıktığı/çıkması gereken noktadan hüsrana doğru bir serbest düşüş yaşıyor.

Birincisi bir anlık gaflet, ikincisi kademeli bir iniş ile sonlanmıştı. Şimdi üçüncüsü, Vural'ın hafızalara nakşolunmuş o meşhur sekansına benzer bir yuvarlanış şeklinde vuku buluyor adeta.

Geçen sezon, öyle müthiş bir performans gösteremese de, zaman zaman oldukça yükselen bir ivme, büyüklerden koparılan puanlar ve gelecek vaadeden futbolu ile dikkat çeken Kasımpaşa; bu sezonun ilk 10 haftası itibariyle semere namına sadece iki beraberlik alabilirken, 7 golle ligin en az gol atan 3 takımından biri ve kalesinde gördüğü 28 golle ligin en fazla gol yiyen takımı.

Atılan-yenilen gol istatistikleri, taktik tahtası ile yeşil saha arasındaki uygulama farkı azaldıkça maç kazanan, arttıkça hüsran yaşayabilen Vural için çok önemli veriler değil elbet. Ama 10 maçta "hiç" galibiyet, kariyerini "maç planı" üzerine bina etmiş Vural için kabus tabirini şükür kılacak bir netice.

İstikrar alerjisinden muzdarip Vural'ı haftaya Beşiktaş sınavı bekliyor. Bir şekilde atlatabilirse arkasından gelecek Sivasspor, Gençlerbirliği ve Konyaspor triosu kağıt üzerinde kolay, ama aynı kağıdın dibine Vural'ın geçmişi not düşülecek olursa sırat köprüsü.

And the Oscar goes to..

Keita from Sivasspor..

Daha Çok Hata Yapacak


- Bu çocuk daha çok hata yapacak, ama hatasını kapatmak için daha da çok çalışacak. Çok iyi bir yolda Necip..
- Ah be Schuster abi, nedir şu Rüştü, Tabata ve Nihat ısrarın ben anlayamadım ki.
- İbrahim kariyeri boyunca en iyi ortasını yaptı. Çok güzel bir goldü.
- Necip'in golüne, oturduğu yerden attı desek olur...
- Takım savunmamız maalesef felaket. Şans Beşiktaş'tan yana ki son pozisyon gol olsa bu hafta Schuster'in koltuğunu tartışıyor olurduk...
- Hilbert'in pasif oynadığında sağ kanadın işlemediği artık aşikar...
- Ersan takıma ısınıyor gibi, ama aradığımız hızlı stoper o mu tartışılır...
- Sürekli yazıyorum, sürekli yazacağım: Bir sağ açık/sağ bek ile beraber hızlı bir stoper alınması elzemdir takım için...