İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

28.07.2011

Neymar

Bu eleman ile ilk FM2008'de henüz 15 yaşındayken tanışmıştık. 19 yaşında artık Avrupa'ya gelecek yaşa geldi. Dün akşam da şöyle bir gol atmış. Vay anasını sayın seyirciler.

24.07.2011

Trabzonspor’un Korkuları!

Eğri oturalım doğru konuşalım. Futbol hiç olmadığı kadar kuşatma altında. Bu hep vardı. İstanbul ligi uzun senelerdir böyle. Trabzonspor’un şampiyonluğunu hep şikeye mi takıldı? Hayır, kesinlikle. Sadece İstanbul’dan gelmedi kuşatma. Kendi içinden de yaşadı (yaşıyor). Trabzonspor’u dünya kulübü yapacağım, şampiyon yapacağım diye gelenlerin verdikleri zararları size başka bir zaman anlatırım.

Onun için gönüllü yöneticilik bitsin diyoruz. Yönetecekleri derin Trabzonspor seçmesin diyoruz. Bu kulüp başarı uğruna, A’ya, B’ye, C’ye kiralanacağına satılsın diyoruz. Türkiye liginde oynasın ama İngiltere’deki gibi bir sahibi olsun diyoruz. Trabzonspor’un sahibi kim? Kim savunacak? Kim geleceğini planlayacak? Yöneticileri mi? Onlar gönüllü. Bir gönüllü ne kadar yaparsa o kadarını yaparlar.

Şike olayı patlak vermiş. Trabzonspor mağdur olmuş. Mağduriyetini anlatamamak ne acı! Mağdursun, çünkü başarın çalınmış. Yönetim başarı gelsin diye seçilmedi mi? Başarını çalanlarla hukuk önünde karşı karşıya gelmekten neden korkasın? Galatasaray bunu herkesten önce yaptı. Dik durdu. Tek dik duran o. Mağdur olmamasına rağmen.

Trabzonspor, yöneticisi Nevzat Aydın aracılığıyla başını gösterir gibi mi oldu? Yoksa Nevzat Aydın, kendi görüşlerini mi söyledi anlayamadık. Eğer gazetelere çıkan doğruysa geç söylense de doğruyu söylemiş. Ancaaak, bu açıklama resmi siteden ilan edilirse bir anlamı olur. Çok kel alaka konular için basın açıklaması yapan, Trabzonspor.org.tr, kendin için hayati önemli bir şeyde ‘görmedim-bilmiyorum-duymadım’ demek gölgesinden korkmak demek değil mi? Korkma gölgenden, açıkla. “Suçluysam gereğini yap, suçsuzsam, bu çocukların emeğini, emeklerimizi çalma” de.

‘Suçluysak ligden çekiliriz’ açıklamasının resmi siteden yayınlanmasını hemen bekliyoruz. Galatasaray yayınladı işte. Yayınlanmazsa, Trabzonspor yönetiminin görüşü olmadığı anlaşılır. Bir yönetici bir yerde konuştu işte denir. Trabzonspor’un haklı davasına zerre kadar katkı sağlamaz.

Bir başka konu, Trabzonspor neden hala daha Kulüpler Birliği’ne üye? TFF’ye üye olmak zorundasın. Kulüpler Birliği’ne üye olma zorunluluğun yok. Kulüpler Birliği’nin başkanı Aziz Yıldırım. Halen Aziz Yıldırım. Henüz istifa etmedi. Başkan vekili İlhan Cavcav. Kulüpler Birliği, ‘Aman Fenerbahçe’ye bir şey olmasın’ demedi mi? Yani şike bu birliğin umrunda değil. Şike vardır, güzeldir, en az kazandığımız paralar kadar güzeldir diye düşünenlerle aynı birlik altında olmaya devam edeceksen, buyur ol.

Bakalım Türkiye’de bu işin kirli olduğunu söyleyenlerle, temiz olduğunu savunanların çatışmasından kim galip çıkacak? Yoksa filler çatışacak, karıncalar (Trabzonspor) ezilecek mi olacak? Göreceğiz.

21.07.2011

Sezon Açılışı

Kombineli olarak 6. sezonumun açılışında şu durum olmasa tabi ki bir hazırlık maçına gitmeyi düşünmezdim ama kulübün şu durumunda gitmemezlik edilmezdi. Maç öncesinde etrafta yeni çıkan; esasında Fenerbahçe'nin bu maçta da giydiği formalı birçok taraftar vardı.

Geçen yıl da takım düz lacivert formayı hazırlık maçlarında giymiş o forma çok satılmış, sezon ortasında yeşil forma icat edilip, kupa maçlarında giyilerek ondan da para elde edilmişti. Bu sezon da buradan para vurulmuş. Tabi bir de 10 liraya satılan üzerinde Aziz Yıldırım'ın fotoğrafı olan T-shirtler ile.

Maçın başında Mor ve Ötesi'nin Cambaz'ındaki "ne habersin ne Türk'sün" kısmını ısrarla çalıp taraftarı Habertürk'e karşı kışkırtıp önce basın tribünündeki gazetecileri, sonra da foto muhabirlerini pet şişelerle taşlayıp kaçırdıktan sonra maçın 20. dakikasından sonrası kabak tadı vermeye başladı.

Zaten kimse de maç için orada değildi. Kimse maça konsantre olamadı. Açıkçası bu noktadan sonra birşey olmayacağını ve yarın işe gitmem gerektiğini düşünerek, devre arasında staddan ayrıldım.

Taraftarın yaklaşık 14 ay sonra birkez daha stadı işgal edeceğini, kale direklerine çıkıp hatıra fotoğrafları çektireceklerini nereden bilebilirdim ki? Şu görüntülerin, "taraftar çok stresli, bu baskı patladı, bıdı bıdı" gibi sebeplerle açıklanamaz. Stresli olan taraftar kale direğine çıkıp fotoğraf falan çektirmez.

Hazırlık maçı da olsa bu cezasız kalmayacaktır diye tahmin ediyorum. O zaman gene kıyamet kopacak o ayrı konu.

17.07.2011

Noolacak bu Arjantin'in hali?

Gece önce Rock'n Coke'taydım. Şarkıların ismini hatırlamama rağmen tüm şarkıları ezbere söylediğim Limp Bizkit'i 10 yıl aradan sonra dinlemek, tamamen beni çocukluğuma döndürdü. Neyse ki set list'i eski, popüler ve dinlemek istediğimiz şarkılardan yapmışlardı. Wes Borland yine makyajlıydı, Fred Durst kafasında kırmızı beyzbol şapkası, altında basketbol şortuyla 10 sene önce bıraktığımız yerdeydi. Eğlendirdi mi, deli gibi zıplayıp eğlendim. Bu saatten sonra bu adamlardan kaliteli yeni birşey çıkar mı? çok zor!

Gece eve döndüğümde Arjantin - Uruguay maçının ikinci yarısına yetiştim. Arjantin'in ilk Bolivya maçını yarım yamalak izlemiştim. Onu saymazsak dün adam akıllı ilk defa Arjantin'i, Dünya Kupası'ndan sonra ilk defa izledim. Herkes kadrodaydı. Maradona da değişmişti ama 10 kişilik Uruguay karşısında koca ikinci yarı hiçbir şey yapamadılar. Evlerinde oynadıkları için tüm ülke, ellerinde o kadro bulunduğu için de tüm dünya onlardan bir şeyler bekliyor ve acayip bir baskı var.

10 kişi kalan rakibi karşısında halen daha orta sahayı Gago ve Mascherano ile tutuyorsan ortada bir sıkıntı vardır. Nitekim Mascherano ucuz bir ikinci sarı kartla atıldıktan sonra maçın penaltılara gideceği çok belliydi. Uruguay hata yapmadı, Arjantin'in Copa America hasreti 1993'ten beri devam ediyor. Muhtemelen gene teknik direktör değişikliği kapıda.

Tsonga - Djokovic

Ay başındaki Wimbledon yarı finalinden bir video. Sahalarımızda görmek istediğimiz türden sayılar.

Türkiye Tenis federasyonu yıl sonundaki turnuva için reklam filmi hazırlamış. Çok büyük şanssızlık ki şu anda kadınlarda ciddi bir süper star oyuncu bulunmuyor. Sürekli "şu vardı ne oldu?" tarzındaki oyuncularla o turnuva çok da ses getirmeyecek ne yazık ki.

15.07.2011

Sahibinin topu


Futbol bir oyundur. Diğer tüm yargılara direnerek kendiminkini savunacağım, futbol sadece bir oyundur. Onu farklı bir meta haline getirenler onu oynayanlar ve izleyenlerdir. Sokakta oynanan ile Nou Camp’ta oynanan aynı oyundur. Hayattaki değerleri de aynıdır ancak ona farklı anlamlar yükleyenler ne yazık ki oyunun temelindeki en doğal niteliği, altı üstü bir oyun olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. Futbola sadece bir oyun olarak baktığımız sürece onu koruyabiliriz, aksi takdirde bir endüstriye dönüşür ki, bu da oyunu oynama amacımız olan sistemden kaçış denemesini anlamsızlaştırır. Bir endüstriden kaçarken diğerine tutuluruz.

Eğitim endüstrisinin ufacık bir üyesiyken bile en küçük aralarda bile bulduğum herhangi bir şey ile bu güzel oyunu oynardım. Aklımda ne büyük paralar vardı kazanacağım, ne de şan şöhret. Oyunun güzelliğiydi sadece benimle beraber oynayanları koridorlarda sıkıştırılmış ambalaj kutularını tekmeleten. Büyüdükçe, sevdiğin oyunu memlekette en iyi oynayanları topladığını ve yarıştırdığını iddia eden organizasyonlara ilgi duymaya başladım ve kaçınılmaz olarak bir tarafı desteklemenin verdiği heyecan duygusuna kapıldım. Taraftar olmayı oyunu izlemekten ibaret görmediğim için, ilgimi genişleterek oyunla ilgili ve takımımla ilgili tüm bilgilere ulaşmaya çalıştım. Bu da beni önce ilgili bir taraftar, sonra da tutkum artıkça takıntılı bir taraftar yaptı. Az ilgililerin gözünde fanatik olarak nitelendirildiysem de ben bu ifadeyi bir türlü içme sindiremediğimden kendimi hep takıntılı bir taraftar olarak gördüm.

Ülkeni ve dünyayı tanımaya başladıkça küçüklükten itibaren öğretilen ahlaki değerlerin bozunmasına da tanık oluyorsun ve ülkenin en büyük ilgi alanlarından belki birincisi olan futbolundan bundan nasiplenmiş olduğunu acıyla öğreniyorsun. Peki bu yeni korkunç bilgiye rağmen oyunu izlemeye ve takımımı desteklemeye nasıl devam edebildim? Gelgitlerle. En dayanılmaz anda bırakarak, takıntımı nadasa bırakarak, doğru zamanın gelmesini bekleyerek. Ömrümün sonuna dek bu takıntımdan kurtulamayacağımı biliyorum. Ne görürsem göreyim, takımıma ne olursa olsun. Bazıları buna ölümüne sevda gibi romantik adlar veriyor ama bence terk edemediğin bir sevgiliden başka bir şey değil. Sevgilin seni hep acıtır, hırpalar, hatta belki döver de ama o kadar güzeldir ki gözünde, onsuz nefes almayı aklına bile getiremediğinden hepsine katlanırsın, o seni terk etmediği sürece sen de ona mecbursun.

Son büyük terk etme denemesine 2006 mayısının ikinci hafta sonunun ertesinde kalkışmıştım. Tüm rakiplerini birer birer geçen, yakın zamanda en yakın rakibini madara eden takımım, sezon boyunca yaşattığı önce sevinci, keşke hiçbiri yaşanmasaydı diyecek kadar çok edici bir sonuçla son haftada kursağımda bırakmıştı. Bu acı o kadar büyüktü ki vurucu etkisi geçer geçmez takıma olan sevgimi sorgulatmıştı, yine de sadık bir taraftar olarak takımımı terk etmemem gerektiğini düşünüyordum. Öyle de peki hissettiğim acı, hayatına bu kadar uzak bir öğenin, asla dokunamayacağım bir kupanın(müzelerdeki teması saymıyorum ki oralarda da izin verildiğinden emin değilim, kast ettiğim kupayla uyumak) elinden kayıp gitmesi neden bu kadar yıkıcıydı ki? Nasıl bu hale gelmiştim? Takıntım beni bu kadar mı kör etmişti? O gün yaşadığım sorgulamanın sonunda takıntımın etkisini kaybettiğini fark ettim. Ertesi sene takımımı yine destekledim ama yılsonunda yaşadığım sevinç buruktu. Eksikti. Hiçbir zaman da tamamlanamayacaktı. Farklı mecralarda gelen günlük başarıların yüksek coşkusu da geçiciydi. Bir kırılma anıydı o an ve haksızlığa uğramış duygusu hep sürdü. Varlıklarını bile bile sana dokunmadığı sürece görmezden geldiğin karanlık güçler, futbol dışı öğeler, oyunun ruhuna aykırı davranışlar o gün seni bir kararın eşiğine getirmişti.

Belki de üstesinden gelemeyeceğini düşünen FB başkanı da böyle bir eşik yaşadı. Yıllar önce söylediği ve halen tartışılan saha dışında kazanma gerekliliğine tutundu. Mücadele etmeye karar verdi ama kendi kuralları ile değil, onların kuralları ile. Hukukun işlemediği yerde herkes kendi hukukunu uygulamaya kalkar. Başkanın da başına gelen buydu belki. Onların silahlı adamları varsa benimkileri de silahlandıracağım, onlar istedikleriyle görüşebiliyorsa, ben de görüşeceğim ve gerekirse tehdit edeceğim. Onlar baskı yaratacaklarsa ben daha güçlüsünü oluşturacağım. Böylece bataklık genişledikçe genişler.

Bir bataklığın içine girdiyseniz onu siz kurutamazsınız, yanınızdakiler de. Onu ancak hiç bataklığa girmemiş biri ile bataklıktan tövbe ederek çıkmış birinin işbirliği kurutabilir.

Bir taraftar olarak ne FB’nin, ne de BJK’nin geçtiğimiz sezon şike yaptığına inanıyorum. Onlar her zaman yaptıklarını ve diğerlerinin de yaptıklarını yapmaya ettiler sadece. Buna şike diyenler bataklığın içinde oldukları sürece haklı değiller, bataklığın dışındakilerin ise bu davranışları(adı her ne olursa olsun) cezalandırma gibi bir niyeti varsa, yasalara göre karar verebilirler. Ancak niyetleri bataklığı kurutmak ise yapmaları gereken bir devrim. Devrimler de eskiyi güncelleyerek değil yıkarak gerçekleştirilir. Mevcut soruşturmanın ne böyle bir niyeti ne de yapacak gücü olduğuna inanıyorum. Böyle bir güç memleket topraklarında yeşerir mi, hiç sanmıyorum.

Futbol bir oyundur. Güzel bir oyun. Taraflardan birini desteklediğiniz andan itibaren içine girdiğiniz bir bataklıkta oynanan şahane bir oyun.

Madrid'de İlk Türk

Nuri Şahin Real Madrid'e transfer olunca anında icad edildi bu espri; zira Almanya milli takımını tercih etmiş olan Mesut Özil, internet milliyetçiliği tarafından Türklük'ten aforoz edilmişti.

Alman U-17 milli takımı, bu yıl Meksika'da düzenlenen dünya şampiyonasında 3. oldu. 3.lük maçında Brezilya'yı 4-3 yendiler ve skor tabelasında; Okan (2), Koray, Levent gibi isimlerin yazıyor olması hepimize garip geldi. Biraz daha derine inince Almanya'nın turnuva boyunca attığı 24 golden 18'inin altında bize ait isimler olduğunu görebilirdik; iki tane Koray, birer tane Taner, Emre, Samet, Levent, Okan, Kaan... Toplamda 8 Türk asıllı oyuncu barındırıyordu Almanlar kadrolarında. Kaptanları da Türk asıllı bir oyuncuydu; Emre Can.

Mukabil, bizim U-17 milli takımımız, katıldığı son turnuva olan Avrupa Şampiyonası Elit Tur maçlarının aday kadrosuna Almanya'dan sadece 1 oyuncu çağırmıştı; Karlsruhe'de oynayan Hakan Çalhanoğlu. Bu turnuvada Almanya ile de karşılaşmıştık ve yukarıda zikrettiğim 8 oyuncu yine oradaydı.

Ya bu çocuklar artık topyekun muhtelif Alman milli takımlarını tercih ediyorlar, ya da biz onlara doğru düzgün tekliflerle gitmiyoruz. Eğer ikincisi oluyorsa, bir zahmet, bu işin sorumluları kamuoyuna makul bir açıklama yapıp bu çocukların gelecekte yiyeceği küfürün ipoteğini kaldırıversinler.

"Terim Yine Ruh Çağırıyor"

Başlık, Taraf gazetesinin 13 Temmuz tarihli spor sayfasının manşeti; sürmanşet ise olayın özeti:

"Galatasaray'da üçüncü dönemini yaşayan Fatih Terim, 'Bizim 1996-2000 arasında bir Galatasaray ruhumuz vardı; benim bütün derdim, niyetim onu geri getirebilmek, yoksa başarı da gelmez' dedi."

Temcit pilavı, bu kez birinci ağızdan dillendirilmiş oldu. Ne güzel!


Milan'ın, mesela, 1989-90 ve 2003-05 jenerasyonları var, meşhur; toplam beş sezonda üç Şampiyonlar Ligi kazanıp bir kez de finalde kaybettiler. Juventus, keza, 1996-98 jenerasyonuyla aynı kupayı bir kez kazanıp iki kez finalde kaybetti; Del Piero henüz yirmili yaşların başında, orta saha Zidane ve Deschaps'a emanet. İngiliz Leeds United'ın, Galatasaray'ın bu meşhur ruhuyla eş-zamanlı olarak, içeride ve dışarıda kupa namına bir halt kazanamamış olsa da, şimdi bulunduğu konumla mukayese edildiğinde oldukça sağlam bir jenerasyon ürettiği söylenebilir. İspanya'da Los Galacticos ve şimdinin Barcelona'sı; Almanya'da her dem Bayern Münih, ayrıca Dortmund'un doğuşu ve yeniden dirilişi; Fransa'da Lyon ve 90'ların PSG'si; Portekiz'de mevcut ve Mourinho'lu zamanların Porto'su; Hollanda'da 1994-96 Ajax'ı ve 2004-08 PSV'si; Belçika'da 90'ların Anderlecht'i ve taze Standart devrimi; İskoçya'da bir Rangers, bir Celtic; İsveç'te Göteborg; Norveç'te Rosenborg; Danimarka'da Brondby; İsviçre'de Grasshoppers; Rusya'da Sp. Moskova; Ukrayna'da Kiev; Estonya'da Levadia; Letonya'da Ventspils; Tanzanya'da Young Africans; Moritanya'da Cansado; KKTC'de Çetinkaya; Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde Anorthosis... Hepsinin bir ruhu olduğuna şüphe yok; ama hiçbirinin, kendilerine yine bizzat kendilerinin Galatasaray'da olduğu raddede engel olduğunu ve olacağını zannetmiyorum.

Kalecinin ilk hatasında hemen Taffarel gündeme gelir; defans oyuncusunun ilk ıskasında Popescu, orta saha oyuncusu koşmasa Okan, hatalı pas atsa Emre, forvet pres yapmayınca Hakan... Hagi'nin bir dönem Galatasaray'da oynamış olması Lincoln, Elano, Misimovic gibi adamların futbol hayatını bitirdi resmen.


13.07.2011

Şike

Şike soruşturması Ergenekon vari bir hal alırken artık işin Fenerbahçe yönetimi ile iktidar arasında olduğu herkes tarafından dillendiriliyor. Dün, Can Dündar altına imzamı atacağım bir yazı yazmış. Görmeyenler buyursun.


Fenerbahçe Cumhuriyeti’nde darbe


Fenerbahçe’de yaşanan, bir temizlik çalışması değil, bir iktidar çatışmasıdır; dolayısıyla siyasaldır.
Yanlış anlaşılmasın; “Şike yoktur” demiyorum; tersine, “Yıllardır olan şey niye şimdi ortaya çıkarılıyor” sorusuna cevaben, “Siyaseten zamanı geldi de ondan” diyorum.
Fenerbahçe tarihi boyunca hep böyle olmuştur.
* * *
Birkaç örnek vereyim:
Tek parti döneminde Fenerbahçe’nin başkan koltuğunda CHP’li Şükrü Saracoğlu oturuyordu.
Saracoğlu, 1934’ten 1950’ye kadar Başkan kaldı. Başbakanken bile bu koltuğu bırakmadı.
1950 baharında DP iktidara geldi.
Ülkedeki tek partiden kalma koltuklar yenilenirken takımların koltuk takımları da o bahar temizliğinde değiştirildi.
12 yıllık “Milli Şef” İnönü’nün ardından, 16 yıllık Başkan Saracoğlu da koltuğu devretti.
Kime?
Demokrat Parti milletvekili Osman Kavrakoğlu’na...
* * *
Kulüpte DP egemenliği ne zaman bitti dersiniz?
27 Mayıs’ta...
Menderes’i deviren askerler, futbol takımlarından da DP’li başkanları değiştirmelerini istedi.
Zaten Kavrakoğlu da Yassıada’da müebbet hapse mahkûm olmuştu.
Yerine İsmail Cem’in kayınpederi Razi Trak seçildi.
İlginçtir; Trak, 12 Eylül’den sonra da Başkanlık için ilk akla gelen isim olacaktı.
* * *
1960’ların ortalarında, CHP ile AP koalisyon yapmıştı.
Fenerbahçe yönetiminde de bir koalisyon vardı:
Başkan, CHP’li İsmet Uluğ idi.
Başkan yardımcısı AP’li Faruk Ilgaz...
1965’te seçimi AP kazanıp tek başına iktidara gelince Faruk Ilgaz da Fenerbahçe’nin başkanlığına geldi.
* * *
Türkiye Cumhuriyeti ile Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin paralel tarihinin örnekleri çoğaltılabilir.
Önemli olan şu:
“Fenerbahçe Cumhuriyeti”, TC içinde başından beri bir siyaset silahı, alternatif bir güç odağıydı.
Üstelik askeri gücü olan bir cumhuriyetti bu... Ordu içinde etkisi büyüktü. 1973’te Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Batur’un, futbolcu transferine evrak yetiştirmek için jet havalandırması hâlâ anlatılır.
Şimdi bu “askeri-sivil bürokratlar cumhuriyeti”nin 13 yıllık başkanı, hem de seçimden hemen sonra tutuklanıyorsa, bu işlem, başta zamanlamasıyla, sonra hedefiyle elbette tartışılır.
Kadri Gürsel’e katılıyorum:
“İktidar, eski Türkiye’nin bayrak dikmediği son kalesi olan ‘Üç Büyükler’i, en güçlüsüne taarruz ederek psikolojik bakımdan yıkıyor.”
Dokunulmazlığını kaldırıyor. İktidar kümesinden düşürüyor.
Ve Fenerbahçe yönetimi, yıllarca hep destek aldığı iktidarın, bürokrasinin, yargının, medyanın, nasıl bir günde aleyhine döndüğünü, gazetelerin nasıl savcılıkla kol kola girip gizli olması gereken belgeleri ortaya serdiğini, yargısız infaz birimlerinin nasıl devreye girdiğini, sermayenin nasıl panik halinde köşeye çekildiğini hayretle gözlüyor.
* * *
2011 seçimlerinin ilk faturaları kesilmeye başlandı.
“Bundan sonra ne olur” diye soranlara yukarıda örnekler verdiğim tarihi hatırlamalarını tavsiye ederim.
Cevabı orada var.
Bu, siyasetteki yapılanmaya paralel bir darbedir.
Arkası gelecektir.
Her devir olduğu gibi yine eski çerçeveler indirilip yenileri asılacaktır.
Top, şimdi iktidarın ayağındadır.

10.07.2011

Flaman Belçika

İki hafta önce 1,5 gün vaktim olup bu kadar sürede Antwerp - Gent - Brugge üçlemesi ile Kuzey Belçika'yı tabanladım. Kanal şehirleri olan bu üç şehir 14 - 16. yüzyıl dönemlerinde Avrupa'nın en önemli liman şehirleri arasındaydılar. Hatta Gent o dönemde Paris'ten sonra Avrupa'nın en kalabalık ikinci şehriymiş. Ticaretin Antwerp'e kaymasıyla Gent ve Brugge önemini yitirmiş bu sayede turistik açıdan gayet gezilmesi keyifli şehirler haline gelmişler.

Zira Antwerp gün geçtikçe büyüyüp (kime göre, neye göre!) ticarileşirken gezilecek çok birşeyi kalmamış. Öte yandan Club Brugge gibi Belçika'nın en önemli iki takımından birine ev sahipliği yapan Brugge'ün eski şehrinde gezmek açık hava müzesi hissiyatı uyandırıyor.
Belçikalıların en gurur duyduğu şeylerden birisi de bira. Leffe, duval, stella Artois gibi dünyaca biraların ana vatanı Belçika'da 1800'lü yıllarda 1000'den fazla bira üreticisi varmış. Kapitalistleşen dünyada elbette ki bu sayı azalmış ama halen daha şu yukarıdaki resimde görebileceğiniz üzere Gent'te gittiğimiz bir barda 250 çeşit bira bulunabiliyor.

Yolu düşecekler için bir bilgilendirme. Orta çağ'da temiz su kaynağı kalmayınca Vatikan keşişlere kendi içeceklerini üretmelerini söylüyor. Tahmin edebileceğiniz üzere Fransız keşişler şarap üretirken, Belçikalılar bira üretiyor. İşte bu keşişlerin ürettiği biralara Trappist deniyor. Alkol oranları %8-11 arasında. Mutlaka denenmeli.
Dediğim gibi orta çağ şehirleri çok iyi korunmuş. Ülkenin her tarafında belfry denilen feodal dönemden kalmış çan kuleleri bulunuyor. (üstteki resimde en soldaki kule) Bunların 32 tanesi UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmış. Bunlardan en ünlüsü Antwerp'de yapımı 170 yıl almış Cathedral of Our Lady'e bağlı olan.

Yine aynı şekilde Beguinage denilen UNESCO dünya mirası listesindeki manastırımsı yerler de Haçlı Seferleri sonrasında dul kalan kadınların kaldığı, din adına çalıştırıldığı yerler. Bunlardan da 13 tane var ve bugün en sağlam kalanı Brugge'de.

Yemek konusuna Belçika'nın en karakteristik yemeği, İstanbul'da da birkaç yerde bulunabilen, haşlanmış midye ve patates kızartması. Hele ki Brugge gibi deniz kıyısı şehirlerde her dükkanda rahatlıkla bulunuyo. Memlekette "bir oturuşta 15 midye dolma yedim" diyenler için burada porsiyonlar 600 gr geliyor. Ve son olarak Belçika çikolatası da en az İsviçre çikolatası kadar ünlü.

Bu kadar yemek yemek dememize rağmen şöyle bir sıkıntı var. Aksam 6 dediniz mi gün bitiyor. Restorantlar mutfaklarını 9'da kapatıyorlar. Sonra tek seçenek Türk dönerciler diyebilirim.

Sonuç olarak Antwerp - Gent - Brugge üçlemesi, özellikle Orta Çağ dönemi ve mimarisini sevenler için kaçırılmaması gereken sessiz, sakin bir tatil olanağı sunuyor.

9.07.2011

Bon Jovi

Hayatımda gittiğim ilk stadyum konseriydi ancak açık ara şimdiye kadar izlediğim en profesyonel showdu. Her konser döneminde bilmem ne kadar tırla geldi, denilir. Bu konserde gerçekten bunun hakkını verdiler. Kurulan sahne, seçim seçici rejinin arka fonu inanılmaz yönlendirmesi kusursuzdu.

Daha önce de sahneden ortaya uzanan bir podyumda vokalistin gidip geldiğini görmüştüm ama bu bambaşkaydı. Jon, konserin hatırı sayılır bir kısmında sahanın ortasında tüm seyircilerin merkezindeydi.

50 yaşında birinin 2,5 saat boyunca hiç durmadan böyle bir enerji vermesi için ne kullandığını merak ediyorum. Türkiye forması önemli bir detaydı. İşlerine ve seyircilerine inanılmaz saygılıydılar. Pek çok yabancı grubun yaptığı gibi "1,5 saat çalar paramı alır giderim" mentalitesinde olmadan seyirciyi de çok etkili kullanarak bize çok güzel bir deneyim yaşattılar.

4.07.2011

Ve Patladı

Nisan'da yürürlüğe giren "Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Yasa" ilk meyvelerini verdi ve allahın bir pazar günü, 15 ilde yapılan eş-zamanlı operasyonlarla, aralarında Fenerbahçe kulübünün başkanı Aziz Yıldırım, asbaşkanı Şekip Mosturoğlu, yeni transferleri Emanuel emenike ve Sezer Öztürk; Eskişehirspor'un teknik direktörü Bülent Uygun, yardımcı antrenörü Ümit Karan; Sivasspor kulübü başkanı Mecnun Odyakmaz gibi isimlerin de bulunduğu 50 civarında kişi gözaltına alındı ve geceyi nezarethanede geçirdi.


Operasyonun dikkat çekici bir kaç tarafı var ki mahiyetini ve vehametini kavrayabilmek adına üzerinde durulması gerekiyor:

"Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Yasa"; şike, teşvik primi, manipülasyon gibi hukuki yetki federasyona aitken haklarında nadiren soruşturma açılan, açıldığında da hiçbir zaman neticeye bağlanamayan meseleleri artık adli yargıya havale ediyor. Bu bariz "bakış açısı" değişikliği, genelde sığınılan "bir şey olmaz canım" geçiştirmesinin de gözden geçirilmesini gerektirir; bu sefer cidden ve ciddi bir şeyler olabilir.

Net bir bilgi verilmemiş olsa da ortada dönen dedikodular, soruşturmanın 7-8 ay önce mevcut durumla alakası bile olmayan bir maç üzerinden başlatıldığı yönünde. Bunun anlamı, basit bir yorumla; 7-8 ay önce alakasız bir maçta takibe takılan "aracı", argo tabirle "çantacı" kabilinden birilerinin olaylar arasında bağ kurulmasını sağladığı ve mevcut duruma kadar gelindiği. 7-8 ay önce, 2. Lig'deki kıytırık bir maç için elini kolunu sallaya sallaya para taşımış bir adam, 1-2 ay evvel Süper Lig'de şampiyonu belirleyecek maç için görünmezlik iksiri içip aynı işi yapınca bomba patlıyor gibi düşünün; Olgun Peker diye bir adamın adı geçiyor mesela!

Umalım da bu davanın Ergenekon Soruşturması'yla tek ortak noktası savcı Zekeriya Öz olsun; bu mesele de don lastiği gibi uzamasın, bu sefer gerçekten bir şeyler değişsin.

2.07.2011

Galatasaray ve Kaleci

Kısmetse mevcut transfer döneminde yapacağı bir hamleyle Galatasaray, son uzun soluklu kalecisi Mondragon sonrası dördüncü kez kaleci tribine girecek.


Şahsi kanaatim, yeni yönetimin transfer döneminde yapacağı en akıllıca hareket, kaleci transfer etmeyip kadrodaki mevcut kalecileri de takımdan göndererek önümüzdeki sezonun maçlarına 10 kişi çıkmak olur. 3 defadır, aralarında Avrupa'nın kalburüstü takımlarından dünya çapında isim yapmış olanlar da olmak üzere, yabancı kaleci transfer edip iki haftada tefe koyan ama buna rağmen senelerdir orta sahasında Mustafa Sarp ve Barış Özbek ile oynayan bir takıma ve camiasına müstahaktır.

Tek maçla kapının önüne koyduğu Enke faciası sonrası, hem Rüştü'ye yeni bir şans vermiş hem de Volkan'a güvenmiş Fenerbahçe ile kıyaslandığında Galatasaray, arkasında durmak için bir kaleciden tam olarak ne bekliyor? Fevzi Elmas, Aykut Erçetin, Orkun Uşak, Morgan De Scantis, Leo Franco, Robinson Zapata... gibi yerli, yabancı, genç, tecrübeli ve bunların kombinasyonları dahil sürüyle üst-niteliğe sahip kaleci transfer edip duran Galatasaray'ın; yönetimine, teknik ekibine, taraftarına velhasıl topyekun camiasına, desteklemeleri için ne cins bir kaleci lazım?

2000 Sendromu'nun bir uzantısı gibi bu; Galatasaray, içerisinde gol mol yemeyen bir kalecinin de yer aldığı, mücadele ettiği tüm kupaları kazanan bir takım kuracak ve mesele hallolacak.