İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

21.10.2015

Klopp, Liverpool'da

Klopp, Liverpool'a neler getirir? Juventus toparlayabilecek mi? Şampiyonlar Ligi'nde ne olur? Euro 2016'ya katılacak son takımlar kim olur? Haftalık geyiğimiz.

6.10.2015

İngiltere'de kovulma mevsimi (Topcast 5 Ekim)

Rodgers ve Advocaat gitti. Mourinho sıkıntılı. Barça'nın kolu kanadı kırık. Napoli çoştu gidiyor. Haftalık futbol geyiği

5.10.2015

Dachau ve Neuschwanstein: Münih'ten Günübirlik

Her ne kadar Oktoberfest amacıyla bu seyahate çıkmış olsak da bütün gün içemeyeceğimize göre etrafı gezip görmek için de yeterince vaktimiz oldu. Bu doğrultuda bir gündüzümüzü Münih’e trenle 15 dakika mesafedeki Dachau’da geçirdik. 1933 Ocağında başa geçen Naziler daha 6 ay dolmadan, temmuz ayında diğer bütün partileri kapatıp faşist rejimi ilan ediyorlar ve daha o yıl Dachau’da ilk toplama kampını inşa edip, karşıt politik görüşlü insanları kamplarda toplamaya başlıyorlar. İşte her ne kadar Yahudi lobisinin yönlendirdiği Hollywood filmleriyle toplama kamplarında yahudiler ön plana çıksa da bu toplama kampının, savaştan çok önce ilk ziyaretçileri diğer siyasi görüşteki insanlar.

Dachau tren istasyonunun hemen önünden kalkan 726 numaralı otobüs sizi bu toplama kampına götürüyor. Kalabalığı takip etmeniz yeterli, zira Dachau’ya gelmenin yegane sebebi bu kamp. 1965 yılında burası hayatını kaybedenler için anma merkezine dönüştürülüyor.  Salı  - Cuma günleri arası 17.30’a kadar açık ve ücretsiz.  Bir dere kenarına kurulu kampa üzerinde “Çalışmak Özgürleştirir” yazan kapıdan geçerek giriyoruz. Zira bu kampın ilk yıllarındaki amacı tutukluları günde 14 saat boyunca çalıştırmak. Müzeye girer girmez sağ tarafta bir müze var. Burada size Nazizim’in nasıl geliştiği ve Dachau’daki hayat hakkında bilgiler veriliyor. İlk başta eski propaganda afişleri ve verilen bilgiler oldukça ilginç gelse de müze uzuyor da uzuyor bir türlü bitmek bilmiyor ve bir yerden sonra sıkılıp yarıda bırakarak gezmeye başlıyoruz. Zamanında tutukluların kaldığı barınaklardan sadece ikisi ibret olması açısından ayakta bırakılmış, gerisi yıkılmış. Barınakların bittiği yerde 1965 yılında burada hayatını kaybedenler anısına Yahudiler ve Hristiyanlar için ayrı ayrı iki anıt dikilmiş. Sola döndüğümüzde sonradan eklenen ve kaçmayı imkansızlaştıran elektrikli dikenli telleri görüyoruz. Bazı insanların bu işkencenin bir an önce son bulması için kendilerini dikenli tellere atarak intihar ettiklerini yazıyor bir tabela. İşte bu dikenli tellerin arasında ufak bir geçit bulunuyor kampın dışında kalan. Derenin hemen öteki tarafında kalan, ormanın arasında ağaçların gizlediği küçük binaya gelmeden hemen önce 1994’de Rusların, burada hayatını kaybedenler için inşa ettiği küçük bir şapel bulunuyor. Kocaman bacası bulunan bu küçük binanın sadece birkaç odası bulunuyor: Soyunulan bekleme odası, duş görünümü verilmiş gaz odası ve krematoryum.

İkinci gün ise Dachau’nun aksine daha masalsı, daha huzur veren bir yere Neuschwanstein Kalesi’ne gidiyoruz. Burası karlı fotoğraflarıyla ikonik bir hal alan, aynı zamanda Disney logosunda da yer alan Alplerin eteğinde orta çağ görünümlü ama esasında 1880’de tamamlanan bir saray. Münih’ten yaklaşık iki saatlik bir tren yolculuğu ile önce Füssen’e oradan da otobüsle Hohenschwangau köyüne ulaşılıyor. Eğer iyi bir planlama yaparsanız, biletinizi 2 gün önceden internetten almakta fayda var. Zira biz köye vardığımızda saat 12.30 idi, yarım saat bilet kuyruğu bekledikten sonra anca 16.50’de giriş için bilet alabildik. Eğer biraz daha geç kalsaydık muhtemelen bilet alamayacaktık.
Bu aradaki 4 saatlik boşluk bize Alplerin keyfini çıkarma ve temiz dağ havası almak için bir fırsat verdi. Bir yerde oturup öğle yemeği yedikten sonra yağlı boya tablolarından fırlamış güzellikteki gölde, deniz bisikleti kiralayarak bir de tepedeki şatoya gölün içinden baktık. Sonrasında şatoya çıkmak için birkaç yol var. Öncelikle yürüyebilirsiniz, 1,80 avro karşılığında otobüse binebilirsiniz ya da 6 avro verip faytona binebilirsiniz. Biz tercihimizi faytondan yana kullandık. Sabahtan beri in çık yapan iki at 13 kişi ve bir de araba çekmekten pert olmuş, yanımızdan geçen insanlar bizden daha hızlı çıkıyordu ama olsun.


Almanların üretim bandı şatoya girişte de devam ediyor.  5 dakika arayla içeriye 20’şerli gruplar halinde alıyorlar. Elinize audioguide’ı tutuşturuyorlar. Bir odaya girdiğinizde audioguide otomatik olarak çalışmaya başlıyor ve audioguideda anlatılanlar bitmeden odayı terk edemiyorsunuz. Kısacası öyle sağ sola baka baka laylaylom bir şekilde yürüyemiyorsunuz. Adamlar size ne bilgi aktarmak istiyorlarsa öncelikle onu dinleyeceksiniz.  Ben size kısaca verilmek istenen bilgileri özetleyeyim: O bölgede doğan Bavyera kralı II. Ludwig Wagner’in bir operasından esinlenip daha önce hali hazırda harabeler bulunan tepenin üzerine şato diktirip burada inzivaya çekilmek ister. 1600’lerdeki mutlak monarşiye özenen ve böyle bir dünya hayali kuran kralımız biraz geç kalmıştır zira artık o dönemlerin üzerinden 200 yıl geçmiş ve demokrasi hareketleri başlamıştır. En nihayetinde Prusyalılar  gelir ve II. Ludwig’i hapse tıkar, kralımız da hapishanede intihar eder.  Sarayın dışı, içinden çok daha gösterişli. Hatta 12 avro vermeye değer mi emin değilim. Kısacası eğer geldiğinizde bilet bulamazsanız fazla üzülmeyin, pek bir şey kaçırmamış olacaksınız.


Şatonun o meşhur fotoğrafları bir köprünün üzerinden çekiliyor ve ne yazık ki biz gittiğimizde köprü bakıma alınmıştı ve biz oradan fotoğraf çekemeden geri dönüş yoluna çıktık ve 4 günlük güney Bavyera tatilimizi sonlandırdık. Açıkçası 2 günümüz daha olmasını isterdim zira Münih’in kuzeyinde kalan ve UNESCO dünya mirası listesine alınan Würzberg, Bayreuth, Rotenburg gibi ufak kasabalar ve II. Dünya Savaşı’ndaki önemiyle Nürnberg’e arabayla bir roadtrip yapmak isterdim. Artık başka bir sefere diyerek bayramımızı sonlandırdık. 

2.10.2015

Münih: Bir Oktoberfest Hatırası

Askerdeyken izne çıktığımda sabah 10’da birane sahibiyle birlikte kepenkleri açar o kahvaltısını eder ben ise demlenmeye başlardım. Hayatımda bir daha da bu kadar erken saatte alkol almamışımdır. Her şey dahil otellerin bokunu çıkarmak için sabah kahvaltısında içmeye başlayan görgüsüz Ruslara şahit olmuştum ama bir tren istasyonunda altlık babında bir güruhun yaptığını görmek apayrı bir deneyim. Kareli gömlekli, deri pantolonlu erkekler ve göğüs çatalını açıkta bırakan driendl adlı elbiseleriyle kadınlar sabahın 10’unda bira içmeye gitmek için treni beklerken boş durmuyorlar ve çoktan altık yapmaya başlıyorlardı. – ki bu benim anca uyanıp, kahvaltı edip sonrasında trene bindiğim saatti. Festival alanında bira servisinin zaten 10’da başladığını düşünürsek, birkaç saat öncesinden bunu halihazırda yapmış başka bir güruh da pekala olabilir. –

Daha önce sanırım Madrid yazımda da belirttiğim gibi gezip-görme kültürü artık çoğunlukla deneyim yaşamaya endekslendi. Dünyanın en büyük bira festivali Oktoberfest’in 2015’in kurban bayramına denk geleceğini ta 2013’te fark etmiş, bu yılın şubat ayında otel rezervasyonumuzu yaptırmıştım bile. Zira bu 2 haftalık süreç bütün yıl Münih’in en yoğun olduğu dönem ve oteller normal zamanın 3 katı civarlarda fiyat çekip geceliği yaklaşık 180 – 200 avro arasında değişiyor. Bu sebeple biz konaklamamızı Münih’e trenle 40 dakika mesafedeki Augsburg’da geceliği ortalama 70 avrodan ayarladık. Kahvaltı bile olmadığını düşünürsek esasında bu bile pahalı bir fiyat. Ulaşım için benim bulabildiğim en iyi seçenek günlük Bavyera biletleri. Bir kişi günlük 23 avro ile başlayıp sonra her bir kişi için 5 avro ödüyorsunuz. Yani örneğin 2 kişinin fiyatı 28 avro oluyor, bir başka deyişle kişi başı fiyat 14 avroya düşüyor. Eğer daha kalabalıksanız çok daha az oluyor. Bu biletle bütün bir gün boyunca hızlı trenler hariç trenler, S-bahn ve metroya binebiliyorsunuz. Tek yön normal tren biletlerinin 15-20 avrolarda gezindiğini düşünürsek  bu Bavyera biletleri baya hesaplı oluyor.  Şehir içi tren ve metroda rast gelmese de şehirler arası trenlerde sürekli kontrol var, kaçak binmeyi denemeyin.

Bayramın ilk günü sabahı Münih’e varıp Can Özenç ve kardeşi Deniz ile Münih belediye binasının da bulunduğu meydan olan Marienplatz’da buluşuyoruz.  Meydanda aşağı yukarı dolanan herkeste bu klasik Oktoberfest kıyafetleri var. Yani öyle gazetede gördüğünüz fotoğraftaki geleneksel kıyafetli insanlar tek tük değil. Daha tren istasyonundayken karşılaştığımız işportacılardan, büyük mağazalara kadar bu kıyafetler satılıyor. Sektör büyük anlayacağınız. Kadın driendlları 40 avro gibi fiyatlardan başlıyor. Erkeklerin pantolonları deri olduğu için 70 avrodan daha düşük fiyata pantolon yok. Erkekler bütün gün içip kafayı bulunca olur da bira bardaklarını devirirlerse pantolonları ıslanmasın, bira pantolondan kayıp gitsin diye bu pantolonları deriden yapıyorlarmış. İstanbul’dan getirdiğim kareli gömlek, pantolon askısı, ve yeşil/kahve rengi arası normal pantolonum ile ucundan bucağından kıyafetlere yaklaşmaya çalışıyorum.

Münih’in şehir merkezinde pek fazla bir şey yok. Belediye binası, birkaç kilise, şehir kapısı, vb. çok da olmazsa olmaz yerleri gördüğümüzde saat 13.30’du. Artık 30’una gelmiş bizler uzun uzadıya bu kadar içemeyeceğimizi düşünerek soluğu Olimpiyat Park’ında alıyoruz. Ülkede spor kültürü olunca 1972 Olimpiyatları için yapılan bu tesisler halen daha aktif bir şekilde kullanılabiliyor. Örneğin Mark Spitz’in zamanında şov yaptığı havuz bugün aylık üyelik sistemi ile kullanılıyor. Biz gittiğimizde içeride insanlar yüzüyordu. Ya da sporcuların konaklaması için yapılan olimpiyat köyü bugün üniversite öğrencilerine devlet yurdu işlevini görüyor. Burada mimarlık öğrencisi olan Deniz bize buradaki binaların mimarileri hakkında bilgiler veriyor. Ne demişler: Onlar konuşur, Almanlar yapar! En önemlisini en sona saklıyoruz ve Alienz Arena yapılana kadar Bayern ve milli takımın maçlarına ev sahipliği yapan Olimpiyat stadına geçiyoruz. Stadın mimarisi son derece değişik. Tribünleri Aspendos gibi bir tepenin yamacına kurulmuş ve stada girip yukarıya çıkmıyorsunuz tam tersine aşağı iniyorsunuz. Gönül isterdi ki yanımızda bir futbol atkımız olsun, hatıra fotoğrafını onunla çektirelim ama olmayınca Deniz’in fuları ile idare ediyoruz.

Saat 15.30 oldu ve artık bira içmek için hazırız. Metro bizi doğrudan festival alanının içerisine çıkartıyor. Burası rollercoasterları, dönme dolapları çarpışan arabaları ile klasik bir lunapark gibi ama bunun yanı sıra her biri yaklaşık 8500 kişi kapasiteli 14 bira çadırı olayın odak noktası. “Ya Perşembe akşamı kim gelecek, bu adamlar zaten yarın işe gidecekler” kafasıyla çadırlara dalıyoruz ama hepsi akşam için rezervli. Adamlar yarın iş var demiyor, içiyorlar. Bu rezervasyon işi yurt dışından gelen bir turist için meşgaleli. Çadırlar rezervasyonlarını mayısta başlatıyorlar ve öncelik bira üreticilerinde, sonra yerel devlet makamları, ardından Münihli şirketler, devamında Münih’te ikamet eden vatandaşlar, takibinde Bavyera eyaletinde oturanlar ve listenin en sonunda olur da yer kalırsa diğerleri geliyor.  Neyse ki şansımıza hava güzel, yağmur yok. Bahçelere rezervasyon yapılmıyor ve Paulaner çadırının bahçesinde bir masa bularak biralarımızı ısmarlıyoruz. O yüzden çadırlardan “hangisine gidelim, hangisini tavsiye edersin”  diye bir sorarsanız, hangisinde yer bulursanız oraya oturun derim. Çadırlar, bahçeler, sokakta yürüyenler, dönme dolap vb. şeylere binenleri  hesaba katarsanız bu panayırda aynı anda 250-300 bin kişi bulunuyor.


1800’lerin başlarında Kral Ludwig evleniyor ve taze kraliçenin adına bir festival düzenliyor. Paranın kokusunu alan bira üreticileri bu festivali bir gelenek haline getiriyorlar ve bugün bildiğimiz Oktoberst, Bavyeralı 6 büyük bira üreticisi Löwenbrau, Paulaner, Augustiner, Höfbrau, Spaten ve Hacker ile eylül sonunda başlayıp, ekimin ilk pazarı bitecek şekilde her yıl 2 hafta süreyle gerçekleşiyor. Biralar “mass” adı verilen litrelik bardaklarda geliyor ve tanesi 10.25 avro. Esasında Almanya’da biranın sudan ucuz olduğunu düşünürsek bu tutar Almanya standartlarında biraz yüksek ama o kadar da olsun artık. Geleneksel olarak yanında yarım tavuk tüketiliyor onun fiyatı da 13 avro civarında. Tüketim inanılmaz yüksek olduğu için her şey çok taze ve böylelikle çok lezzetli. Tavuğun yanına Bretzl adı verilen ekmeklerden aldınız mı tamam artık klasik Oktoberfest menüsü hazır. Tabi tek seçenek tavuk değil. Örneğin şu fotoğraftaki gibi şiş kebap misali pişirilen balıklar var, ki tahmin edebileceğiniz gibi çok taze ve lezzetliler. Yiyecek büfeleri gani gani, deniz ürünleri satan, sosisli, kuru yemişçi, çikolatacı...ne ararsan var. Mandaln ismi verilen karamelize edilmiş fıstıkları tavsiye ederim. Gecesine şansımız yaver gidiyor ve Can’ın bir arkadaşının babasının o akşama bir çadırda rezervasyonu var ve bizi de alabilecekleri dört kişilik fazla yerleri mevcut. Akşam artık hava da kararmaya başlayıp soğuyunca içeriye geçiyoruz. Olabildiğince çok insanı içeri alabilmek için masalar birbirlerine bitişik, banklar yapışık, arkandaki kimse onunla sırt sırta veriyorsun. Üflemeli çalgıların ağırlıkta olduğu bir orkestra güzel güzel çalıyor. Her yeri masa ve bankla doldurunca o müzik eşliğinde dans edecek tek bir yer kalıyor: Bankların üzeri! 8500 kişi hep beraber bira içip bankların üzerinde dans ediyor. Murat Kosova gibi konuşacak olursam: İşte Oktoberfest bu! Bira servisi 22.30’a kadar devam ediyor. Erken saatte biraları litre litre götürmeye başladığımızı düşünürsek yeter de artar bile.  Toplamda Münih’te 4 gün kaldık, diğerlerinde bu kadar uzun olmasa da toplam 3 gününde Oktoberfest’e geldik. Zira tren istasyonuna da yakın olduğu için keyifle bir akşam yemeği – bira yapılabilecek bir ortam. Yarın ki yazı da Bavyera çevresi ile devam ediyoruz.