İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

29.11.2008

Fenerbahçe’ye Reçete

Salı oynanan Porto maçıyla Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi macerası bu sezonluk sona erdi. Hala süren bir UEFA kupasına devam etme şansı bulunuyor ancak şu futbolla Kiev deplasmanında galip gelmeye inanmak biraz hayalperestlik olur kanımca.

Dünkü maça Fenerbahçe aslında oldukça iyi başlamıştı. İlk on dakikada bulunan pozisyonların ardından Porto oynamaya başladı ve golleri geldi. Kazım’ın şans golüyle Fenerbahçe umutlansa da daha sonra golü bulacak pozisyonları bile bulamayan Fenerbahçe sahadan mağlubiyet ile ayrıldı.

Fenerbahçe’deki eksiklikleri sizlere yorumlamadan evvel bu yazıyı tamamen tarafsız olarak yazdığımı belirtmek isterim.

Bir kere Fenerbahçe’de o eski ruh yok. Oyuncuların hepsi birbirine saha içinde küfür eder bağırır çağırır olmuş. Bu bir takım için en son istenebilecek şeylerden birisi. Ayrıca taraftarında takıma tepkisi olumsuz. Dün Volkan ile taraftar arasındaki muhabbet hiçte hoş değildi.

Taraftar demişken şunu da eklemek istiyorum. Ne yazık ki Türk taraftarlar şu Nostalji şarkılarından ve enteresan söylemlerden vazgeçmediler. Yok, efendim beraber yürüdük biz bu yollarda vay efendim bu forma kutsaldır herkese nasip olmaz. Ben böyle tezahüratların oyuncuya ve takıma pozitif bir şeyler kattığını düşünmüyorum. Taraftar dediğin tribün dediğin takımını ateşlemeli moral vermelidir. Ya İngiliz taraftarlar gibi oturduğu yerde oturup çekilen şuta auuu gibi enteresan tepkiler vereceksin ya da gaz vereceksin arkadaş. Gelip Müslüm Baba şarkılarıyla kaybeden insanların mantığıyla takımını sahada yermeye hakkın yok ister genç FB ol istersen emekli FB fark etmez.

Düşünsenize bu metni yazmış olan yazar 3 sene önce bir Denizlispor karşılaşmasına gidiyor. Denizlispor’un rakibi Gaziantepspor ancak kendisini fanatik olarak tanımlayan bir grup çapulcu aralıksız 45 dakika o sezon ikinci ligde olan Göztepe’ye ana avrat düz gidiyor. Yahu arkadaş rahatsız mısın? Git takımı destekle ateşle gaz ver ne diye elin ikinci lig takımına sövüyorsun bu nasıl bir kin bu nasıl taraftarlık.

Gelelim saha içine. Bir kere sahada kimin nerede oynadığı kimin kimi tutacağı hiçbir şey belli değil. Amiyane tabirle katakulli bir futbol oynuyor Fenerbahçe. Bunun en güzel örneği de Alex ile paslaşarak Carlos’un 40 metreden abandığı pozisyon. Arkadaş ne bu böyle mahalle maçında mısınız? O pozisyonda yapılabilecek pek çok faydalı şey varken Carlos’un gelip o mesafeden topa direk asılması takımda dirliğin düzenin yok olduğu anlamına gelir.

Birde Alex meselesi var pek tabii. Günümüz futbolunda artık on numara mevkisinin yeri kalmadı değerli futbolseverler. Sadece bizim ülkemizdeki büyüklerde var birer tane on numara. Fenerbahçe’de Alex Galatasaray’da Lincoln Beşiktaş’ta Delgado. Ve bu oyuncular bence takımlarının sırtında bir kambur. Gerek savunmaya yardıma gelmemeleri gerek durarak oynamaları gerekse kırılgan olmaları sebebiyle bence bulundukları takımı bir kişi eksik oynatıyorlar.

Dünyada şu anda bu mevki ölmüş durumda. Bu oyuncuların yerini orta sahanın ortasında oynayan hücuma destek verebilen savaşçı kuvvetli Lampard gibi Gerrard gibi Pirlo gibi oyuncular aldı. Teknik ve hücum yönü güçlü oyuncular ise artık bizdekiler gibi durarak değil kanatlara doğru yayılarak hızlı oynuyorlar ve adam eksiltiyorlar. Bence bu dönemde Avrupa’da başarı istiyor isek bu on numara fetişinden vazgeçmemiz gerekiyor.

Gelelim evlere şenlik Fenerbahçe orta sahasına. Kanatların göbeğe göre çok daha iyi olduğu bu bölgede kenarları daha çok Deivid Uğur Boral ve Kazım kullanıyor. Bu üç oyuncudan Deivid dışındaki ikisi istikrarsız oyuncular. Ne zaman ne yapacakları belli değil. Ama reziller içindeki göbekten onlar ile ilgilenmeye vakit bulamıyoruz.

Selçuk, Maldonado, Deniz, Josico aynı kalıptan çıkmış dört tane ürün. Bu oyuncuların pas menzili en fazla 2 metre. Yaratıcılıkları sıfır devamlılıkları da tartışılır. En iyi yaptıkları şey ise toplu aldıktan sonra kendileri ile aynı meridyendeki oyunculara topu yuvarlamak ki bunda da perfect değiller. Savunmadaki oyuncularınız da oyun kuramayan tipler olduğu için artık Fenerbahçe’nin oyun kurması ya Carlos’un şişirmelerine ya Gökhan’ın driplinglerine ya da Alex’in savunmaya kadar gelip topu almasına kalıyor. Alex’in de bu görevi yapması zaten düşük olan kondisyonunun daha çabuk düşmesi sebep oluyor böylece hazretleri yetmişinci dakikadan itibaren sahada gezmeye başlıyor.

Savunmada Edu ve Lugano iyi ve uyumlular ancak Luis paşanın bunlara bir düzgün yedek üretemeyişi enteresan. Niye inatla Yasin’i deniyor anlayabilmiş değilim. Hele ki kulübede Önder varken.

Kaleci Volkan’da istikrarsızlık sembollerinden birisi. Bir türlü düzgün bir dikiş tutturamıyor. Bir maç çok iyi bir maç çok kötü böyle giderse Fenerbahçe Volkan’ın yerine de bir ayarlama yapmak zorunda kalabilir.

Gelelim kulübeye. EURO 2008’i seyrederken Aragones’in değişikliklerine dikkat etmiştim. Hepsi aynıydı. Villa çık Guiza gir. İniesta çık Fabregas gir hep aynı. Hala da aynı değişiklikler. Burak gir Kazım gir falan. Bir kere de oyun şablonunu değiştirecek bir değişiklik yapmıyor Sayın Aragones. Yemeği değiştirmiyor sürekli dolma yeniyor, ilk devre patlıcan ikinci devre kabak. Durum böyle olunca Fenerbahçe’de artık kabak tadı veriyor.

Hoca sen bir saattir söylüyorsun ama bir de ne yapılacak onu söyle diyenler olabilir. Yapılacak şeyler uzun süreli ve meşakkatli ancak yapılmazsa hastamızın kurtulma şansı yok gibi.

İlk evvel dediğim gibi Fenerbahçe’nin Alex’ten kurtulması gerekiyor. Sezon sonunda Alex gönderilerek bir devir kapatılabilir. Tabii sözleşmesi biten Lugano’nun tutulması gerekiyor ama bu bence biraz zor olacak.

İkincisi orta sahanın ortasına iki yönü de oynayabilen oyuncular bulunmalıdır. Yani Selçuk ve Josico gibi olmayan Alex’te olmayan iki yönlü çift bıçaklı bir adam lazım Fenerbahçe’ye ancak o zaman Fenerbahçe iyi bir duruma getirilebilir. Bu orta sahayla ileri uca değil Guiza, İbrahimovic’i getirmenizde bir şey elde edemezsiniz.

Fenerbahçe’nin bu sezonki en büyük eksiklerinden biri olan Bench yani yedek sıkıntısının da çözümlenmesi gerekir. Takımda yedekten gelip patlayıcı güç verecek oyunu değiştirebilecek yarım oyuncu bile yok. Bu gerçekten önemli bir eksiklik.

Ve kulübeye de başarıya aç ama tecrübeli bir teknik direktör getirilmeli bu teknik direktörün disiplinli olması da şart.

Fenerbahçe için nacizane iyileşme önlemlerimiz bunlardır. Yazıda bahsetmediğim Semih’i çok takdir edip beğendiğim için Guiza’yı daha tam çözemediğim için Emre’ye de bir şey diyemeyeceğim için zikretmedim. Umarım sıkıcı bir yazı olmamıştır.

22.11.2008

Hoffenheim

Takımlar arasındaki puan farkının yine pek fazla olmadığı Bundesliga’da geçen 13 hafta sonunda Hoffenheim fırtınası esiyor. 13 maçta 9 galibiyet 1 beraberlik ve 3 mağlubiyetle 2. sıradalar ki birinci Leverkusen de aynı galibiyet oranına sahip. Anlayacağınız averajla ikinci Hoffenheim..

Ben de uzun zaman sonra yazdığım bu Bundesliga yazısını, Hoffenheim’a ayırdım.

Hoffenheim Almanya’nın güneybatısında Baden – Wüttenberg eyaletinin Sinsheim şehrinin küçük bir kasabası. Futbol takımı dışında bir numarası yok, futbolda da bu son birkaç yıla kadar bir numarası yoktu.

Alman yazılım firması SAP’ın kurucularından, eskiden Hoffenheim’ın genç takımında oynamış(kısacası futbol oynamasını bilmeyen) Dietmar Hopp 1990 yılından beri takımın mali destekçisi. Dünya’nın en zengin 100 adamından biri olduğu iddia edilen bu şahsiyetin takıma desteği aslında en başlarda laf olsun diye. 90 yılından 2006 yılına kadar takımın bulunduğu en iyi yer 3. Lig. Fakat 2006 yılında takımı hala çalıştıran, 2005 yılında Schalke’den hatırlayacağımız Ralf Ragninck ile anlaşıyorlar. Bundesliga tecrübesi olan ve halen kadroda bulunan Seitz ve şu anda takımın yardımcı antrenörlüğünü yapan Maric gibi isimleri de katıyorlar kadrolarına. Tabii Şampiyonlar Ligi’nden 3. lige antrenör getirdiğinizde başarı da geliyor. Önce 2. lig ardından, Bundesliga. Hikayenin buraya kadarı gayet olası fakat kolay da değil. Zaman zaman böyle yatırımların başarısızlık ve hüsranla karşılaştığını da görürüz. En yakın örnek, Etimesgut Şekerspor…

Bu sezon Ragninck ile yola devam eden Hoffenheim’ın an itibariyle geldiği nokta elbette şaşırtıcı. Geçtiğimiz hafta Hertha Berline’e yenilmeselerdi, liderlerdi hala. Kadroları zayıf, Hopp denilen adam takıma Ronaldo’yu, Kaka’yı getirmedi sonuçta. Takımın yıldızı PSG’den hatırlayacağımız(ya da hatırlamak istemeyeceğimiz) Boşnak golcü Ibisevic. 14 golle de açık ara ligin sürpriz gol kralı. Yaptığı açıklamada “14 gol atabileceğimi hiç tahmin etmiyordum” demiş. Ne yalan söyleyeyim, ben de etmiyordum.

Ibisevic dışındaki dikkat çeken oyuncular Salihovic, Carlos Eduardo , Demba Ba ve Obasi. Hatta biraz altta bahsedeceğimiz gibi bu beşli muhteşem bir hücum takımının oluşmasını sağlamış durumdalar.

Bu oyuncuları ve başarısını izlediğinizde FM/CM oynuyor gibi hissedebilirsiniz kendinizi. Nijeryalı Obasi, 22 yaşında, Real Madrid ve Chelsea’ nin listesinde olduğu söyleniyor. Salihovic, Ibisevic gibi Boşnak. O biraz yaşlı, 24 yaşında(!). 2006’daki yapılanmadan beri takımın yıldızı. Forvet arkası Carlos Eduardo ise 87’li. Daha 18 yaşındayken Real Madrid’in gündemine gelmiş, fakat yetersiz bulunduğu için alınmamış. Güney Amerika futbolunu takip edenler onu Gremio ile 2007’de Copa Libartadores’de final oynadığını hatırlar, kendisini ta o günlerden tanır. O yaz Gremio’dan henüz o aralar Alman 2. Ligi’nde bulunan Hoffenheim’a 8 milyon avroya transfer oldu. Son maçlarda formunu arttırdı. Gelecekte ne fiyata nerelere gider merak konusu. Ibisevic’ten sonra takımın Obasi ile birlikte en golcü ismi Senegalli Demba Ba da henüz 23 yaşında.

İşte bu tanınmamış, genç beşli attıkları gollerle Hoffenheim’ı zirveye taşıyorlar. Atılan 34 golün 32sini bu beşli atmış durumda (Ibisevic 14, Ba ve Obasi 6, Salihovic 4, Eduardo 2) Demek ki böyle şeyler sadece menajerlik oyunlarında olmuyor.

Bu yazıyı okuyan herkese sporx.com dan Hoffenheim maçlarının özetlerini izlemelerini tavsiye ederim. Hoffenheim hücum hattının ne kadar hızlı ve göze hoş gelen bir oyun oynadıklarını her futbolseverin görmesi lazım. Benim favori oyuncum, Obasi. Favori gollerim ise Bochum ve Wolfsburg maçlarındaki üçüncü goller...

Takımdaki ciddi sıkıntı, Bremen, Leverkusen, Hertha ve Stuttgart gibi zor maçlarından toplam 1 puan çıkarabilmiş olması. Onu da gol yemedikleri(ne hikmetse) Stuttgart karşısında aldılar. Bremen ve Leverkusen 5 attı bu takıma.

İstatistiklerle devam ediyoruz. 7 maçta 19 puanla iç sahada lig lideri, 13 maçta 34 golle ligin en çok gol atan takımı durumundalar. Maç başına üçe yakın(!)… Arkalarından 31er golle Bremen ve Leverkusen geliyor ki onlar da bu gollerin altıda birini Hoffenheim’a attılar. 19 da gol yemişler. Averajlarını siz hesaplayın.

Yazıyı bitirirken şu ekstra notu vereyim: Dietmar Hopp, şu an Rhein-Neckar Arena denilen bir 30.000 kişilik(fazlasını dolduramazlar zaten) bir stadyum inşası çabasında. 2009’da bitmesi bekleniyor. Stadyum hakkında daha fazla bilgi için http://www.dkexe.de/rnarenade/

Son bir not: Bayern Münih toparlandı…

18.11.2008

Orada bir City var uzakta!!!

Manchester City, sezona flaş bir değişiklikle girdi ve kulüp, yasaklı ve aranan başkan Thaksin Shinawatra tarafından Abu Dhabi grubuna satıldı. Gün geçmeden Robinho transfer edildi ve zaten öncesindeki Kompany, SWP ve Zabaleta gibi transferlerle güçlenmiş olan City’yi Robinho’nun bir üst seviyeye taşıyacağı öngörüldü. Ancak çoğu teknik adam ve kulüp sahibi bunun zaman alacağını Chelsea örneğiyle verdiler ki City’nin şu andaki durumu da bunu doğrular nitelikte. Robinho’nun inanılmaz performansına rağmen City 13.sırada ve kesinlikle kadrosunun hakkını vermiyor. Hatta Stephen Ireland dahi bu sene müthiş bir performans sergiliyor ve ligin en çok gol atan takımlarından biri City.

Ancak defansif anlamdaki başarısızlık City’nin istediği noktaya çıkmasına engel oluyor. Bu başarısızlıktaki en büyük pay bana göre Mark Hughes’a ait. Yaptığı gereksiz Ben Haim transferiyle Richard Dunne’ın özgüvenini sarsan teknik adam Robinho, SWP, Elano ve Ireland gibi hücumcu ortasahalarla oynarken ortasahayı sadece Kompany’ye emanet etti. Önceki sezonların en sağlam bölgesi olan defansı bu seçim kevgire çevirmeye yetti de arttı bile. Öyle ki dört sene üst üste kulübün en değerli oyuncusu seçilen Dunne’ı dahi taraftarlar protesto etmeye başladı. Kompany’nin beş sarı kart görmesi, Gelson’un bu hafta üst üste iki sarı kart görmesi ortasahadaki defansif oyuncuların orta sahada her yere koşamayacağını gösterir gibi. UEFA kupasına ilk kez katılmaları tecrübesizliklerini gösterebilir ancak grup maçlarına kalırken dahi adı sanı duyulmamış FC Midtjylland’ı penaltılarla geçebildi.

Martin Petrov’un, Bojinov’un, Michael Johnson’ın ve bu hafta düzelen Vassell ve Benjani’nin sakatlıklarının önemli ölçüde etkisi oldu ancak şu ana kadarki izlediğim City maçlarındaki hem dizilişlerin hem de oyuncu değişikliklerinin yerinde olmadığını düşünüyorum. Dunne, Richards, Onuoha, (sezon öncesi) Corluka gibi dört kaliteli stoperi ve takımda o zamanlar önemli bir şekilde sol bek ve sağ kanat problemi varken Ben Haim gibi sıradan bir defans oyuncusunu alması hakikaten çok saçma bir karar.

Daha önce de dediğim gibi bu olayın Dunne’ı etkilediği bariz çünkü daha önce defansın belkemiği olan Dunne şimdi inanılmayacak hatalar yapmaya başladı . Yani Hughes sadece bir transferle geçen senelerin en başarılı bölgesi olan defansın yapısını allak bullak etti. Yine haftalardır SWP’in performansında bariz bir düşüş var çünkü takımın yıldızı şu anda Robinho. Halbuki SWP transfer edildiğinde takımın liderinin ve yıldızının o olacağı düşünülüyordu haklı olarak. Bunun sebebiyse SWP’in ayrılırken takımın yıldızı olarak ayrılmasıydı.

Robinho transfer olduktan sonra gün geçtikçe takımdaki etkinliğini ve performansını arttırırken, SWP’in haftalardır performansı pek iç açıcı değil ne yazık ki. Belki bunda Abu Dhabi grubunun bir etkisi vardır ancak menajer olarak Hughes, Robinho transferinin daha sonraya ertelenmesini savunmalıydı. Çünkü şu andaki dengesizliğin en büyük nedeni takımdaki görev dağılımının belli olmaması. Zaten menajer de bu dengeyi ayarlayacak kişi olmalı. Takım şu anda tamamen bireysel yeteneklere bakıyor ve istatistikler de bunu doğruluyor.

Açıkçası Hughes takımın başında kaldıkça da City’nin çok daha ilerilere gideceğine ihtimal vermiyorum. City eğer dünya çapında bir kulüp olmak istiyorsa aynı Chelsea’nin yaptığı gibi dünya çapında bir teknik direktör getirmeli.

14.11.2008

Şampiyonlar Ligi: Sürprizler ve Hayalkırıklıkları

Şampiyonlar Ligi'nde tur atlayanlar ve diğer sıraların belirli olacağı son iki maç gününe doğru giderken bir değerlendirme yapmanın doğru olacağı inancındayım. Geçen sezon ikinci tur yapan takımlardan sadece ikisi ilk iki torba dışından gelmişti. Bu sezon da durumun değişmesini beklemek fazla iyimserlik olur.

A Grubu'nda birinci torbadan gelen Chelsea turu hemen hemen garantilemiş durumda. İkinci torbadan gelen Roma da kötü başlamasına rağmen gruptan çıkmaya yakın. Bordeaux Cluj'u iki maçta da yenmeyi başararak grubu Cluj'un üstünde bitirmeyi hemen hemen garantiledi.

B Grubu'nda birinci torbadan gelen Inter liderliğe çok yakın. Grubun hayal kırıklığı Werder Bremen oldu. İkinci torbadan çıkmasına rağmen grubun sonuncusu durumunda, yine de ikinci olma şansları var. Şampiyonlar Ligi'nin en büyük sürprizi olan Anorthosis Famagusta ikinci durumda, sonuçlar dışında gösterdikleri performanslarla Avrupa'da yola devam edecek gibi gözüküyorlar.

C Grubu'nda sürpriz yok. Sporting-Barcelona maçı lideri belirleyebilir. Shakthar Donetsk'in ikinciliği zorlamasını beklerdim ama bu sene de olmadı, UEFA'ya gidecekler gibi gözüküyor.

D Grubu'nda son torbadan gelmesine rağmen genelde beklendiği gibi Atletico Madrid grubun zirvesinde. Atletico-Liverpool ikilisi gruptan çıkacak, PSV-Marseille'den biri de UEFA'ya kalacak. Son iki maçta liderin ve üçüncünün kimler olacağını göreceğiz.

E Grubu'nda da sürpriz yok. Man Utd ve Villarreal ilk ikiyi kaptılar, Celtic ile Aalborg da gerideler. Villarreal-ManUtd maçının galibi zirveyi alacak, Aalborg ise kendi sahasında Celtic'i yenebilirse sürpriz bir şekilde UEFA Kupası'na kalabilir.

F Grubu'nda Lyon ile Bayern aynı puanda zirvedeler. Fiorentina geride kalmasına rağmen son iki maçta sürpriz yapıp gruptan çıkabilir. Diğer taraftan, Steaua ile oynacakları son maç UEFA biletini de kaçırmalarına neden olabilir.

G Grubu'nda Arsenal lider bitirmeye yakın. Kalan üç takımın da gruptan çıkma şansı var. İkinci torbadan gelen Porto tura en yakın olan ekip. Son torbadan gelen Dinamo Kiev son maçta Porto'yu içeride yenmiş olsaydı çok büyük bir avantaj sağlamış olacaktı.

H Grubu'nda Juventus Real Madrid'i iki kez yenerek liderliği eline aldı. Zenit biraz da şanssızlık sonucu beklendiği kadar zorlayamadı üsttekileri. Yine de gruptan çıkacak son takımı Real Madrid-Zenit maçının sonucunun belirlemesi muhtemel.

Birkaç ilginç istatistik verelim. Grupların en iyisi olarak gözüken Barcelona ortalama %63 ile topla oynuyor. Son grubun parlayan takımı Juventus ile %42 gibi çok düşük bir yüzdeyle topla oynuyor.

En golcü futbolcular dört gol atan dört futbolcu: Dimitar Berbatov, Lionel Messi, Steven Gerrard ve Alessandro Del Piero. Görüleceği üzere Berbatov dışındaki üçlü klasik santrafor olarak tarif ettiğimiz oyuncular değil. Grupların en az gol atan takımı ise sadece bir gol ile Celtic.

Şahsi fikrim, Şampiyonlar Ligi'nde grupların bu sezon geçtiğimiz sezonlara oranla daha az çekişmeli geçtiği. Umarım, gelecek turlarda aynı şey olmaz, geçtiğimiz yıllardaki gibi müthiş mücadeleler izleriz. Yarı finalde yine üç İngiliz'in olacağını düşünüyorum. Onlara katılan takım ise Barcelona veya Inter olabilir.

12.11.2008

Güzelleme yapılacak takım: Barcelona

12 Temmuz 2008 tarihinde La Liga'daki transferleri içeren bir yazı yazmışım ve Barcelona ile ilgili olarak ''Sakatlık gibi sorunlar yaşanmazsa 2005-06 benzeri bir sezon yaşamalarını beklemek hayal değil.'' ifadesini kullanmışım. Neyse, mesele benim birkaç ay sonra Barcelona'nın olacağı yeri tahmin etmem veya etmemem değil. Önemli olan Barcelona'nın durumunu iyi tahlil etmek ve gözlemlemek.

Barcelona lige kötü başladı. Sezonun ilk maçında ligin yeni ekiplerinden Numancia'ya yenildiler, ikinci maçta ise Racing'i kendi sahalarında yenemediler. Teknik direktörlüğe tecrübesiz Guardiola'yı getiren, Ronaldinho ve Deco'yu gönderen Barcelona ile ilgili soru işaretleri beklendiği gibi çoğaldı. Barcelona bu iki maçı kazanamamasına rağmen muhteşem bir futbol oynadı ve iki rakibini de oyun olarak ezmeyi başardı.

Barcelona iki maç sonra yükselişe geçti ve arka arkaya dokuz lig maçı, üç Şampiyonlar Ligi maçı kazandı; İspanya Kupası'nda tur atladı. Şampiyonlar Ligi'nde grubunu lider bitiren Barcelona ligde son iki maçında Sevilla ve Valencia gibi ilk dört iddiası bulunan iki takımı adeta yerle bir etti, zirvedeki yerini sağlamlaştırdı. Barcelona ligde 14 maçta 44 gol atıp sadece 9 gol yedi. Kazandığı on maçın yedisinde en az üç fark attı. Zor maçlar serisine girdiğinde; Sevilla'yı deplasmanda 3-0, Valencia'yı Nou Camp'ta 4-0 ile geçti.

Barcelona genel olarak 4-3-3 sistemiyle oynuyor. Geri dörtlüyü Abidal-Puyol-Marquez-Dani Alves oluşturuyorlar. Dani Alves yeni gelmesine rağmen müthiş bir uyum sağladı ve gerçek bir şampiyon gibi oynuyor. Kaptan Puyol her maçı ölüm kalım maçı gibi oynuyor. Öyle bir savunma kurgusu ki, Pique gibi bence son derece vasat bir savunma oyuncusu bile rahatlıkla forma giyebiliyor. Orta üçlüde Xavi-Iniesta-Yaya Toure üçlüsü var gibi gözükse de Xavi dışında herkes değişiyor. Iniesta yaklaşık bir aydır sakat. Yedek oyuncuların Gudjohnsen, Seydou Keita ve Aliaksandr Hleb olduğunu da hatırlatalım. Barcelona'nın ileri üçlüsünde Thierry Henry-Samuel Eto'o ve Lionel Messi üçlüsü var. Bu üçlüden Thierry Henry geçen sezon biraz eksik kalmıştı ki, bu sezon tam uyumu sağladı. Samuel Eto'o gol atmada üzerine düşeni yapıyor. Lionel Messi de gereğinden fazla gelişti. Yedekte Bojan Krkic gibi önemli bir silahın olduğunu da belirtelim.

Barcelona'yı özel kılan her zaman ama her zaman keyif veren futbol oynama özellikleri olmuştur. Bu sezon ise bu özelliklerini biraz daha fazla öne çıkarıyorlar. Valencia maçını izleyenler görmüştür ki; futbolcular işlerini yaparken müthiş bir keyif alıyorlar ve bu keyfi seyirciye de yansıtıyorlar. İlk golde Yaya Toure kendisinden hiç beklenmeyecek bir şekilde orta sahanın ortasında aldığı topu ceza alanındaki Thierry Henry'nin tam ayağına düşürdü ve golü attırdı. İkinci golde ise Dani Alves kendi ceza alanının önünde aldığı topu ileriye taşıdı, Hleb topuk pası yaptı, Henry golü attı. Barcelona kazanamadığı maçlarda bile topa %60-%70 arasında bir yüzdeyle sahip oluyor ve rakibine sahayı dar ediyor.

Tam zamanında form yakalayan Barcelona bu haftayı en yakın rakibinin altı puan önünde tamamladı. Gelecek hafta El Clasico'da Real Madrid'i ağırlayacaklar, daha sonra ise Villarreal maçına çıkacaklar. Barcelona bu maçlarda rakiplerini yenerse puan farkı iyice açılacak. Barcelona için sorun geçen sezonlarda Lyon'un başına geldiği gibi aşırı rehavet nedeniyle form düşüklüğü olabilir. Dikkat diyorum, Barcelona'dan beklentim sadece lig şampiyonluğu değil...

7.11.2008

Çap Sorunu

İki takımımız da Avrupa’da haftayı karlı kapattı ama çoğu kişinin gözünden kaçan bazı noktalar takımlarımızın çapı ve gidebilecekleri yer hakkında tahminde bulunmamızı sağladı.

Galatasaray’dan başlayalım. Benfica deplasmanında 2-0 harika sonuç.. Gelin görün ki Galatasaray öndeyken maçın bilmem kaçıncı dakikasında az sayıdaki Galatasaray taraftarından biri bir pankart açtı: N.F.V.A.S… Açılımını herkesin bilebileceği bu pankartı o anda açmanın mantığı nedir? Senin takımının “Avrupa Fatihi” lakabı var. Yıllar sonra bu sezon iddialı bir kadro kurmuş, Uefa’da gruplara 2 de 2 ile başlamış, büyük ihtimalle lider çıkacak grubundan. Nedir bu çapsızlık hala? Ne olacak Fener’e küfür etsen? Maalesef Galatasaray taraftarında 2007’deki “şişeli” Fenerbahçe maçıyla doruk noktasına vardığını gördüğümüz anlaşılmaz bir Fenerbahçe antipatisi oluştu. Ezeli rakibini sevmemek normal ama olayı bu boyuta getirmek senin camianı küçültmekten başka bir işe yaramaz.

Maça gelirsek, klasik bir Galatasaray maçıydı. Yine hücum ve savunma arası koordinasyon sıfırdı Galatasaray’da. Bu oyunuyla Galatasaray’ın her maçı basket maçı gibi geçer, geçiyor da zaten. Rakip Benfica da Galatasaray’a çok benzeyen bir yapıya sahip. Onların da hücum hattı çok güçlü ama takımın diğer bölgeleriyle uyum problemi var. Galatasaray Mehmet Topal ve Barış’ın dönmesiyle daha güçlü olacaktır ve Avrupa’da ilerleyebilir. Şimdilik bu oyunla 2 galibiyet(ve yüzde doksan gruptan çıkmış olmak) mükemmel.

Bu maçla ilgili bir başka not da artık Ayhan gerçeğinin anlaşılması gerektiği. Mehmet Aurelio’nun da yurtdışına gitmesiyle tartışmasız ülkedeki en iyi orta saha oyuncusu oldu. Hem hücum yönü hem de defansif yönü olan ideal bir orta saha. Çok iyi.

Fenerbahçe’ye geçersek. Emre Belözoğlu hafta içi Aragones’e “ Beni Arsenal’e karşı oynatma, Galatasaray’a hazırlanıyorum” demiş. Haberin yalan olma ihtimali var. Zaten benim amacım da Emre’yi suçlamak değil. Haber doğruysa Emre’nin, yalansa medyanın çapsızlığı.

Sorun anlayışta. Henüz geçtiğimiz yıl Avrupa’da çeyrek final oynamış takımın yıldızı(!) veyahut medyası Arsenal maçını önemsiz, Galatasaray’a karşı oynanacak derbiyi önemli görüyor. Arsenal maçını kesin kaybedilmiş bir maç olarak görüyor, hedefi Galatasaray olarak belirliyor. Bu Fenerbahçe için 6-7 yıl önce yaşanan bir durumdu. Fakat o zamanlar Fenerbahçe’nin Avrupa’da başarısı yoktu, şimdiki gibi bir kadrosu ve ekonomik gücü de yoktu. Ama artık çok şey değişti. Geçtiğimiz yıl Fenerbahçe lig şampiyonluğunu kaybetse de çoğu Fenerbahçe taraftarı takımlarının harika bir sezon geçirdiğini biliyordu. Şimdi tekrar hedef küçültmek düşündürücü.

Maç da tam bu anlayışla başladı. Fenerbahçeli oyuncular mağlubiyeti kabullenmiş gözüküyorlardı ve sanki “bir an önce yenilsek de gitsek” havasındalardı. Fakat dakikalar hızla geçip Arsenal golü bulamayınca Fenerbahçe bu maçta puan ya da puanlar alabileceğinin farkına vardı. Ve güzel bir direniş gösterip Arsenal’e ikinci yarıda ciddi bir pozisyon vermedi. Dakikalar daha da geçtikçe ben de Fenerbahçe’nin puan alabileceğini, puanlar almasının ise imkansız olacağını anladım. Çünkü Alex olmadığı zaman Fenerbahçe’nin hücum gücü çok zayıflıyor.

Öyle kolay kolay Emirates’de 5 yiyecek bir takım değil Fenerbahçe. Bunu İngiliz medyası bilemeyebilir ama Türk medyası ve Fenerbahçeli oyuncular bilmeli.

Hafta sonu iki takım da muradına eriyor. Derbide karşılaşacaklar. FB-GS maçları öyle bir hal aldı ki bu iki guzide kulübümüz nerdeyse bütün yatırımlarını bu maçlar için yapacaklar yakında. Galatasaray stressiz, yenilse de fazla taş yerinden oynamaz. Fenerbahçe stresli, yenildiği anda sezon çöpe gidebilir fakat yıllardır olduğu gibi en kötü döneminde Galatasaray’ı yenip düzlüğe çıkmak da var. Fenerbahçe iç sahada, avantajı bu. Galatasaray’ın avantajı ise hücum hattı hızlı ve teknik, Fener defansının en çok sorun yaşayacağı tarzda oyunculara sahip. İki takımın da orta sahası kötü. Yıllardır Kadıköy’de yenemiyor olsa da sanki Galatasaray bir adım önde, göreceğiz.