İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

28.06.2006

Afrikalılar Ne Yaptı?

Afrikalılar ne yaptı? Afrikalılar ellerinden geleni yaptılar. Peki niye başarılı olamadılar? Fildişi Sahili haricindeki tek başarısızlık nedeni:hücumdaki beceriksizlik. Fildişi Sahili ise Afrika’nın kupadaki en iyisiydi belki ama onlarında fikstürleri zordu. Beni en büyük hayal kırıklığına uğratan iki takım vardı: Tunus, Togo. Özellikle Tunus, Suudiler ile bile berabere kalarak herkesi olduğu kadar beni de şaşırttı, Togo’nun ise iç karışıklıkları, para yüzünden futbolcuların milli değerlerini hiçe saymaları, yani paragöz olmaları gerçekten Afrika adına utanç vericiydi, bana kalırsa Afrika’nın yüz karasıydı onlar

Şimdi alfabetik sıraya göre Dünya Kupası’na katılan beş Afrika takımını değerlendirelim;

1)Angola:

Bir kere çoğu sporsever Dünya Kupası’nda onların yerine Nijerya’nın bulunmasını, ve onların bu kupayı hak etmediklerini, kimseye zevk vermeyeceklerini düşünüyordu. Belki kırmızı-sarı-siyah renkli formaları olmasına karşın kimseye zevk vermediler ama, buraya gelirken gruplarında Nijerya’da vardı, ve onlar içerde 1-0 yendiler, dışarıda da 1-1 berabere kaldılar Nijerya’yla. Zaten Portekiz’i zorlamaları, Meksika ile 0-0 berabere kalmaları, ve İran’ı 1-0 yenerken yine berabere kalmaları onların Dünya Kupası’na katılmayı hak ettiklerin gösteren ayrıntılardı bizlere. Son maçta gruptan çıkma şansları bile vardı, ama İran’ı yenemediler ve Portekiz’de zaten Meksika’ya gerekli farkı atamamıştı. Grupta 2 puan toplamalarını karşın, birçok kişinin takdirini kazandılar, ellerinden geleni yaptılar her Afrika takımı gibi hücumda beceriksizlerdi ve defansları kuvvetliydi. Sonuçta ilk turda elendiler ama bu basketbol ülkesinin futbolda da en azından puanlar alması beni mutlu etti…

2)Fildişi Sahili:

Afrika’nın en iyisi bu kupada yok ama(Mısır), onlar bu kupada ki Afrikalıların en iyileri, ama bu şanssız kura çekimi sonrası onları 2.turda izleyemeden veda ettiler. Onların diğer Afrika takımları gibi hücumda beceriksizlikleri yok nitekim forvet hattında Didier Drogba, Arouna Dindane ve Kone var. Onlar 3 maçta da ilk yarıda defans hatalarından yediler golleri, Hollanda’dan ve Arjantin’den daha iyi oynadılar,ama yenemediler. Hollanda’nın ikinci golü yüzde yüz ofsayttı, grup birincisi olma şansları bile çok yüksekti ama maalesef olmadı, belki futbol oynamak istemeyen Togo’yla değiştirselerdi gruplarını belki daha çok izlerdik “Filler”i, ama hiçbiri olmadı, bu kadar zevk veren bir takımı daha yitirdik ilk turda, ama onlar kendine yakışanı yaptı, terinin son damlalarına kadar mücadele ettiler, Drogbasız Fildişi de güçlü bir takımdı, Sırbistan&Karadağ ile oynadıkları prestij maçında bile yürekleriyle çıktılar sahaya, kaleci Barry son dakikalarda kullanılan penaltıya bakamayacak kadar heyecanlıydı. Ve daha da oynamak istiyorlardı, ama onlar sadece 3 puan alarak, gruplarını 3. bitirdiler ve ilk turda veda ettiler. Yine de bu Afrika temsilcisi, oynadığı oyunla, verdiği zevkle büyük bir takdiri hak ediyor.

3)Gana:

Onlar da çok iyi takımdılar, onlarda ellerinden geleni yaptılar ve onlar gruptan çıktılar, onlar bu turnuvada Afrika’nın yüz akıydılar, tıpkı geçen sene ki Senegal, Fransa’da ki Nijerya gibi… İlk maçlarını İtalya ile yaptılar birçok gol pozisyonu buldular ama hücumda çok beceriksizlerdi, neredeyse sadece Appiah ve Essien’in ayağına bakıyorlardı, Pirlo’nun attığı golden sonra daha da saldırdılar ama bir savunma ekolü olan İtalya’ya gol atamadılar ve son dakikada Samuel Kuffour gibi tecrübeli bir ismin yaptığı hata sonucu 2. golü yediler, açıkça söyleyebilirim ki o golü yediklerinden sonra bende onlarla beraber ağladım, ama maalesef ağlamakla değişmiyor bir şey… Onlar ilk maçtan ders aldılar ve diğer maçlara öyle konsantre çıktılar ki, Çek Cumhuriyeti’ni 2-0, Birleşik Devletler’i de 2-1 yenip gruptan çıktılar. 2.Turda rakipleri Brezilya idi ve en önemli oyuncuları Essien yoktu. Yine de onlar Brezilya’ya kök söktürdüler ve defans hataları yüzünden elendiler, Brezilya hiçbir şey yapmadan 3 gol attı, Gana ise ne yaptıysa olmadı ve elendiler. Ama bu sene de Afrika’ya heyecan yaşattılar en büyük alkış onlara…

4)Togo:

Onlara söylenenler Angola’ya söylenenlerden farksızdı, herkes bu kupayı hak etmediklerini zevk veremeyeceklerini düşünüyordu. Evet Togo, Angola’nın yaptıklarını yapamadı ve puan alamadan evine döndü. El-Hadji Diouf, Dünya Kupası’na “yanlış takımların” gittiğini söylediğinde bu sözleri “ kedi ve uzanamadığı ciğer” çerçevesinde yorumlanmıştı. Ama Afrika Kupası’nda Togo’nun performansını gördükten sonra adamın haklı olabileceğini düşünmeye başlamıştık. Ama onlar Senegal’i evlerinde 3-1 yenerek geldiler buraya, tek önemli oyuncuları Emmanuel Adebayor ve o da diğer bütün Togolular gibi para peşinde…Milliyet Taktik gazetesinde yazılan bir paragraf var;”Yıllık geliri 300 dolar olan ortalama bir Togolu, onları seyretmek için sınırlı elektrik yüzünden karanlıkta kalmayı göze alırken, Togolu futbolcular ne yaptı? Para yüzünden küçük çocuklar gibi kendilerini odaya kilitlemeyi tercih ettiler ve kriz üstüne kriz çıkardılar.” Güney Kore’ ye 2-1, İsviçre’ye 2-0 ve Fransa’ya da 2-0 yenilerek elendiler, kimse de daha fazlasını beklemiyordu zaten…

5)Tunus:

Afrika’nın bir diğer hayal kırıklığı… Tamam İspanya’yı yenmeleri beklenmiyordu ama Suudiler’i yenip, Ukrayna ile berabere kalsalar gruptan çıkabilirlerdi, onlarsa ne Suudiler’i yenebildiler ne de 70.dakikada yedikleri penaltı golü sonucunda Ukrayna’yla berabere kalabildiler, önemli oyuncuları Dos Santos turnuva boyunca sakattı ve onun eksikliğini çok çektiler.

Bol Gollü Dünya Kupası dileklerimle…

27.06.2006

Şişman Adam ve Süperstar

Her Dünya Kupasının favorisi Brezilya, Almanya’ya da mağrur bir şekilde geldi. Olağan şüpheli olmaları durumunun dışında geçen yaz oynanan Konfederasyon Kupasını rahat bir şekilde kazanmış olmaları onları ayrıca korkutucu yapmıştı. Şu ana kadar oynadıkları iki maç pek bir şey sunmasa da hala favori onlar. Benim içinse Brezilya ezelden beri pek bir şey ifade etmez yine de etmiyor. Beni yazmaya iten bu takımın iki oyuncusuna yapılan muamele. Oyuncuların asıl isimleri de aynı aslında ama birinin tevellüdü diğerinden önce olduğu için sonraki “küçük” anlamına gelen bir ekle anılıyor. Ama bu iki adaştan biri özellikle genç futbolseverler tarafından ilah muamelesi görürken diğeri tüm geçmişine karşın “patates” olarak adlandırılıyor. Futbolda ve hayatın pek çok alanında kişisel tarihin pek anlam ifade etmemesini kabul etmesem de anlayabilirim ama bana göre Ronaldo’ya yapılan şey şahsi bir saldırı olmanın ötesinde futbola haksızlıktır. Futbol anılarla güzel bir oyuncak hepimiz için ve zihinlerimizdeki pek çok kayıtlı anı borçlu olduğumuz birini aşağılamak modern zamanların tipik bir tezahürü olsa da bir an için durup düşünmemiz gerekmez mi?



İfratla tefrit arasındaki salınımda ters köşede de Ronaldinho oturuyor. Her şeyiyle bugünün ürünü o. Yalnızca sonuca ulaşmakla kalmıyor bunu olabilecek (aslında o yapmasa olabileceğini sanmadığımız) yollarla yapıyor bunu. Ama sizi de yormuyor mu son zamanlarda içine girdiği mutlak süsleme çabası? Belki de tüm dünyanın onu bıraktığı mecburiyet hissi içinde hiçbir topu iki çalım atmadan bırakmak istememesi takımındaki diğer yıldızlara –ki o kadro şüphesiz Küçük Ronaldo’suz da şampiyonluğun en büyük favorilerinden biri olurdu- haksızlık değil mi? Brezilya maçlarında oyun iki şekilde oynanıyor. Ya Ronaldinho topu alıyor ve biz onu izliyoruz. İki ya da üç kişilik rakipler karşısında topu kaptırmama mücadelesini ve eğer spektaküler bir pas imkanı varsa topu rakipten aşırtmasını. Böyle dakikalarda sahada aynı formayı giyenlerin Kaka, Adriano, Robinho ya da patates olmaları hiç önemli değil. Bir ihtimal daha var, Avustralya maçının sonlarında olduğu gibi, o zaman Brezilya kolektif olarak akıcı bir futbol oynamaya başlıyor ama bu kez maestro aktif dinlenme moduna geçmiş oluyor. Oyun hangi şekilde oynanırsa oynansın bir şey değişmiyor, taraftar oyundan çıkarken Il fenomeno ıslıklanıyor tıpkı hangi dakikada ya da hangi pozisyonda –gerekli olsun olmasın- Ronaldinho’nun attığı bacak arasının alkışlandığı gibi.



İsimleri aynı dişleri benzer bu iki topçunun bir başka ortak özellikleri Barça oldu. Şimdilerde şişman olanı orada harika bir performans gösterdikten sonra nedendir bilinmez bir futbol sanatçısının asla gitmemesi gereken yere İtalya’ya gitti. Nice Van Bastenleri elimizden alan kasaplar birliği cömertliğini Ronaldo’dan esirgemedi. İlk maçından –ki Bologna’ya karşıydı- sonra bir defans oyuncusunun göğsünü gere gere yaptığı ‘Ona İtalya’da futbolun nasıl oynandığını gösterdim’ ve kastettiği kasıtlı tekmelerden ibaretti, açıklaması sonraki yıllar hakkında fikir vericiydi. Yine de orada da çok gol attı ‘patates’. Daha sonra düşmana sığındı ama kendi tabiriyle Barnabeu’da hiç evinde hissetmedi. Ve şimdilerde hikaye bildiğimiz noktaya geldi..



Küçük olan için büyük Ronaldo’nun hikayesinde ders alınacak çok şey var. Bir kere Barca’nın kıymetini bilmeli. Devletsiz bir milletin silahsız ordusu olan o takım tarihi boyunca yıldız oyuncuların kıymetini bilmede bütün rakiplerinden öndedir. Bir de Ronaldinho Beckham’a dua etmeli belki de. Laporta’ya seçim kazandıran taahhüt Beckham Madrid’i daha uygun bir Pazar olarak görmeseydi Paris’ten Barcelona’ya üstelik takımında hocasıyla arası çok da hoş olmayan başka bir adamı getirir miydi tartışılır. Biliyorum teyzemin de bıyığı olsaydı dayım olurdu ama hatırlamanızı isterim; şimdilerde Ronaldinho’nun alamat-i farikası olan bilekten topu ters yöne aktarma hareketi var ya, o hareketi patates İtalya’da, şov olsun diye de değil, tekme yemeden adam geçmek için yapardı…

23.06.2006

Şampiyonluk Yolunda Büyükler

Biz erkeklerin ve karşı cinsimizin bazı bölümünün bayramı olan ve bir ay süren Dünya Kupası bayramımız tüm hızıyla devam ediyor. Bir ay boyunca futbola doyacağız ve büyük ihtimalle birkaç hafta futbol izlemek istemeyeceğiz. Bu Dünya Kupası uzaktan atılan gollere duyduğumuz hasreti fazlasıyla dindirdi. Gruplarda kimin çıkacağı hemen hemen belirlendi diyebiliriz. Şampiyonlukta da kimin iddialı kimin fos çıktığı düşüncelerimiz iyice yerleşti. Şimdi gelelim büyük balıkları değerlendirmeye.

Almanya

Gruptaki sıralarıyla olmasa da futbolları beni çok şaşırttı. Benim beklediğimin kat kat üstünde performans sergiliyorlar. Ama bu performansı dikkate almamakta kararlıyım. Çünkü grupta Ekvador dışında zor bir takımla oynamadılar Ekvador’ un hocası da zaten takımının yarısını dinlerdirdi. Zor bir takım karşısında ne yapacakları hala meçhul. İkinci turda gelecek İsveç maçında çok zorlanacaklarını düşünüyorum. Ama ev sahibi avantajını iyi kullanıp biraz da hakemlerin iteklemesiyle çeyrek final yapabilirler. Ondan sonrası gelecek rakibin insafına kalmış.

İngiltere

Kupanın başında yazdığım hayal kırıklıkları yazısında Owen’ ın hayal kırıklığı olacağını yazmıştım. 3 maçta da 90 dakika oynamaması ve 0 golle kupayı tamamlaması bu düşüncemi haklı çıkardı. İlk 2 maçta İngiltere iyi işler göstermedi ama ben bunu bekliyordum. Çünkü oynadıkları ilk iki takımın doktrini tam anlamıyla savunmaydı. Ama İsveç gibi hücumu da düşünen takımlar karşısında daha efektif olduklarını gösterdiler. Brezilya ile herhangi bir turda karşılaşmazlarsa iyi işler yapabilirler.

Hollanda

Bu kupada onlardan çok şey bekliyordum. Ama şu ana kadar beni tatmin edemediler. Sadece Robben’ in ayağına bakıyorlar. İkinci turda Portekiz ile eşleşirlerse Van Basten’ in takımı güzel ülkelerine first class uçak biletleriyle geri döner.

Arjantin

Gençleştirilmiş kadrolarıyla bana çok zevk verdiler. Gençlik ateşiyle oynuyorlar ve bu da göze çok hoş geliyor. Yıldız adayları Tevez ve Messi kendilerini çok güzel şekilde lanse ediyorlar. Messi böyle devam ederse kontratı Ronaldinho’ nun seviyesine gelebilir. Bu takımın finale kadar yolu var.

Portekiz

İlk iki maçta bir yarıyı sıkıntılı bir yarıyı rahat oynadılar. Ama güzel formalarıyla güzel ayakkabılarıyla ve tribündeki güzel taraftarlarıyla onların finale kadar gelmelerini istiyorum. Gün geçtikçe form tutuyorlar. Ama Hollanda ile eşleşirlerse Hollanda için söylediklerimi bu İberia yarım adası takımı için de geçerli.

İtalya

Gök mavililer ilk maçta beni çok umutlandırdı ama ikinci maçta takım oyunu bırakıp kendilerine çalıştılar. De Rossi gibi disiplinsiz futbolcuları hemen takımlarından uzaklaştırmalılar 9 kişilik ABD’ ye bile bu kadar zorlanıyorlarsa üst turlarda 10 kişi kaldıkları anda ülkelerine geri dönerler.

Brezilya

Maçlarda dakikalar geçtikçe formlarını ikiye katlıyorlar ama hala eksikleri var. En büyük eksikleri normal bir ön libero bir de devşirme ön libero oynatlamaları nedeniyle top çalamamaları. Ben diğer yorumcular gibi çok hücumcu oynadıkları için zorlanıyorlar demeyeceğim. Onların ilacı sadece Ze Roberto yerine natural bir ön libero koymak. Böylece daha çok top kazanacaklar ve büyülü ayaklar daha çok şov yapacak. Hala şampiyonluğun en büyük adayı onlar.

Fransa

Büyükler arasında en çok hayal kırıklığı olan bu takım. Hala üst tura çıkamama ihtimalleri var. Henry’ i hiç oynatamıyorlar. Henry biraz kullanırlarsa rahatlayacaklardır. Ribery konusunda ise tecrübe kazanması gereken bir oyuncuyu direk oynatmaları yanlış yedek gelirse çok yararlı olur.

İspanya

Genç kadroları ve yaşadıkları coğrafya nedeniyle ateşli bir futbol oynuyorlar hırlandıkları zaman gözleri hiçbir şeyi görmüyor. Hırsları nerede biterse orada eleneceklerdir. Hırsları ne zaman biter derseniz ne zaman yaşlı oyuncular ilk on bire girerse o zaman.

Herkese bol gollü Dünya Kupası dilerim…

Grup Maçlarının Ardından Akıllarda Kalanlar

Arjantin:

2003-04’te Premier Lig’i yenilgisiz bitiren Arsenal ve 2005-06’da hem La Liga’yı hem Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Barcelona’dan sonra bu kadar heyecan veren, estetik oynayan bir takım görmedim, diyebilirim. 3 grup maçında 9 gol atmak büyük olay. Son maçlarında Hollanda ile golsüz berabere kalmaları ise kendi adlarına şanssızlıktı; zira maçın genelinde Arjantin’in net gol pozisyonları daha fazlaydı.


Başarılarının sırrı, teknik direktör Pekerman’ın yıllardır U18, U20, U21 şampiyonalarında birlikte oyayan sağlam birkaç jenerasyonu yine beraber oynatması. Kaliteli ithal içkilerin üzerinde yazan “finest blend” olayı gibi bir şey... Son 2 Dünya Kupası’nda izlediğimiz, sıkıcı, durağan Arjantin gitmiş, yerine çok koşan, rakibin yarı sahasında pres yapan ve süper takım oyunu oynayan bir Arjantin gelmiş. Avrupa’da oynayan oyuncuların disiplini ve fiziksel oyunu, aslında hepsinin içinde bulunan “Arjantin dokunuşu” ile harmanlanmış. “Yaratıcı 10 numara/forvet pres yapmaz” önyargısı, Saviola, Tevez, Messi gibi oyuncuların topa aç köpek gibi saldırmasıyla yıkıladursun, Mascherano ve Cambiasso’nun fiziksel eforuyla destekli Riquelme, çok koşmadan, pres yapmadan bütün takımı çok iyi yönlendiriyor, adeta bir gard gibi oyun kuruyor. Crespo ise gerçek bir gol makinası.


Tribünde Maradona da olunca Arjantin, kupanın kaçınılmaz bir şekilde favorilerinden oluyor. Ancak eksikleri yok mu? Tabii ki de var. Kaleci Abondanzieri’nin henüz bir vukuatını görmesek de Arjantin medyası tarafından çok eleştirilen bir isim olduğu biliniyor. Nitekim Ayala, Cufre, Sorin ve Coloccini’den oluşan defansın (ve hatta tüm takımın) hava hakimiyeti de sorgulanabilir. Bütün bunlar, başlı başına, kupayı kaybetmeleri için çok büyük mazeretler.

Obez Ronaldo ve Brezilya:

Kupa maçlarını sadece yakışıklı erkek futbolcuları kesmek için izleyen birkaç kız arkadaşın dediğine göre Brezilya, “olduğu gibi yaşlı ve göbekli adamlardan” kurulu. Aslında haksız da sayılmazlar: Roberto Carlos, Cafu, Emerson ve Ronaldo gerçekten yaşlı ve göbekliler. Adriano, Ronaldinho gibi oyuncular ise yaşlı olmamalarına rağmen yine toplu ve göbekliler! Kızlar bir tek Kaka’yı beğenmişler. Eee sonuçat adam Milano’da yaşıyor ve Armani’nin modeli. Gerçekten de Brezilya, kadronun yaşı ve fiziksel durumu itibariyle Arjantin kadar dinamik bir oyun sergileyemiyor. Kaldı ki, takımın fiks bir oyun planı yok gibi: biraz fazla “freestyle” oynuyorlar ve takımın asıl amacı maç kazanmaktan çok “Ronaldo’ya gol attırmaya” kaymış sanki.


Brezilyanın şampiyonluk yolundaki avantajlarını saymaya gerek yok, saymakla da bitmez zaten. Tecrübe desen tecrübe, teknik desen teknik, kadrodaki bol alternatif, kısacası her şeyleri var. Eksiklerine gelirsek... 1 numaralı eksikleri Ronaldo. Sanmayın ki Ronaldo aşırı şişman, artık koşamıyor diye kendisini eksik sayıyorum. O da Sergen gibi biraz. Ronaldo her şekil gol atar, o resmen futbol oynamak için yaratılmış. Tek eksiği üzerindeki gerginlik. Japonya’ya attığı 2 gol ve egale ettiği Pele ve Gerd Müller rekorlarından sonra daha da rahatlayacaksa Brezilya adına sorun yok. Ancak bu takımın Ronaldo’nun değil, Ronaldinho’nun takımı olması gerektiği de artık apaçık ortada. Üstelik bence Parreira’nın kesinlikle ama kesinlikle Emerson’la Gilberto Silva’yı orta sahanın göbeğinde yan yana oynatması gerek. Böylece takımın tek yumuşak karnı olan savunmaya da pratik bir çözüm bulmuş olur.

Joe Cole:

Ben hayatımda böyle güzel gol görmedim. İnanılmaz... Gerçi turnuva’da Lahm, Frings ve Juninho’dan da benzer efsane goller izledik. İngiliz kaleci Paul Robinson bu tür golleri, Adidas’ın Dünya Kupası için geliştirdiği yeni topa bağlıyor. Artık İngiltere de bu turnuva için bir favori olmaktan çıktı. Rooney’nin ardından Owen’ın da sakatlanması (5 ay futbol oynayamayacak), forvet hattını henüz resmi maç oynamamış Walcott ile bitiricilik özelliği sıfıra yakın olan Crouch’a bıraktı. Ekvador’u geçmeleri bile başarı sayılır, ondan sonrasını bilemem.

La Volpe ve çirkef Meksikalılar:

Meksika’nın teknik direktörü, uzun dönemdir eksikliğini hissettiğimiz “karizmatik menajer” boşluğunu dolduracak gibi. Sert bakışları, tarz kravatı ve sigarasıyla Fatih Terim, Mourinho ve Marlboro Man’i kombine eden La Volpe’ye umarız FIFA saha kenarında sigara içiyor diye yüklü bir para cezası vermez.


Meksika’ya da bir paragraf açmak lazım. Ben hayatımda bu kadar sahtekar bir takım daha görmedim. Kardeşim 11 kişi de mi kendini yere atar, ya da hakeme çaktırmadan elle oynamaya çalışır? Gerçi Türk insanı gözünü kör eden Barça sevgisi yüzünden sürekli Marquez’in yaptığı futbol dışı çirkeflikleri atlar, ancak bu kupada gördük ki bu çirkeflikler Meksikalı futbolcuların ortak karakteristiklerindenmiş. Portekiz maçında resmen tüm Meksikalı futbolcullara illet oldum. Burası Orta Amerika değil tabii, hakemler yutmaz, Dünya Kupası’na hoş geldiniz!

Ekvador:

Grup sonuncusu olacakları iddia edilirken, sessiz sedasız ikinci tura çıktılar. Güney Amerika elemeleri boyunca evlerinde maç kaybetmemelerini herkes rakımın fazlalığına vuruyordu. Gerçekten de rakiplerini kondisyonlarıyla boğup kupaya katılmaya hak kazandılar. Hazırlık maçları sırasında Polonya’ya birkaç kez yenilmeleri ve sonradan tek resmi maçta Polonya’yı yenmeleri ironikti. Fiziksel gücü sağlam bir teknikle kombine etmeleri büyük avantaj. İngiltere’yi zorlarlarsa şaşırmam.

Sancho & Dwight Yorke:

Her Dünya Kupası’nın maskot oyuncuları olur. Mesela Ümit Davala da 2002’nin maskotlarındandı. Ben, bu kupada oyumu Tirinidad&Tobago’lu Sancho’ya veriyorum. Gerek Don Kişot’un eşeğinin ismini taşıması, gerek Jamaika esintili saçlarıyla sempatik Karayipli gönüllerimizi fethetti. İsveç’le oynadıkları maçta dünyanın sayılı forvetlerinden olan, kendisinden 3 baş uzun İbrahimoviç’e kafa topu aldırmamasıyla da iyi bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Paraguay maçında kendi kalesine attığı gol ise sanırım üzülmesine ve ülkesine geri döndüğünde efkardan bir iki tane "Karayip usulü" sarmasına neden olacak.


Bir başka Tirinidad&Tobago’lu Yorke ise gerçek bir futbol efsanesi aslında. Çoğunu Aston Villa ve Manchester United’da geçirdiği ve bunların arasına top model Jordan’la bir ilişki (artı bir de bebek) sıkıştırmayı başarmış olan skorer oyuncu, İngiltere yıllarından sonra Avustralya Sydney’de futbol oynamaktaydı. Taa ki milli takım teknik direktörü Leo Beenhakker kendisini çağırana kadar. Ancak Avustralya Güney Yarımküredeydi ve oyuncu kış boyunca tatilde olacaktı. İşte Vefa’nın sadece bir bozacı adı olmadığını kanıtlarcasına Sir Alex Ferguson araya girdi ve kulübe yıllarca emek vermiş Yorke’u, Dünya Kupası’na kadar kulüpte idman yapması için Manchester’a davet etti.


Yorke, kupada gerçekten çok onurlu ve iyi bir oyun ortaya koydu. Takımda önlibero eksiği olduğundan ve kendisi takımın en tecrübeli ve oyunu en iyi bilen ismi olduğundan, aslen forvet olmasına rağmen ön liberoda oynadı. Tirinidad & Tobago elenmiş olsa da kendisi tarih kitaplarına geçmiş oldu.

15.06.2006

İlk Maçların Ardından

Merakla beklediğimiz Dünya Kupası nihayet başladı ve gruplarda ilk maçlar tamamlandı. Oynanan karşılaşmalarda futbol kalitesinin çok yüksek olduğunu söylemek güç.Her maçı izleme şansım maalesef olamadığı için izleyebildiğim maçlara değinmek istiyorum.Grup grup göz atmakta fayda var.

A Grubunda Cuma günü oynanan karşılaşmalardan ev sahibi Almanya’nın Kostarika ile oynadığı karşılaşmayı izleme fırsatı buldum. Düne kadar kupadaki en heyecan verici maç bu maçtı desek yalan olmaz sanırım. Maçı 4-2 kazanan Almanya’yı beklediğimden daha iyi bulduğumu söylemek istiyorum. Buna rağmen savunmadaki hataları ve zayıf rakipleri karşısında maçı son ana kadar koparamamış olmaları, daha sonra izlediğimiz bazı takımlara oranla çok da iyi olmadıkları düşüncesinin bende oluşmasına neden oldu. Bu gruptan birinci çıkmaları çok normal artık özellikle Polonya ve Ekvador’un da fazlaca iyi takım olmamalarından ötürü. Bu gruptaki diğer maçı izlemedim. Bu nedenle söyleyecek çok sözüm yok bu maçla ilgili. Polonya bu maçı kaybetmiş olsa bile Almanya karşısında yapabileceği bir sürprizle gruptan çıkabilir. Ekvador’un da Kostarika karşısında ne yapacağının tam olarak kestirilememesi bu gruptaki ikincilik mücadelesini heyecan verici hala getiriyor. Ekvador’un Polonya karşısında kazanması Onları tura yaklaştırıyor elbette.

B Grubunda cumartesi oynanan karşılaşmaların ikisini de izleme şansım oldu. İngiltere ve Paraguay takımlarının ikisi de hayal kırıklığı yarattılar. Paraguay’ın beklenmedik derece de kötü başladığı maçta, daha sonra toparlamış olmasına rağmen-özellikle ikinci devrede-tahmin edildiğinden daha kötü olması dikkat çekiciydi. İngiltere için forveti ve kalecisi dışında çok iyi bir takım olduğu düşüncesindeyim. Paraguay maçında erken gol bulmuş olmalarına rağmen maçın kalan bölümlerinde hiç de etkili olamadılar.Özellikle ikinci yarıdaki İngiliz takımının geleceğini iyi görmek çok zor.Paraguay’ı yenmiş olmaları,İsveç’in de Trinidad-Tobago’ya puan vermiş olması bundan sonrası için İngilizleri çok rahatlatacak ve gruptan birinci olarak çıkacaklar muhtemelen.İkinci turu da geçmeleri çok zor olmayacak gibi.Bunun nedeni de A grubundan gelecek grup ikincisinin iyi bir takım olmayacak olması.İsveç kupanın şu ana kadar ilk ve tek sürprizi yapan takım oldu.Trinidad on kişi kalmasına rağmen çok iyi bir mücadele sergilediği maçta güçlü rakibinden puan almayı başardı.İsveç gol noktalarına kadar bir çok kez gelmesine rağmen aradığı golü bir türlü bulamadı.Zlatan’ın kötü futbolu ve Alback’ın son derece beceriksiz olması bunun en önemli nedeni.Larsson’da beklenen oyununu sergileyemedi.İsveç’in bu ekstra puan kaybı onları çok zor durumda bıraktı açıkçası.Artık Paraguay’ı kesinlikle yenmeleri gerekecek.O maçın da şimdiden keyifli geçeceğini tahmin etmek zor değil.

C Grubu yani ölüm grubu dedikleri grubun ilk maçı Cumartesi gecesi oynandı. Fildişi iyi de oynamasına rağmen yediği basit gollerle Arjantin’e 2-1 kaybetti. Böyle adaletsiz bir grubun oluşması çok keyif kaçırıcı. Bu gruptaki dört takımı da gönül ikinci turda görmek isterdi. Fildişi savunmada ve kalede iyi olmadığı bu maçta klasik Afrika takımlarının sahaya yansıttığı mücadele gücüyle Arjantin’den daha iyiydi. Tecrübe farkı skoru belirledi diyelim biz buna. Arjantin kazandı ama pek ışık yakmadı. Bu haliyle bu takımın kupaya uzanması kolay olmayacak. İkinci tur şansları bence çok arttı. Bu grupta maç kazanmış olmak önemli bir avantaj. Yine de kimin kimi yeneceği belli olmayan bu grupta kimin ikinci turda olacağını tahmin etmek hala zor. Hollanda ise Sırbistan-Karadağ karşısında Robben’in golü ve güzel futboluyla kazandı. Tüm yük bu takımda Robben üstünde gibi. O’nu durdurmayı başarabilen takım Hollanda’yı da durdurmuş olacak. Sırbistan bunu yapamadıysa diğer iki takım yapabilir mi merak konusu. Eboue li Fildişi sağ kanadı mı yoksa Burdisso’lu Arjantin sağ kanadı mı ? Sırbistan-Karadağ iyi savunma yapan bir takım ama hücumda fazla etkili olduklarını söylemek zor. Bu maçı kaybetmiş olmalarına rağmen hem Arjantin’i hem de Fildişi’ni yenebilecek güce sahipler.

D grubu turnuvadaki en zayıf grup belki de. C grubuyla ikinci turda eşleşecek olmaları ölüm grubundan gelen takımların kupadaki en önemli şansları. Meksika son on beş dakikaya kadar berabere götürdüğü maçta İran’ı 3-1 yenerek önemli bir kazanç sağladı. Zaten Portekiz ve Meksika’nın bu grupta ikiye girememeleri anormal bir durum oluşturur. Bu grubu birinci veya ikinci bitirmek ikinci tur için hiç önemli olmayacak. C grubundan hangi takım gelirse gelsin bu iki takım için de çok zor rakipler olacak. Portekiz oynadığı oyunla hayal kırıklığı yaratan bir başka takım oldu. Daha onuncu saniyede gol kaçıran, dördüncü dakikada da öne geçen Portekiz neredeyse Portekizliler dışında herkesin gönülden desteklediği Angola karşısında çok kötü bir oyun sergilediler. Angola için turnuvadaki en kötü takım olacak düşüncesinde olan ben bu takımın Portekiz karşısındaki dirençli futbolunu görünce bu düşüncemi gözden geçirmem gerektiğini bana telkin etti. Özelikle iyi pas yaparak çıkıyor olmaları benim en çok dikkatimi çeken şeydi. Her ne olursa olsun gruptaki ilk iki belli.

E Grubu izlediğim maçlar arasında en heyecan verici olanlarına sahipti. ABD-Çek.Cumh. maçının ilk yarısını izleyememiş de olsam ikinci yarısı keyif vericiydi. Rosicky’nin dünkü performansı kupaya damga vurmaya hazırlandığının işareti gibiydi. Arsenal’in çok olumlu bir transfer yapmış olduğunu tekrar gördük böylece.Çekler iyi futbol oynuyorlar ama ne yapıp edip grubu birinci bitirmeliler. Brezilya ile karşılaşmamak için. Aslında Çekler Brezilya’nın kupadan erken elenmesine yol açacak en önemli aday. İtalya-Gana maçı da son derece güzel oldu. Maçı Gana’nın kazanamasa bile berabere bitirmesi ya da en azından bir gol atabilmesi için maçı izlediğim arkadaşlarımla beraber neredeyse dua ettik ama olmadı. Gana da Fildişi gibi çok iyi mücadele etti ama Onlarda Fildişi kadar beceriksiz ve tecrübesizdi. Özellikle Amaoh ve Asamaoh kötü performanslar ortaya koydular. Tabi bu arada İtalya oldukça iyiydi bu maçta. Zaten klasik İtalya olarak gol yemeleri çok zor maç içinde hücumda da etkili olduklarını söyleyebiliriz. Bu İtalya’nın önü açık olabilir tabi Çekler için söylediklerimiz Onlar içinde geçerli. Birinci bitirmeliler grubu. Yoksa Brezilya karşısında işleri çok da kolay olmayacak. Brezilya, Çek.Cumh. ve İtalya’dan birinin kesinlikle çeyrek final oynamayacak olması kötü. Gana ve ABD bu mağlubiyetlerle şanslarını oldukça azalttılar. Bu gruptan çıkmaları da çok zordu zaten.

F Grubunda izleyemediğim maçta Avustralya, Japonya 1-0’lık

mağlubiyetten son altı dakikada üç gol atarak kurtuldu ve maçı 3-1 kazandı. Bu galibiyet kuşkusuz çok önemli oldu onlar için. Hem moral-motivasyon açısından oynayacakları maçlar adına önemliydi hem de Hırvatistan’ın önünde gruptan çıkmak için. Bu gruptaki diğer karşılaşma ise favori Brezilya’nın Hırvatistan ile oynadığı maç. Brezilya’nın ne kadar güçlü olduğunu, çok önemli yıldızlara sahip olduğunu biliyoruz. Ne var ki Brezilya Hırvatlar karşısında iyi bir oyun ortaya koyamadı. Kupaya hazır olmadıkları ya da grup maçlarına fazla aldırmayacakları hissine kapıldım. Brezilya’nın gerçek futbolunu bu olmadığını biliyoruz ama bu oyun onları ikinci turun ötesine zor geçirir. Ben İtalyanların ya da Çeklerin Brezilya karşısındaki tur şansının, rakipleri kadar olacağına inananlardanım. Özellikle Ronaldo ve Adriano ikilisinin çok hareketsiz olmaları ve bu oyuncuların çok da alternatifli olmaması Brezilya için soru işareti. Mamafih Brezilya çok önemli yıldızlara sahip dün Kaka’nın yaptığını her maç birisi yapabilir.

G Grubu herhalde ilk maçlar sonunda en tatsız maçların oynandığı grup. Güney Kore’nin Togo’yu 2-1 yendiği karşılaşma hakkında ne yazık ki hiçbir bilgim yok bu nedenle bu maç hakkında bir şeyler söylemeyeceğim. Fransa ile İsviçre’nin oynadığı maç kupadaki en kötü maçtı sanırım. Pozisyonun bile neredeyse olmadığı bu maçta Fransız takımı tam kadro isteksizdi diyebiliriz. Bakalım kalan maçlar Fransa’ya ikinci turu getirecek mi?

Bugün H Grubundaki iki maçla ilk maçlar tamamlandı. Her ne hikmetse İspanya-Ukrayna maçı saat 16.00’da oynandı. Böyle olunca da maçı işyerinde internetten izlemeye çalıştım. Özellikle ilk yarısını izledim diyebilirim. İspanya kendisi için gruptaki en zor maçta Ukrayna karşısında zorlanmadı. Bunda maçın daha ilk yirmi dakikasında iki gol bularak maçı erken kopardı. Maçı İspanya’nın kazanmasını bekliyordum öyle de oldu.Bu grupta İspanya’nın üçte üç yapması zaten beklenen bir durum. Diğer maç ise bir nevi Arap derbisiydi. Tunus ile Suudi Arabistan maçı da 2-2 berabere bitti. H grubunda Ukrayna bu iki takımın berabere kalmasıyla ikinci tur şansının devamı yolunda önemli bir kazanç sağladı.

Not: Son olarak bir süredir sitemizde yapılan yılın yazarı anketine gösterilmiş olan ilgiden, dolayısıyla yılın yazarı seçilmemden ötürü tüm okurlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Bundan sonra da yeni yazılarla bu sütunlarda olmak dileğiyle.

İlk Maçlar Sonunda Dünya Kupası

Turnuvanın başlamısında itibaren 1 hafta geçmiş ve tüm takımları birer kez izlemişken kendi gözlemlerimi yazayım dedim. Elbette tek maçlık performanslar, daha önce izlemediğimiz takımlar için bir ölçü olmayabilir ancak 3 maç içinde bu takımların yarısının evine dönececeğini düşünürsek, tüm takımların daha ilk maçtan neleri var neleri yoksa ortaya koymaları gerekir. Neyse kafamda oluşan düşünceleri madde madde yazayım:

- Bir kere 32 takım çok fazla bu turnuvaya. 24 takım hayli hayli yeter. Ne yazık ki ben de biliyorum artık böyle bir geri dönüşün mümkün olmadığını. Ülke sayılarının fazlalaştığı bahanesiyle, daha fazla maç oynansın, daha fazla ülke pazara dahil olsun, daha fazla para kazanalım anlayışının var olduğunun elbet bilincindeyim. Yine de her ne kadar ilk maçından beraberlik alsa da, İstanbul deplasmanında oynayan Anadolu takımı zihniyetinden farksız olan Trinidad burada olmayı haketmiyor öncelikle. Yorke’un orta saha oynaması konusunda Can Özenç’in tespitini buraya almadan edemeyeceğim. Bu tarz üst düzey turnuvalara katılan tecrübesiz takımların, uluslararası tecrübesi en yüksek oyuncuyu takımın zayıf olduğu bölgede oynatması doğaldır ki bu fikre katılıyorum. Trinidad’ın bu haliyle 10 kişi ile savunma yapmasını anlamlandırabiliyorum, ancak bunu yaparken rakibi kasap gibi biçiyorlar, sakatlamasına dalıyorlar. Maçta kırmızı kartın çok geç çıktığını düşünüyorum.

- Afrika takımları beklentilerimizi boşa çıkarmadı. Şubat ayında Afrika Kupası’nda izlediğimiz gibi Fildişi Sahili dışında (Gana maçını izlemedim, yorum yapmayayım) bütün izlediklerim oldukça kötüydü. Daha doğrusu kötüden öte, çok cahil oynuyorlar. Kupanın başladığı gün teknik direktörü istifa eden, maç günü yeniden işinin başına dönen Togo’dan zaten bu turnuvada puan beklemiyordum. Güney Kore gibi gayet kötü bir takıma karşı skoru koruyamayıp yenilmeleri mental açıdan ne kadar zayıf olduklarını gösterir. Her ne kadar 1-0 yenilseler de Angola’da gayet kötüydü. Daha doğru düzgün alan paylaşımını beceremiyorlar. Angola – Portekiz maçı gerçekten garip bir maçtı bence. Her daim kapanmaya çalışan takımların oynadığı maçlardan sonra iki takımın da patates tarlası kadar geniş boşluklar bırakması ilginç geldi açıkçsası. 5 takım arasında maça favori olarak çıkan tek takım olan Tunus’un da öne geçtiği maçta, beraberliği uzatmalarda kurtarması bu turnuvada da Afrika takımlarından pek bişi beklemememiz gerektiğini gösteriyor. Birilerinin şu Afrikalılara, futbol zekası öğretmesi gerekiyor. Son takım Fildişi Sahili’ne gelirsek bence gayet iyi mücadele ettiler. Kale önündeki cahilikleri yüzünden kaybettiler. Açıkçası hem Sırbistan’dan hem de Hollanda’dan yetenek olarak daha iyiler ancak futbol zekaları gayet yüksek olan bu iki futbol ülkesine karşı, zekalarının yetmeyeceğini düşünüyorum.

- Fifa’nın şu Dünya Sıralaması işine bi katsayı falan koyması lazım. Bu ABD takımını nasıl Dünya Sıralaması’nda 6. sırada olur gerçekten anlamıyorum. Çekler 2004’te bıraktıkları yerden aynen devam ediyorlar. 2. olanın muhtamelen Brezilya ile karşılaşacağı grupta İtalya – Çek Cumhuriyeti maçı tüm grup maçlarının en önemli maçı olacağa benziyor. Brezilya demişken, Ronaldo’dan geçmiş artık. Kıçını kaldıracak hali yok. Doğru olan, Adriano tek santrafor oynar, Kaka ve Ronaldinho’nun yanına bir Juninho ya da Robinho oynar. Ama tabi ki bu olmayacak. Parreira ta 3 ay önce önceden kadroyu açıkladığı için tükürdüğünü yalamayacak, hele ki Ronaldo’nun bu 3 gol atıp efsane olma amacı sürdükçe.

- Ukrayna büyük hayal kırıklığı idi. Bahsetmek istediğim 4 gol yemesi değil. Hadi ikinci yarıyı 10 kişi oynamalarını da bir bahane kabul edelim ama koca bir devre boyunca tek bir kere rakip kaleye gidememeleri, turnuvanın sürprizi sıfatını hakettikleri konusunda ciddi şüpehlere yol açtı. Diğer Avrupalılara gelirsek, Fransa ne kadar erken elenirse sanırım kupa için bir o kadar iyi olacak. Aynı şeyler Polonya için de geçerli tabi ama onlar zaten elendi. Celtic’de 20 gol atan Zurawski ve Dordmund’da 13 gol atan Smolarek ve yanlarında Şimek ve Kryznowek’den oluşan orta sahaları ile bu kadar kötü bir hücum sergilemelerini beklemiyordum. Ekvador maçını gördükten sonra Almanya maçında gol atmalarını beklemiyordum zaten. Daha da kötüsü beraberliğe razı olup Ekvador’un puan kaybetmelerini ummaları zaten onların 2. tura çıkmadığını göstermişti ki, futbolun adaleti +91’de ortaya çıktı. Son olarak İngiltere diyorum. Kolay kolay gol yemezler ama forvet hatları bir rezalet. Owen Paraguay önünde çok kötüydü. Crouch’dan zaten adam olmaz. FM dili ile adamın Strength’i bir. Rooney iyileşmezse golü ancak orta saha oyuncularının ceza sahası dışından gollerle bulabilirler

- Son olarak ilk maçlarını yıldızını seçmek gerekirse, maçı alan ama çok bencil oynayan Robben, son 5 dakikada maçı getiren Cahill, 90 dakika çok iyi direnen Hislop, orta sahada tüm Hırvat ataklarını kesip, takımı hücuma çok iyi çıkartan Emerson’da bu ödüle aday olabilir ama ben oyumu harika iki gol atan Tomas Rosciky’den yana kullanıyorum.

12.06.2006

İskoçya ve Dünya Kupası

Sevgili okurlarımızın sorularını duyar gibiyim: “Nerden çıktı şimdi İskoçya Milli Takımı ile ilgili nostaljik bir yazı?” Haksız da sayılmazlar aslında. Zira, yaklaşan dünya kupasında bundan önceki bir dünya kupası ve iki avrupa kupasında olduğu gibi İskoçya Milli Takımı yer almıyor. Katıldığı dünya kupalarında ise ikinci tura bile çıkma başarısı gösteremedi Büyük Britanya’nın sempatik ve aykırı çocukları. Öyle ki kendine özgü espri anlayışına sahip İskoçlar kendi milli takımları ile “Milli takımın katıldığı şampiyonalardan gönderilen kartpostallardan bile daha önce ülkeye geri dönüyorlar” şeklinde alay etmekten de gocunmuyorlardı. Son yıllarda Avrupa Kupalarında takım bazında da eski şaşalı günlerinden uzak İskoç Futbolu. 3 sene önce Celtic’in Porto ile UEFA Kupası Finalinde karşılaşmaları ve Glasgow Rangers’in bu sezon Şampiyonlar Liginde ikinci tura çıkması dışında hatırı sayılır bir kayıt da yok zihnimizde yer alması gereken.

Bunca başarısızlığa rağmen niye İskoçya Milli Takımı diye sormak haklı olabilir elbet. Ancak yaş kemale yavaş yavaş erince duygusallaşıyor insan. Eskiye özlem duymaya başlıyor. Televizyondan takip ettiğim ve yaşıma göre (8) takdir edilecek bir ilgi ile izlediğim ilk dünya kupası 1982’den itibaren görmeye ve yenilgilerine aşina olduğum İskoçya takımına nedendir bilinmez garip bir sempati duydum hep. İddialı takımlar karşısında oynadıkları cesur futbola rağmen sürekli ilk turda elenen İskoçlara belki de yenilenin, zayıfın yanında olmak şeklinde genlerimizden gelen bir benimseme duygusu idi sanki benimkisi. 1987 yılında UEFA kupası finalinde dönemin ünlü İsveç takımı Göteborg ile karşılaşan Dundee United’ın mütevazi stadyumunda ve ateşli seyircisi önünde oynadığı futbol İskoçlara olan sempatimi zirveye çıkardı diyebilirim. Taraftarlarının kendilerine özgü kıyafetleri ve maç boyunca gaydalarla (bag pipe) birlikte skor ne olursa olsun söyledikleri marşlar İskoçya maçlarının ayrılmaz parçalarıydı.

1982’de Brezilya ve Rusya gibi güçlü takımların arasında kayboldu İskoçya ancak Dalglish, Souness, Strachan, Johnston, gibi yıldızları ile kolay bir takım olmadığını gösterdi ada temsilcisi. Daha sonra 1986 Meksika ve 1990’da İtalya’da görüyoruz İskoçya Milli Takımını. 1990 İtalya’da grubun son maçında Müller’in ayağından yedikleri son dakika golüyle yenildikleri Brezilya maçı sonrasında gözyaşları ile terkedyorlardı sahayı. Beraberlik dahi yetecekti Gaydacılara. Ama makus talih işte. İskoçların peşini bırakmıyordu bir türlü. Son olarak Fransa’da gördük İskoçya’yı 1998 Dünya Kupasında. Brezilya, Norveç ve Fas’ın yer aldığı grupta sadece Norveç’ten 1 puan alabildiler grup maçlarında ve sonuncu oldular. Son dünya kupası eleme gruplarında 3. sırayı aldı İskoçya. Baraj maçı dahi yapma şansını elde edemeyen İskoçya için geleceğe umutlu bakmak istiyorum artık. En azından ilk Avrupa Şampiyonasında ilk 16 arasındaki yerini alması en büyük dileğim.

10.06.2006

İlk Gün Maçlarının Analizi

Yazarlık kariyerimdeki ilk Dünya Kupası olduğu için heyecan doluyum. Maçtan önceki açılış seromonileri oldukça hoşuma gitti. Kanal 1 konusunda büyük şüphelerim olmasına rağmen açılışta Okay Karacan’ ın sesini duyduğum için sevindim maçtan önceki yorum programında Ahmet Çakar ve Ferdi Leflef’ i de görünce tam not verdim. Maçtan önce haber bültenlerinde söylendiği gibi Ballack yedek kulübesinde göründü. Almanya sahaya şu on birle çıktı; kalede Lehmann, sağ bek Friedrich, sol bek Lahm, stoperler Metzelder ve Mertesacker , sağ açık Schneider , sol açık Schweinsteiger, ön liberolar Frings ve Borowski, forvetler Klose ve Podolski. Kosta Rika ise kalede Porras, stoperler Umana, Marin ve Seguiera, sağ açık Martinez, sol açık Gonzalez, ön liberolar Centeno, Fonseca ve Solis, forvetler Gomez ve Wanchope.

İlk yarıya Almanya çok hızlı başladı. 5. dakikada sol bek Lahm "sağ ayağıyla" harika vurdu eskilerin tabiriyle topu 90’ a şandelledi. 10 dakika içinde Kosta Rika abandone oldu derken 12. dakikada Kosta Rika ilk çıkışında Alman defansının hatalı ofsayt taktiği nedeniyle skoru eşitledi. Ardından Almanya tekrar oyuna hükmetti ve 17. dakikada organize bir atakta galibiyeti tekrar takımına getirdi. İlk yarı ilk 20 dakika dışında sadece geçti. Ama 20 dakika boyunca hücum futboluna doyduk. Almanyallı oyuncular uzaktan şutlara kitlenmiş gibi göründü. Kosta Rika ise savunmanın arasına atılan toplarda skora gitmeyi düşündü. 3-5-2 oynamaları nedeniyle kanatlardan hiç top getiremedi ve golün dışında bir heyecan yaratmadı.

İkinci yarıda Almanya ilk yarıda koridor olarak kullandığı sol kanadı hiç kullanmadı. Sağ kanattan da hiç efektif olamadılar. Ama tekrar sol kanada döndükten sonra da 3. golü Klose ile buldular. Tam maç koptu derken Klinsmann Borowski ile Kehl’ i değiştirince uyum sorunu nedeniyle Kosta Rika ortadan Almanya orta sahasını yardı ve golü buldu. Ancak gol yüzde yüz ofsayttı. Son dakikalarda Frings bir füzeyle skoru 4-2 yaptı.

Polonya- Ekvador maçına kısaca değinmek gerekirse maçın hakkı bana göre Polonya’ nındı. Ekvador ilk golde tacı uzun kullandı bir oyuncu aşırdı ve Tenorio golü buldu. Çok acemice yenilen bir goldü. İkinci golde Almanya’ nın yediği iki golün bir benzeri gibiydi. Ama Polonya maç 1-0 iken iki hücumda final paslarını hatalı yaptı ve golden oldu. Ayrıca skor 2-0 iken Polonya’ nın iki topu direkten döndü.

Kupanın ilk gününde izleyenler gole doydu. Euro 2004’ ün aksine bu turnuvada ilk iki maçta da beceriksiz savunmalar gördük ki bu beni çok mutlu etti. İlk gün maç başına gol ortalaması dörttü ve bu beni çok umutlandırdı.

Herkese bol gollü maçlar diliyorum...

9.06.2006

Dünya Kupası'nı Sevememek

Kutlu olsun! Dört senedir yolunu gözlediğimiz, Halit Kıvanç nostaljileriyle abartılan, belgesellerle, TV programlarıyla kutsanan, politik meydanımız, pazarlama arenamız, bahis tuzağımız, en büyük karnavalımız bugün başlıyor. Dünya Kupası’na daha eleştirel bir gözle bakabilmek, hatta onu sevmemek için o kadar çok geçerli neden var ki aslında…

Her şeyden önce, “güzel oyun”’un politikaya, ulusçuluğa alet edilmesidir Dünya Kupası. Kritik karşılaşmalarda uluslar arasında süregelen çatışmalar alevlenir mesela. II. Dünya Savaşı’ndan beri birbirlerine gıcık olan Almanya-Hollanda ne zaman karşılaşsa iki ülkede de kıyamet kopar. Nitekim benzer bir örneği, zamanında Arjantin’in İngiliz sömürgesi olmasından, daha sonraları ise Faulkland Adası Krizi sonrası araları iyice gerilen İngiltere-Arjantin müsabakalrı teşkil eder. Maradona eliyle gol atar, “Tanrı’nın eli” İngiltere’ye girer. Sanki zamanında İngilizlerin çektirdiği zulüm, bu fair-play karşıtı hareketi meşrulaştırırmış gibi… Ev sahibi ülkeler mütemadiyen kollanır; tıpkı 2002’de İtalya-Güney Kore ve İspanya-Güney Kore maçlarındaki tarzda skandal hakem yönetimlerine tanık oluruz. Ünlü toplum-siyaset bilimci Anderson’ın tezine göre “hayali topluluklar” olan ulusların, yapay ulus benliklerini sağlamlaştıracak mazeretler türer her yeni Dünya Kupası’nda.

Ha bir de politikacılar var. Kamerun’da ülkenin yönetiminde söz sahibi olan 2 dominant kabile vardır: Beti’ler ve Bemileke’ler. Zaten daimi bir şekilde politik çalkantıda bulunan tipik bir Afrika ulusu gibi, bu iki kabile yönetimi de ülkenin dizginlerini elinde tutmak için var gücüyle çalışır. Kamerun Aslanları, İtalya 90’da çeyrek finale çıktığında o dönemde gücü elinnde bulunduran Başkan Bia, ülkenin başarısının baş mimarı olarak kendi partisini gösterdiğinde, cehaleti malum Kamerun halkı kendisine saf saf inanmıştı. Aynı takım Amerika 94’te Kamerun kupada averaj takımı olduğunda ise sürekli hakemleri suçlamakla yetinmiştir. Futbol, çok geniş kitlelere hitab eden, ulusal birliği pekiştiren, toplumsal mobiliteyi arttıran bir fenomen olduğundan daha nice devlet adamı, Dünya Kupası’nı eşsiz bir propaganda aracı olarak görmüştür. Tıpkı 2002’de Haluk Ulusoy ve dönemin Gençlik & Spor bakanının, milli takımımızın başarısını iliğine kadar sömürdüğü gibi…

Giderek etkisini gösteren küreselleşmeyle beraber ulusal kimlikler bulanadursun, Dünya Kupası, “ulus” bilincini pekiştiren bir araç olmaktan giderek çıkmış, bir tür “uluslararası pazarlama karnavalı” moduna girmiştir. Soccernet.com Almanya yazarı Matthias Krug dahi Almanya’nın organizasyonunu “rahatsız edici derecede fırsatçı ve para amaçlı” bulmakta, bu duruma içten içe dellenmektedir. Zaten yazları doğru dürüst turist yüzü görmeyen, bilimum insan kaynaklarını Alanya plajlarımıza akıtan Almanya, ekonomisini canlandırmak için yaptığı bu dahiane plan tam da suya düşecekken, FIFA Okyanusya temsilcisinin kanına(?) giriverip, mevzubahis şahsın “çekimser” oyuyla kupayı son anda Güney Afrika’ya gitmekten alıkoymuştur. Bu “suçun” bir numaralı şüphelisi FIFA’nın başkanı Sepp Blatter ise, Türkiye’nin UEFA’dan afaroz edilmesini istemesi yetmiyormuş gibi, vakit kaybetmeden Almanya ’06 kulislerinde Premier Lig, La Liga ve Serie A’nın 20 takımdan 18 takıma düşürülmesi yolunda lobicilik faaliyetlerine başlamıştır. Neymiş? Milli maçlar takviminde 4 tane ekstradan yer gerekiyormuş.

Bilindiği üzere futbol aşığı Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu 3. Dünya vatandaşları oluşturuyor. Bu futbolseverler, kendi takımları hüsrana uğradığında, genellikle “düşenin halinden düşen anlar” zihniyetiyle daha fakir ulusların takımlarını tutuyorlar. Brezilya İngiltere kadar zengin bir ülke olsa, her ne kadar aynı oyunu oynarsa oynasın, kesinlikle bu kadar sevilmezdi. Örneğin bir ABD-Arjantin basket maçında Türk halkının çoğunluğu Arjantin’i destekliyor. Neden? Yine aynı pan-3.Dünya zihniyeti... Kamerun örneğinden devam edecek olursak, Kamerunlular, takımları ABD 94’te gruptan çıkamadığında, pan-Afrikanist bir şekilde, yakın bir zamana kadar sınır ihlali yüzünden didiştikleri Nijerya’yı desteklemişler.

Gelişmekte olan ülkelere şahin gözlerini dikmiş Nike, Puma gibi markaların, bu ezilmişlik zihniyetini sömürmeye çalışmalarının ne kadar etik olduğu da sorgulanmalı öyleyse. Nike’ın reklamlarını temel alalım. Neden “Güzel oyun,” “Beautiful Game,” “schönes Spiel,” "beau Jeu" filan değil de “Joga Bonito”? Reklam Cantona’ya duyduğum saygıyı azalttı resmen. Neymiş Nike’ın Joga Bonito futbol manifestosu? 4-4-2” olmasın artık, neden “2-2-6 oynamıyoruz, diyor, sonra arkaya Brezilya milli takımının jingılları giriyor. İyi o zaman, Brezilya neden hiç o formasyonda oynamıyor? “Bizde “dalmak” (diving-İngilizce’de iki anlamda kullanılır: 1. Rakibe Allah yarattı demeden girmek, 2. Kendini yere atmak) yok, diyor. Herhalde şu dünyada kendini en çok yere atan oyuncu istatistikleri 1. İtalya, 2. İspanya, 3. Brezilya diye sıralanır. Biliyorsunuz, zaten Rivaldo da 2002 Dünya Kupası’nda milli takımımıza karşı vakit geçirmek için iğrenç bir şekilde yerlerde sürünmedi. Hatta ve hatta, Brezilya Futbol Federasyonunu adeta satın alan “biricik evlatları” Ronaldo’yu, yıldızın futbol hayatının bitme riskini göze alarak, Adidas-Nike eheemmm!!! Fransa-Brezilya finalinde zorla, iğneyle oynatanlar da Nike değil Lescon’du!

Umarım Dünya Kupası’ndan beklentilerinizi zedelememişimdir. Bu düşündüklerim içime dar geldi, taşma gereği hissettiler sadece o kadar. Biz en iyisi gerçek “destan” kavramını, Nazilere karşı, idam edileceklerini bile bile, galip gelip sonradan kurşuna dizilen Dinamo Kiev'lileri, sakat sakat, omzu askıda maç tamamlayan Beckenbauer'leri (ve Bülent Korkmaz'ları) ve benzeri örnekleri unutalım, bahsimizi oynayıp, lisanslı formalarımızı alıp, üstünde Beckham resimleri olan içeceklerimizi içelim. Milli takımımız başarılı olursa da Spor bakanlığına tebrik çelenkleri yollayalım.

Dünya Kupası Ödül Adayları

İşte başlıyoruz. Futbol aleminin en büyük kupasının finalleri önümüzdeki 1 ay boyunca Almanya’da oynanacak. Uluslarası düzeyde en çok ülkenin temsil edildiği spor organizasyonu olan FIFA Dünya Kupası finallerinin 18.si oynanacak. 3 yıla yakın süren elemelere 197 takım katıldı ve geriye kalan 32 takım kupaya uzanmak için çabalayacaklar. 2002 finalinin 1.1 milyar kişi tarafından izlendiğini göz önünde bulundurursak temmuz ayının ortasına kadar dünyanın kalbinin Almanya’da atacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

5 defa Dünya Şampiyonu olan Brezilya yine bu kupanın da en büyük favorisi. Ev sahibi Almanya’nın ise 3. şampiyonluğu bulunuyor. Şimdiye kadarki 17 kupada 7 farklı ülke en tepeye çıkmayı başardı. Kıtalar bazında bakarsak şimdiye kadar sadece 2 kıtadan şampiyon çıktı ve Güney Amerika, Avrupa önünde 9-8 önde. Kuzey Amerika kıtasının şimdiye kadar ki en büyük başarısı ta 1930 yılındaki ilk kupada ABD’nin yarı final oynamasıyken, bu kupada Güney Amerika ile eşit sayıda takımla (4) temsil edilecekler. 2002’de evsahibi olduğu kupada yarı final oynayan Güney Kore Asya’nın şimdiye kadar ki en iyi temsilcisi oldu. Afrika ise 1990’da Kamerun ve 2002’de Sengal ile çeyrek final sevinci yaşadı. Okyanusya ise şimdiye kadar sadece iki defa 1974’te Avustralya ve 1982’de Yeni Zelanda ile temsil edilebildi. Her ikisinde de ülkeler daha ilk turda elendiler. Kıtanın bu başarısızlığı yüzünden Avustralya 2006’nın başında Okyanusya konfederasyonundan ayrılıp Asya konfederasyonuna dahil oldu. Yine de kangurular ülkesi Almanya’da Okyanusya temsilcisi sıfatıyla mücadele edecek.

Turnuva yaklaştıkça birçok kaynaktan takımların tek tek incelemesini ve kimin kupaya uzanabileceğine dair yazıları sıklıkla okuyacaksınız. Ancak kupa, verilen tek ödül değil. Diğer Dünya Kupası incelemelerine bir alternatif olarak, kupada verilen diğer ödülleri ve potansiyel adaylarını inceleyeceğiz.

Altın Ayakkabı

Dünya Kupası finalleri ile birlikte başlayan ve turnuvanın en golcü oyuncusuna verilen altın ayakkabı ödülü bahsedeceğimiz ödüllerin en bilineni. Geçmişte Eusebio’dan Lineker’e, Kempes’ten Suker’e kadar dünya futbol tarihinin birçok ünlü golcüsünün kazandığı bu prestijli ödülde Just Fontaine 13 golle en çok golle kral olan oyuncu olmuş. Dünya Kupaları tarihinde ise toplamda en fazla gol 14 ile Gerd Müller’e ait. 4 yıl önceki kupada 8 gol atan Ronaldo toplamda 12 gole ulaştı ve efsane Pele’yi yakaladı bile. 7 turnuva sonra ilk defa 6 golü geçerek kral olan Ronaldo bu kupada Müller’in rekoruna gözünü dikmiş durumda. Ronaldo elemelerde ağları 10 kez sarsarak Güney Amerika kıtasının en golcü ismi oldu. Kupanın en büyük favorisi olan Brezilya belki de son 25 yılın en iyi hücum gücüne sahip. İnter’in golcüsü Adriano da krallığa aday bir diğer Brezilyalı. Elemelerde 11 gol atan ve Avrupa’nın en golcü ismi olan Portekizli Pauleta da Angola, İran gibi görece zayıf rakiplere karşı bolca gol bulabilir. Aynı grupta yer alan Meksika’nın golcüsü Jared Borgetti geçtiğimiz yılki Konfederasyon Kupası’nda bizi oldukça etkilemişti. 14 golle tüm elemelerin en golcüsü olan Borgetti de krallığa aday. Elbette bu yıl Avrupa gol kralı olan Luca Toni ve golcülüklerini ispatlamış Henry, Shevchenko, Van Nistelrooy, Baros gibi isimleri de rahatlıkla listemize ekleyebiliriz.

Dünya Kupası

En Golcü

Goal

1930 Uruguay

Guillermo Stábile (Arjantin)

8

1934 Italya

Edmund Conen (Almanya)
Oldřich Nejedlý (Çekoslavakya)
Angelo Schiavio (Italya)

4

1938 Fransa

Leônidas (Brezilya)

8

1950 Brezilya

Ademir (Brezilya)

9

1954 İsviçre

Sándor Kocsis (Macaristan)

11

1958 İsveç

Just Fontaine (Fransa)

13

1962 Şili

Garrincha (Brezilya)
Vavá (Brezilya)
Leonel Sánchez (Şili)
Dražen Jerković (Yugoslavya)
Valentin Ivanov (Sovyetler Birliği)
Flórián Albert (Macaristan)

4

1966 İngiltere

Eusébio (Portekiz)

9

1970 Meksika

Gerd Müller (Batı Almanya)

10

1974 Batı Almanya

Grzegorz Lato (Polonya)

7

1978 Arjantin

Mario Kempes (Arjantin)

6

1982 İspanya

Paolo Rossi (Italya)

6

1986 Meksika

Gary Lineker (İngiltere)

6

1990 Italya

Salvatore Schillaci (Italy)

6

1994 ABD

Hristo Stoitchkov (Bulgaristan)
Oleg Salenko (Rusya)

6

1998 Fransa

Davor Šuker (Hırvatistan)

6

2002 Kore/Japonya

Ronaldo (Brezilya)

8

Altın Top

Turnvada en iyi performansı sergileyen oyuncuya verilen ödül. Yarı finaller sonrasında FİFA 10 aday isim belirler ve 3.lük maçı oynanamadan önce medya temsilcileri bu adaylar arasında oylamayla turnuvanın en değerli oyuncusunu seçiyorlar. 1982 yılından beri verilen bu ödülün eski kazananlarına bakarsak gol kralı olan Rossi’den kaleci Kahn’a kadar birçok değişik mevkiden oyuncu bu ödülü kazanmış. Bu yılki adaylara baktığımızda son 2 yıldır Dünya’nın en iyi oyuncusu seçilen Ronaldinho yine öne çıkıyor. Brezilya’nın öngörülen başarısı ile beraber Ronaldinho’nun kupada yıldızlaşması ve bu ödülü alması kuvvetle muhtamel. Bir diğer favori ise kupaya yine aday olan İngiltere’den Lampard. Geçtiğimiz sezon İngiltere’nin en değerli oyuncusu seçilen ve FİFA Yılın Futbolcusu seçiminde de 2. olan Lampard ortasahadaki çalışkanlığının yanında oldukça fazla gol atması ile dikkat çekiyor.

Önceki Kazananlar:

· 1982 Spain Paolo ROSSI (ITA)

· 1986 Mexico Diego MARADONA (ARG)

· 1990 Italy Salvatore SCHILLACI (ITA)

· 1994 USA ROMARIO (BRA)

· 1998 France RONALDO (BRA)

· 2002 Korea/Japan Oliver KAHN (GER)

En İyi Genç Oyuncu

1 Ocak 1985 sonrası doğumlulara verilecek bu ödül için FİFA’nın sitesinde oylama yapılacak. Daha sonrasında teknik kurul oylamanın ışığında nihai kararı verecek. Her ne kadar genç olsalar da adaylar çoktan yıldız seviyesine ulaşmış oyuncular. FİFA resmi sitesinde kupada takip edilmeye değer oyuncuları belirtmiş. Bu seneki ödülün hiç kuşkusuz en büyük adayı geçen yıl U21 Dünya Şampiyonası’nda hem altın ayakkabıyı kazanan, hem de turnuvanın en iyi oyuncusu seçilen Lionel Messi. Bu sezon Barcelona’da da düzenli olarak forma şansı bulan oyuncu Arjantin’de de parlaması kuvvetle muhtamel. Bu yıl Şampiyonlar Ligi finaline kalan Arsenal’in orta sahasının yükünü çeken 19 yaşındaki Fabregas da ödüle aday bir başka oyuncu. Almanya’nın son dönemde yetiştirdiği en önemli forvet olan Lucas Podolski, 2004’de rüştünü ispatlamış Cristiano Ronaldo, 4 senedir ismi sıkça zikredilen ve ilk defa Dünya podyumuna çıkacak Freddy Adu kupaya damgasını vurması beklenen diğer gençler. Tabiki iyileşirse Wayne Rooney de 1998’de Micheal Owen’ın yaptığı gibi ödülü almak isteyecektir.

1958 Pele (Bre)

1962 Florian Albert (Macar)

1966 Franz Beckenbauer (Alm)

1970 Teofilo Cubillas (Peru)

1974 Wladyslaw ZMUDA (POL)

1978 Antonio CABRINI (ITA)

1982 Manuel AMOROS (FRA)

1986 Enzo Schifo (BEL)

1990 Robert PROSINECKI (YUG)

1994 Marc OVERMARS (HOL)

1998 Micheal Owen ( İNG)

2002 Landon Donovan (ABD)

Yashin Ödülü

1960’ların ünlü Sovyet kalecesi Lev Yashin’in adının verildiği bu ödül adından da anlaşılabileceği gibi turnuvanın en iyi kalecisine veriliyor. Ödül diğer ödüllere kıyasla nispeten çok daha yeni. 1994’de ABD’deki Dünya Kupası’nda verildi ilk defa ve o kupayı Belçikalı Michel Preud’homme aldı. 1998’de evsahibi Fransa kupayı kazanırken, takımın kupaya uzanmasını sağlayan Fabien Barthez de turnuvanın en iyi eldiveni seçilmişti. 2002’ye ise Oliver Kahn damgasını vurdu. Başta yarı finaldeki Güney Kore maçı olmak üzere birçok maçta pek de yetenekli oyunculardan kurulu olmayan Almanya’yı finale kadar taşıdı. Bu yılın adaylarına bakarsak yine evsahibi ekibin kalecisi Jens Lehmann oldukça formda. Oldukça iyi bir sezon geçiren kaleci, Arsenal’in oynadığı son 10 Şampiyonlar Ligi maçında kalesinde gol görmedi. Bu performansı sayesinde teknik direktör Jurgen Klinsmann, turnuvada kalede Jens Lehmann’ı oynatacağını açıkladı. 2004 Avrupa Şampiyonası’nda gayet başarılı bir performans sergileyen ve böylece Chelsea’nin yolunu tutan Petr Cech yine favoriler arasında. Lyon’da da oldukça başarılı bir sezon geçiren Gregory Coupet, Fransa kalesinde elemelerde 10 maçta sadece 2 gol yedi. Yine aynı şekilde Manchester United’ın kalesini koruyan Van Der Sar, Hollanda adına elemelerde 12 maçta kalesinde üç gol gördü.

En eğlenceli Takım

Anlaşılan o ki FİFA, 1994 Dünya Kupası’nda futbola pek uzak bir memleket olan ABD halkının ilgisini çekmek için bir dünya ödül icat etmiş. İşte sıradaki ödülümüz de bu kupada ortaya çıkan bir ödül. Ödülün verildiği ilk iki kupada şampiyon olan takımlar, yani Brezilya ve Fransa ödülü kucaklarken, 2002’de yarı finale çıkarak büyük bir sürpriz yapan ve tabiki evsahibi olmanın da avantajıyla Güney Kore bu ünvanı aldı. Ödül tamamen halk oylaması ile belirleniyor. Bu yıl için tahminde bulunmak gerekirse müthiş hücum hattıyla Brezilya’nın samba yapar gibi futbol oynayarak bu ödül için en büyük aday. Marco Van Basten’in başa geçmesinin ardından göze hoş gelen bir hücum futbolu oynayan Hollanda’yı ödül için plase ilan edebiliriz.

Fifa Fair – play ödülü

FİFA’nın hemen hemen her turnuvada üzerinde en çok durduğu konulardan biri olan Fair – Play’i desteklemek adına bu ödülü 1978 yılından bu yana alıyor. En az ikinci turu oynamış takımlar arasında en az kart gören ekip bu ödülün sahibi oluyor.

1978 Argentina

Argentina

1982 Spain

Brazil

1986 Mexico

Brazil

1990 Italy

England

1994 USA

Brazil

1998 France

England
France

2002 Korea/Japan

Belgium