Martta Pegasus, yaz bileti kampanyasını çıkartığında gözüme İsrail'i kestirmiştim. Daha euronun 2.35 TL'lerde olduğu zamanda 285 TL'lik uçak bileti gayet makul gelmiş ve İsrail için 4 gün ayırmaya karar vermiştim.
Yaklaşık 2,5 saatlik bir yolculuğun ardından Ben Gurion havalimanına vardım. Bu havalimanı dünyanın en güvenlisi olmakla övünür. Zira insanı bezdirecek kadar fazla sorgu ve aramadan geçirirler. Haberlerde yazanlara göre turizimciler bu kadar sıkı aramının turistleri canından bezdirdiğini ve bunun turizime olumsuz etkisi olduğunu iddia ediyorlarmış. Tüm bunlara hazırlıklı olarak gittim. Zira Müslüman, tek başına gelmiş esmer genç bir erkek; potansiyel terörist stereotipine fazlasıyla uyuyordu. Yine de hiç çantam aranmadan sadece iki kere
"niye geldin, nereye gidiyorsun, ne kadar kalacaksın?" sorularına muhattap kalarak havalimanından çıktım.
Çıktığımda saat gece yarısına gelmişti. Bu saatte Kudüs'e gitmenin tek yolu vardı, o da dolmuşa binmek. Uçakla 2,5 saatte İstanbul'dan İsrail'e geldikten sonra 1 saat boyunca dolmuşun dolmasını beklemek gerçekten sinir bozucuydu.
Sabah 2'de hosteldeki odama yerleştiğimde oda arkadaşımı da ister istemez uyandırdım. Londra'da yaşayan Bulgar oda arkadaşım, Sofya'da tanıştığı Kudüs'te yaşayan Amerikalı bir Yahudi çiftin yarın kendisine Kudüs'ü gezdireceklerini benim de katılabileceğimi söyleyince yine dört ayak üstüne düşmüş oldum. Ayrıca bu kadar kompleks bir yapıyı oluşturan küreselleşmeyi de seviyorum.
Sabah 9'da tur rehberlerimiz (!) ile buluştuk.Eski Kudüs'ün tarihi 4.000 yıllık. Vadedilmiş topraklara Museviler Hz Davut önderliğinde ulaşıyorlar. Tarih boyunca birçok kavim ve ulus Kudüs'ü ele geçiriyor ve her gelen, bir öncekini kovuyor. Bunun sonucunda eski Küdüs şu anda 4 mahalleden oluşuyor: Hristiyan, Yahudi, Müslüman ve Ermeni. Eski şehrin surları ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Böylece hemen surların dışındaki bir caddeye de onun adı verilmiş.
Surlara giriş çıkış yapılan birçok kapı var. Biz tur rehberimiz çift ile Jaffa Gate'te buluşuyoruz. Tüm tabelalar üç dil / alfabeden oluşuyor. İbranice, Arapça ve Latin harflerini temsilen İngilizce. Rehberlerimiz aileleri ile birlikte 14-15 yaşında 1960larda Amerika'dan İsrail'e göç eden bir çift. Anadillerinin İngilizce olması buna karşılık 50 yıldır burada olmaları benim için büyük şans.
Öncelikle şunu rahatlıkla söyleyebilirim: üç büyük din içinde kutsal olan bu şehirde adım başı dini bir hikayeye rastlıyorsunuz ve bu fazlasıyla ruhani şehir en inanmayanı bile imana götürebilir. Tıp literatürüne geçmiş Kudüs Sendromu adında bir psikolojik rahatsızlık var. Şehir sizi o kadar yoğun bir dini tarihe maruz bırakıyor ki, her yıl yaklaşık 200 turist, kıyametin geldiğine ve kendisinin mesih olduğuna inanıyor.
Din temelli kurulan bir ülkenin en dini şehrinde yaşayanların da çok katı dindar olması da çok şaşırtıcı olmasa gerek. Dünyanın dört bir tarafından gelen Yahudiler gelirken kendi ülkelerindeki kültürlerini de beraberlerinde getirmişler. Bunun sonucunda hangisinin ne olduğunu bilmediğim kürk şapkalı / kipalı, sakallı / sakalısız, uzun saçlı / yandan fiyonk saçlı gibi çeşitli kombiasyonlarda birçok değişik dindar Yahudi görmek mümkün.
Turumuza Hıristiyan mahallesi ile başlıyoruz. Burada İsa'nın Çilesi filmini birebir gerçekleştiriyoruz. Da Vinci'nin resmettiği son yemeğin yediği odayı geziyoruz. Oradan İsa'nın yargılandığı yerden başlayıp, İsa'nın hacı taşıyarak geçtiği Via de la Rosa'yı adımlıyoruz. Dindar Hristiyanlar en önde papaz ellerinde kocaman bir hac taşıyarak İsa'nın bu yolunu yeniden canlandırıyorlar. Burada gördüğüm dindarlar genelde Rus ya da Ukraynalı. Bu yol bizi en sonunda İsa'nın çarmıha gerildiği ve gömüldüğü yere götürüyor. Bugün burası hayatımda gördüğüm en komplike kilise olan Kutsal Kabir Kilisesi'ne dönüştürülmüş. Zira şimdiye kadar gördüğüm tüm kiliseler tek bir mezhebe aitken bu kilisenin her bir şapeli farklı mezheplere göre tasarlanmış.
Buradan yolumuzu Yahudi mahallesine çeviriyoruz. Yahudiler Kudüs'e ilk yerleştiğinde Zion Dağı'na bir tapınak inşa ediyorlar. Bu tapınak şehri işgal eden Persler tarafından yıkılıyor. Yerine ikinci tapınak yapılıyor bu da Romalılar tarfından yıkılıyor. Bu ikinci tapınaktan geriye bir tek batı duvarı kalıyor o da bugün ağlama duvarı diye bildiğimiz duvar.
Buraya girmek için sanki havaalanına girermiş gibi ciddi bir güvenlik kontrolünden geçiyoruz. Duvar, Müslümanlıktaki gibi haremlik selamlık olarak bölünmüş, kadın ve erkekler ayrı yerlerde ibadet ediyorlar.
Buradan sonra durağımız Ermeni mahallesi. Burası diğer mahallelere göre daha az dini motiflerle bezeli ancak daha düzenli ve temiz. Duvarlarda "1915 soykırımı hatırla" şeklinde posterler var.
En son olarak Müslüman mahallesine geliyorum. Zira burada diğerlerinden ayrılmak durumundayım çünkü cumartesi günü Müslümanlar dışında Zion dağına giriş yasak. Dağın girişinde Arap polisler var. Benden Fatiha okumamı istiyorlar. Bunun karşılığında, nüfus cüzdanımda yazan İslam hanesini gösteriyorum. Belki de bu kutunun işe yaradığı ilk ve tek yer burası olsa gerek. Bu kontrolden iki kere geçip Zion dağı'na çıkıyorum. Burada iki cami var. Birincisi Mekke ve Medine'den sonra İslam'ın en kutsal üçüncü yeri, Hz. Muhammed'in Allah'ın katına çıktığı Mescid-i Aksa. İkincisi Kudüs'ün en bilinen ikonu olan mavi dış cepheli sekizgen, Kubbet-üs Sahra.
Hz. İbrahim'in oğlunu kurban edecekken gökten koçun indiği yer burası. Bahsettiğim iki Musevi tapınağı bu taşın üzerine kurulduktan sonra şehir Arap himayesine geçince, Emeviler bu taşın üzerine cami inşa ediyorlar.
Zion Dağı'nın tam karşısında Zeytin Dağı var. Kutsal kitaba göre Mesih, Zeytin Dağı'ndan inecek, Altın Kapı'dan geçip Zion Dağı'na çıkacak. Bunu engellemek isteyen Müslümanlar Altın Kapı'yı duvar ile örüp önüne Müslüman mezarlığı yapmışlar. Zira dirilişin sembolü Mesih, ölülerin arasından geçemezmiş. Güzel mantık doğrusu.
Duvarın hemen dışında bir mağara var. Süleyman'ın taş ocağı olarak bilinen bu mağara masonların 1860'tan bu yana yıllık ritüellerini gerçekleştirdikleri bir yer. Zaten Hz. Süleyman ilk büyük usta olarak kabul ediliyor.
Böylelikle bir şabat günü Kudüs turumu tamamlıyorum. Akşam yemeği için bir yerler bakıyorum. Kudüs bir dağın üzerinde yaklaşık 800 m rakımda bir şehir olduğu için hava kararınca serinliyor. Yahudilikte Koşer yemek diye bir tabir var. Süt ürünleri ile et ürünleri birlikte tüketilemiyor. Mesela bu sebeple McDonald'slarda çizburger yok. Kudüs bu anlamda olup olabilecek en ekstrem örnek olduğu için bir restaurantın menüsünde ya et yemeği var ya da süt ürünü. Bu sebeple aynı restaurantın fiziksel olarak birbirinden ayrı iki restaurantı mevcut.
Hala bir önceki gecenin yorgunluğu ile hostele dönüyorum. Yarın yolculuk Lüt gölüne.