Geçtiğimiz ay içinde iş değiştirdim ve Atlasjet’e geçtim.
Sanırım benim gibi gezmeye bayılan birisi için son derece doğru bir sektör
buldum. Bu doğrultuda iş için ilk seyehatimi Ukrayna’nın batısına Lviv’e
yaptım. Öncelikle bu yazıda okumak istediğiniz şey karı-kız ise sizi şuraya alalım. Zaten daha çok Sırp kızlarını beğenen biri olarak ne Moskova’da ne de
burada ortalama standartın çok da yüksek olduğunu düşünmüyorum. Zaten öyle
sokakta elini sallasan güzele çarpmıyor. Bence büyük çoğunluğu eblek suratı.
Kalan sağlar bizimdir deyip devam ediyorum. Öncelikle
Polonya sınırında yer alan şehir, şu sıralarda yaşanan Kırım gerginliğine epey
uzak bir noktada. Şu anki odak noktaları ise Rusya yanlısı başbakanın
kaçmasıyla sonuçlanan devrimin arkasında bıraktığı 200 kayıp can. Burası çoktan
tavrını netleştirmiş. Belediye meclis binasında bile Ukrayna bayrağının yanına
AB bayrağı çekilmiş.
Şehrin ana caddesi diye nitelendirebileceğimiz Prospekt
Svobody’de kocaman bir platform kurulmuş. Devrim sırasında ölenlerin
fotoğrafları asılmış ve altlarında mumlar, çelenkler bırakılmış. Platformda pek
anlamasam da vurgusu şiir ve ilahi tarzında şeyler okunuyordu. Buna benzer bir
anma da şehrin Tarih Müzesi’nin avlusunda var. Bir televizyonda çarpışma ve
cenaze görüntüleri ile birlikte çarpışmalardan arda kalan lastikler, baretler
sergileniyor.
Yaklaşık 750 bin nüfusu ile Lviv görece büyük bir şehir.
Zira THY’nin Atatürk’ten; Pegasus’un da Sabiha Gökçen’den direk uçuşları var.
Bir aksilik olmaz ise Haziran’da da Atlasjet’in uçuşları başlayacak. Ancak
şehrin UNESCO dünya mirasına giren turistik alanı gayet küçük bir alan. Zaten
uçaktan inenler turistten ziyade bavul ticareti yapan Ukraynalı kadınlardı.
Şehir 13. Yüzyılda Moğol istilası sonrasında kuruluyor.
Önce Polonya, ardından Avusturya, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar Polonya,
1939’da Polonya’nın Almanlar tarafından işgali sonrası SSCB, bir ara Nazi Almanya’sı ve en nihayetinde
bağımsızlık ile birlikte Ukrayna’nın hakimiyetine geçiyor. Zaten bu kadar el
değiştirince de şehrin ismi de sürekli değişmiş. Polonyalılar şehre Lwow;
Almanlar ve Avusturyalılar Lemberg; Ruslar Lvov diyorlar. Lemberg hariç hepsi
Lion’dan yani aslandan türeme.
Euro 2012 ile şehir biraz elden geçmiş. Havalimanı yeni
bir aprona kavuşmuş, yeni oteller yapılmış. Ama hepsi o kadar. Turnuvanın bitmesi ile birlikte şehir yeniden
gözden ve gönülden ırak bir hale bürünmüş. O kadar ki havalimanından çıktıktan
sonra halen daha Euro2012 billboardları asılı. Zaten ülke fakir. Turnuva
sonrası altyapıya yatırım yapacak para yok. Yollar berbat durumda. Bu yüzden
yolda gördüğüm arabaların büyük çoğunluğu uzak doğu menşeili. Zira bu yollara
amortisör dayanmaz.
Burada herşey bizim standartlarımıza göre ucuz. Bak şu
yukarıdaki pembe bina benim kaldığım otel. Şehrin ana meydanında yer alıyor ve
1901’de yapılmış tarihi bir otel. Gecelik oda kahvaltı tutarı 57 TL. Yemekler, içkiler de ucuz.
Şehrin UNESCO mirası
korumasındaki eski şehir kabaca 1,2 km²’lik bir
alan ve gezmek için 1,5 hadi bilemedin 2 saat yeterli. Bugün halen daha
belediye meclisi olarak kullanılan binanın bulunduğu Rynok meydanı eski şehrin
merkezi konumunda. Meydanın çevresindeki 40 binanın herbirinin üzerinde kaç
yılında yapıldığını yazan plaka var. Genelde 17. Yüzyıldan başlayıp 1850’lere
kadar uzanıyor. Bugün ya kafe ya da müze olarak kullanlılan bu binaların büyük
çoğunluğunun meydana bakan yüzünde her bir katta 3 pencere bulunuyor. Zira üçten
sonrası vergiye tabii imiş.
Meydanı çevreleyen
sokaklarda ise birçok değişik mezhebe ait kilise, katedral bulunuyor. Pazar
sabahı Ortodoks kilisesi de, Katolik kilisesi de sabah ayininde ağzına kadar
doluydu. Daha önce Kudüs’te tecrübe ettiğim üzere Ukraynalılar baya dindarlar.
2. Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve Polonya’dan kaçanlar ile birlikte şehirde
baya bir Musevi nüfusu varmış. Ancak 1941-44 Nazi kontrolü sırasında bütün
sinagoglar yerle bir edilmiş. 165 bin kişi anında öldürülmüş, 350 bini de
toplama kamplarına sürülmüş.
Eski şehir Barok tarzıyla ne kadar Avusturya kokuyorsa,
eski şehirden çıktığınız an karşınıza gelen devasa toplu konutlar da bir o
kadar Sovyetler kokuyor. Bunu en net
High Hill’in tepesine çıktığınızda görüyorsunuz. Eski şehrin hemen kuzeyinde
kalan ve yaklaşık 20 dakikalık bir tırmanış ile buraya varılıyor ve bu tepeden
bütün şehrin güzelliklerini ve çirkinliklerini bir arada görüyorsunuz.
Toparlamak gerekirse, UNESCO dünya mirası listemdeki bir
yere daha check atmış oldum. Yolunuz düşerse 2-3 saat keyifli vakit
geçirirsiniz ama çok ucuz olsa da sırf burayı görmek için kalkıp gelmeye bence
gerek yok.