16.09.2014
15.09.2014
Forma Üzerinden Siyaset
Haftanın önemli gündemlerinden birisi Perşembe yapılacak İskoçya bağımsızlık referandumu. Quebec yazımda da söylediğim gibi, bir Türk olarak bu oldukça hassas bir konu olduğu için olabildiğince haber niteliğinde yazmaya çalışıyorum.
Referanduma 3 gün kala itibariyle görünen; İskoçlar parayı, bağımsızlığa tercih edecekler ve oylamadan muhtemelen bağımsızlığa hayır yanıtı çıkacak.
Tam da bunun arifesinde, haftasonu La Liga'da Barcelona - Athletic Bilbao maçı vardı. Geçtiğimiz hafta Barcelona'da Katalınya Ulusal Günü kutlandı. Bunun hemen ardından oynanan maçta Barcelona klasik Bordo-Mavi forması yerine Katalunya bayrağı şeklindeki kırmızı-sarı şeritli forma; Athletic Bilbao ise Kırmızı-Beyaz forması yerine Bask bayrağı renklerindeki yeşil-beyaz-kırmızı forma ile sahaya çıktı.
Madrid basını tabiki bu duruma köpürdü ve bunun İskoçya tarzı bir referandum talebine dikkat çekmek olduğunu ve Barcelona'nın futbola siyaset karıştırıdığını iddia etti.
Maçı ise Neymar'ın 78. dakikadan sonra attığı iki golle Barcelona 2-0 kazandı.
5.09.2014
Haka'ya Meydan Okuma
Sanırım sitedeki herkesi ragbiye merak saldırmaya kararlıyım.
Şimdi basketbolda Yeni Zelanda ile eşleşince tekrardan bir "ay bu Hakacılar ne şirinler. Geleneklerine sahip çıkıyorlar" tarzı laflar türemeye başladı. Her ne kadar biz yenilsek de Yeni Zelanda basketbolda çok da ciddiye alınan bir rakip olmadığı için, buradaki ciddiyet "işte şovlarını yaptılar, hadi biz şut idmanına devam edelim"den öteye gidemiyor.
Oysa ki karşındaki takım, o sporun en iyisi ise, hakayı "eheh hadi şimdi maça başlayabiliriz" diye değil, ciddi bir meydan okuma olarak görmen gerekiyor. İşte Galliler de tam olarak bunu yapıyorlar.
Şimdi basketbolda Yeni Zelanda ile eşleşince tekrardan bir "ay bu Hakacılar ne şirinler. Geleneklerine sahip çıkıyorlar" tarzı laflar türemeye başladı. Her ne kadar biz yenilsek de Yeni Zelanda basketbolda çok da ciddiye alınan bir rakip olmadığı için, buradaki ciddiyet "işte şovlarını yaptılar, hadi biz şut idmanına devam edelim"den öteye gidemiyor.
Oysa ki karşındaki takım, o sporun en iyisi ise, hakayı "eheh hadi şimdi maça başlayabiliriz" diye değil, ciddi bir meydan okuma olarak görmen gerekiyor. İşte Galliler de tam olarak bunu yapıyorlar.
3.09.2014
Rugby Dünya Şampiyonası 2015 Reklamı
Spor organizasyonu tanıtımı üçüncü dünya ülkelerinde yapılan tesisler üzerinden gösterilir. Hoş biz onu bile beceremiyoruz, yapılan tesis erezyon yüzünden kullanılmaz hale geliyor.
Spor kültürü olan ülkelerde ise tanıtım, sporcusundan, hakemine; çim biçicisinden, taraftarına kadar oyunun içinde yer alan her kesimden insan ile yapılır.
Bizim bu alandaki reklam yaratıcılığımız, 15 yıldır birbirinden hiçbir farkı olmayan boğaza atlayan yüzücü, saat kulesinin üzerinden atlayan koşucudan ileriye gidemiyor.
Bu kopyala yapıştır senaryolar sponsorluk reklam filmlerinde de geçerli. Bu alanda bir tek Opet'in geçen yıl yaptığı reklamı ayrı bir yere koyuyorum. Bunun dışında kalan Garanti, Turkcell, THY, Vakıfbank reklamları, sporcuları The Avengers'tan çıkma süper kahramanlar gibi göstermekten başka bir şeyler üretemiyorlar. Zaten bunu yapanlar da muhtemelen Amerikan spor organizasyonları filmlerinden bu konsepti aşırmışlardır. Ancak Amerika'daki spora bakış açısı ile Avrupa'daki bakış açısı arasından siyah ile beyaz kadar fark var ve sporcuyu süper kahraman olarak göstermek bu kıtaya bence çok da uygun değil.
Haklarını verelim İngilizler ise bu işi çok iyi kotarıyorlar. Gelecek yıl İngiltere'de Dünya Rugby Şampiyonası var ve biletler 12 Eylül'de satışa çıkıyor. İşte bunu duyurmak için son derece başarılı bir reklam filmine imza atmışlar.
Spor kültürü olan ülkelerde ise tanıtım, sporcusundan, hakemine; çim biçicisinden, taraftarına kadar oyunun içinde yer alan her kesimden insan ile yapılır.
Bizim bu alandaki reklam yaratıcılığımız, 15 yıldır birbirinden hiçbir farkı olmayan boğaza atlayan yüzücü, saat kulesinin üzerinden atlayan koşucudan ileriye gidemiyor.
Bu kopyala yapıştır senaryolar sponsorluk reklam filmlerinde de geçerli. Bu alanda bir tek Opet'in geçen yıl yaptığı reklamı ayrı bir yere koyuyorum. Bunun dışında kalan Garanti, Turkcell, THY, Vakıfbank reklamları, sporcuları The Avengers'tan çıkma süper kahramanlar gibi göstermekten başka bir şeyler üretemiyorlar. Zaten bunu yapanlar da muhtemelen Amerikan spor organizasyonları filmlerinden bu konsepti aşırmışlardır. Ancak Amerika'daki spora bakış açısı ile Avrupa'daki bakış açısı arasından siyah ile beyaz kadar fark var ve sporcuyu süper kahraman olarak göstermek bu kıtaya bence çok da uygun değil.
Haklarını verelim İngilizler ise bu işi çok iyi kotarıyorlar. Gelecek yıl İngiltere'de Dünya Rugby Şampiyonası var ve biletler 12 Eylül'de satışa çıkıyor. İşte bunu duyurmak için son derece başarılı bir reklam filmine imza atmışlar.
Toronto & Niagara Şelaleleri
Her ne kadar daha doğuyu, Kanada'nın ilk yerleşim alanları olan Halifax'ı da görmek istesem de buradan sonra bir 10-11 saatlik yolumuz olduğu için New Foundland'den "kısmetse başka sefere" diye vazgeçip, Fransızca konuşulan Qubec'ten sonra artık istikametimizi batıya çeviriyoruz.
Yaklaşık bir hafta kadar sürekli Fransızca konuştuktan sonra, Kyle'ın "tamam artık, İngilizce konuş" telkinleri ile karşılaşıyorum. Zira Quebec'ten çıktıktan sonra kimse Fransızca bilmiyor.
İstikametimiz Toronto'nun metropolitan nüfusu 5 milyon. Hatta Niagara Şelalelerine kadar kesintisiz devam eden hilal şeklindeki yerleşimi göz önüne alırsak bölgenin nüfusu tüm Kanada nüfusu'nun dörtte biri olan 8 milyon'a ulaşıyor. Bu haliyle, bir İstanbullu olarak bile rahatlıkla söyleyebilirim ki çok ciddi trafik problemleri var. Bu yüzden şehir içine ulaşmak için en mantıklı yol, arabayı istasyonlarındaki devasa -ama buna rağmen tıklım tıklım dolu- otoparklara bırakıp trene atlamak.
Dünyanın en fazla yabancı ülkede doğmuş insanın yaşadığı şehir, ülkenin finans merkezi ve gökdelenleri ile Levent - Maslak hattının birkaç kat büyük halini andırıyor. Şehirde öyle tarih falan yok zaten. Belki de yapılacak en keyifli şey hayvanat bahçesine gitmek. Toronto hayvanat bahçesi dünyadaki sayılı bahçelerden birisi. Kutup ayısından, kanguruya; pandadan, zürafaya hatta türkçe karşılıkları olmayan birçok hayvana burada rastlayabilirsiniz. Şehir merkezindeki CN tower, Toronto'nun ikonik yapılarından belki de en önemlisi. Kulenin, dünya mimarlık tarihinde neden önemli bir yere sahip olduğunu ve şu an hiçbirini hatırlamadığım bilgileri kuleye çıkarken veriyorlar. Bu tip şehre panoromik 360 derece görüntü sağlayan kuleleri dünyanın bütün büyük şehirlerinde bulabilirsiniz. Buraya özgü bir deneyim sağlayan ise cam zeminli alan. Yerden birkaç yüz metre yükseklikte bu cam zemine çıkınca gözünüz ile orta kulağınız, beyine değişik sinyaller gönderip beyni aptala çevirince bir denge kaybı yaşıyorsunuz.
Bu deneyimin ardından esas daha ilgi çekici ve blogu biraz daha ilgilendiren kısma geçelim. Toronto'nun profesyonel spor takımları ve bunların oynadıkları arenalar aynı eğelence grubuna ait. Bu grubun bir de "the real sports bar" adında bir mekanı bulunuyor. Mekanın özelliği ise dünyanın en büyük televizyon ekranına sahip barı olması. Saat 15.30 da oturup Real Madrid - Juventus Şampiyonlar lLigi maçını bu dev ekranda seyrederken yandaki görece daha küçük ekranlarda ise diğer maçları izliyoruz.
Maçları bitirip demlendikten sonra soluğu Air Canada Center'da alıyoruz. Ne yazık daha sezon öncesi maçları oynanıyor ama yapacak bir şey yok. Buraya kadar gelmişken bu şansı tepemem. Zaten NBA normal sezonunun aldığı hali düşünürsek sezon öncesi ile sezon maçları arasında da pek fark bulunmuyor. Kadrosu ve rotasyonu şekillenmeyen Raptors'ın oyuncuları kendilerini göstermek için epey kasarken Grizzlies oyuncuları maçı iplemeyince daha dördüncü çeyrek başında 40 farkı görüyoruz.
Dedim ya yapacak pek fazla ilginç bir şey yok, ertesi gün soluğu şehrin merkezindeki butik bir bira evinde alıyoruz. Biranın nasıl hazırlandığını anlatan turu tamamladıktan sonra daha keyifli kısma, bara geçiyoruz. Daha 9 dakika önce şişelenmiş taze biralar ile demlenirken arka fonumuzda Swansea'nin UEFA kupası maçı var.
Kanada'ya en yakın NFL takımı olan Buffalo şansıma iki hafta deplasmanda oynayınca, Canada Football League'e tamah etmek zorunda kalıyorum. Biracıda, normal bir bara göre epey ucuza demlendikten sonra Kanada Futbolu maçına geçiyoruz. Bu spor başta NHL olmak üzere profesyonel basketbol ve beyzbol takımlarının da bulunduğu şehirde ikinci planda kalıyor. Stadın belki %30'u dolu. Olsun ben halimden memnunum. Tam önümde ponpon kızlar var, onların kıçlarını kesiyorum.
Bu Kanada turundaki son durağım ise Niagara Şelaleleri. Aynı zamanda ABD ile sınır görevi gören şelaleler, metreküp bazında dünyanın en fazla su akan şelaleleri. Şelalelerin Kanada tarafında kurulan kentin en büyük işlevi, ABD'den gelenlere kumarhane olarak hizmet vermek. Kumarhane ve korku evleri dışında yapılacak ve yapılması gereken tek şey ise bir tekneye atlayıp şelalelerin dibine girip, bu dev su kütlelerinden etkilenmek.
Böylelikle bu uzun ama çok keyifli tatilin sonuna geldim. Ne kadar uzun olursa olsun Kanada'da mesafeler çok uzak olduğu için belki coğrafi olarak küçük ama en önemli yerlerini tamamladım. Bir sonraki bu kadar uzun mesafeli turda, bu Ramazan Bayramı'ndaki Cardiff, Edinburgh, Belfast ve Dublin anılarını yazacağım.
Yaklaşık bir hafta kadar sürekli Fransızca konuştuktan sonra, Kyle'ın "tamam artık, İngilizce konuş" telkinleri ile karşılaşıyorum. Zira Quebec'ten çıktıktan sonra kimse Fransızca bilmiyor.
İstikametimiz Toronto'nun metropolitan nüfusu 5 milyon. Hatta Niagara Şelalelerine kadar kesintisiz devam eden hilal şeklindeki yerleşimi göz önüne alırsak bölgenin nüfusu tüm Kanada nüfusu'nun dörtte biri olan 8 milyon'a ulaşıyor. Bu haliyle, bir İstanbullu olarak bile rahatlıkla söyleyebilirim ki çok ciddi trafik problemleri var. Bu yüzden şehir içine ulaşmak için en mantıklı yol, arabayı istasyonlarındaki devasa -ama buna rağmen tıklım tıklım dolu- otoparklara bırakıp trene atlamak.
Dünyanın en fazla yabancı ülkede doğmuş insanın yaşadığı şehir, ülkenin finans merkezi ve gökdelenleri ile Levent - Maslak hattının birkaç kat büyük halini andırıyor. Şehirde öyle tarih falan yok zaten. Belki de yapılacak en keyifli şey hayvanat bahçesine gitmek. Toronto hayvanat bahçesi dünyadaki sayılı bahçelerden birisi. Kutup ayısından, kanguruya; pandadan, zürafaya hatta türkçe karşılıkları olmayan birçok hayvana burada rastlayabilirsiniz. Şehir merkezindeki CN tower, Toronto'nun ikonik yapılarından belki de en önemlisi. Kulenin, dünya mimarlık tarihinde neden önemli bir yere sahip olduğunu ve şu an hiçbirini hatırlamadığım bilgileri kuleye çıkarken veriyorlar. Bu tip şehre panoromik 360 derece görüntü sağlayan kuleleri dünyanın bütün büyük şehirlerinde bulabilirsiniz. Buraya özgü bir deneyim sağlayan ise cam zeminli alan. Yerden birkaç yüz metre yükseklikte bu cam zemine çıkınca gözünüz ile orta kulağınız, beyine değişik sinyaller gönderip beyni aptala çevirince bir denge kaybı yaşıyorsunuz.
Maçları bitirip demlendikten sonra soluğu Air Canada Center'da alıyoruz. Ne yazık daha sezon öncesi maçları oynanıyor ama yapacak bir şey yok. Buraya kadar gelmişken bu şansı tepemem. Zaten NBA normal sezonunun aldığı hali düşünürsek sezon öncesi ile sezon maçları arasında da pek fark bulunmuyor. Kadrosu ve rotasyonu şekillenmeyen Raptors'ın oyuncuları kendilerini göstermek için epey kasarken Grizzlies oyuncuları maçı iplemeyince daha dördüncü çeyrek başında 40 farkı görüyoruz.
Dedim ya yapacak pek fazla ilginç bir şey yok, ertesi gün soluğu şehrin merkezindeki butik bir bira evinde alıyoruz. Biranın nasıl hazırlandığını anlatan turu tamamladıktan sonra daha keyifli kısma, bara geçiyoruz. Daha 9 dakika önce şişelenmiş taze biralar ile demlenirken arka fonumuzda Swansea'nin UEFA kupası maçı var.
2.09.2014
Quebec
Her ne kadar Montreal de Quebec eyaletinin içinde yer
alsa da kozmopolit bir şehir olduğu için çift lisan konuş sayısı oldukça
fazlaydı. Montreal’den ayrıldıktan sonra ise bölgenin kalanında ise İngilizce’de
konuşabilen insan sayısı üçte bire kadar düşüyor.
Burada şu ayrımı yapmak lazım. Bu adamları ayrıştıran tek
şek konuştukları dil. Ha zaten, Kanada ırkı diye birşey yok. Fransa’dan göçen
Fransız asıllılar ile İngiltere’den göçen ya da ABD bağımsızlığını kazanınca
Kraliyet’e bağlı olup ABD’den göçen İngiliz asıllılar oluşturuyor Kanada
halkını. O yüzden konuyu Türkiye ile karşılaştırmak çok fuzuli olacaktır.
Yine de şehrin il sınırlarına girerken “Capitale
Nationale – Ulusal Başkent” yazısı ile karşılaşmak oldukça değişik. Kyle bu
konuda haklı olarak çok tepkili. Her eyaletin kendi parlementosu var. Diğer tüm
eyaletlerde bunun ismi “eyalet parlamentosu” iken Quebec eyaleti kendisi “Ulusal
Parlamento” sıfatını layık görmüş.
Tabi günün sonunda Kanadalılar en nihayetinde anca buz
hokeyinde kavga eden bir millet. Bu durum bir kargaşa yaratmıyor. Onlarda da
Quebec partisi meclisteki dört partiden birisi ve kendi azınlık haklarını
korumaya çalışıyorlar.
Quebec 1608 yılında Fransızların yeni kıtada kurduğu ilk
şehir. Kanadalıların deyimi ile şehir Kuzey Amerika’daki en Avrupa’ya benzeyen
şehir. Tabi İstanbul’daki Antep kebapçısındaki kebap ne kadar Antep’teki kebaba
benziyor ise Quebec de anca o kadar Avrupa’yı andırıyor. Yine de hakkını
yemeyelim: Quebec, Kanada ve ABD’deki şehir duvarları olan tek şehir ve
mimarisi gerçekten Kuzey Amerika’daki diğer şehirlerden çok daha farklı.
Yaklaşık 150 yıl Fransa idaresinde kalan şehir ciddi
anlamda eski kıtaya kereste ve kürk ticareti sağlıyor. Ancak 1759’da şehrin
hemen önündeki açık savaşta İngilizler yarım saatte Fransızları yenince Fransa’nın
yeni kıtadaki toprakları gidiyor. Söylenen odur ki ekonomik anlamda Fransa’ya
çok büyük darbe yaşatan bu olay 30 sene sonraki Fransız İhtilali’nin en önemli
sebeplerinden biri oluyor.
UNESCO Dünya Mirası listesindeki eski şehir zaten şehrin
görülmesi gereken tek yeri. Bugün oradaki binalar ya otele çevrilmiş ya da
mağaza olmuşlar. Hepsi yürüme mesafesinde ufak bir şehir. Ottawa yazısında bahsettiğim poutine’in ana
memleketi esasında burası. Halen daha tamamını yemenizi tavsiye etmesem de bi tadına
bakarsınız. Grand Allée adlı muhit gece kulüplerinin toplandığı yer. Gençlerin
yoğun olduğu hareketli bir gece hayatı olsa da “ooo kesin gitmeniz lazım” diye
methiyeler düzeceğim bir gece hayatı yok.
Böylelikle Quebec’i tamamlıyoruz ve gerisi geriye güney
batıya doğru yolumuzu çeviriyoruz. İstikamet, ülkenin en kalabalık şehri
Toronto.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)