İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

10.02.2015

Londra



Avrupa’nın en büyük 2 turizim fuarından biri olan London World Travel Market’a Atlasjet olarak katılınca Kasım’da 5 gün için bana yine Londra yolları görünmüştü. İlk iş olarak tabiki maç biletlerine baksam da elim boş döndüm. Zaten büyük çoğunluğu kombine olan stadların kalan biletleri de öncelikle taraftar kartı olanlara ya da kulüp üyelerine satılınca elim bu defa boş kaldı.

Yine de en azından stadın çevresinde dolanayım, atmosferi tecrübe edeyim de Batı Londra derbisi öncesi soluğu Stamford Bridge'de almak için metroya atladım. Chelsea taraftarları sakin sakin giderlerken, “deplasmana gitme” olgusu şehir içinde de olsa burada da geçerli ve QPR taraftarlarının sesi çok daha fazla çıkıyor. Metrodan çıktığımızda atlı polisler stada giden caddeyi trafiğe kapatmışlar. Metronun önünde kalabalığa karışmış karaborsacılar var. Hemen birine yaklaşıyorum 250 pound diyor. Diğeri ise 180 pound. 60 poundluk gişe fiyatı bile TL’ye çevrince yeteri kadar can acıtıcıyken sıradan bir lig maçına bu fiyatları ödemeyi düşünmüyorum. Maçın başlmasına daha 45 dakika var. Kendi kendime maç saatinde ben bu adamları tekrar bulurum 75-80 pounda bileti kapatırım diyerek yoluma devam ediyorum.

Sağlı sollu sosiçilerin, burgercilerin arasında stada doğru giderken, aynı metroda olduğu gibi ev sahibi ve deplasman taraftarları birlikte yürmeye ve bağırmaya devam ediyorlar. Ancak sanırım bu sıkıntısız ortam işin içine alkol girince bozuluyor. Zira pubların girişinde “sadece ev sahibi takım taraftarları girebilir” diye bir ibare var. Stadın önünde Peter Osgood’un heykeli bulunuyor. Jose Mourinho bir gün onun yanına Frank Lampard’ın heykelinin dikileceğini söylüyor. Bakalım haklı çıkacak mı?

Ben küçükken, EA sports, henüz Championship Manager’ın üstünlüğünü kabul etmemişken, piyasaya menajerlik oyunu sürmüştü. Oyunda stadın yanına otel falan dikebiliyordunuz. Chelsea’nin stad planını görünce bunun nereden çıktığını anladım. Her ne kadar tabiki bu menajerin işi olmasa da görüldüğü üzere Stamford Bridge kompleksinde stad dışında otel ve bar var.

Maç saati gelip o sokaktaki kalabalığın hepsi stada girip sokaklar polislere kalınca tabiki o karaborsacıların hepsi sıvışmışlar. Bende bunun üzerine bir bara giriyorum. İngiltere’de saat 3 maçları televizyondan yayınlanmıyor. Bizim Ümit Aktan’ın programında olduğu gibi “şuradan gol haberi var, şimdi oraya bağlanıyoruz” türü programlar açık barın televizyonlarında. Bir bira içip dinlendikten sonra Portobello Road’a doğru yola çıkıyorum. 2000 yılında çekilen Julia Roberts’lı Hugh Grant’li Notting Hill filmi sonrası benim jenerasyonumun kızları için Londra’da gidilmesi fiks olan bit pazarı Cumartesileri kuruluyor. Kızlar için çok keyifli bir yer olabilir. Zira incik, boncuk, antika bir dünya ıvır zıvır var. Benim gibi bunlara pek meraklısı olmayan bir erkek içinse ucuza yemek yenilecek tahtakale kıvamında bir yer. Ama allahı var hele ki akşam saatlerinde pazarın toplanmasına yakın yemekçiler iyice fiyatları düşürüp 2-3 pounda karnımı doyurmamı sağladılar.

Karnımı da doyurduktan sonra saat 17 – 17.30 gibi havai fişek ve panayır için Blackheat’e doğru yola çıktım.  Bu da tam maç bitiş saatine denk geldi. Londra’nın altısı Premierleague’de olmak üzere 13 tane profesyonel futbol takımı var ve bizdeki 3. Lige tekabül eden League 1 takımı Leyton Orient bile maçlarını ortalama 5 bin kişinin üzerinde bir seyirciyle oynuyor. Hal böyle olunca maç çıkışında evlerine dönmeye çalışan taraftarlar ile özellikle hat değiştirilen büyük metro istasyonları tam bir renk cümbüşü haline geliyor.

V for Vendetta’yı izleyen bilir. 5 Kasım 1605’te Guy Fawkes, Westminister Sarayı’nı patlatmak üzereyken yakalanır.Fawkes’ın yakalanmasını propaganda amacıyla kullanmak isteyen İngiliz Hükümeti o dönemlerde 5 Kasım’ı kutlama gününe çevirirken, günümüzde artık bu kutlamalar siyasi bir amaçtan ziyade kapitalist düzenin bir eğelence aracı haline germiş durumda.  Birçok havai fişek gösterisi paralı iken Blackheat’te yapılan ücretsiz ve her yıl 100 bin kişinin katıldığı iddia ediliyor.  Panayırda havai fişekleri izleyip basketbol yeteneğimi konuşturarak boyum kadar ayıyı kazandıktan sonra, ayımı kucaklayarak şehre geri dönüp günü sonlandırıyorum.
 İkinci günün sabahında otelimin yanı başındaki Doğa Tarihi Müzesi’ne giderek başlıyorum. Diğer İngiltere yazılarımda belirttiğim gibi devlete ait müzeler İngiltere’de ücretsiz. Üşüdün mü, yağmura mı yakalandın? İlla ki Londra’da yakın çevrede bir müze vardır. Şöyle kısaca bir dolandıktan sonra soluğu Manchester derbisi için Jetlag Pub’ta alıyorum. Londra’ya gitmeden önce şöyle kaliteli bir spor barı arıyordum. Birkaç farklı sitede “Londra’nın en iyi spor barları” listesinde yer alınca bu küçük sevimli barı tercih ettim.

4,5 metrelik perdesi, halıfleks zemini, koltuk – kanape takımlarıyla, klasik bir pub arayan ben daha ziyadesiyle bir oturma odası ile karşılaştım. Yine de hızlı servisi ile keyifli bir mekandı. Öncesinde İspanya ligi Pazar erken maçında basklılar ile birlikte Athletic Bilbao – Sevilla’yı izledik. Maç bitince onlar kalktı, yerine yenileri geldi oturduk Manchester derbisini izledik.

Haftaiçi’nde ise Şampiyonlar Ligi maçları vardı. Arsenal içeride Anderlecht ile oynuyordu. Böyle olunca Salı akşamı soluğu yerel pub’ta Arsenalliler ile maçı izlemek için Highbury’de aldım.  Şehrin kuzeydoğusuna düşen semt Türkler’in ve diğer göçmenlerin yaşadığı görece daha fakir bir semt.  “Buradaki Türkler, Arsenal’i tutarlar çünkü renkleri kırmızı-beyaz” sözü ne kadar doğrudur bilemem ama eğer tutuyorlarsa yaşadıkları semt ile de alakalı olabilir.


Eski Highbury stadı, sokağın ortasında evlerin arasında bir stadmış. Zaten yeni stad inşa edilince de dış çephe aynen korunup, tribünler 700 daireden oluşan bir siteye çevrilmiş. Sahanın olduğu yer ise park olmuş. Eski stadın önünden geçtikten sonra Ömer’in  bana söylediği Arsenal pub’ını buluyorum. Zengin Batı Londra’nın publarından sonra buradaki publar daha bir kahvehane kıvamındalar. Bara yemek var mı diye soruyorum. “Yok ama benden bira alırsan, dışardan yemek getirmende benim için bir sakınca yok” yanıtını alıyorum. Barın hemen karşısındaki Türk dönerciden kocaman bir dürüm döner alıp geri dönüyorum. Arsenal 3-0 öne geçtiği maçı veriyor. Pubdakiler duygusal sebeplerden, ben ise bahsim yandığı için kahrolarak geceyi tamamlıyorum. Neyse en azından burada dönerci de, pub da Batı Londra’ya kıyasla daha ucuz.


Böylelikle iş için geldiğim Londra’da futbola da bol vakit ayırarak eve dönüyorum. Sıradaki Kuzeydoğu İtalya var.