İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

21.09.2016

Bir Paris Deplasmanı


Bir beyaz yakalı eleştirisi Mezeleri Güzel’de Erdem Aksakal’ın “yurtdışı gezisi çıktı mı hemen maç fikstürüne bakar” diye tasvir ettiği şahsiyette benden feyz aldığına eminim. Bu referansın hakkını vermek için, Paris fuarı ufukta belirdiğinde hemen Paris St. Germain’in maç takvimini açtım. Her ne kadar geçen seneki gibi şampiyonlar ligi maçı haftası olmasa da yine de şanslıydım çünkü PSG’nin yine de evinde bir lig maçı vardı ve beni oldukça romantik bir karşılaşma bekliyordu: Dijon!

2007’de 4 ay süreyle yaşadığım Dijon’un kale arkası tribünü bulunmayan, sadece iki yan tribünlü Gaston Gerard stadında birkaç maça gitmiştim. 2. Ligde oynayan takım o sezonu küme düşme hattının ancak bir puan üstünde tamamlayarak, kıl payı amatör kümeye düşmekten kurtulmuştu. O takım sonrasında 2011’de tarihinde ilk defa Ligue 1’e çıkma hakkı kazanmış, bir sene sonrasında da gerisi geriye düşmüşlerdi. Hardal memleketinin takımı bu yıl ikinci kez Ligue 1’de oynuyor.

Bu bağ sayesinde elbette ki deplasman tribününe gidecektim. O kadar senedir buz hokeyinden yüzmeye, beyzboldan tenise kadar birçok spor dalını izlemeye gitmiş biri olarak daha önce hiç deplasman tribününe gitmemiştim, bu bile benim için yeni bir deneyim olacaktı. Öncelikle daha maç biletini alırken bile bilmediğim bir süreç vardı, zira PSG’nin internet sitesinde deplasman tribününe bilet satışı yoktu. Neyse ki Dijon kulübü e-mailime yanıt verdi ve maç günü gişeden 20 avroya bilet alabileceğimi söyledi.

Bir Kadıköy ya da Beşiktaş meydanı gibi Parc des Princes’e gitmek için toplu taşımların hepsi stada yaklaşık 700 metre mesafedeki Porte de St. Cloud meydanına varıyorlar. Otobüsten indiğimde meydanı çevreleyen cafelerden maç öncesi millet demlenmeye başlamıştı bile. Güzel, ince bir ayrıntıyla meydanda stad bilgilendirme kioskları vardı ve gitmek istediğim kapıya nasıl ulaşacağımı oradaki görevliler bana tarif ettiler. Parc des Princes beni öncelikle ışıltılı ve cıvıl cıvıl bir meydanla karşıladı. Sonrasında deplasman tribününü bulmaya çalıştıkça o ışıltı kayboldu, sokaklar karanlıklaşıp izbeleşti ve “gerçekten deplasman tribünün girişi buradan mı?” tereddütleri ile sanki yasadışı bir yere giriyormuşum izlenimi veren bir kapıdan geçip stada girdim. Esasında buna pek stada girmek denilemez. Zira 4-5 basamak çıkıp kendimi stadın alt çapraz köşesindeki tribünde buldum. Bize sağlanan imkânlar tesisin içinde bile değildi. Stadın dışında konteynırdan yapılma bir içecek satan mekân ile iki tane portatif tuvalet bize sağlanan olanakardı. Bu mu yani Paris misafirliği? Hoş, tribünde hepi topu 61 kişiydik. Son 3 sezonda Fransa’daki 12 kupanın 11’ini kazanan PSG karşısında bir kişi daha olsa belki şapkadan tavşan çıkartabilirdik ama bu halimiz ile “Bize her yer Dijon”dan daha öteye gidemedik.

Bu 11 kupa bile Arapların iştahını kesmemiş, Şampiyonlar Ligi’nde istenilen başarı bir türlü gelmediği için Laurent Blanc’ın bileti kesilmiş yerine Sevilla ile Avrupa Ligi’ni kazanmış Unai Emery PSG'nin başına gelmişti. Daha önce var mıydı bilmiyorum ama motto olarak kendine "daha fazlasını hayal et"i seçmiş takım için anlaşılabilir, daha da önemlisi taraftarı kandırabilir bir hamle olmuş. Zaten bu şartlarda tek amacı ligde kalmak olan Dijon ile PSG arasındaki kalite farkı daha ilk dakikadan belli oldu ve ancak 14 dakika dayandıktan sonra Rabiot ile ilk gol geldi. Golden sonra bizim tribün sessizleşti. Bu üzüntü niye ki, gerçekçi olmak gerekirse bu maçtan ne bekliyorlardı ki? 33. Dakikada Dijon’un kaleyi bulan ilk şutu geldiğinde skor 2-0 olmuştu bile.

Hafta içi, yerel saatle 21.00’de, gayet dandik bir takıma karşı bile PSG tribünleri son derece doluydu. Dahası kale arkasındaki iki tribün de daha önce gittiğim Chelsea, Man. City ya da Atletico maçlarıyla karşılaştırılmayacak kadar bağırıyorlardı. Muhtemelen Paris’teki Kuzey Afrikalı ve Siyahi getto kültüründen gelenler bu durumda önemli pay sahibiydiler. Buradaki tribün kültürü İngiltere’den ziyade bize daha çok benziyor. Örneğin ev sahibi takım taraftarlarıyla aramızda güvenlik görevlileri yerine robocop polisler tampon vazifesi gördüler ve PSG taraftarları sokakları tamamen boşaltana kadar stattan ayrılmamıza izin vermediler.
Neyse ki sadece üç tane yiyerek Paris deplasmanından sıyrılmayı başardık. Oysaki PSG daha 4 gün önce Caen’i 6-0 ile aşağılamıştı. Zaten maç sonunda bir iyimserlik hakimdi, zira küme düşme potasındaki rakiplerden Lille, kendi evinde Toulouse’a yenilmişti. Maç sonunda takım tribünlere geldi, onları tebrik ettik. Sonrasında Dijon’dan gelen bir otobüs dolusu insan yola çıkarken geriye kalan 20 kişilik Paris’teki Dijonlular olarak bizler de sokaklara dağıldık.