İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

15.01.2018

Monaco



Şu iki fotoğraf arasında 12 sene var. Arkadaki Monte Carlo Casino’su 1863’ten beri olduğu gibi hala orada. Saçlarım kısalmış, kendimi Antonio Banderas zannetmekten vazgeçmişim, biraz da kilo almışım ama onun dışında fiziğimde de pek değişen birşey yok sanırım. İlk gidişimde öğrenciydim. Cebimde biriktirdiğim üç kuruş para, biraz da ailemin yardımıyla 22 gün boyunca trenden trene o şehir senin bu şehir benim gezebilmiştim. Tabi o zaman avro 1,60 lira yani bugünün üçte biri fiyatınaydı. Bugün, bırak öğrenci olarak gezmeyi şu anda bile harcama yaparken iki üç defa düşünmem gerekiyor.

O tatilde ilk planlamaları yaparken casinoya 50 avro ayırabileceğimi hesaplamıştım. Tabi evdeki plan çarşıya uymamış, tatilin bu kısmına geldiğimde kaybetmeyi göze alabileceğim tutar 10 avroya düşmüştü. Acemi şansı diye birşeyin olduğunu o gün orada öğrenmiş, rulet masasından 130 avro ile kalkmış, tatilimin geri kalanı için dopingi bulmuştum. İki sene sonra bu defa Monaco’ya iş için gittiğimde bir saatte 100 avroyu rulet masasında çatır çatır yemiş hiç de dert etmemiştim.

Bu defa casinoya girdiğimde elim o parayı harcamaya gidemedi. Seneler içinde Türk Lirası o kadar değersizleşti ki senelerdir o şirketten bu şirkete hoplaya zıplaya terfi ala ala geçsem de günün sonunda dolar bazında ilk çalışmaya başladığımda kazandığımdan daha az kazanıyorum. nekadarzarardayim.com adresi bu gerçeği kafama vura vura gösteriyor.

Casino’nun içinde artık dijital makineler çokça yerini almış. Bir rulet tekeri koymuşlar. 8 sandalye ile insanlar etrafına oturmuş, önlerindeki dijital ekrandan tuşlara basarak seçim yapıyorlar. Gerçek masalarda minimum yatırılan tutar 5 avro iken burada 1 avro. İyi de o pulu, o yeşil çuhayı hissetmeden rulet masasına oturmanın casinoya gitmenin hiçbir espirisi yok. Boşuna para harcamadan çıkıyorum Casino’dan.
 
Menton’dan Monaco’ya otobüs ile gelirken şu fotoğraftaki keskin ayrım neresinin Fransa, neresinin Monaco olduğunu gösteriyor. Esasında Menton ve sonrasındaki ufak kasaba Roquebrune de yaklaşık 500 yıl boyunca Monaco prensliğinin sınırları içindeymiş. Ancak 1867’de İtalya’ya bağlanma ümidiyle ayaklanan bu iki kasabaya, prenslik bağımsızlıklarını vermiş ve topraklarının %95’ini kaybetmiş. Ha sonra ne olmuş? Bu iki kasabayı Fransa 4 milyon franka satın almış. Bugün Monaco’ya kalan 2 km²’lik memlekette zaten Monako’nun yerlisi azınlığa düşmüş. Nüfusun sadece beşte biri Monakolu. Fransızlar ülkedeki en büyük etnik grup.

Menton’da çevremde konuşulan İtalyanca seslerinin ardından birden beynelmilel sokaklara geçiyorum. Belli ki buranın yerlisi olan, bebek arabasını ittiren genç anne ağır İngiliz aksanıyla telefonda konuşuyor. Ülkenin gelir vergisi almaması ile birlikte buraya yerleşen zenginlerden sadece bir tanesi muhtemelen. Vergi cennetlerinden biri olarak bilinen Monaco’nun bu duruma gelme hikayesi de ilginç: Monte Carlo Casino’su o kadar iyi iş yapıyor ki, faaliyete geçtikten sadece 6 sene sonra prensliğin sahibi Grimaldi ailesi başka gelir kapısına ihtiyacımız yok deyip gelir vergilerini kaldırıyor.

Akşam sekizde AS Monaco, Guingamp’ı ağırlıyor. Monaco seyahatim kesinleştikten sonra ilk iş Monaco’nun sitesine girip “biletler 20 avro, e iyimiş!” deyip atlamıştım. Tabi bu saniyeleri takriben o biletin 90 lira olduğunu idrak etmiştim. Sitede çok güzel bir uygulama var. Satın almak istediğin koltuğu seçince, oradan sahanın nasıl göründüğünün fotoğrafı çıkıyor.

Stada doğru yürürken bir nümismatik dükkanının önünden geçiyorum. Vatikan, Papa Françis’in başa geçmesi neticesinde bir hatıra kollekisyon para serisi çıkarmış. İçinde tedavülde olmayan 20 avroluk bozuk para bile var. Toplam değeri 79 avro olan set tabi ki koleksiyon değeri yüzünden 279 avroya satılıyor.

Kırmızı formalı insanları takip ede ede ikonik Stade Louis II’ye varıyorum. Dışarıdan bakınca bildiğin AVM’yi andırıyor. Böyle stad mı olur yahu? Stadın altında bir de fitness salonu var. Haftaiçi sabah 9.30’da açıp akşam 20.00’de kapatıyor. Cumartesi sadece 10.00-13.00 arası açık. Pazar hepten kapalı. Eh, oraya gidecek adam zaten beyaz yakalı gibi mesai yapmadığına göre daha erken açıp daha da geç kapatmaya pek de gerek yok sanırım.

18500 kişilik stadın yarısı bile dolmuyor. 100 kadar apaçi bağıran taraftar var. 25 tane de deplasman tribününde emektar var. Gerisi çekirdek çitleyenlerden oluşuyor. Hatta yanımdaki bloğun 4 sırası yaklaşık 60 tane 6-10 yaşları arasındaki çocuk tarafından işgal edilmiş. Bizi okul gezisi diye müzeye falan götürürlerdi, burada ise maça getirmişler. Hazır yeri gelmişken hayatımda gittiğim ilk maç da buranın 55 km ötesindeki şehrin takımının, Vieira’lı kadrosuyla Fenerbahçe stadını 1994’ün bir eylül akşamında ziyaretiydi. İlk deneyimimde tuttuğum takımın beş yemesi pek hoş olmamıştı tabi. Pasolig çıktığından beri de zaten memlekette maça gitmedim. Belki de o yüzdendir ki maç öncesi ısınmalarında hücum taktik organizasyonunun çalışıldığını görünce epey bir affalladım. Monacolular, karşıda Guingamp teknik ekibi varken kanattan sıfıra inip ön direğe kesme organizasyonu çalışıyorlardı.

Kadrolar açıklandığında biraz canım sıkıldı. Ne bu sezonki performansı ile bizi 2013’e geri götüren Falcao, ne de sezon sonu dünya paraya büyük bir kulübe gitmesi beklenen Lemar vardı. Esasında onlara çok da gerek kalmadı. Daha 10. dakikada, Monaco ısınmada ne çalıştıysa, aynen öyle golü buldu. Sağ kanatta Rony Lopes madeni buldu ve devrede Guingamp teknik direktörü sol bekini değiştirene kadar kalelerinde dört gol görmüşlerdi bile. Maç 6-0 bitti. Çok tek taraflıydı, yine de en azından gol izledim. Staddan çıkarken “kulakları çınlasın” diye mırıldanıyordum. Biri duysa elbette ki anlam veremeyecekti. Saat daha 10 bile olmamıştı ama ne bir otobüs var ne da başka bir toplu taşıma. Nerede bizdeki stad önündeki şehrin öteki ucuna bile giden minibüsler, sarı dolmuşlar. Trenle Nice’e geri dönerken, karşıma 3 deplasman taraftarı oturdu. Guingamp dediğin yer ta ülkenin diğer ucunda, Bretagne’da. “Guingamp’dan mı geliyorsunuz?” diye sordum, onayladılar. Marsilya, Lyon, Paris üzerinden 3 aktarmayla kendilerini yaklaşık 12 saatlik bir yolculuk bekliyordu. 6 tane yedikten sonra bu yolu çekmeye değer miydi, pek de emin değilim.