İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

12.08.2004

Veyn Runi

31 Ağustos 2003... Beklenen oldu ve her ne kadar the Premiership’teki tüm menejerler bu saatten sonra transfer yapmak istemiyoruz, yeni gelen oyuncular uyum sorunu yaşayacak, dediyse de sözlerini tutmadılar ve transferin son gününde ne kadar kelepirleşen oyuncu varsa kapıştılar. Tarih tekerrürden ibarettir; bu oyuncuların çoğu, aceleye getirilmiş sağlam olmayan seçimler olduklarından, genellikle gittikleri takımda başarılı olamazlar ve sezon sonu tıpış tıpış postalanırlar. Ancak bu seneki gecikmiş transferlerin arasından bir tanesi var ki bence tarihte bir istisna olarak hatırlanacak.

Wayne Rooney, kuşkusuz, İngiltere’nin son yıllarda yetiştirdiği en heyecan verici yetenek. Henüz 18 yaşında olmasına rağmen çoğu profesyönel oyuncuda bulunmayan bir fiziği var: 178cm ve 78kg. Vay maşallah annen seni neyle besledi oğlum? Milli formayı ilk kez 17 yaşında giydiği düşünüldüğünde ve geçen sezon Everton’da gösterdiği performans göz önüne alınındığında adamın nasıl bir potansiyel ihtiva ettiği daha iyi anlaşılabilir. Euro 2004 elemelerinde 30’luk kurtlar Bülent ve Alpay’ı nasıl duman ettiğini hatırlayalım. Aynı derecede etkileyici bir performansı Euro 2004’te de gösterdi kendisi. Artı kalas gibi bir boynu ve korkutucu derecede holiganımsı bir görünümü var. İşte bütün bunlar bu çocuğu İngiltere’nin gözbebeği haline getirmeye yetiyor da artıyor.

Aslında Rooney’in Everton’dan daha büyük bir klübe geçmesi kimse için büyük bir sürpriz olmadı. Ama bu klübün Manchester United olması, itiraf etmeliyiz ki, büyük bir sürprizdi. Rooney daha bu sezon başlarken, çok sevdiği Everton klübüyle oldukça yüklü bir kontrat yenilemişti, çünkü Rooney, başlı başına, Everton gibi vasat ve city rival’ı Liverpool’un altında her zaman ezilmiş bir klübün gündemde kalmasını sağlayan tek oyuncuydu. Üstüne üstlük Rooney, etrafta kendisini kadrosuna katmak için birbirini yiyen devlerin, hiç olmazsa çok sevdiği klübüne de biraz para kazandırması için kontratını yenilemekte gecikmemişti. Eminim Man Utd’ın kendisini 23.5M£’a transfer etmesine, bu nedenle klübü de epey sevinmiştir. Zira bu para, doğru kullanıldığında, Everton’a sınıf atlatabilecek bir kaynak olabilir. Kaldı ki ellerinde bence en az Rooney kadar parlak James McFadden adında bir cevher daha var.

Gelelim transferin Manchester United cephesine. Malum, Sir Alex Ferguson’un ekibinin yakasını son iki sezondur şanssızlıklar bırakmıyor. Bence geçen sezon, Şampiyonlar Ligi’ni bir kenara bırakırsak (ki onda da şampiyon Porto’ya elendiler), ligde o kadar da fena bir performans sergilemediler. Ama her sene de sezonu yenilgisiz tamamlayacak bir Arsenal çıkmaz ki! Üstüne üstlük, bütün sezonu türlü sakatlıklar içinde ve dünyanın en önemli stoperlerinden biri olan Rio Ferdinand’ın yokluğuyla geçirdiler. Bu sezon daha başlamadan, bence dünyanın en önemli “bench stiker”ı olan Solskjær’in sezonu kapattığı, Louis Saha’nın ameliyat olması gerektiği ve van Nistelrooy’un sakatlığı ortaya çıktı. Yetmiyormuş gibi Community Shield’ı ve ligin ilk haftasını Olimpiyatlar’a ve Copa America’ya yolladıkları tonlarca oyuncunun yokluğunda açmak zorunda kaldılar. Şanssızlık faktörünü bir kenara itersek, United’ın bu başarısızlığının altında yatan temel neden, yaşlanan çekirdek kadronun yenilenmesi sürecinin başarısız bir şekilde devam etmesidir. Şampiyonlar Ligi’ni kazanan, 10 küsür senedir the Premiership’i domine eden Şeytanların temel taşlarının hepsi artık 30’lu yaşlarda. Roy Keane, Ryan Giggs, Neville kardeşler, Scholes, kariyerlerinin sonlarına yaklaşıyorlar. Alex Ferguson’un Wenger’e özenip de tüm dünyadan topladığı genç yetenekler ise bir türlü beklenen randımanı veremedi. Fortune 27 yaşına gelmesine rağmen halen bir baltaya sap olabilmiş değil, Wes Brown desen savunmada hata üstüne hata yapar, Djemba Djemba uyum sürecini atlatabilmiş değil, Kleberson ise geçen senenin en kötü transferlerinden biri olarak bu konudaki tüm dergi anketlerinde kendine bir yer edindi. Özetlersek, ‘Operasyon Kabuk Değişimi’’nde geçen sene Premier League’de yılın kalecisi seçilen Tim Howard ve harika çocuk Cristiano Ronaldo dışında herkes sınıfta kaldı (o gariban da neden hep sonradan girer şu oyuna anlamam!).

Peki Sir Ferguson ne yapmalıydı? Wenger’e özenip dünyadan genç yetenek toplamaya çalışmanın ve parayı oraya buraya saçmanın anlamsız olacağını anlamalıydı, zira artık İngiltere’nin dışındaki futbol dünyasını da takip etmediğini itiraf etmeli, en kısa sürede en iyi bildiği işi yapmaya, adalı yetenekleri bulup çıkarmaya geri dönmeliydi. Çünkü bu ülkenin son yıllarda yetiştirdiği en önemli oyuncuları o yaratmıştı. Giggs, Roy Keane, Scholes, Yorke, Andy Cole, Steve Bruce, Dennis Irwin, Paul Ince vs... (İlginçtir, Sir Alex’in United’ı bir de teknik adam akademisi gibidir, yetiştirdiği oyuncular (örn. Steve Bruce) sonra bir de Premiership’te üst düzey takımlarda teknik direktörlüklere getirilirler. Düşünün bir kere, Real Madrid gibi bir dev, bu adamın yardımcısını (Quieroz) o yıldızlar karmasının başına getirebiliyor.) O da öyle yaptı, ve ülkenin en önemli genç yeteneğini transferin son gününde kadrosuna kattı.

Rooney’nin yukarıda saydığım isimlerden hiçbir eksiği yok, aksine onlara göre birçok artısı var. Adamdaki yetenek aşmış boyutlarda. Öyle ki, Pele bile “Rooney’e baktığımda 17 yaşımdaki halimi görüyor gibiyim,” diyor. Yalnız Rooney’nin bir efsane olmaya giden yolunda iki önemli engel var. Birincisi, erken yakalanan şöhreti hazmedememe sinyalleri verişi. Basına verdiği kimi zaman ölçüsüz demeçler ve otobiyografisinin yayın haklarını The Sun’a satması (The Sun, Hillsborough faciasından sonra Liverpool halkına hakaret eden manşetler basmış ve bunun sonucunda Liverpool şehrinde insanlar The Sun’a, bugüne kadar uzanan bir boykot uygulamışlardır. Tabii Everton’ın da bir Liverpool takımı olduğunu hatırlatmakta fayda var.) İngiliz kamuoyunda “Bunun da götü kalktı” izleniminin doğmasına yol açtı. İkincisi ise kronik olarak seyretme eğilimi gösteren sakatlığı. Ancak ben bu olumsuzlukların, disiplini ve sistemliliğiyle tanınan Sir Ferguson’ın elinde kaybolacağına, Rooney’nin 8 numaralı formasıyla Manchester Utd’a uzun yıllar önemli hizmetlerde bulunacağına ve dünya futbolunun da, böylece, çok önemli bir isim kazanacağına inanıyorum.

İngiltere’de transferin son gününde gerçekleşen diğer bombalara göz atarsak... Premier League’in en kıdemli striker’larından Dwight Yorke, sürpriz bir şekilde Blackburn’den Birmingham City’e geçti. Böylece Birmingham, zaten gayet eli yüzü düzgün kadrosunu bir de “Tecrübesi yeter” dedirten bir veteranla taçlandırmış oldu. Ligin yeni ekiplerinden WBA, “Ben bu ligde daha uzun süreler kalmaya niyetliyim” dercesine, kariyerli (AC Milan, Atlético Madrid, daha ne olsun?), atağa da önemli katkıları bulunan Rumen sağ bek Cosmin Contra’yı bir seneliğine kiralarken, Japon ulusal kahraman Junichi Inamoto’yu da transfer ederek global hayran kitlesini arttırdı. Ancak transfer yapmak yetmez, bu azimlerini sahaya yansıtmaları gerek, zira şu anda sondan üçüncü sıradalar. Bir diğer taze takım, playoff finalinde West Ham’ı bala göte eleyip de hak etmediği the Premiership’e çıkan Crystal Palace, Inter’in dışladığı Ventola ve Sorondo’yu bünyeye kattı. Ventola, ben kendimi bildim bileli Inter tarafından ona buna kiralanır. Yahu adamın gençliği mençliği de kalmadı hayra alamet midir, bilinmez. Uruguay milli takımının vazgeçilmez stoperi Sorondo ise hava toplarında etkili, the Premiership’e uyum sağlayabilecek bir oyuncu. Ama bence şu anda lig sonuncusu olan Crystal Palace’ın bu dandik kadroyla kümede kalması zor zaten düşseler de iyi olur ligin kalitesini düşürüyorlar.

Hiç yorum yok: