30.12.2005
Nuri Gelmiş Memleketimin Dağlarına
Hafta içinde FİFA başkanı Sepp Blatter Financial Times’a yaptığı açıklamalarda futbolda dönen paranın artık kendisini bile rahatsız edici boyutlara ulaştığını itiraf etti ve Roman Abromoviç’i futbola pornografik öğeler katmakla suçladı. Yani birinci ağızdan artık bu paranın bu kadar vurdumduymazca harcanmasına tepki gösterdi. 6M sterlin kazanan bir futbolcunun psikolojisini siz düşünün.20 yaşında oynadığı bir oyundan bu kadar para kazanan bir genci topluma adapte etmek üstün başarı gerektiren bir iş olmalı. Ayrıca bir de bu oyuncuların menajerleri var. 17 yaşında bir çocuk üstünden para kazanan, üretmeden pastadan pay alan, sırtlanları oyalayacak bir et parçası bulan dahi beyinler….Bu menajerler bir çocuğun kaderini pazarlıyor. Yaşayacağı ülkeyi, hangi arabaya bineceğini, hangi kadınlarla birlikte olacağını belirliyor. İşin kötü tarafı çoğu zaman hayatı pazarlanan genç oyuncularımız sadece ceplerine inecek dolarların miktarı ile ilgilenmekteler. Arkada akıp giden hayatın kendi hayatı olduğundan bi haber hangi marka arabaya daha yakın olduğu telaşı içinde….
FİFA başkanının ağzından dökülen sözler artık bu sektörde dönen paranın fahiş boyutlara ulaştığı ve normal yollardan kazanılan paralar olmadığını kanıtlıyor.Uzaklardaki bir ülkenin futbol takımına yatırım yapmayı kimse ucuz bir sevgi masalıyla açıklayamaz.Roman Abromoviç reklam için inanılmaz bir pazar buldu ve bu kadar kolay işleyeceğini kendisinin bile düşünmediği bir kara para aklama mekanizması keşfetti. Çünkü bu pazarda harcanan paralar, denetimi en az olan paralar.Chelsea artık bana eski çekiciliğinde gelmiyor. Birde bunları Londra ekibinin taraftarlarına sormak gerekir.Bu şekilde gelen bir şampiyonlukmu istersiniz, yoksa eski fedakar taraftarlığa devam etmek mi? Bu herhalde başka bir yazının konusu.Ama bir gerçek var ki Chelsea kulübü artık neredeyse mahallemizde top oynayan Alican’a bile talip olduğunu resmi sitesinden duyurup borsadaki hisselerinde hareket bekleyecek. Durum bu noktalara vardı. FİFA başkanı bu kapitalist saldırıdan genç oyuncuları mümkün olduğunca korumaya çalışacağını açıkladı ve çok doğru yolda.
Çünkü bu düzen artık çabuk starlar yaratıp bu çabuk yarattığı starları yarattığından daha çabuk yok ediyor. Düzenin yürümesi için bu gerekli ama hammaddesi insan hayatı olan bir endüstri bu kadar üretmeden tüketmeye dayanamaz ve hem genç oyuncuların hayatlarını hem de bu para döngüsünü mahvederek ayakta kalamaz, kalmamalı. Artık genç oyuncularımıza dünya takımları talip oluyor. Bizim starımız olmadan dünya starı oluyorlar ve iki sene içinde tıpış tıpış geri dönüyorlar.Örneklerle açıklamak mümkün. Bu bir tek bizim için geçerli değil bizim gibi genç nüfusa sahip ülkelerin hepsi için böyle.
Ne oldum delisi 19-20 yaşlarda, arabasının markasını her hafta değiştiren, içi boş insanlar haline geliyor bu oyuncular. Bu sistem yakında herkesi 15 dakikalığına dünya starı yapmaya aday. Dövüş kulübü filminin kült repliği bu durumu özetliyor.
“Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız.Bir amacımız ya da bir yerimiz yok. Ne büyük savaşı gördük, ne de büyük buhranı.Bizimkisi ruhani bir savaş. En büyük buhranımız hayatlarımız. Televizyonlarla büyürken birer milyoner, rock yıldızı ya da tv yıldızı olacağımızı düşündük… Olmayacağız!!! bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve bu yüzden çok çok kızgınız”
İnsanlar bizleri kandırıyor. Bu kadar çok yetenekli oyuncu yok piyasada ve bu paraları hak etmeyen bir sürü oyuncu yeşil sahalarda salınmalarına devam ediyor.
Artık kulüp sahipleri yüzlerini genç oyunculara çevirmiş ve onları bu döngünün içine çekip çarkı çevirmek amacındalar. Bu kapitalist düzenin futbolumuza pompaladığı para yakında futbolu boğacak. Bunları söyleyen Sepp Blatter yani futbolun başındaki isim.
Bu görüşler ışığında Nuri’yi veya onun gibi yetenekleri koruyacak bazı önlemler alınmalı görüşündeyim. Bunlara psikolojik ve mental yardım da dahil. Çünkü ortada söz konusu olan genç insanların hayatı ve bu futbol denilen, çok sevdiğimiz oyundan çok daha önemli bir mevzu.
29.12.2005
N'olacak Bu Betis'in hali, Bilbao ve Madird
İspanya’da ilk devre tatile girdi ve 8 Ocak’a kadar maç yok. Hazır böyle bir boşluk yakalamışken kafamda La Liga ile ilgili yazmak istediklerimi kağıda dökeyim dedim. En son izlediğim maç olan Bilbao – Betis maçı esasında yazmak istediklerimin çoğunu kapsıyor. Bilmiyorum, acaba NTV’nin maç seçimini yapan kişi Bilbao taraftarı mıdır nedir, her hafta mutlaka bir Atlethic Bilbao maçı izliyoruz. Ha, bir Bilbao sempatizanı olarak bundan rahatsız mıyım? Tabiki hayır! Yanlız, NTV spikerlerinin sanki bir önceki hafta da Bilbao maçı yayınlanmamışmış gibi her hafta, her hafta aynı klişe bilgileri temcit pilavı gibi önümüze sürmelerinden gına geldi. Cümlelerin sırası hiç değişmiyor, öncelikle Bilbao’nun eskiden Şampiyonlar Ligi’nde mücadele ettiğinden ama artık eski günlerini mumla aradığından ve ligde küme düşme potasında olduğundan bahsediliyor. Sonra bunun sebebi Bilbao’nun sadece Bask kökenli oyuncu oynatmasına bağlanıyor ve aynı F.Bahçe’nin yaptığı gibi “yabancısız ancak bu kadar” geyiği yapılıyor. Ama unutuluyor ki o ezik ama gururlu diye bahsedilen takım daha geçen yıl UEFA Kupası’nda Beşiktaş’a üç çekmişti. Hemen ardından ufak bir parantez açılıyor ve bunun tek istisnasının Lizarazu olduğunun ama onun da Fransız baskı sayıldığının altı çiziliyor. Araya, Bilbao formasının Basklar için milli forma sayıldığı geyiği de sıkıştırılıyor. Bunları okurken bile dejavu hissi yaşadınız di mi? İşte aynı dejavu’yü NTV spikerleri her hafta sıkılmadan tekrar tekrar yapıyorlar.
Neyse biz konumuz Athletic Bilbao’ya dönelim. Sezona, Bask derbisinde Sociedad’ı 3-0 yenerek giren Bilbao, sonrasında gerisini getiremedi ve üstüste yenilgiler aldıktan sonra çareyi teknik direktör değiştirmekte buldu. Nitekim, eski İspanya Milli Takım teknik direktörü Javier Clemente’nin takımın başına gelmesi işe yaradı. 1983 ve 84’te 2 yıl üstüste şampiyon yapan Clemente’nin gelmesinin ardından, ekimin son haftasından itibaren başlayan süreçte bir tek Alaves’e yenildiler. Bir de son olarak salaklıklarına doymasınlar son hafta Zaragoza deplasmanında 2-0 öne geçtikleri maçı verdiler.
Bilbao’nun eksikliklerine bakarsak, bunların başında hücum geliyor. Devre arası itibari ile Bilbao 17 maçta 18 gol attılar ki bunların dördü son iki maçta geldi. Takım deplasman maçlarına bir tek Exteberria’yı ileri sürerek çıkıyor. Onun arkasında da Yeste oynuyor. Ancak Yeste’nin biraz Sergenvari bir oyuncu olması sebebi ile ortasahayı toplamak için arkasına koyuduğu Orbaiz ve Curpegi daha çok defansif ağırlıklı oyuncular. Keza, sağ kanata koyduğu Exposito ve Iraola da öyle. Sol kanat ise bir başka problemli nokta. Adam olmadığı için, mecburiyetten sağ ayaklı üstüne üstlük kanat oyuncusu olmayan 19 yaşındaki Dañobeitia sol açık oynamak zorunda kalıyor. Clemente, San Mames’deki maçlarda daha cesur oynatıyor ve çift forvetle çıkıyor maçlara. Yine de artık belli ki Urzaiz artık fazlasıyla yaşlanmış (34 yaşında), 90 dakika çıkartacak enerjisi yok. Bunun yanında, U21 ile bize 2 gol atan Llorente henüz tam olgunlaşmamış.
Betis’e geçecek olursak, cidden çok şaşırtan bir performans sergiliyor bu yıl Sevilla ekibi. Bu yıl Şampiyonlar Ligi’ne katılan üstelik Chelsea’yi de yenmeyi başaran takım, ligde küme düşmeme mücadelesi veriyor. Bu tablo esasında oldukça tanıdık. Bundan 2 sezon önce de aynı şekilde Celta Vigo, tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi’nde oynayıp son 16’ya kaldığı sezonda küme düşmüştü. Geçtiğimiz yazın en çok transfer spekülasyonları yapılan oyuncularından Joaquin’in bu sezon ligde, son maça kadar gol atamadan sadece 2 asisti vardı. ( Son maçta Alaves’e karşı bir gol attı, bir de attırdı.) Bunun yanından takımın en önemli gol silahı Ricardo Oliviera’nın da Kasım ayında sakatlanması da tabi önemli bir negatif nokta.
Geçelim son değinmek istediğim konuya. Gerçi haber eski, yaklaşık bir aylık: Luxembourgo’nun kovulması. Ancak Eray Çek’in son yazısında değinmedi ve benim önemli bulduğum bir konu kendisi. Açıkçası Quiroz, Camacho gibi teknik direktörlerle karşılaştırdığımda R.Madrid’e çok fazla yararı olacağını düşündüğüm biriydi Brezilyalı. Ancak işler onun için pek de iyi gitmedi. Ödüllerle dolu kariyeri ona ilk Avrupa macerasında başarıyı getirmedi. Taktiksel açıdan bakarsak, Brezilya’nın durarak oynanan futbolundan sonra Avrupa’nın hızlı futboluna pek de ayak uyduramadı. Saha dışına bakacak olursak, İspanyol gazetelerinden edindiğimiz bilgilere göre, Brezilyalı oyuncuları kamplarda kayırıyormuş falan filan. Herneyse, şu an takımın başında B takımının teknik direktörü Lopez Caro var. Elbette bu geçici bir durum. Sezonun ikinci yarısı için ne olur henüz muamma ancak sezon sonu için konuşulan isim şu an Juventus’un başında bulunan Fabio Capello.
27.12.2005
Brezilya
Katılma hakkını son anda elimizden kaçırdığımız 2006 Dünya Kupası’na 6 ay kadar bir süre kaldı. Kuralar çekildi. Grupları falan biliyorsunuz.. Bahsetmeye gerek yok.. (çok merak eden fifaworldcup.com dan öğrenebilir) Artık herkes 9 Haziran’daki Almanya-Kosta Rika maçının başlangıç düdüğünü bekliyor.. Ben de bu altı aylık süre içerisinde okurlarımızı elimden geldiğince Dünya Kupası’na hazırlamaya çalışacağım bu köşeden… Amacım Dünya Kupası’na kadar belli başlı takımları(yetişebilirse hepsini) tanıtmak, yorum yapmak..
İlk olarak,kupayı 5 kez ile en çok kazanan, şu anda da kağıt üzerinde en güçlü kadroya sahip olan Brezilya’yı mercek altına almak istedim.. Brezilya’nın kadrosunu incelemeden önce şunlardan bahsetmek gerek..
Bir kere adamlar bu kupayı beş kez ile en çok kazanan ülke.. 2006’da da kazanırsa en yakın rakipleri Almanya ve İtalya’yı ikiye katlamış olacak..
Herkesin bildiği şeyler bunlar ama adamlar resmen futbolla yatıp futbolla kalkıyorlar.. Ülke deki en büyük sektör tartışmasız futbol ve bu işten binlerce kişi ekmek yiyor.. Ayrıca yurtdışında 15.000 e yaklaşan Brezilyalı futbolcu olduğu söyleniyor ki bu müthiş bir rakam.. Zaten Dünya üzerinde en geri kalmış ülkelerden biri olan Brezilya bu kadar tanınıyorsa bunu futbola borçlu.. Örneğin ben çocukken Brezilya’yı Dünya’nın dev ülkelerinden biri sanardım..
Futbolun bu kadar sevildiği bir ülkede, herkesin iyi futbolcu olmasını ama belirli öne çıkan yıldızların olmamasını bekleyebilirsiniz. Demek istediğim 15.000 futbolcudan 100 tane milli olabilecek oyuncu çıkar ama 10 tane süper adam çıkmaz.. Yani şu anda bizim, Arjantin’in yaşadığı geniş kadro sorunu..
Ama Brezilya kadrosunun en güzel yanı kadrosunda süper yeteneklerin var olması ve ilk onbirlerinin aşağı yukarı belli olması… Bugün bir Dida, Lucio, Ronaldinho, Adriano gibi isimlerin yeri garanti takımda.. Bir de üstüne ilk onbiri zorlayamayacak ama yerlerini doldurabilecek yedekler… Ne diyelim??
Kadroyu saymaya başlamışken bir duralım ve Dida diyelim... Bana göre Dünya’nın en iyi kalecisi olan bu arkadaş takımın banko isimlerinden … Brezilya kalesinde Dünya’nın sayılı kalecilerinden birini bulunduruyor. Yedekliklerini ise Rogerio Ceni ve Marcos yapabilir..
Defansın göbeğinde ise Lucio’nun var olması güven verici.. Ekstra bir durum olmadığı takdirde gelecek yaz Almanya’nın muhteşem statlarında Lucio’yu bu kez Brezilya forması ile izleyeceğiz. Kişisel düşünceme göre o da Dünya’nın en iyi stoperi.. Fakat Brezilya defansı yine de göbekte sorun yaşıyor.. Çünkü Lucio’nun partnerinin kim olacağı konusunda bir belirsizlik var.. Demin bahsettiğim ‘nerede çokluk…’ hesabı bir durum.. Parreira, bu konuda sıkıntı yaşayacak gibi. Çünkü Juan,Roque Junior, Cris, Edmilson, Luisao gibi isimlerden hangisinin daha iyi olduğunu bulmak çok zor.. Geçen sezonu sakat geçirmese banko Edmilson olurdu ama.. Zaten artık dmc gibi oynamaya çalışıyor Barca’da... O nedenle Edmilson da tam olmuyor..
Bekler ise sorunsuz.. Tek sorun ileri fazla çıkmaları.. Dünya’nın en iyi hücum bekleri de olsalar yaşları itibariyle de geri dönmekte sorun yaşadılar mı Brezilya da sorun yaşıyor. Cafu ve Roberto Carlos biraz da 3-5-2 düzeninin bekleri. Zaten Scolari sırf onlar var diye 2002’de takımı 3-5-2 oynatmıştı. Fakat yine de Cafu ve Roberto Carlos’a sahip olan bir takıma bek pozisyonunda sıkıntı yaşıyor diyemeyiz.. Yerleri garanti fakat yedekleri de bir o kadar iyi.. Solda Gilberto, Gustavo Nery ve Slyvinho sağda da bir başka Barcalı Belletti, Maicon ve Cicinho(ismi çok hoşuma gidiyor) iyi yedekler. Bizim Milli Takım’ın bek sorunun düşününce keşke milli takımlar düzeyinde transfer olsaydı diyor insan.. Böylece federasyon da o kadar parayı sağa sola saçmamış olurdu..
Orta sahaya gelirsek… Göbekte çift önlibero olarak Emerson’un yeri garanti. Ben Emerson’u pek beğenmem ama iyidir gene abartıldığı kadar olmasa da.. Partner olarak ise birçok isim söz konusu.. En büyük aday Gliberto Silva gibi ama Beşiktaşlı Kleberson da olabilir, Galatasaray’ın almak istediği(sadece istediği) Ze Roberto da... Hatta bana kalırsa Fenerbahçeli Aurelio bile olabilir hatta olmalı.. Parreira orada Milan’daki Pirlo tarzı top yapan önlibero oynatmak isteyebilir. O zaman da Juninho Pernambucano bir aday..
Ve Brezilya deyince ilk akla gelen şey: Hücum hattı.. Burada Parreira çok akıllıca bir kararla kanat oyuncusu kullanmıyor.. Zaten beklerin yeteri kadar ileri çıktığı bir ortamda kanat oyuncusuna ne gerek var?? Ayrıca hücum hattınızda Kaka, Ronaldinho, Adriano, Ronaldo, Robinho gibi isimler varsa.. Parreira da bazen Kaka’yı sağa, Ronaldinho’yu da sola çekse de daha ziyade serbest bırakıyor bu isimleri.. İleride ise Konfederasyon Kupası’nda Robinho-Adriano oynadı ama Ronaldo gelince Robinho’ya yedeklik düşecek.. Ya da orta sahadan Kaka kesik yiyebilir. Adriano ve Ronaldinho’nun yeri ise şu an sağlam. Bence de Robinho yedek olmalı ve yedek olursa da turnuvanın süper yedeği olmaya şimdiden aday. İlerideki dört oyuncunun da yedekliğini yapabilecek olması bir başka avantaj. Hücum hattındaki bir diğer alternatif ise Baptista.. Ayrıca defansif orta sahanın da bir alternatifi kendisi.. Lyonlu Fred de forvet için bir aday..
Dikkat ederseniz bizim ülkemizde ‘süper kahraman’ olan Alex ve Ailton’dan hiç bahsetmedim. Yanlış anlamayın bu oyuncuları küçümsemiyorum ama bu iki isimden Ailton’un kadroya girmesi için olağanüstü olaylar olması gerekir. Alex ise kadroya girse de fazla oynayamaz..
Olayı böyle düşünürsek bizim Milli Takımımız bahsedildiği kadar güçlü olmadığını anlarız.. Demek istediğim kendimizi Brezilya ile kıyaslamayalım..
Sonuç olarak şu an itibariyle Brezilya tüm dünyaca Almanya 2006’nın favorisi. Belki konuşmak için daha erken ama ben de bir kura sorunu çıkmadığı takdirde son üç kupada olduğu gibi finale gelebileceklerini düşünüyorum. Ama benim favorim İngiltere(tabii elemeleri geçtiği takdirde)… Ve 4-5 ay önceki terör olaylarından sonra öldürülen gencin ardından gelen diplomatik kriz olası bir İngiltere-Brezilya maçını farklı boyutlara getirebilir.. Fakat futbolun güzelliği açısından defansif ve katı İngiltere ile ofansif ve açık Brezilya’nın kapışmasını izlemeyi hepimiz isteriz.. Değil mi??
Hadi Eyvallah…
18.12.2005
Hollanda'da Son Durum ve Ajax Altyapsısı
15. haftayı geride bırakırken, puan tablosunun tepesinde 3 tane takım aynı puanda bulunuyor. AZ Alkmaar, PSV ve Feyenoord 35 puanla diğer rakiplerden koşmuş durumda şampiyonluk için savaş veriyor. Tablonun bu hali almasındaki en önemli sebep kuşkusuz geçen haftasonu oynanan Feyenoord’un 1-0 kazandığı PSV maçı. 3 takımı genel olarak istatistiksel olarak karşılaştırırsak şu sonuçlar ortaya çıkıyor.
Takım Toplam Gol Gol Ort. Yenilen Gol
AZ 41 2.73 15
Feyenoord 40 2.67 16
PSV 30 2 10
Atılan gollere baktığımız zaman
1) Az Alkmaar, Co Adrianesse ile çok iyi bir grafik yakalamıştı. İyi takım oyunu sonucunda ligde son haftalara kadar iddialılardı ve UEFA’da yarı final oynamışlardı. Bana kalırsa geçen seneden daha başarılı durumdalar ve yaptıkları hatalardan ders almışlar. Tecrübe kazanan kadro, şampiyonluk için herşeyini ortaya koyuyor, takım oyunu oynuyor ve başarılı oluyor. Bunun en güzel kanıtı da orta sahanın haddinden çok fazla gola atıyor olması. 7-8 kişi ile atak yapıp aynı şekilde defansa dönebiliyorlar.
2) PSV daha lig başlamadan lige 5-10 puan önde başladı. Yıllardır ezici üstünlükleri ve güçlü kadrosu onları moral oldu. Kredileri yavaş yavaş tükeniyor ve rakipleri PSV’yi yakaladı. Tercübeli, yaşlı defansı az gol yemeyi başarıyor ve Hollanda Ligi sınırlarında genç orta saha ve ileri uç oyuncuları idare ediyor ama Şampiyonlar Ligi söz konusu olduğunda aynı tabloyu çizmek o kadar da kolay değil. PSV’yi Şampiyonlar Ligi’nden söz ederken daha detaylı inceleyeceğiz.
3) Feyenoord ise Galatasaray gibi UEFA Kupasında birinci turda elendi. Rapid Bükreş mağlubiyeti ile Avrupa defterini kapadılar ve kendi liglerine döndüler. PSV’yi yenmeleri çok önemli bir adımdı, iki hafta sonra oynayacakları AZ
Avrupa Kupalarına gelince.. Önceliği PSV’ye verelim. 4 gol atarak, -2 averaj ile gruptan çıktılar. Peki ne yaptılar? Şampiyonlar liginde yapılması gerekeni yaptılar. Kendi sahalarındaki 3 maçtan 9 puan çıkardılar. Üstüne bir de Milanla berabere kaldılar. Milan’a kaybetmiş olsalardı bile, 3 galibiyet ile çıkacaklardı. Şahsen kuralar çekilirken benim E Grubu düşüncem Milan 13 veya 15, PSV 9, Fener 4 veya 5 puan şeklindeydi. Bunu iddia ederken Fenerbahçe kötü veya Milan çok iyi diye düşünmedim. PSV içerdeki maçlarını alır deplasmanda da kaybeder tezimden yola çıktım.
PSV geçen senelere göre bu sene çok kayıplarla mücadele etti. Satılan oyuncular, sakatlar derken akıl almayacak oyuncularla oynadı. İlk olarak, 6 maçın 6sında da ilk 11 çıkan İbrahim Afellay. 19 yaşında orta saha oyuncusu. Annesi babası Faslı, kendisi Hollanda vatandaşı. Ikinci göze çarpan oyuncu İsmail Aisatti. 1988 doğumlu ve 4 maçta forma giydi. Fenerbahçe’yi yıkan oyuncu diye söz edilen Farfan 1984 doğumlu. Bu kadar genç oyuncunun yanında oynayan isim Cocu ve Simons. Cocu dede olacak, Simons da 30unu geçti. Bizim alışık olmadığımız bir sahne değil mi? Geçen hafta Galatasaray-Beşiktaş maçının 25. dakika bütün tribünler, akıl verenler, çok bilenler Yalçın’ı çıkartıp defansın ortasına Orhan’ı koymak sol beke de Heinz’i denemekten yanaydı. ‘Öküz gibi yapılı adamdan sol bek olmaz da ne olur, bu Yalçın’dan iyidir’ dendi dakikalarca. Belki zorunluluktan Yalçın oynadı ama ilk yarım saatten sonra alıştı ve kalan 1 saat fena da oynamadı. Tabi bunda Tigana’nın yardımı da gözardı edilemez ama yine de Galatasaray bir oyuncu, genç bir yetenek kazandı.
Öte yandan Fenerbahçe Kayseri’de 3 tane atmış ayağında top gezdiriyor. Daum neden Olcan’ı oyuna almak için 87. dakikayı bekliyor? Neden 65’te, hadi en geç 70’te oyuna gençleri almıyor? Gençlerle ben uğraşmam nasıl olsa klübün parası var transfer yaparız gerekirse diye mi düşünüyor?
PSV 17 yaşındaki çocuk ile Cocu’yu gayet güzel yanyana oynatıyor ve oyuncu yetiştiriyor. Belki PSV’nin önü geçen seneki gibi açık değil ve benim tahminim büyük ihtimalle ikinci turu geçemeyecekleri, ama gençleri oynatmaktan korkmuyorlar ve çok da iyi ediyorlar. Bahsettiğim İsmail ve İbrahim, 5 sene sonra toplam 30 milyondan satılır PSV’de borçsuz tasasız yoluna devam eder.
Hollanda’dan yazı yazıp Ajax’tan bahsetmemek olmaz. Ama ben size şu takım bu kadar gol attı, şu oyuncu iyi demek yerine ilk bakışta göze çarpmayan ayrıntıları sunmaya çalışıyorum.
Öte yandan orta sahada ise tam bir istikrar söz konusu. Pienaar ve Sneijder orta sahanın ve ön liberonun büyük yükünü nerdeyse üstlenmiş durumdalar. Özellikle Sneijder, De Jong’un da yardımı ile çok iş yapıyor ve Ajax’ın forvetteki bu çeşitliliğinin doğurabileceği olumsuzlukları, çok çalışmasıyla ve başarılı grafiği ile önlüyor.
Son olarak farklı bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Önceki yazımda da söz ettiğim gibi Ajax ’ın altyapı sisteminden bahsedecektim. Gelen her oyuncuyu alt yapılarına alıyorlar. Bizim ‘altyapı seçmeleri’ sistemi adamlarda yok. Bizde 1000 kişi başvuruyorsa bunlardan 70-80 tanesi sadece seçiliyor. Ajax’a 1000 kişi başvuruyorsa bunların hepsi uzun bir sure deneniyor. Öyle 1-2 saatte iki şut çektikten sonra fırlatıp atmıyorlar.
Amsterdam’da gezerken belediye tarafından yaptırılan, 16 tane nizami futbol sahası ölçülerinde yanyana çim futbol sahasını gittiğimde görmüştüm. Eğer belediye halkına böyle bir hizmet sunuyorsa, Ajax ’ın, Feyenoord’un ve diğer Avrupa takımlarının tesislerini düşünemiyorum. Altyapı sistemine geri dönersek, Ajax’ta söyle bir system uygulanıyor. Altyapıya alınan her oyuncuya bir ‘Ajax pasaportu’ veriliyor. Yaptıkları her hareket bu pasaportlara işleniyor ve bütün oyuncuların kayıdı bu şekilde tutuluyor. Yemeğe 5 dakika geç kalma olsun, antremanda arkadaşına bağırma olsun, alt yapı sorumluları bunların hepsini not ediyor ve gençler de bunları bilerek kendilerine dikkat ediyor.
Ajax ’ın resmi sitesindeki altyapı tanıtımında, ‘genç takımlar, aynı A takımın çalıştığı gibi çalışıyorlar’ açıklaması yer alıyor. Baştan sona, Ajax için, Ajax sisteminde ve disiplininde oyuncu yetiştiriyorlar. Takımın oyun sistemi 4-3-3 küçük yaştan öğretiliyor, oyunu rakip sahaya yıkmanın önemi anlatılıyor ve fair-play’in önemi aşılanıyor.
Bu mantalitenin yanı sıra TIPS adını verdikleri bir altyapı modeli ile eğitim yapıyorlar. TIPS kelimesi, technique, insight, personality ve speed kelimelerini simgeliyor. Personality (yani kişilik) ve speed (hız) doğuştan gelen, değişmesi çok zor değerler olarak düşünülüyor. Teknik ve insight (görüş, oyunu okuma, oyunu hissetme diye açıklanabilir) zamanla değişebilen ve geliştirilebilen kavramlar olarak lanse ediliyor. Ajax ’ın altyapısında da antrenörler oyun görüşü ve teknik üzerinde durup, gençleri bu konularda eğitiyorlar. Ayrıca çocukların nelerden hoşlandıklarını düşünüp, onlara büyük sinema salonlarında eski Ajax yıldızlarını ve hareketlerini taker taker izletip, örnek gösteriyorlar. Ve bunun sonucunda da, Gullit, Van Basten, Bergkamp, Davids, Kluivert, Rijkaard, Cryuff gibi yıldızlar yetişiyor. Umarım ilginizi çekmiştir.
Hepinize sevgiler. Yorum ve sorularınızı her zamanki gibi bekliyorum.
14.12.2005
İskoçya'da 18. Hafta
Sevgili Dostlar Merhaba,
Öncelikle İskoçya Premier Ligi yazılarıma göndermiş olduğunuz yorumlar ve yapıcı eleştirileriniz için teşekkür ederim. İskoçya’da geçtiğimiz haftanın en önemli konusu şüphesiz Glasgow Rangers’ın Şampiyonlar Liginde bir üst tura tarihinde ilk kez çıkma başarısını göstermesiydi. Yıllardır milli takımlar ve Avrupa Kupalarında hüsran yaşayan İskoçya Futbolu’nda önce 3 sene önce Celtic’in Uefa Kupasında Final oynaması ve bu sene Glasgow Rangers’ın Şampiyonlar Liginde 2. tura çıkması ülke futbolu açısından iyimser olmamıza etken olmakta. Bir zamanlar Souness, Daglish, Strachan, Johnston gibi yıldızları dünya futboluna armağan etmiş İskoçya Futbolu kanaatimce Avrupa ve Dünya Kupalarında mutlaka olması gereken bir değer. Umarım bu makalenin yazarı lacivert beyazları yeniden bu uluslararası futbol olaylarında seyredebilme imkanına sahip olur.
İskoçya Premier Liginde 18. Hafta
SPL’de geçen haftada alınan sonuçlardan sonra Celtic zirvedeki yerini daha da sağlamlaştırırken herkesin bu sene takdirini kazanan Hearts maalesef haftayı 1 puanla yetinmek zorunda kaldı. Maalesef diyorum zira İskoçya Premier Ligi’ne bu seneki çıkışıyla getirdiği heyecan için Hearts takdire şayan. Geçen haftaki yazımızda Celtic için Hibernian karşılaşmasının kolay geçmeyeceğinin altını çizmiştik. Lider Celtic sahasında Hibernian’ı zor da olsa 3-2 ile geçmeyi başardı ve puanını 44’e çıkardı. Hibernian ise aldığı bu malubiyetle 34 puanda kaldı ve zirve yarışından uzaklaştı. Bundan sonra Hibernian’ın hedefi Uefa Kupasına katılma hakkını elde edebilmek. Celtic en azında devre arasına kadar liderlikteki yerini sağlamlaştırmak arzusunda. Hibernian galibiyeti bu anlamda önemli bir engelin aşılması olarak değerlendirilebilir. Hearts ise sahasında Inverness ile golsüz berabere kaldı. Hearts’ın formundaki düşüş devam ediyor ve bu yüzden zirve yarışında iddiaları en azından sezon başındaki kadar güçlü değil artık. Hearts ile Celtic arasındaki puan farkı Hearts’ın puan kaybı neticesinde 3’e çıktı. Rangers hafta içi Şampiyonlar Liginde bir üst tura çıkmış olmanın verdiği moralle kendisi açısından oldukça zor Kilmarnock deplasmanından 2-3 galip gelmeyi başardı ve puanını 27’e çıkararak Kilmarnock’un 1 puan önüne geçerek 4. sıraya yerleşti. Rangers’ın bu sene ligde iddiası kalmadı ancak en azından sezonu ilk 3 hatta ilk 2’de tamamlamayı başarabilir. Aberdeen ligin dibindeki Dumfermline ile sahasında golsüz berabere kaldı ve klasmanda orta sıralardan üst sıralara çıkma şansını kaybetti. Aberdeen 23 Dumfermline ise 9 pauna sahip. 18. hafta Celtic dışında evinde sevinen bir diğer takım ise Livingston. Livingston Dundee United’ı sahasında 1-0 ile geçmeyi başardı. Dundee kentinin bu sene ligdeki tek temsilcisi açısından alınan bu malubiyet istikrarsız bir şekilde sezona devam ettiklerinin en önemli göstergesi. Orta sıraları ilgilendiren Falkirk-Motherwell karşılaşması deplasman takımın 0-1 galibiyeti ile sona erdi. Falkirk kendi sahasında aldığı bu malubiyet ile durumunu zora sokarken Motherwell sürpriz deplasman galibiyetinin tadını çıkarmakta.
İskoçya Premier Liginde 18. hafta sonunda puan durumu şu şekilde oluştu:
1 | Celtic | 18 | 14 | 2 | 2 | 47 | 16 | 44 |
2 | Hearts | 18 | 12 | 5 | 1 | 34 | 12 | 41 |
3 | Hibernian | 18 | 11 | 1 | 6 | 32 | 22 | 34 |
4 | Rangers | 18 | 7 | 6 | 5 | 29 | 22 | 27 |
5 | | 18 | 7 | 5 | 6 | 33 | 29 | 26 |
6 | | 18 | 5 | 8 | 5 | 20 | 20 | 23 |
7 | Motherwell | 18 | 6 | 5 | 7 | 30 | 34 | 23 |
8 | | 18 | 5 | 7 | 6 | 21 | 22 | 22 |
9 | | 18 | 4 | 6 | 8 | 19 | 28 | 18 |
10 | | 18 | 4 | 5 | 9 | 19 | 33 | 17 |
11 | | 18 | 2 | 5 | 11 | 10 | 35 | 11 |
12 | | 18 | 2 | 3 | 13 | 10 | 31 | 9 |
İskoçya Premier Liginde 19. Hafta
17/12/05 | | - | |
17/12/05 | | - | |
17/12/05 | Hibernian | - | Motherwell |
17/12/05 | | - | |
17/12/05 | Rangers | - | Hearts |
18/12/05 | | - | Celtic |
SPL’de 19. haftaya Cumartesi ve Pazar günki karşılaşmalar ile devam edilecek. Haftanın en önemli karşılaşması şüphesiz Rangers ile Hearts arasında Ibrox stadyumunda oynanacak. Rangers galibiyete yakın. Lider Celtic Invernes deplasmanında. Celtic’in maçı domine edip 3 paunla haftayı kapatması yüksek ihtimal. Doğrusunu söylemek gerekirse SPL’de 19. hafta sonuçlarının tahmini açısından zor karşılaşmalara sahne olacak. Yukarıda bahsettiğimiz iki karşılaşma dışındaki karşılaşmaların tümü açısından 3 ihtimalin de aynı oranda var olduğunu takımların değişen performansları ve sıralamadaki yerleri de göz önünde bulundurulduğunda söyleyebilmek mümkün.
Önümüzdeki hafta yeniden buluşmak üzere.
Sevgiyle kalın.
13.12.2005
Portekiz Ligi'nde son durum
Merhabalar, açıkçası İlker Dalgıç siteden uyarı yapmasa hiç yazmayacaktım.. Çünkü hem derslerin yoğunluğu, hem Portekiz Ligi’ne olan ilginin azlığı benim bu yazıyı keyiften değil de zorunluluktan yazmama neden oluyor.. Bunu buradan söylememim nedeni lige olan ilginin azlığı.. Tamam belki ligde fazla yıldız yok ama sonuçta heyecan açısından son derece üst düzey bir lig..
Öncelikle son haftaki enteresanlıklardan bahsedelim.. Braga deplasmanda Paços de Ferreira’ ya yenildi 1-0.. Haftanın sürprizi ise Sporting’in kendi sahasında Amadorra’ya yenilmesi idi… Bu maçın skoru da 0-1.. Haftanın maçı ise Benfica-Boavista arasında oynandı ve kazanan 1-0 ile Benfica oldu.. Yine 1-0…
Puan durumuna baktığınız zaman geçen sezon olduğu gibi müthiş bir denge var… Son şampiyon Benfica 5. sırada fakat liderle arasındaki puan farkı 6… Keza 7. Boavista’nın da 9..
Son maçını deplasmanda 1-3 kazanan Lider Porto’nun puanı 31.. 14 maçta 9 galibiyet beraberlik aldılar.. Maç başına 2,2 puan ortalaması yakaladılar.. Arkalarında ise bu sezonun sürprizleri Nacional ve Setubal (maç eksiği) 30 ve 26 puanla geliyor.. Geçen sezonun sürprizi Braga ise bu sezona harika başladıktan sonra duruldu ama kapasitelerine bakınca aldıkları 26 puan da gayet iyi.. Sporting ise yıllardır olduğu gibi ne küçülüyor ne büyüyor.. Geçen sezon çok gol atıp, çok yiyorlardı.. Bu sezon denge sağladılar.. 18-16 oranları. 7, Boavista’nın demin de belirttiğim gibi.. Bir arkasında Paços De Ferreira var.. Sonrasında gelen 3 puanlık bir boşluk var ama hemen arkasından bu sefer düşme potasında büyük bir heyecan var.. Birbirleriyle aralarında birer puan fark olan ya da hiç olmayan 10 takım sıralanıyor.. Yalnız bu yarışta Penafiel biraz arayı açmış durumda.. 7 puanla kopmuş durumdalar.. Beşiktaş’ın UEFA Kupası’ndaki rakibi Guimaraes ise 13 puanla 16.
En çok gol atan takım 23 golle Porto.. En az gol yiyen takım ise 3 golle Setubal.. Setıbal’ın hakikaten ilgi çekici bir başarı.. En çok gol yiyen takımlar ise 23 golle Penafiel ve Naval 1 Maio , en az gol atan takım ise 8 golle bir önlerindeki Guimaraes..
Ligin istatistik tablosu bu şekilde.. Buraya kadar anlattıklarım yerine puan durumunu koysam daha kısa ve kolay bir yöntem olabilirdi.. Fakat tıpkı hava durumunu sunan spikerler gibi ben de size puan durumunu sundum.. Şimdi de birkaç yorum ve haber verelim…
Öncelikle Şampiyonlar Ligi’nden bahsetmek gerek…
Lig lideri Porto, grup sonuncusu oldu.. Birinci toradan katılıp sonuncu olmak ayrı bir başarı tabii ki.. Co Adriaanse, ‘Artmedia’ ya kendi sahamızda yenildiğimiz maçta şansımız kalmamıştı’ demiş.. En uyuz olduğum türden sözler.. Madem öyleydi, niye Artmedia maçından sonra çıkıp demedin bunları?.. Bu grupta Artmedia sürprizi ön plandaydı.. Rangers ve Inter ikinci tura kaldı.. Rangers bana göre ikinci tura kalan takımlar arasında en zayıfı.. Grubun kolay olmasından yararlandılar..
Porto da bu sezon Queresma ön plana çıkıyor.. Ayrıca Jorginho da görev aldığı zaman iyi işler yapıyor.. Kalde Vitor Baia çok formda ve Porto’nun 8 golle ligin en az gol yiyen takımlarından biri olmasında önemli rol oynuyor.. Fatih Sonkaya’ dan haber alan olmadı.. Jorge Costa ise anlaşılmaz bir biçimde Standard Liege ile anlaştı.. Adriaanse ile pek anlaşamıyorlardı ama bir kulüp efsanesi olarak 34 yaşında bu transfer çok gereksiz oldu.. Standard Liege’de Sergio Conceicao varmış da, arkadaşıymış da vs vs.. Bunlar sudan bahaneler.. Helder Postiga da Saint Etienne ile anlaşmış..
Portekiz’in gururu, Avrupa Fatihi Benfica ise Şampiyonlar Ligi’nde ikinci tura kaldı… Bacak arası orta ise futbol tarihinin unutulmazları arasına girdi.. Buradan bir Manchester United taraftarı olan Selin Unan’ a da sevgilerimi yolluyorum… O’Shea ise, futbol dünyasının en çok dalga geçilen isimlerinden biri olmaya devam edecek ne yazık ki..
NOTLAR:
Ligde ilk yarının en önemli maçında ise Lizbon derbisinde, Jose Alvelade’ de Sporting, Benfica’yı Luis Loureiro ve Liedson’un golleriyle 2-1 yenmişti.. Bu maç oynanalı 3 ay oluyor ama ben daha yeni yazıyorum..
15 Ekim’ de oynanan Porto-Benfica maçını ise deplasmanda Benfica kazanmıştı… Porto böyle önemli bir maçı kaybetmesine rağmen hala liderse Porto’yu kutlamaktan çok Benfica’ yı sorgulamak gerekir.. Onlar da kaliteli kadrolarıyla sadece ciddi maçlara konsantre oluyorlar.. Böyle olunca da saçma sapan puanlar kaybediyorlar.. Örneğin iki hafta önce kendi sahasında Belenenses ile golsüz berabere kalması gibi…
Son olarak Beşikatş’ın Uefa Kupası’ndaki rakibi Guimaraes’in teknik direktörü Pacheco istifa etti.. Guimaraes de klasik ‘istifa eden antrenör sonrası takım’ gibi son maçında Penafiel’i deplasmanda 0-1(yine) yendi.. Golü de eski PSGli Benachour attı. Beşiktaş’a duyurulur..
Birkaç futbolcu hakkında yorum yapmak gerekirse, geçen senenin Bragalı yıldızı Joao Tomas aynı formda değil.. Nuno Gomes ise çok formda.. 10 golü var.. Ayrıca Benficalı Petit de çok iyi oynuyor.. Sportingli Beto’yu ise Beşiktaş istiyorumuş… Allah akıl fikir versin…
Evet bu kadar lig değerlendirmesi yeter.. Bir iki hafta sonra Portekiz’de futbolu genel hatlarıyla inceleyen bir yazı yazmayı düşünüyorum.. Portekiz'in biri altın diğeri gümüş iki jenerasyonundan da bahsedeceğim, lig yazısı konseptinin dışında bir yazı olacak… Böylece sitede Portekiz Futboluna olan ilgi de artar belki.