İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

30.01.2006

Eriksson vs. Çakma Şeyh

İngiliz futbol gündemine geçtiğimiz iki-üç haftada skandallar gündemini vurdu. Ana uzmanlık dalları “skandallar” olan taloid gazeteler ise bu olayları deşebildikleri kadar deştiler.

            Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi İngiltere Milli Takımı teknik direktörü Sven Göran Eriksson’un, altyapı semineri için gittiği Birleşik Arap Emirlikleri’nde, zengin bir Arap şeyhi kılığına girmiş “News of the World” muhabiri tarafından tongaya düşürülmesiydi. Sahte şeyhin yatında muhabbetin sıcaklık dozu abartıya kaçıyor ve sahte şeyh Eriksson’a bir Premier Lig takımını satın almayı düşündüğünü söylüyor. Eriksson da hemen zaten milli takım çalıştırıcılığından çok sıkıldığını, klüp futbolu menajerliğine dönmeyi çok istediğini, Aston Villa’nın mali açıdan zor durumda olduğunu, Villa’yı aldığı takdirde bu takımı bizzat çalıştırabileceğini, hatta Beckham’ın Villa’ya getirmenin bir telefona bakacağını “çıtlatıveriyor.” Şimdi gelelim yine bu sahte şeyhle olan muhabbetinde Eriksson’un “ağzından kaçırdığı” bazı laflara... Eriksson, şeyhe, milli takım kaptanı David Beckham’ın Real Madrid’de çok mutsuz olduğunu, iki buçuk senede İspanyolca öğrenememiş ve tek bir kupa dahi kazanamamış olmasının oyuncuyu yıktığını ve Beckham’ın bir an önce İngiltere’ye geri dönmek istediğini anlatıyor. Şeyh kılığına girmiş muhabiri, Aston Villa’yı satın aldığı takdirde Beckham’ı takıma getirmesinin garanti olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor. “Başka kim gelebilir?” muhabbeti yapılırken Eriksson, milli takımdaki öğrencileri hakkındaki bütün fikirlerini ortaya döküveriyor: Rio Ferdinand’ın tembelliği yüzünden hiçbir zaman potansiyelinin doruğuna çıkamayacağını söylüyor. Owen’ın sadece ve sadece para için Newcastle’a gittiğini, özel konuşmaları sırasında genç forvetin kendisine sürekli “Newcastle çok kötü bir takım, bu takımdan adam olmaz, asla başarılı olamayacaklar ama ne yapayım? Bana hayatımın sonuna kadar yetecek parayı verdiler.” dediğini anlatıyor. Eriksson ayrıca Rooney’nin büyük bir yetenek olduğunu, ancak ailesinin yoksul ve cahil olmasından dolayı genç yıldızın da cahil ve aşırı hırslı yetiştiğini söylüyor ve Shaun Wright-Philips’in Chelsea’ye gitmekle yanlış yaptığını, Mourinho’nun genç oyuncuya hiç şans vermeyeceğini ve oyuncunun Chelsea’yi seçmekle futbol hayatını bitirdiğini söyleyerek “bombalarını” bitiriyor.
            Tabii ertesi gün News of the World’de çıkan haber İngiliz spor kamuoyuna bomba gibi düşüveriyor. FA’nin de olayı doğrulamasıyla, zaten önceden yaşadığı seks skandalı, İngiltere’ye aşırı defansif ve zevksiz bir oyun oynatması, İngiliz milli takımının başından ayrılmak için önceden gerçekleştirdiği başarısız bir iki girişim nedeniyle “sevilmeyen” Eriksson,  bu sefer “nefret edilen” adama dönüşüyor.
            İşte bu noktada FA’nin vereceği karar çok önem taşıyordu. İngiltere, 1966’dan beri kazanamadığı Dünya Kupası’nda 40 yıl aradan sonra ilk kez bu kadar yüksek bahis oranlarıyla favori gösteriliyor ve gerçekten çok iyi bi r jenerasyon yakalamış bulunuyor. Bunu da göz önünde bulunduran FA, Dünya Kupası’nın bitimine kadar Eriksson’la devam edileceğini, ancak kupa sonrasında İsveçlinin görevine son verilerek yeni bir menajer alınacağını açıkladı. Bu karar da oldukça yaygara kopardı; çünkü oyuncuları hakkında bu kadar saçma sapan yorumları yapmış bulunan Eriksson’la Dünya Kupası’nın da yalan olacağını iddia edenlerin sayısı hiç de az değil. Öte yandan, Eriksson’u şu an kovsalar yerine geçecek adayların sayısı ve uygunluğu da hiç iç açıcı değil. Uzun lafın kısası, Eriksson, kesin olarak kupanın sonuna kadar takımın başında. Şimdi İsveçli teknik direktörün görevine son verilmesi takdirde yerine geçmesi muhtemel adaylara göz atalım. Bu arada, şunu da hatırlatmak gerekir, an itibariyle FA’nin kendini en çok baskı altında hissettiği konulardan birisi de takımın başında İngiliz bir çalıştırıcı getirip getirmemek. Zira, futbolu icad eden ülkenin teknik direktörü olacak adayın, hem Ada mentalitesini ve futbol kültürünü çok iyi bilmesi, hem de takımdaki oyuncular ve basınla iyi anlaşabilmesi her şeyden önemli. Ancak son dönem “İngiliz” menajerlerin hiçbirinin adam gibi sportif başarı elde edememiş olması seçenekleri önemli ölçüde sınırlıyor.

Sam Allardyce: Otoriter, babacan, İngiliz medyasının kişilik olarak “taptığı” bir isim. Bilimsel metodları, istatistikleri çok yakından takip etmesi en büyük artılarından. Yıldızı bol İngiltere milli takımında yıldızları hizaya getirmekte çok zorlanmayacaktır, zira kendisi Bolton’da Djorkaeff’ten Ivan Campo’ya, Diouf’tan Giannakopoulos’a kadar bir yığın küskün yıldızla çalışmış olmasıyla ünlü. Artı, Bolton’ı iki sezon sonrasında Şampiyonlar Ligi kontenjanı için savaşır bir konuma getirmiş olması en büyük avantajı. En büyük dezavantajı ise Bolton’a oynattığı çağdışı, aşırı sert ve zevksiz futbol. Düşünün yani, CNN’in yaptığı ankette “Futbol seyir zevki en yüksek spor seçildi” haberine “Herhalde Bolton’ı izlemediler” diye yorum yapar hale geldi İngiliz basını. Futbolda göz zevkine her ülkedekinden çok önem veren İngilizler ve FA Allardyce’ı bütün başarılarına rağmen sadece bu olay yüzünden göreve getirmeyeceklerdir diye düşünüyorum.

Steve McClaren: Çoğuna göre Eriksson’ın “doğal” veliahtı. İsveçli çalıştırıcının sağ kolu, asistanı, an itibariyle aynı zamanda Middlesborough’nun başında. Eğer bu skandal 6 ay önce olmuş olsaydı, Middlesborough’ya göze hoş gelen bir futbol oynatan, takımı kupa finalisti kontenjaından UEFA’ya taşımış McClaren %90 ihtimalle İngiltere’nin yeni menajeri olurdu. Fakat şu anda Middlesborough ligde o kadar kötü bir performans sergiliyor ki... Küme düşme hattına iyice yaklaştılar ve üstüne üstlük 2 hafta önce Arsenal’e 7-0 yenildiler. Geçen senenin aksine Viduka & Yakubu gibi 2 süper forvete sahip olmalarına rağmen aşırı defansif bir oyun oynuyorlar. Kısacası McClaren’ın şansı çok az.
                   
Martin O’Neill: Gerçekten çok şanssız bir adam. Gerek Celtic başındaki muhteşem performansı, gerek de herkes tarafından takdir edilen müthiş, tutkulu yönetimiyle en büyük adaylardan biriydi. Ancak ne yazık ki karısı kanser ve kendisi bu yüzden Celtic’i de bırakmış durumda. Burada büyük bir trajedi yüzünden futbolu bırakmış bir adamdan bahsediyoruz, İngiltere’nin başına nasıl geçsin?

Stuart Pearce: Genç, başarılı... Profesyonel anlamda bu sene ilk kez “menajerlik” yapıyor. Ancak çaylaklığına rağmen Manchester City’le beraber beklenenin üzerinde bir performans sergiledi. Ancak İngiltere ile Man City arasında karşılaştırılamayacak kadar çok büyüklük ve sorumluluk farkı var.

Felipe Scolari: Kariyer desen kariyer, başarı desen başarı. Ancak Scolari Latin futbol mentalitesine hakim bir adam ve tek kelilme İngilizce bilmiyor. Bu nedenle şansı az olanlardan.

Guus Hiddink: İsmi son zamanlarda ortaya atılan, bence en güçlü adaylardan birisi. Gittiği her takımda başarılı olmuş bir çalıştırıcıdan bahsediyoruz. PSV’ye kimse gruptan çıkma şansı vermezken onları yarı finale taşımış, Güney Kore’ye 2002 Dünya Kupası’nda yarı final oynatmış, Avustralya’yı 2006 Almanya’ya taşımış bir adamdan... Çok profesyonel bir isim olduğundan Ada’ya da uyum sağlayabileceğini düşünüyorum. Tek dezavantajı, aşırı gururlu İngilizlerin Eriksson’dan sonra başka bir yabancıyı daha milli takımlarının başında görebilecek tahammülleri olup olmadığının bilinememesi.

Hiç yorum yok: