İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

23.02.2009

Şampiyonlar Ligi'nde perde tekrar açılırken

Bu yazıyla amacım; ''şunun sonucu şöyle olacak'' falan demek demek de değildir; sadece fikirlerimi paylaşmanın faydalı olabileceğine inanıyorum...

Bu turda üç büyük ligden 11 temsilci bulunmakta. Geçen sezon aynı liglerden 10, önceki sezon da yine 10 takım mücadele etmişti. Her zamanki savımı tekrarlıyorum ve Şampiyonlar Ligi'ne daha fazla ufak ligden takım alınmasının üç büyük ligin hegemonyasını durduracağını düşünmediğimi belirtiyorum. Bu hatırlatmadan sonra, eşleşmeleri değerlendirmeye geçeyim...

Atletico Madrid-Porto: Atletico; Liverpool'un yer aldığı grupta lider olmaya çok yaklaşmıştı ki bunu son maçta kaybetti. Grupta hiç maç kaybetmemeleri ve sadece dört gol yemeleri önemli istatistikler. Ön elemede de Schalke'yi elediklerini hatırlatalım. Teknik direktörleri Aguirre'yi kovmaları bu turda pahalıya patlayabilir ama son derece yetenekli oyunculardan kurulu güçlü bir kadroya sahip oldukları da altı çizilmesi gereken bir gerçek. 2004 şampiyonu Porto geçen yıllardaki kadar güçlü bir kadroya sahip olmasa da grubunu birinci bitirmeyi başardı. Grup ikincileri arasında çeyrek finale kalma şansı en fazla olanın Atletico olduğuna inanıyorum.

Lyon-Barcelona: Yıllardır sezonun ilk dönemini ligde rahatlayarak geçirdiği için, sezonun ikinci döneminde asla başarılı olamayan Lyon bu sefer ligde o kadar rahat değil. Dezavantajları ise rakiplerinin Barcelona gibi olağan dışı formda olan bir ekip olması. Iniesta olmasa da Barcelona'nın bu turu sanılandan çok daha rahat geçeceğine, hatta çeyrek finali de bir o kadar rahat geçeceğine inanıyorum. Bu takıma güvenim tam...

Arsenal-Roma: Turun en ilginç eşleşmelerinden birisi. İyi başlayıp, kötü bitiren Arsenal; kötü başlayıp iyi bitiren Roma'ya karşı. Arsenal'de Fabregas'ın yokluğu çok önemli. Roma ufak kazalar olsa da performansını sürekli arttırıyor. Arsenal'in İngiliz temsilcisi olması Roma'yı kesin favori olarak göstermemizi engelliyor.

Inter-Man Utd: Bir klasik tekrarlanıyor; Jose Mourinho, Sir Alex Ferguson'a karşı. Sir Alex'i Porto başında da Chelsea başında da dize getiren Mourinho bunu Inter'in başındayken de başarabilir mi? Kısacası, olmaması için bir sebep yok. Şüpheye yer vermeyen tek gerçek var; o da Inter'in kendi liginde Man Utd'nin de kendi liginde ortalığı süpürdüğü ve izleyenlerin bu eşleşmeden fazlasıyla memnun olacağı. Sonuç mu; net bir fikrim yok. Oturalım, izleyelim, memnun olalım...

Real Madrid-Liverpool: İspanya Ligi'nde lideri yakalama gayretinde olan Madridliler, burada Kırmızılar'a karşı. Grupta Zenit hak ettiğini alsaydı, ikinci turu rüyasında görecek olan Real Madrid'in Liverpool'a karşı şansı var mı? Fazla şans vermiyorum. Rafa Benitez'in takımı iki ayakları eşleşmeleri çok iyi oynar ve iki yılda bir gerçekleşen geleneğin bu yıl da gerçekleşmesi fazlaca muhtemel...

Chelsea-Juventus: Claudio Ranieri eski takımına karşı. Inter-ManUtd'nin tersini izlemeye hazır olalım. Zirveden epeyce uzakta kalan iki ekip kendilerini ŞL ile teselli etmeye çalışıyorlar. Buna kim daha yakın diye soracak olursanız; son maçta izlediğime göre Chelsea daha yakın duruyor. Yine de karşısındakinin Juventus olduğunu unutmayalım derim ben.

Villarreal-Panathinaikos: Grubunu sürpriz bir şekilde lider bitiren Pana', daha önce bu kupada yarı final oynayan İspanyollara karşı. İçimden geçen o ki; bu eşleşmeden çıkan ekip bir sonraki turu da geçsin. Olur mu? Onu zamanı gelince düşünürüz...

Sporting-Bayern: Sporting buraya kadar geldikten sonra ileri gider mi; rakipleri zorlu ama imkansız diye birşey yoktur. Sporting bunu başarabilir mi? Pek sanmıyorum. Bayern Münih bu turu geçebilecek kapasiteye sahip ve geçmemesi için bir sebep yok...

Çeyrek final eşleşmeleriyle görüşmek üzere...

16.02.2009

Kadro Mühendisliği

Sevgili ortakafagol okurları, uzun zamandır aranızda değilim. Bu hasretlik döneminde sizden uzak kalınca futbolu kültürlü bir ortamda tartışmanın özlemini çok çektim. Yazıları okuduktan sonra sizlerin yapacağı yorumları heyecanla beklemenin tadı hiçbir şeyde yok. Bu siteye çok sıkı bağlanın ve hiç bırakmayın.



Gelelim konumuza. Bu yazımızda sizlerle birlikte Uğur Meleke’nin dillerimize eklediği “ Kadro mühendisliği “ konusunu tartışacağız. Bir antrenör oyuncularına göre mi sistem kurmalı yoksa sisteme göre oyuncuları uydurmalı veya kadroyu bu doğrultuda revize mi etmeli tarzı sorulara cevap bulmaya çalışacağız. Nasılsa önümüzde Del Bosque ve Aragones örnekleri mevcut.



Biz bu kadro mühendisliği işini gelen kelli felli yabancı antrenörlerden sonra anlamaya başladık. Çünkü bizim alıştığımız düzen antrenörün oyunculara göre sistem kurmasıydı. Bir antrenör takımlarımızın başına gelirdi ve elindeki malzemelere göre pasta, çörek, un helvası yapardı. Ama bu yaşlarına ve tecrübelerine hürmet ettiğimiz adamlar geldikten sonra kendi sistemlerini oturtmak için çok sayıda puan kaybını göze aldıklarını gördük. Koskoca Beşiktaş Sergen’i ön libero gibi oynatıp puan kaybediyordu ama Del Bosque’nin kafasında sadece sistemi oyunculara ezberletmek vardı.



Bu sezon başında ise Alex’in Selçuk’un yanında can siperane bir ön liberoya dönüştüğünü gördük. Herkes şu an Alex’in form düşüklüğünden bahsediyor ama sezon başı ön libero oynamasına rağmen o zayıf takımda nasıl iyi oynadığını hatırlamıyor. Alex o dönemler çok iyi oynuyordu ama takım ona ayak uyduramıyordu. Bir de üstüne Semih’in sakatlığı gelince Alex’in yaptıkları puan kayıplarına çare olamıyordu. Tam takımda sakatlar düzeldi derken bu seferde Alex’in ön liberoda yıpranması nedeniyle yıldız oyuncunun sakatlığı geldi ve sakatlık sonrası Alex’e formsuz yaftası yapıştırıldı. Bu takımda kimse oynamıyorken Alex oynuyordu ve herkes sakatlıklardan dem vuruyordu. Kimse o dönem Alex’in iyi oyununu ön plana çıkarmıyordu. Alex de insan bir yere kadar ön libero oynayabilir ve optimum performansı verebilir. Şimdi Alex’e formsuz demek Aragones’in onu yanlış yerde oynatmasına şapka çıkarmak demektir.



İşte asıl olmak ya da olmamak yazısı burada yatıyor. Eğer bir yönetim ilk planda başarısızlığa göğüs gerebilecekse antrenörünün sistemi oturtmasına izin verebilir. İlk 10 hafta galibiyet alınamayabilir örneğin. Yada kendi sahasında ezeli rakibe maç kaybedilebilir. Ama en geç bir sezon sonra sistemin meyveleri toplanmaya başlanabilir. Fatih Terim Galatasaray’ın ilk başına geçtiğinde 4’lü savunma ve ileri basmalı sistemi oturtana kadar akla karayı seçti. Hatta Fenerbahçe’ye Ali Sami Yen’de 4-0 maç verildi. Ama sonrasında da UEFA Kupası alındı. O yüzden olayın tılsımı burada.



Eğer gerçekten bir sistem takımı olmak istiyorsanız antrenörünüz sistemi oturtana kadar her türlü üzüntüye ve kalp krizine hazırlıklı olacaksınız. Ama sabırsız bir taraftara ve kısa sürede yakalanacak bir başarıya ihtiyaç duyuyorsanız elinizdeki malzemeye göre sistem kuracak bir hoca ile anlaşmanız gerekmektedir. Bu denklemin sonucu bu kadar basittir. 4-4-2, 4-3-3 gibi numaralı sorunlara girmeye gerek yoktur. Futbol basit bir oyundur. O an ki konjonktüre göre planınıza yapmalısınız. Ankaraspor gibi orta kademe bir takımsanız Aykut Kocaman’ın bol paslı sistemi için puan kayıplarını göze alabilir yerine başka bir antrenör getirip sonrasında ona geri dönebilirsiniz. Ama Fenerbahçe gibi her daim başarılı olması gereken bir takımsanız Aragones gibi sistem tutkunu bir antrenörü değil Daum gibi elindeki malzemeden sistem çıkaran bir antrenöre ihtiyacınız vardır.



Evet sevgili ortakafagol okurları uzun zaman sonra yine hasret giderdik. Bu uzak kaldığım uzun dönemden sonra sizlere bir öğütte bulunmak istiyorum. Eğer beni yazar yapan bir etken varsa bu sitedir. Çünkü burada güzel tartışmalarda ve fikir atışmalarında çok şey öğrendim. Seviyemi en üst kademeye çıkarttım ve bir yerlere geldim. Bu sitenin kıymetini çok iyi bilin ve uzak kalmayın. Benden bu kadar. Haydi eyvallah…