Sevgililer gününde şu linkteki videoyu paylaşmıştım.Muhtemelen Ramsey de bu videodan yola çıkıp aşağıdakini yapmışlar. Başarılı olmuş.
18.05.2012
16.05.2012
Sporda Güzel Şeyler de Oluyor
Cumartesi Süper(!) Final, maç sonrası çatışmalar, sevinmenin adabı, soyunma odasında kupa töreni gibi mevzular ile uğraştıktan sonra pazar günü adeta bütün sinirlerimizi alan ve bize sporun güzel bir şey olduğunu hatırlatan iki müthiş maç izledik, biri futbolda, biri basketbolda.
İlk maç öğlendi. 44 yıl aradan sonra şampiyon olmak için QPR karşısına çıkan Manchester City rakibi on kişi olmasına rağmen 2-1 geri düştü. 90 artı 2 ile birlikte önce Dzeko sonra Agüero ile iki gol atarak şampiyon oldu. Zannedersem Mancini'nin maçın son dakikalarında, 2-2 de ve 3-2den sonraki yüz ifadeleri bu maçı güzel özetliyor.
Biz daha bu büyük spor olayının şokunu atlatamamışken, aynı gün bir ikinci tarihe geçen maç bu kez basketbolda, İstanbul'da oynandı. Bir tarafta sezon başından beri şampiyonluğun en güçlü adayı olan CSKA Moskova diğer yanda sene başında F4 adayı bile olmayan, hatta Top 16 başlarken basketbol analistleri tarafından Anadolu Efes'in arkasına düşebileceği tahmin edilen Olympiakos. Bu iki ekibin mücadelesinde beklendiği gibi CSKA çok rahat başladı ve farkı 19 sayıya kadar çıkardı. Ben de tv başında dikkatimi bu maç bitti diye Fransa Ligi'ndeki Montpeiller-Lille maçına çevirmim. Arada skora bakmak için NTVSpor'u açtığımda farkın 7 sayıya indiğini gördüm ve o andan itibaren Murat Kosova, İbrahim Kutluay ve İhsan Bayülken ile birlikte ben de Olympiakos'u desteklemeye başladım. Sonrası malum, Teodosic ve Siskauskas'ın kaçan serbest atışları, Printezis'in son saniye basketi ve müthiş bir zafer.
Bunları izledikten sonra ve yaşadıklarımız aklıma gelince Türkiye'de futbolu izlemenin manası olmadığını düşünüyorum bazen.
13.05.2012
Manchester is blue!
Bilen bilir, iyi bir City taraftarıyımdır. Herkesin takım tutmaya başlamakla ilgili bir anısı vardır. 2004'te Old Trafford'da City'nin United'ı 4-1 yendiği maç da benim City sempatimin başladığı zamandır.
2 sene önce Premierleague'e yeniden çıkmış; R.Madrid'de tutunamamış McManaman ve Liverpool'daki günlerini mumla arayan Fowler'ı bir kenara bırakırsan; gelecek vaad eden 22 yaşındaki Shaun Wright Phillips dışında bir numarası olmayan City'nin Old Trafford'da United'ı bu şekilde farklı yenmesi bu takıma gönül vermem için yeterli bir sebepti.
O dönemde CM'de Tuncay'ı City'e aldığımda, forma satışlarının patladığı bir dönemken, Shinawatra ve sonrasında Arap parası ama en önemlisi 2,5 sene boyunca istikrarın korunup Mancini'nin takımın başında kalması bugünlere varmanın en önemli sebebi.
Bu haftanın topcast'inde Cuma Ali ile birlikte bol bol bunu konuşuruz zaten ama o zamana kadar United taraftarlarının aşağıdaki videoda değişen suratlarını izlemek, paha biçilmez.
2 sene önce Premierleague'e yeniden çıkmış; R.Madrid'de tutunamamış McManaman ve Liverpool'daki günlerini mumla arayan Fowler'ı bir kenara bırakırsan; gelecek vaad eden 22 yaşındaki Shaun Wright Phillips dışında bir numarası olmayan City'nin Old Trafford'da United'ı bu şekilde farklı yenmesi bu takıma gönül vermem için yeterli bir sebepti.
O dönemde CM'de Tuncay'ı City'e aldığımda, forma satışlarının patladığı bir dönemken, Shinawatra ve sonrasında Arap parası ama en önemlisi 2,5 sene boyunca istikrarın korunup Mancini'nin takımın başında kalması bugünlere varmanın en önemli sebebi.
Bu haftanın topcast'inde Cuma Ali ile birlikte bol bol bunu konuşuruz zaten ama o zamana kadar United taraftarlarının aşağıdaki videoda değişen suratlarını izlemek, paha biçilmez.
Trink!
Yazı-tura atışı gibi minimal faktörlü bir karar algoritmasına sahip insanlar var dünya üzerinde: Gerekçelendirme yapmayan, değişkenleri görmeyen, olasılıkları hesaplamayan; sebebi belirsiz, hiçbir şeye bağlı olmayan, sonucundan kendini azat ettiği random bir karar veren ve uygulayan bir insan tipi.
Karar verme yeterliliği sorunlu bu insan tipine mensup bir bireyin, karar verme zorunluluğuna sahip olduğunu düşünün bir an için... Ortaya absürd sonuçlar çıkması kaçınılmaz.
- Rodrigo Tabata?
+ 8 milyon Euro.
- (Trink!) Yazı... Alıyorum.
+ Takım kötü gidiyor değişiklik şart.
- (Trink!) Tura... Hocayı kovalım
+ Çok yüklü bir tazminatı var.
- Ne kadar?
+ 8 milyon Euro.
- (Trink!) Yazı... Kovuyorum.
Futbol Federasyonu, Galatasaray'ın, play-offun son maçında rakibi Fenerbahçe'nin stadında kupa kaldırma isteğini onayladı bir kaç gün evvel. Dün gece ise, maç bitti, Galatasaray şampiyon oldu, sıra kupa törenine geldi; ama kupa bir türlü verilemiyor. İddiaya göre Federasyon başkanı Demirören yan çizmiş: "Stadyum boşaltılsın, öyle verelim", "Bugün vermeyelim, yarın sizin stadınızda verelim", "Sahada vermeyelim, soyunma odasında verelim"...
Galatasaray cephesinin, doğru veya yanlış, ama anlaşılabilir, tahmin edilebilir bir gerekçesi var ısrar etmek için; ezeli rakiplerinin stadında kupa kaldırmak istiyorlar ve bizzat sen bir kaç gün evvel izin vermişsin buna. Lakin, Demirören'i, nihayetinde kupayı Sabri'nin kucağına atıp kaçacak raddeye getiren bu "bir şekilde vermeyelim" ısrarının dayanağı nedir, anlamak mümkün değil; alıp eve mi götürecek, ne yapacaksa?
10.05.2012
Topcast 9 Mayıs 2012
Bu hafta konular Avrupa Ligi, Arda Turan, İspanya, İtalya, Mençıstır kardeşler ve şike üzerinde yoğunlaştı. Ali Aktaş, İlker Dalgıç ve Can Özenç...
Yine bize hüsran?
Paris Saint-Germain geçtiğimiz yaz Katarlı iş adamı Nassar Al-Kharafi tarafından satın alındığı zaman dünya üzerinde PSG'ye gönül vermiş milyonlarca(!) taraftar yıllar sonra gelecek şampiyonluk için umutlanmıştı. Genelde bu tip yatırımcılar tarafından satın alınan takımlar ilk yıllarında oluşturdukları toplama takımlarla başarıya ulaşmakta zorlanır(bkz. Man City, Chelsea) Ancak Fransa Ligi'nin Premier Lig'den çok daha kolay olması nedeniyle PSG'nin başarıya ulaşması muhtemel görünüyordu.
Tabii PSG bu, başarılı olamamak bu takımın genlerinde var. PSG de bu amaçla sportif direktörlüğe geçtiğimiz yıl ilk teknik direktörlük kariyerinde Milan ve Inter ile yaşadığı başarısızlıklarla ön plana çıkan kulüp efsanesi(!) Leonardo'yu getirdi. Bu işlerin baştan kötü gideceğinin ilk sinyaliydi. Öncelikle şunu söylemeliyim ki teknik direktörün arkasında "sembolik olmayan" güçlü sportif direktör pek mantıklı bir tercih değil bence. Çiftbaşlılık benim sevdiğim bir yönetim tarzı değil. Ama illa ki bu işe gireceksin adama sorarlar niye Leonardo? Leonardo PSG için çok önemli bir isim değil öncelikle, bunu herkes bilmeli. PSG'de sadece bir sezon oynamış ve o sezonda hiçbir başarı kazananamış bir adam. Altta daha ayrıntılı bahsedeceğim uğrunda harcadıkları Antoine Kombouare bu kulüp için çok daha değerlidir. PSG'de beş yıl oynamıştır ve kazanılan son şampiyonlukta (94) vardır. Zaten ben Leonardo'nun torpilini anlamadım. Çok büyük bir topçu değildi, teknik direktörlüğe eski takımı olması sebebiyle Milan ile başladı, başarısız oldu, kariyerinde hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Inter'in başına geçti, orda da başarısız oldu, PSG'nin başına tek yetkili olarak getirildi. İlla ki bir sportif direktör isteniyorsa bence bu iş için en doğru isim Pauleta'ydı bunu da belirteyim.
Şimdi Leanardo'nun yaptıklarına bakalım. Önce hakkını verelim, yaz dönemini iyi geçirdi. Çok para harcansa da Pastore, Gameiro, Jeremy Menez, Sirigu, Mohamed Sissoko, Matuidi gibi iyi transferler yapıldı. Takım da sezona iyi başladı, yıllar sonra şampiyonluğa ulaşacağı ümidini verdi. Lille, Lyon ve Marsilya'nın da kötü gitmesi ile PSG rakipsiz görünüyordu. Ancak Leonardo'nun Kombouare ile çalışmak istemediği ve takımın başına Ancelotti'yi getirmek istediği haberlerinin ayyuka çıkması, ve sonunda Leonardo ile Ancelotti'nin Paris'te yemek yemesi Kombouare'nin başının üstünde Demokles'in Kılıcı olduğunu gösterdi. Bu şartlar altında Kombouare'nin başarısız olması kaçınılmazdı. Düşünsenize, sürekli görevden alınma korkusu maçlara çıkıyorsunuz ve oyuncular gelecekte sizinle çalışmayacaklarını biliyorlar. Bu durumda kötü gidiş elbette başlayacaktı ilk yarının sonlarına doğru yaşanan küçük bir düşüş ve ezeli rakip Marsilya deplasmanında alınan 3-0 lık mağlubiyet Kombouare'nin sonunu getirdi.
Komboure her şeye rağmen ilk yarıyı lider bitirdi, ancak Leonardo bu sonuçtan memnun değildi. Takımın Fransa Ligi'nin Ferrari'si olmasını istiyordu ve Ferrari'nin koltuğuna Kombouare'yi yakıştırmıyordu. Bu takım Carlo Ancelotti gibi müthiş kariyerli bir pilotun kontrolünde olmalıydı. Takım şampiyon zaten olacaktı(!), önemli olan gelecek yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde zirveye oynamak olmalıydı. Bu karara saygı duymak mümkün değil. Çünkü dere geçerken at değiştirmenin başarıya ulaştığı çok az örnek vardır. Ayrıca madem bu kararı alıyorsun o zaman transferde de ona göre hareket etmelisin. Tevez ve Pato'yu alamadın diye Maxwell, Motta ve Alex'e milyonlar dökmenin ne manası var? Maxwell ile mi Ferrari olacaksın?
Şimdi gelelim Ancelotti'nin performansına. Ancelotti ile takımın kimyası bir türlü uyuşmadı. Nasıl uyuşsun ki? Bir kere bu takımı Ancelotti kurmadı. Oyuncular onun kafasındaki isimler değil. Ayrıca Ancelotti her zaman orta sahada üç defansif yöne de sahip oyuncuyu tercih eder. Bu kadroda ise bu pek mümkün değil çünkü üç defansif orta saha ile sahaya çıkarsanız ya Pastore, Nene, Menez üçlüsünden birinden vazgeçmek zorunda kalacaksınız ya da santraforsuz sahaya çıkacaksınız. Nitekim ikinci yarıda Pastore'nin santrafor oynadığı saçma sapan maçlar izledik, ilk yarıda müthiş bir form grafiği olan forvet Gameiro ikinci yarıda sadece 1 gol attı. Ancelotti ile bir ara iyi bir form yakalayan Hoarau'dan yine Ancelotti anlamsız bir şekilde vazgeçti. Ancelotti'nin sistem ve oyun anlayışı itibariyle oyuncuları kısıtladığı çok net. Ve oyuncuların bu durumdan memnun olduğunu sanmıyorum. Takımın kaptanı ve gelecekte dünya çapında bir stoper olması beklenen (ben FM'de 24 milyon avroya sattım) Mamadou Sakho'yu yedek bıraktı. Komboure döneminde bu takımın lideri Pastore'ydi. (ki 43 milyon euro verdiyseniz olması gereken de budur) Ancelotti göreve geldiğinde Pastore yaklaşık 4-5 hafta sakat olunca Ancelotti takımın liderliğini tam sevdiği bir oyuncu tarzı olan Thiago Motta'ya verdi. Belki de bu karar, döndükten sonra Pastore'nin performansında düşüşe sebep oldu. Ancelotti yönetiminde takımın hücum hattının neredeyse tamamının formu düştü ve bu isimler saha içinde mutsuz görünüyor. Aşırı defansif ilk onbirler ve öndeyken forvet çıkarıp 3 stopere dönmek gibi 1990'larda kalan oyuncu değişikliği tercihleri ile taraftarı çıldırttı. (En azından ben ve zorla PSG'li yaptığım arkadaşlarım çıldırdık:) )
Benim gözlemlediğim bir başka ilginçlik ise PSG bazen maç berabere iken bazen de geriye düştükten hemen sonra iyi oynamaya başlıyor ve skoru lehine çevirecek gol ya da golleri buluyor. Öndeyken ise tuhaf bir şekilde takım kilitleniyor. Örneğin bir Ajaccio maçı vardı, lig sonuncusuna karşı Paris ekibi çok rahat öne geçti, sonrasında 1-0 önde götürdüğü maçta 1-1 beraberliği zor kurtardı. Lyon, Bordeaux, Marsilya, Montpeiller gibi zor maçlarda Paris golü yedikten hemen sonra golü buldu ve güzel comebackler yaptı. Tabii Fransızcamınz yok PSG'yi ancak Türk ve İngilizce yabancı basından takip ediyoruz. Bu konuda Ancelotti'ye eleştiri getiriliyor mu bilmiyoum ama benim gözlemim ve yorumum Ancelotti'nin skor lehine olduğu zaman takımın vitesini kontrollü oynamak için düşürdüğü. Bu tabii PSG gibi dizginlenmesine hiç gerek olmayan, Pastore, Menez, Nene gibi isimlere sahip bir takım için doğru bir tercih değil.
7.05.2012
Süper Final Rezaleti, Galatasaray'ın Acizliği
Madem karar alırken sadece ülke futbolunun çıkarlarını göz önünde tutuyorsun, koy şu Trabzon-Fener maçını ilk haftaya, maç da seyircisiz oynansın güzel güzel izleyelim biz de. Şike soruşturması kararını aldıktan sonra bu maçı oynatmak gerçekten müthiş bir hamle. Her şeyi bok ederken bunu bile akıl edemediler.
Sene başından beri aldığı bütün kararlarda ülke futbolunun marka değerini korumak için çaba gösteren Aydınlar ve Demirören federasyonlarının Süper Final eseri aşağıda:
Fener ve Beşiktaş maçlarında iki Galatasaray taraftarı kalp krizi geçirdi ve hayatını kaybetti. Trabzon ve Beşiktaş erkek seyirciye karşı sadece birer maç oynadı ve bu iki maçta da seyirci futbol falan oynatmadı. Beşiktaşlı kadın ve çocuk seyirciler resmen bir rezalete imza attı ve Fenerbahçe maçında maç boyu küfür etti. Emre Zokora'ya ırkçılık yaptı, Zokora Emre'ye üst fotoğraftaki yorumsuz hareketi. Galatasaray'ın kendi evinde Fenerbahçe'ye yenildiği maçta oynadığı futboldan başka iyi futbol oynanmadı. Neticede beklendiği gibi bir sürü gereksiz maç oynandı ve sonucu Kadıköy'deki derbi belirleyecek.
Sistemi kurarken üçüncü ve dördüncü takımların şampiyonluk iddiası olmazsa bu Play-off nasıl olur diye hiç düşündüler mi bilmiyorum. Böyle boktan oldu işte. Keşke şöyle bir sistem getirseler: Normal Sezon bittiğinde 1. ve 2. arasında 9 puan ve üstü fark varsa bu iki takım iki maç yapar. 2. iki maçta alt puan almak zorundadır. Bunu başaramazsa 1. şampiyon olur. Neyse teselli bulalım, önümüzdeki hafta güzel şeyler olacak, medyamızın tabiriyle Süper Final'de Süper Final oynanacak. Ben şimdi başka bir konuya değinmek istiyorum.
An itibariyle Galatasaray yönetimi şampiyonluğu kaybetme telaşı ile yersiz bir play-off isyanında. Bu sistem zorla getirildiğinde tek karşı çıkan Galatasaray olmuştu. Sistemin Fenerbahçe'nin işine geleceği baştan belliydi, Beşiktaş ve Trabzonspor anlamsız bir şekilde diğer takımlar da İlhan Cavcav'ın "aman Fener ve Ligtv'ye bir şey olursa biz de yanarız" felsefesi ile Federasyonun tüm kararlarına olduğu gibi bu kararına da karşı çıkmadılar.
Peki sistem niye Fenerbahçe'nin işine gelecekti. Üç tane basit nedeni var.
1. Fenerbahçe şike soruşturması nedeniyle zor bir sezon geçirecekti ve ancak ceza almayacağı kesinleştikten sonra rahatlayacaktı. Bu noktadan sonra da forma girmesi çok doğaldı. Gerçekten de öyle oldu. Demirören'in seçilmesi ve Fenerbahçe'nin rahatlaması üzerine Fener form yükseltti ve Süper Final'e normal sezona nispeten hazır girdi.
2. Fener son bir kaç yıldır derbilerde çok üstün ve bu müthiş bir psikolojik avantaj sağlıyor Fener'e. Derbi maçlarda rahat olmak çok önemli. Süper Final büyük ihtimalle 6 derbi şeklinde oynanacağı için Fenerbahçe'nin işine gelmesi yine çok muhtemeldi. Bu da aynen böyle oldu. Fenerbahçe kötü oynasa da 5 derbinin 4'ünü kazandı.
3. Galatasaray geçtiğimiz yıl bir dip yapmıştı ve Galatasaray gibi büyük takımlar iktisatçıların tabiriyle ikinci dibi kolay kolay görmez. Galatasaray'ın bu sene çıkış yapacağı belliydi, hem iyi transferler yapıldı, hem de takımın başına Türkiye için en ideal hoca Fatih Terim getirildi. En ciddi rakibi şike ile uğraşırken soruşturmanın içinde olmamanın verdiği rahatlıkla normal oynanacak bir ligi Galatasaray'ın rahat kazanacağı belliydi. Yine aynen böyle oldu, Galatasaray normal sezonu uzun zamandır görmediğimiz bir farkla 9 puan ile önde bitirdi.
Tüm bunlar ortadayken baştan önlemini almayan ve bu sistemin gelmemesi için basit bir "istemiyoruz" dan başka hiç bir çaba göstermeyen Galatasaray yönetimi ve taraftarı suçludur. Fenerbahçe yönetimi ve taraftarı ile bütün sezon haklarını korumak için müthiş bir çaba gösterirken Galatasaray yönetimi ve taraftarı başına gelebileceklere rağmen bu play-off sistemine sadece seyirci kaldı ve her şey olup bittikten sonra hiç bir işe yaramayacak "dekoder iade etme" kampanyası dışında hiçbir şey yapmadı.
Önümüzdeki hafta Galatasaray şampiyonluğu kaybedebilir de kazanabilir de. Ama kaybedilen iki taraftarı hiçbir zaman geri kazanamaz. Ve oluşan bu tabloda bence Galatasaray camiası da aciz kalarak sorumluluğa ortak olmuştur.
3.05.2012
Topcast 2 Mayıs
Cuma Ali, Ali Aktaş ve Melih ile birlikte City - United ve Roy Hodgson üzerine haftayı değerlendirdik.
1.05.2012
Ev Sahibi
Bayern Münih, eski adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası, mevcut adıyla Şampiyonlar Ligi finalini kendi ülkesinde oynayacak 12. takım. Daha önceki 11 takımdan 7'si kupayı müzesine götürmeyi başardı (Real Madrid, Inter, Manchester United, Ajax, Liverpool, Juventus ve Borussia Dortmund), 4'ü ise sahadan boynu bükük ayrıldı (Stade de Reims, Roma, Barcelona ve Manchester United).
Bayern Münih, öte yandan, aynı kapsam dahilinde final maçını bizzat kendi stadında oynayacak 4. takım. Daha önce; 1957'de Real Madrid Bernabeu'da Fiorentina'yı 2-0, 1965'de de Inter San Siro'da Benfica'yı 1-0 ynerek kupayı müzesine götürmeyi başarırken; 1984'de Roma, Olimpiyat Stadı'nda Liverpool'a penaltılarla boyun eğdi.
Sonuç: 28 yıldır hiçbir takım kendi stadında oynanacak final maçına çıkmayı başaramazken, 47 yıldır da bunu başarıp üstüne bir de kupayı kazanan olmadı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)