İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

5.05.2015

Venedik

Venedik, bu gezdiğimiz şehirler içerisinde en bilinen hatta, klasik İtalya turlarının başlangıç noktası. Bu sebeple diğer şehirlerde olduğu gibi uzun uzadıya şehri, tarihini falan anlatmayacağım. Üç aşağı beş yukarı, kanallar şehri olduğunu, tarihte denizcilik anlamında çok önemli olduklarını bilgilerini sahipsinizdir. Kaldı ki ufak bir google taraması ile Venedik hakkında epey detaylı bilgi bulunabilir.

Trenimiz, şehrin içindeki Santa Lucia garına kadar geliyor. Gardan çıkar çıkmaz karşımızda Vaporetto durağını buluyoruz. Bunlar, şehirdeki büyük kanalların arasında dolaşan tarifeli tekneler. Tek yönün fiyatı 7 avro ama tekneler o kadar kalabalık ki kimsenin o biletleri kontrol edecek hali yok. Biz aynı biletle 2 gün boyunca defalarca vaporettolara bindik başımıza birşey gelmedi. En temizi bileti al, okutma, at cebine, ortamlarda soran olursa “ben turistim, bilmiyordum” diye salağa yatarsınız, kim bilecek?

Tren garından 1 numaralı tekneye atlıyoruz. Bu hat, 500T otobüsü gibi Büyük Kanal’ın üzerindeki sağlı-sollu yer alan tüm duraklarda duruyor böylelikle kanal üzerinde yer alan bütün tarihi sarayları ve binaları görebiliyoruz.

 Venedik deyince tabi ki ilk akla gelen şey gondollar.  Ancak 45 dakikalık bir gondol sefası 75 avro. Bunun alternatifi ise kanalda belli noktalarda karşıdan karşıya geçen gondolun biraz daha büyük versiyonu olan traghettolar ise sadece 2 avro. Muhtemelen kış olduğu için ne yazık ki, traghetto durakları boştu ve biz bunu pas geçmek zorunda kaldık.

Her ne kadar kış olsa da Venedik epey kalabalık. Labirent gibi daracık sokakları olsa da “Venedik’te sokaklarda kaybolmak çok kolay” biraz klişe kalıyor. Zira, her daim olan kalabalık, bir karınca yolu misali tek bir sırada akıyor. Eğer o kalabalığa kapılıp giderseniz zaten San Marco, Rialto gibi merkezi yerlere varabiliyorsunuz.

Otele eşyaları bırakır bırakmaz kendimizi Venedik’in dar sokaklarına bırakıp, kalabalığın peşine takıldık. Her dar sokak eninde sonunda bir meydana çıkıyor. Bir bakıyoruz bir meydanda buz pateni pisti kurulmuş. Bir başkasında, sosisçiler ve sıcak şarapçılar var.  Bu şekilde Venedik’in adacıklarını arşınlarken, güneşin gitmesiyle hava buz kesiyor ve günü tamamlıyoruz.

Son günümüzde, Pazar sabahı soluğu erkenden San Marco meydanında alıyoruz. Tarihi 9. Yüzyıla dayanan bu meydan ve çevresindeki binalar için Venedik’in kalbi desek yalan olmaz. Sabah 9 gibi henüz daha turistler uyanıp, ayılamadığı için ortalık sakin. İlk olarak soluğu bazilikada alıyoruz. Pazar sabahı ayini eşliğinde altın yaldızlı duvar ve tavan süslemelerine hayranlıkla bakıyoruz. İtalyan Bizans mimarisinin en önemli örneklerinden olan Bazilika’nın dekorasyonu, örneğin bir Roma’daki katedrallerden epey bir farklı. Daha çok İstanbul’daki Ortodoks kilisesini andırıyor.

Dışarıya çıktığımızda ortalık şenlenmiş, bazilikaya girmek için uzun bir turist kuyruğu oluşmuş. Bazilika’nın hemen yanında Palazzo Ducale bulunuyor. Burası Venedik Devleti’nin yöneticisinin ikametgahıymış, şimdilerde müze olarak işlevine devam ediyor. Saray’ın bulunduğu yer, denizden gelenlerin ilk gördüğü yapılardan birisi. Bu sebeple Venedik devletinin zenginliğini de yansıtması için denize bakan cephesi oldukça ihtişamlı dekore edilmiş.

Sarayın hemen önünde uzun bir kordonboyu bizi bekliyor.  Kış güneşi içimizi ısıtırken Arsenale’ye kadar deniz kıyısında güneşin keyfini çıkarta çıkarta yürüyoruz. Sonra oradan tekrar 1 numaralı vaporetto’ya atlayıp Rialto’ya geri dönüyoruz.

Venedik havalimanına gitmek için değişik yollar var. Bunlardan birisi de tabiki deniz yolu. Hayatımda hiçbir havalimanına deniz yoluyla gitmediğim için bu değişik deneyimi yaşamak istiyoruz. Ancak  gelen teknelerde oturmak için aşağı inmeniz gerekiyor bu yüzden pek de umduğumuz gibi manzaralı bir yolculuk olmuyor.


Böylelikle bir tatilin daha sonuna geliyoruz. Bundan sonraki durakta Madrid var. 

Hiç yorum yok: