Her ne kadar Oktoberfest amacıyla bu seyahate çıkmış olsak
da bütün gün içemeyeceğimize göre etrafı gezip görmek için de yeterince
vaktimiz oldu. Bu doğrultuda bir gündüzümüzü Münih’e trenle 15 dakika
mesafedeki Dachau’da geçirdik. 1933 Ocağında başa geçen Naziler daha 6 ay
dolmadan, temmuz ayında diğer bütün partileri kapatıp faşist rejimi ilan
ediyorlar ve daha o yıl Dachau’da ilk toplama kampını inşa edip, karşıt politik
görüşlü insanları kamplarda toplamaya başlıyorlar. İşte her ne kadar Yahudi
lobisinin yönlendirdiği Hollywood filmleriyle toplama kamplarında yahudiler ön
plana çıksa da bu toplama kampının, savaştan çok önce ilk ziyaretçileri diğer
siyasi görüşteki insanlar.
İkinci gün ise Dachau’nun aksine daha masalsı, daha huzur
veren bir yere Neuschwanstein Kalesi’ne gidiyoruz. Burası karlı
fotoğraflarıyla ikonik bir hal alan, aynı zamanda Disney logosunda da yer alan
Alplerin eteğinde orta çağ görünümlü ama esasında 1880’de tamamlanan bir saray.
Münih’ten yaklaşık iki saatlik bir tren yolculuğu ile önce Füssen’e oradan da
otobüsle Hohenschwangau köyüne ulaşılıyor. Eğer iyi bir planlama yaparsanız,
biletinizi 2 gün önceden internetten almakta fayda var. Zira biz köye vardığımızda
saat 12.30 idi, yarım saat bilet kuyruğu bekledikten sonra anca 16.50’de giriş
için bilet alabildik. Eğer biraz daha geç kalsaydık muhtemelen bilet
alamayacaktık.
Bu aradaki 4 saatlik boşluk bize Alplerin keyfini çıkarma ve
temiz dağ havası almak için bir fırsat verdi. Bir yerde oturup öğle yemeği
yedikten sonra yağlı boya tablolarından fırlamış güzellikteki gölde, deniz
bisikleti kiralayarak bir de tepedeki şatoya gölün içinden baktık. Sonrasında
şatoya çıkmak için birkaç yol var. Öncelikle yürüyebilirsiniz, 1,80 avro
karşılığında otobüse binebilirsiniz ya da 6 avro verip faytona binebilirsiniz.
Biz tercihimizi faytondan yana kullandık. Sabahtan beri in çık yapan iki at 13
kişi ve bir de araba çekmekten pert olmuş, yanımızdan geçen insanlar bizden
daha hızlı çıkıyordu ama olsun.
Almanların üretim bandı şatoya girişte de devam ediyor. 5 dakika arayla içeriye 20’şerli gruplar
halinde alıyorlar. Elinize audioguide’ı tutuşturuyorlar. Bir odaya girdiğinizde
audioguide otomatik olarak çalışmaya başlıyor ve audioguideda anlatılanlar
bitmeden odayı terk edemiyorsunuz. Kısacası öyle sağ sola baka baka laylaylom
bir şekilde yürüyemiyorsunuz. Adamlar size ne bilgi aktarmak istiyorlarsa
öncelikle onu dinleyeceksiniz. Ben size
kısaca verilmek istenen bilgileri özetleyeyim: O bölgede doğan Bavyera kralı
II. Ludwig Wagner’in bir operasından esinlenip daha önce hali hazırda harabeler
bulunan tepenin üzerine şato diktirip burada inzivaya çekilmek ister.
1600’lerdeki mutlak monarşiye özenen ve böyle bir dünya hayali kuran kralımız
biraz geç kalmıştır zira artık o dönemlerin üzerinden 200 yıl geçmiş ve
demokrasi hareketleri başlamıştır. En nihayetinde Prusyalılar gelir ve II. Ludwig’i hapse tıkar, kralımız
da hapishanede intihar eder. Sarayın
dışı, içinden çok daha gösterişli. Hatta 12 avro vermeye değer mi emin değilim.
Kısacası eğer geldiğinizde bilet bulamazsanız fazla üzülmeyin, pek bir şey
kaçırmamış olacaksınız.
Şatonun o meşhur fotoğrafları bir köprünün üzerinden
çekiliyor ve ne yazık ki biz gittiğimizde köprü bakıma alınmıştı ve biz oradan
fotoğraf çekemeden geri dönüş yoluna çıktık ve 4 günlük güney Bavyera
tatilimizi sonlandırdık. Açıkçası 2 günümüz daha olmasını isterdim zira
Münih’in kuzeyinde kalan ve UNESCO dünya mirası listesine alınan Würzberg, Bayreuth,
Rotenburg gibi ufak kasabalar ve II. Dünya Savaşı’ndaki önemiyle Nürnberg’e
arabayla bir roadtrip yapmak isterdim. Artık başka bir sefere diyerek
bayramımızı sonlandırdık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder