İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

12.11.2015

Napoli - Pompeii

Klasik hikayedir; yıllardır sanayisi ile oldukça gelişen, coğrafi konumu sayesinde İsviçre, Avusturya gibi daha düzenli ve disiplinli kültürlerden etkilenen Kuzey İtalyalılar, Güneylileri tembel ve asalak olmakla suçlar, “biz bu güneylilere bakmak zorunda mıyız?”  derler. Yılların ezilmişliği ile de 1990 Dünya Kupası’nda Napoli halkı “Napolililer beni sever” diyen kendilerini şampiyon yapmış Maradona’nın takımı Arjantin’i İtalyanlara karşı destekler.

Napoli havalimanına indiğinizde karşılaştığınız bu keşmekeş ve boşvermiş hava esasında kuzeylilerin ne kadar haklı olduğunun göstergesi aslında. Pasaport görevlisinin sol elini çenesine dayayıp sağ eliyle omuzunun üstünden bezgin gözlerle pasaportuna bile bakmadan geç işareti yapması daha dakika bir gol bir şeklinde bu tembelliğin kanıtı. Schengen bölgesine giriyorum ve pasaportumda girişim yok. Ola ki biri çevirse, Avrupa’da kaçak konumundayım. Sonrasında valizlerin çıkacağı kapının değişip, koca bir güruhun öteki tarafa koşuşturması, ardından çıkışta, karşılamaya gelenlerin kapının önüne yığıldıkları için insanları yara yara kendimizi dışarıya atmamız işte hep bir hafta boyunca nelerle karşılaşacağımızın özeti gibiydi.

37 derecede nemli havada valizlerle çok da dolaşmamak için tren garına yakın, UNESCO dünya mirası listesindeki eski merkezde bir otele geliyoruz.  Korna seslerinin hiç dinmediği eski merkez bildiğin Aksaray’ı andırıyor. Koruma altına alınan yayalaştırılmış sokaklar ise bildiğin tahtakale. Açıkçası bu merkezin nesinin korunduğunu anlamadan, esas olayımıza yani Napoli pizzasına geçiyoruz. 16. Yüzyılda Peru’dan,  o dönemde de fakir olan Napoli’ye gelen gemiler  Avrupa’da bulunmayan domatesi kıtaya getiriyorlar. Napoliler domatesi hamurun üzerine sürüp yiyorlar ve ortaya pizza çıkıyor. Hatta bildiğin domates sosu olan, “napoliten sos”un da hikayesi bu.  Klasik bir Napoli pizzası deneyimi için öğlen ilk olarak soluğu Da Michele’de alıyoruz. İçeriye girmek için öncelikle yaklaşık bir 20 kişilik bir sıra bekledikten sonra duvarları fayanslarla döşeli, masa örtüsü namına saman kağıdın serildiği salaş ötesi Da Michele’de bütün menü bir çerçeve içinde duvarıda asılı: Oregano pizza, margarita pizza, kola, fanta, bira, su. Margarita pizza malumunuz (birazdan buna değineceğim zaten), Oregano pizza ise salça, sarımsak, kekikten oluşuyor. Bunun dışındaki yok mantardı, salamdı, sucuktu şuydu buydu gibi malzemeler ise tamamen Amerikan icadı. Hatta Dominos’ta çalıştığım dönemde bir araştırma yapmıştık. Türk halkı için paranın karşılığını alabilmek için pizzada ne kadar fazla malzeme varsa o kadar mübah anlayışı hakim. O yüzden Türkiye’de en çok satan pizza çeşidi hiçbirşeyin doğru düzgün tadını alamadığınız pek de birşeye benzemeyen “Karışık” pizzadır, hatta göz açlığı ile kalın hamurlu ekmek kıvamında pizza söylenir, sonra karın doyunca da “ekmeksiz götür” anlayışı ile yazık olmasın diye üzerindeki malzemeler tırtıklanır ve hamuru çöpe atılır, pizza yedim adı altında esasında şarküteri yenilir. Da Michele’ye geri dönelim. İki pizzadan da birer adet sipariş ediyoruz. Lahmacundan da ince bir hamurda pizzalar geliyor. Pizzanın tanesi 4 avro. Bu anektod bir yerlerde bulunsun zira sonrasında gittiğimiz her şehirde restaurantların pahalılığını karşılaştırmak için margarita pizza endeksini kullanacağız.  1889’da, bir pizzacı, birleşik İtalya’nın ilk kralı II. Emmanuel’in karısı Margarita için kırmızı domates, beyaz mozarella ve yeşil fesleğen ile İtalyan bayrağının renklerinde bir pizza üretir. Kraliçe pizzayı çok beğenir. Pizzanın da ismi kraliçeye atfedilir ve günümüze kadar bu içerik konulur. Akşam yemeği için ise işte bu pizzacı abinin mekanına Pizzeria Brandi’ye gidiyoruz. Burası daha bir restoran ve margarita pizzanın fiyatı 6 avro.

Napoli bana bir anlamda Gaziantep’i hatırlatıyor. Şehirde gezip görülecek yerler var ama öncelikli gitme amacı yemek. Antep’te iki öğün arasındaki sindirim döneminde soluğu Zeugma müzesinde almıştık. Antep sıcağını aratmayan Napoli’de ise Pompeii ve diğer antik şehir kazılarından çıkartılan heykellerin, mozaiklerin sergilendiği Arkeoloji müzesinde serinledik. Dediğim gibi eski tarihi şehir Aksaray’ı andırıyor. Şehrin daha güzel yerleri liman kıyısında. Metro istasyonundan çıkar çıkmaz sizi geniş kuleleriyle Castel Nuova selamlıyor. Yeni kale dendiğine bakmayın yapım tarihi 1282. Pizzacıya giderken yolumuzun üstünde bir kalabalık ile karşılaşıyoruz. “Aa noolmuş, ne varmış” merakıyla içeri dalıyoruz. Meğerse burası 1737 yılında yapılmış San Carlo Tiyatrosu imiş. Tam oyun arasına denk gelmişiz. Kimse “hop birader, nereye?” demeden kendimizi salonun içinde bulduk. Hem aç olduğumuzdan hem de nasılsa birşey anlamayacağımız için şöyle bi bakıp yolumuza devam ettik. Yemek sonrası kendimizi Piazza del Plebiscito’da buluyoruz. Meğersa sabahtan beri gelmemiz görmemiz gereken yer burasıymış. 1860’ta Napoleon’un kayınbiraderi Napoli Kralı Murad’ın düzenlendiği bu meydanın bir tarafında saray, karşısında bazilika, etrafında da zamanının önemli binaları var. Meydan ise Muse’dan Bruce Springfield’a kadar birçok şarkıcının açık hava konseri verdiği bir meydanmış. Biz bilmediğimiz için anca hava kararınca gittik, ama siz biliyorsunuz gündüzden gidin.

Böylelikle Napoli’yi tamamlayıp ertesi sabah erkenden Circumvesuviana treni ile Pompeii’ye doğru yola çıkıyoruz. Pompeii treni alışılageldik bir şehirler arası tren değil daha çok Sirkeci – Halkalı gibi bir banliyö treni. Uçak inişe geçtiği zaman Napoli körfezindeki yerleşimlere bakıp, “Napoli amma büyükmüş” demiştim. Bu trene binince anladım ki daha çok İstanbul – İzmit arası gibi yerleşimin kesintisiz olması sebebiyle şehirler içiçe geçmiş. 25 dakika boyunca Pompeii’ye varana kadar hep evlerin arasından geçtik.  Pompeii’ye vardığımızda, her ne kadar tren istasyonundaki görevli “Vezüv daha sıcaktır, çünkü yüksekte olunca Güneş’e daha yakınsın” gibi bütün Coğrafya bilgilerini hiçe sayan bir açıklamada bulunsa da 37 derece sıcaklıkta ilk önce yolumuzu yanardağa çevirdik. Tren istasyonunun önünden 23 avroya parka bileti de dahil olacak şekilde dağa otobüsler kalkıyor. Bu otobüsler bizi ulusal parkın girişine kadar bırakıyor. Oradan sonra boyum kadar lastikleri olan 4x4 minibüsler ile dağa tırmanıyoruz. Bu yolculuk sırasında mideniz allak bullak oluyor. En nihayetinde 4x4’lerin bizi bıraktığı yerden tozların içinde yaklaşık 20 dakikalık bir tırmanış ile zirveye çıkıyoruz. O sıcakta o zirveye çıkış gerçekten zorlu oluyor. Zirveye çıkıp kraterin içine baktığınızda, Mordor’a çıkmış Frodo gibi bir sahne görmeyi umuyorsanız, unutun öyle birşey yok. Zira dağ 60 senedir uykuda olduğu için kreterin içinde göreceğiniz tek şey toz haline gelmiş lavlar. Muhtemelen o son patlamaya tanık olmuş yaşlıca bir amca elindeki siyah beyaz fotoğraflarla bize patlamayı anlattı. Patlamanın yarattığı basınç ile dağın tepesi patlamış ve yüksekliği 100 metre azalmış. Sicilyada bulunan ve 2002’de patlayan Etna bundan daha aktif durumda ve orada dumanlar çıkıyormuş. Buradan ise görebileceğiniz yegane şey Napoli’den başlayıp Sorrento’ya kadar uzanan körfez manzarası.  Buraya gelirken bindiğimiz 4x4’ler bir buçuk saat sonra bizi aşağıya geri götürüyor. 2500 yıl önce de lavlar bu şekilde aşağıya inerek koca bir şehri yutmuş ve o dönemde 40 bin kişinin yaşadığı Pompeii lavların altında kalarak yok olmuştu. Yapılan kazılar ile şehrin yaklaşık yarısı gün yüzüne çıkarılmış, ki bu da epeyce büyük bir alan. Evler, amfitiyatrolar, sokaklar, kasabı, manavı ile kocaman antik şehir Pompeii. Bu kadar gezmenin ardından yavaş yavaş akşam oluyor ve biz yorgunluktan ölüyoruz. Normal şartlarda insanlar Pompeii’ye ya Napoli’den ya da Sorrento’dan günübirlik gelirler ve dönerler. Ancak biz yolumuzu Napoli’den Amalfi’ye çevirdiğimiz için konaklamayı yeni Pompeii’de yapıyoruz. Burası tahmin ettiğimden daha şirin bir yazlık kasaba. Okullar da kapalı olduğu için her taraf ergen kaynıyor. Hepsinde fiks iğrenç bir saç tıraşı var: Yanlar kazıtılmış, tepedeki saçlar ise yana yatırılmış.  İki günlük bol tarih, gezip görmeli kısmı tamamlayıp, yarın 4 gece kalacağımız deniz tatilimiz için Amalfi kıyılarına geçiyoruz.

Hiç yorum yok: