Daha bir önceki gecenin çöpleri yeni yeni toplanıp
sokakların temizlendiği saatte, gözüm yarı çapaklı bir vaziyette, kahvaltı
niyetine kumruyu mideye indirdikten sonra, soluğu ana baba günü kıvamındaki
Çeşme limanında alıyoruz. Çeşme’deki işletmecilerin “ama biz balığın vergisini veriyoruz” tarzı içi boş hatta zevzekçe
ağlamalarına, Neyzen Tevfik’in şiirindeki gibi su tutan itfaiyenin hortumunu
şeklinde yanıt veren bizim gibi bir dünya insan, sadece 8 km ötede üçte biri
fiyatına tatile yapmak için feribotlara akın etmiş durumdalar. Zira adaya giden
üç farklı feribot şirketi var. 15 Temmuz sonrası konan yurt dışı çıkış yasakları
sebebiyle pasaport geçişleri biraz yavaş işlese de sorunsuz bir şekilde arabalı
feribotla öğlen olmadan Sakız’a varıyoruz.
Limanın girişinde dükkanlarına çekmek için görevlendirilen
hostesler sağ olsunlar bol reklamlı ada haritaları dağıtıyorlar. Yine de doğu
yakasında Türk operatörleri 3G seviyesinde çekiyor ve biz Yandex Navi eşliğinde
otele doğru giderken radyoda da sirtakiden Power FM’e kadar geniş bir yelpazede
seçenek var. Her ne kadar buzukinin tınısı ilk günlerde çok güzel gelse de
habire reklam arası veren Yunan radyoları bir süre sonra bayıyor ve bu Türk
radyoları ilaç gibi geliyor.
Homeros’un doğum yeri Vrontados’a giderken deniz kenarında
kalan Sea Front Hotel’de otel sahibi George ve annesi karşılıyor bizi.
Misafirperver annesi hemen bizi adanın çeşitli yerlerinde çekilmiş
fotoğrafların asıldığı duvarın önüne götürüp elimizden haritayı da kaparak
başlıyor şurayı da görün buraya da gidin diye anlatmaya. Teyze iyi niyetle
artık haritamızın üzerinde yuvarlak içine alınmayan koy kalmayınca kadar
anlatıyor da anlatıyor. Diyor ki bugün rüzgar yok, adanın bu tarafını kolay
kolay böyle bulamazsınız, bugün bu tarafa gidin. Teyzeyi mi kıracağız,
böylelikle ilk durağımız adanın kuzeyine; Nagos koyuna oluyor. Birkaç
terk edilmiş bina dışında koy son derece bakir. Zaten herhangi bir işletme de
yok. Hepi topu zaten üç beş kişi sessiz sakin güneşlendikten sonra akşam yemeği
için soluğu korunaklı yapısıyla doğal liman görevini üstlenen Marmaro’daki
restoranlarda alıyoruz. Fazla tekrarlamaya gerek yok, bütün bütün kalamarlar 8
avro, Yunan salatası 4 avro, uzoyla beraber çıkıyoruz yine 25-30 avro gibi bir
fiyata.
İstikamet Güneybatı
Sakız, tarih öncesinden itibaren yerleşimin bulunduğu zaten
adanın da adını da verdiği Sakız ağaçları ve ticareti ile tarih boyunca oldukça
önemli bir konumda bulunan bir ada. Ağaçların bulunduğu adanın güneyinin
yönetim ismi de zaten Mastichochoria ve burada 12. Yüzyılda Bizans zamanında
kurulmuş Orta Çağ köyleri varlıklarını aynen korumayı başarmışlar. Bunlardan
özellikle iki tanesi gezmeye ve bahsetmeye değer. Dış cephelerinin hepsinin
siyah beyaz geometrik şekillerle boyanmış olan Pyrgi ile korsan saldırılarından
korunmak için kale şeklinde inşa edilmiş Mesta. Kendine has sakız üretimi ile
Osmanlı döneminde de ayrıcalıklı bir konumda yer alan adadan sırf bu mahsuller
yüzünden çok düşük bir vergi alınıyormuş. Hatta ilk Yunan isyanı çıktığında
adadakilerin hali vakti, refah seviyesi gayet yerinde olduğu için bu
ayaklanmaya gayet isteksizlermiş.
Bu kadar tarihin ardından soluğu adanın güney sahillerinde
ve esasında en güzel sahillerinin olduğu yerde alıyoruz. Mesela şöyle bir renge
sahip Aya Dinami bizi bekliyor. Sahilin hemen girişinde bir manastır yer
alıyor. Buradaki keşişler ağzının tadını biliyormuş. Plajın yolunun üzerinde
Olimpi Mağarasında bir market var. Oradan nevaleleri toplayıp gitmek lazım zira
plajda başka herhangi bir tesis bulunmuyor. Güneydeki koyları geze geze Chios’a
dönerken akşam yemeği için molayı Karfas’ta veriyoruz. Meltemaki adlı
restoranda bizi Lefter ve ailesi karşılıyor. Çat pat Türkçesi ile elbetteki
onca Türk konuk sayesinde Lefter’in bize ne anlam ifade ettiğini biliyor.
Menüde çok hoş bir detay var: Ailenin 20 yıl önce ilk restoranı açtığındaki
aile fotoğrafı ile günümüzde aynı yerde çekilmiş fotoğraf bu ailenin ne kadar
sakin bir hayat sürdüğünü gösteriyor. Yine sudan biraz ucuza yemekten kalkarken
restoranın annesi arkamızdan sesleniyor: Durun gitmeyin, helva kavuruyorum, onu
da yolluk yapın!
Dağın tepesinde 1000
yıllık manastır
Küçücük adanın unvanları arasında Homeros’un memleketi,
Sakız’ın ana vatanı olması yetmiyormuş gibi bir de 1000 senelik bir UNESCO
dünya mirası listesindeki manastıra ev sahipliği yapıyor. Rivayet odur ki 3
tane keşiş dağda Bakire Meryem’in silühetini görürler ve o dönemde Midilli’de
sürgünde olan Constantine’e Bizans’ın tahtının başına geçeceğini müjdelerler.
Constantine de eğer başa geçerse o silühetin görüldüğü yere manastır yapmayı
vaat eder. Nitekim Constantine başa geçer ve sözünü yerine getirerek 1049 yılında
bu manastırı inşa ettirir. Yaklaşık 800 sene gayet manastır şaşalı bir dönem
sürdükten sonra 1822 Yunan bağımsızlık savaşında Türkler manastırı yağmalarlar.
O yüzden şu anda eski binalar dışında çok da görülecek bir şey kaldığını
söyleyemeyeceğim.
Hazır Midilli demişken şuraya bir paragraf sıkıştırayım.
Zira günübirlik gittiğimiz Midilli hakkında yazı yazmaya değmeyecek kadar yavan
bir yer. Belki de ben bir gün kaldığım için pek bir şey anlamadım. Ama bir
karşılaştırma yapmak gerekirse Midilli Gökçeada iken burası Bozcaada kıvamında.
Midilli ile ilgili de bir tarihi anekdot anlatayım tam olsun. Midilli adasının
İngilizce ismi Lesbos’tur. Nasıl ki İtalya’dan olana Italian deniyorsa, Lesbos’tan
olana da Lesbian deniyor. İşte bizim bu ada da 6. Yüzyılda Sappho adında bir
kadın şair kadının güzelliği ve genç kızlara olan aşkını anlatan şiirler yaşarmış.
Bizim bu Lesbian Sappho’dan 12 yüzyıl sonra Fransız şair Baudelaire Sappho’ya gönderme
yaparak iki kadının aşkını anlatan şiirinde tanımlama yapmak için lesbian
ifadesini kullanır ve böylece bir adanın memleketlisini tanımlamak için
kelimenin anlamı sonrasında tamamiyle değişir.
Ben Neo Moni’nin batıya doğru yokuş aşağı giden yollarından
Sakız’a geri döneyim ve yolun sonunda Elinda plajı bizi karşılasın. Güneydeki
plajlar çıtayı o kadar yükseltti ki başka bir yerde süper diyeceğim Elinda
plajına ancak “eh işte bir denize girilip
çıkılır” payesi biçebiliyorum. Sahil
yolunu güney yönünde takip edince vardığımız Lithi limanı hem bir sonraki deniz
molamız hem de yan yana sıralanmış küçük tavernaları ile öğle yemeği yerimiz
oluyor. Musakka, dolma, feta peynirine yine bir Mythos eşlik ediyor. Gündüz
zeytinyağlı, akşam balık menüsünden halen daha mutluyuz. Deniz mahsullerinden gına
gelip telefonla otel odasına pizza sipariş etmemize ise henüz birkaç gün daha
var.
Tüm bu köy, kasabaların yanında Chios’un merkezi kocaman bir
şehir gibi kalıyor. Özellikle gece olduğunda kordonboyundaki tüm kafeler
ana-baba günü. Bir de hafta sonu artık lig başlamış. Olimpiakos’un maçı
var. Tüm kafelerde maç açık. Olimpiakos
maçı beş golle alıyor. Sahil boyunca birçok mağazada sakızdan yapılmış uzodan
tut da sabuna kadar envai çeşit ürün var. Tüm bu mağazaları geri bıraktıktan
sonra yemek için bir restorana oturuyoruz. Alüminyum zehirlenmesine ramak
kalacak kadar balık yedikten sonra spagetti seçeneği bize çok cazip görünüyor. Restoranın
sahibi ise bir Türk. Denizin karşı tarafından kaçmak için gelmiş burada ev alıp
çalışma iznini almış ve bu restoranı açmış. Birçok Türk’ün yabancı dil
bilmediğini göz önüne alırsak Türkiye’den direk geçilen adalarda Türk işletme
olarak iyi iş yapılabilir. Keza girdiğimiz bir kozmetikçi de aynı şekilde
Türkiye’den gelen bir kadına aitti. Bu iş benim aklıma yattı.
Balık ve deniz ürünlerinden gına gelip spagetti ve pizzaya
sarılmamız adada ne kadar uzun süre kaldığımızın bir kanıtı esasında. Yine de
adada o kadar çok güzel koy, gezilecek yer var ki hiç de sıkılmadık. Zaten
karşı kıyıyla karşılaştırdığımızda harcadığımız para komik kalıyor. Daha önce
de defalarca söylediğimi yine tekrarlayarak noktalıyorum: Yazın Yunanistan,
kışın Bulgaristan dururken Bodrum, Çeşme, Uludağ’a gitmek finansal açıdan bence
aptallık. Zira bu yaz da Yunanistan turumuz devam ediyor. Bu bayramda rota
Taşöz.