İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

28.02.2005

Ara Transferler

Bilindiği üzere İngiltere’de, bu sene nedense oldukça hareketli geçen ara transfer dönemi sona erdi.
Bu ara transfer dönemiyle bir gerçek açığa iyice çıktı: Roman Abramovich’in Chelsea’yi satın alıp bu takıma önemli dünya yıldızlarını kazandırması yavaş yavaş dünya futbolunun merkezinin tekrar İngiltere’ye kaymasını sağladı. Hatırlayacaksanız 2000’li yıllara girerken Serie A, bir yıl öncesine kadar da La Liga benzeri bir “Rönesans” yaşamışlardı. Hatta bu iki ligin yükselişi, ünlü haber dergisi TIME’ın Avrupa sayısının kapağı dahi olmuş, haber dosyasında, bu liglerin yükselişiyle futbolcuların aldıkları paralardaki inanılmaz artışın paralel olduğu savunulmuştu. İşte bu inanılmaz ve hesapsız artış yüzünden bugün Lazio, Roma, Parma, Real Madrid, Atlético Madrid gibi kulüplerin nasıl ekonomik darboğaza düştüklerini biliyoruz. Temennimiz İngiltere’de de benzeri bir felaketin olmaması. Zaten futbolda kayıt dışı ekonominin en az olduğu ve en fakir kulübün bile şirketleşme sürecini tamamlamış olduğu Premiership’te yakın zamanda böyle bir finansal çöküşün gerçekleşmesine pek ihtimal vermiyorum.
Şimdi ara transferlerle beraber değişen güç dengelerine bir göz atalım.
Chelsea:
Ara transferde, yine Abramovich’in sahibi olduğu, “kardeş kulüp” CSKA Moskova’dan Çek defansif orta saha oyuncusu Jiri Jarosik’i aldılar. Jarosik, izlediğim birkaç Chelsea maçında bana hem fiziği hem de oyunuyla Vieira’nın beyazı ve sarışını olarak gözüktü. Tabii ki taklit hiçbir zaman orijinali kadar iyi olamaz ama Jarosik, Chelsea’nin orta sahasının göbeğine Tiago ve Smertin’den daha iyi oturacaktır.
Arsenal:
Wenger, alışılagelmiş çizgisini bozmadı ve yine transfer yapmadı. Takımın yoğun maç trafiği ve dar yedek kulübesi göz önünde bulundurulduğunda Arsenal taraftarlarının ligin ikinci yarısı için endişelenmek için her türlü nedeni var. Ama Arsenal bu, sağı solu belli olmaz diyoruz.
Hem zaten Arsenal’i bu yazıya koymamın asıl amacı bu değildi. Bilindiği üzere, Can Evren ve İlker’le Taksim’deki the Irish Centre’de has İngiliz holiganlarla izlediğimiz Arsenal-Man Utd maçı sonrası alınan 4-2’lik ağır yenilgi İngiliz medyasında büyük yankı buldu. Wenger “Takımın takviyeye ihtiyacı var” dedi, ancak Arsenal chairman’i Peter Hill-Wood’un cevabı tokat gibi sertti: “Biz sezon öncesinde Wenger’in önüne çok sağlam bir bütçe koyduk. Üstelik yaptırmakta olduğumuz Emirates Stadium dolayısıyla bu transfer parasından bir miktar bile kısmadık. Haberler asılsızdır.” Anlayacağınız Arsenal daha çooook karışacak.
Tottenham Hotspur:
Jacques Santini’yi kovup yerine Dick Jol’ü getirdikten sonra müthiş bir çıkış yakalayan Londra takımı, uzun vadeye yönelik önemli yatırımlar içinde. Nottingham Forest’tan 21 yaş altı stoper Michael Dawson’a 8 milyon pound harcayarak niyetlerinin ciddi olduğunu kanıtladılar.
Yetmiyormuş gibi, Ajax’ta oynarken 18 yaşında Hollanda Ligi gol krallığına oynayan ancak sonrasında gittiği Marsilya ve Roma’da sürekli teknik kadroyla sorun yaşayan Mısırlı genç golcü Mido’yu aldılar. Mido, çok ilginç bir futbol figürü. Mısır’da gençliğin ilahı konumunda. Düğünü, Mısır’ın tüm zamanlarda en çok reyting alan televizyon yayını olmuş (Bir an Fethullah Gülen’li Hakan Şükür düğünü gözümün önünden geçti). Gerek pazarlama gerekse futbol potansiyeli çok yüksek, güçlü ve teknik bir forvet. Ancak en az Anelka kadar sorunlu. Kimyası Londra’ya uyuşursa Tottenham büyük güç kazanır.
Liverpool:
Can Evren’in pek sevdiği “özel kulüp” Liverpool, Benitez önderliğinde İspanyolları toplamaya devam ediyor. Artık Liverpool taraftarının bile “Nereye kadar?” dediği bir dönemde sadece eski takımı Valencia’dan diye Pellegrino’yu alması ne akla hayır bilinmez. Gel gör ki, 1.80 küsürlük Pellegrino maçlarda tek bir kafa topu alamaz, Liverpool böyle giderse adam olamaz…
Ancak Morientes’in transferine ayrı bir parantez açalım. Cissé’nin ayağının kırılmasıyla beraber “powerful striker” mevkiinde büyük eksiklik çeken Liverpool, sonunda aradığı kanı bulmuştur, derim. Futbol tarihinde Morientes kadar hakkı yenen adam yoktur herhalde. Morientes – Real aşkı aşırı derecede platonikti. Morientes, hiç hak etmediği halde yıllarca Real’de yedek bekledi, kiralık gittiği Monaco’ya Avrupa’da final oynattı, yetmedi, bir de üstüne Owen’ı aldılar. Real, Morientes’in yokluğunda hiçbir zaman o Raul-Morientes ikilisinin banko oynadığı yıllardaki en parlak dönemini yakalayamadı.
Morientes şimdi kendisini kesen Owen’ın eski takımında ve kanıtlayacak bir şeyleri var. Benitez’in onu almakla ne kadar doğru bir seçim yaptığı bu hafta ortaya çıktı. Morientes’in attığı kafa golüne bakın, akıllara zarar, müthiş bir güç-teknik bileşimi.
Everton:
Liverpool şehrinin artık “öteki takımı” olarak anılmak istemeyen Everton, ligdeki müthiş atağını transferlerle pekiştirip ilerisi için büyük oynamak hevesinde. Rooney’nin Man Utd’a gidişinden aldıkları 27 milyon paundu (üstüne üstlük bu transfer Rooney’nin bundan sonraki bonservis ücretinin %35’inin Everton’a bırakılması maddesini içeriyordu!) akıllıca harcayacaklardır. Onlar da beni yanıltmayarak, So’ton’dan kült striker James Beattie’yi, ve Sociedad’dan Arteta’yı aldılar. Takımın maestrosu Gravesen’i ise 3 milyon €’ya Real Madrid’e kaptırdılar, zira Gravesen sezon sonu Everton’la sözleşme yenilemeyeceğini basın aracılığıyla duyurmuştu. Bu transferlerin analizini “Everton Mucizesi” adlı yazımda detaylarıyla okuyabilirsiniz.
Birmingham:
Steve Bruce’ün Mavileri de transferin hızlı ekiplerinden. Gerçi onların paraları yok, bu yüzden kiralama yöntemini seçiyorlar.
Birmingham’ın Deportivo forveti Walter Pandiani’yi kiralaması hem İngiltere hem de İspanya basınında şok etkisi yarattı. Pandiani, la Coruna’daki teknik kadroyla sorun yaşadığından İspanyol takımında gözden düşmüş ve transfer listesine konulmuştu. Uygun bir bonservis teklifi alamayan Deportivo da, oyuncularının sezon sonuna kadar vitrin yapması için Birmingham’ın kiralama teklifine sıcak bakıyordu. Bu transferden en mutsuz çıkan da Pandiani oldu, çünkü o İngiltere yerine İtalya ya da İspanya’da başka bir kulübe gitmek istiyordu. Ancak Pandiani kusursuz bir profesyoneldir. Transfer olduktan bir gün sonra Birmingham formasıyla ilk çıktığı maçta da golünü attı zaten.
Birmingham’ın ikinci kiralama hamlesi Arsenal altyapısının yetenekli mezunlarından Jermaine Pennant oldu. Arsenal’deki sağ kanat oyuncusu bolluğundan dolayı Londra’da forma şansı bulamayan ancak Wenger’in de bir türlü satmaya kıyamadığı bu genç yetenek, Birmingham’da büyük olasılıkla kendini kanıtlayacaktır.
Kısacası, Birmingham, bu iki kiralık oyuncuyla kısa vadede sorunlarını çözüp UEFA kupasına katılma hakkını kazanabilir.
Newcastle:
Newcastle az ama öz transfer yapar. Bu ara transferde de Glasgow Rangers’tan Kamerun asıllı Fransız stoper Jean-Alain Boumsong’u alarak büyük iş yapmış oldular. Boumsong, bence inanılmaz potansiyele sahip, güçlü ve sağlam bir stoper. Takımın Titus Bramble yüzünden yaşadığı karın ağrısının devası niteliğinde. Genç bir oyuncu. Otoriteleri yanıltmazsa, kısa sürede eskiden Auxerre’den takım arkadaşı Mexes’le beraber Fransız milli takımının değişmez stoper ikilisini oluşturacaktır.
Aston Villa:
1.35 milyon paunda, Alex Ferguson’ın gözden çıkardığı Kamerunlu orta saha oyuncusu Eric Djemba-Djemba’yı aldılar. Djemba-Djemba, Manchester United’daki gençleştirme operasyonunda kendine yer bulamamıştı. Eğer United’a gitmeden önce vaat ettiği potansiyele hala sahipse Gavin McCann ve Hitzlsperger ile güçlü bir Aston Villa orta sahası oluşturabilir.
Southampton:
6 milyon paunda Beattie’yi Everton’a satan, “Azizler,” Newcastle’da gözden düşen sol bek/kanat Olivier Bernard’ı renklerine kattılar. Bernard atağa çıkmayı çok seven kaliteli bir bek. Faydalı olacaktır.
Bolton Wanderers:
Parlak bir sezon geçiren Bolton, efsane Fransa’nın kadrosunda da yer alan Vincent Candela’yı transfer etti. Candela’nın yaşı kemale erdi ve gelmeden önce Roma’da da çok oyamıyordu. Ancak futbolu hatırlarsa tecrübesiyle Bolton’a çok şey katabilir.
Blackburn:
Beklenen oldu ve uzun zamandır Rangers’a geri dönmek istediğini belirten İskoç orta saha oyuncusu Barry Ferguson, 4.5 milyon paund karşılığında eski kulübüne geri satıldı. Artık iyice kan kaybeden Blackburn nasıl kümede kalacak merak ediyorum
.

15.02.2005

Portugal SuperLiga

Merhaba sevgili okuyanlar, inşallah bundan sonra Portekiz Ligi'nde sizlerle beraber olacağız. Bir-iki hafta da bir maçların genel görünümleriyle karşınıza çıkacağım...

Portekiz liginde 20 hafta oldu ve haftada 9 maçtan 180 maç eder.Hepsi hakkında tabii ki yorum yapamam zaten okunmaz da o kadar maç. Bu nedenle önce bir Portekiz Ligi'ni ve ligin üç büyükleri diyebileceğimiz takımları kısaca tanıtıp sonra sonra da ligin genel görünümünü anlatmak istiyorum. .

Portekiz ligi Trabzonspor'u saymassak bizim ligi gibi üç büyükler üzerinde döner. Bir de son yıllar da G.Antep, G.Birliği tadında son yıllarda ortaya çıkan bir Boavista var. Bunun yanında klasikleşen orta sıra takımları, stadları, taraftarı gibi birçok elemanı bizim ligle ortak özellikler gösterir.

Porto tarihi de pek güzel olan ama son yıllarda, özellikle son iki yılda coşmuş, yakladığı jenrasyonla ve şampiyonlar ligindeki başarılaıyla Dünya çapında korkulan bir takım olmuştur. Şampiyonlar Ligi'nin son şampiyonu bu kupaya en çok katılan takımdır da aynı zamanda.

61 ve 62'de şampiyonlar kulüpleri alan Benfica ise tarihyle meşhur bir takımdır. Son yıllarda o günleri tekrar yakalamaya çalışıyor ve bu sene bayağı iyi gidiyorlar.

Başkent ekibi olması, güzel stadı, şampiyolukları, Schmeichel'i ünlüdür Sporting Lizbon'un ama en ünlü tarafı yetiştirdiği yıldızlardır. Figo ve Cristiano Ronaldo vardır mesela buradan çıkan yıldızlar arasında. Bence yeter bu kadarını saymak.

Porto sezona antrenör değişiklikleri, sorun ve çalkantılarla başlasa da bunları çözmeyi bildi ve son yıllarda olduğu gibi yine zirveye yerleşti. Şampiyonlar Ligi'nde de rezilken vezir olan Porto Fernandez'in de gidişiyle yeni bir krize girdi. Antrenörünü bir türlü oturtamayan Porto kadrosunu otrutmuş durumda ve futbolda antrenörün yüzde on etki yaptığına ben Porto'nun sonuna kadar yarışta olacağına inanıyorum. Ayrıca Diego ve Luis Fabiano gibi isimlerle geleceğe de yatırımını sürdürüyor.

Benfica ise Trapattoni yönetiminide Simao, Nuno Gomes, Luisao, Petit gibi isimlerle efsaneyi geri döndürmeye çalışıyor. Çok kararlı ve inançlılar, çok istiyorlar şampiyonluğu ve son maçta da lig sonuncusuna 3 attılar. Benfica-Porto mücadelesi 00/01'deki Fb-Gs mücadelesine benziyor. Hatırlarsanız o sene de Gs'de bir rehavet ve dağılma, Fb'de de güvenilir bir antrenör yönetiminde hırslı bi yapı vardı.

Ligin sürpriz Braga ise son maçında yenilene kadar liderdi. Ferreira'nın ekibinde Tomas parlayan isimlerden. Ayrıca Porto'yu 3-1 yenerek şampiyon olamasalar da sonuna kadar gidecek potansiyelleri olduklarını gösterdiler. Klişesinden işte takım oyunu, yıldızları yendi demek istemiyorum. Çünkü bir takımda potansiyel olmasa takım oyunu bir yere kadar. Yoksa arkadaşlığın mükkemmel olduğu sınıf takımları şampiyonlar ligi şampiyonu olurdu.

Sporting ise ligin açık arayla en golcü takımı. Defansı oturtabilirse ki bu saatten sonra zor şampiyon bile olabilirler, çünkü liderle aradaki puan farkı sadece iki.

Beşinci sıra da ise Boavista geliyor. Son yıllardaki çıkışını sürdüren Boavista Joao Pinto liderliğinde sessiz ve derinden ilerliyor. Braga'nın sürpriz çıkışı sonrası pek takılmayan Bovista sadece 4 paun arkasında olduğu lideri geçer de 01 de yaptığı gibi şampiyon olursa tek kelimeyle komik olur. Bu kadar aday arasında bu nerden çıktı denilebilir.

Bu beşliden sonra Maritimo, Rio Ave, Setubal, Euro 2004'teki stadları kendilerinden daha meşhur olan Guimares, Leiria gibi takımlar geliyor. Ligin son sırasına kadar farkın hep iki puan civarı gitmesi ve bir çok takımın şampiyonluğa oynaması ligii güzel tarafları. Ayrıca liderin maç başına iki puanı bile yok, yani her takımın her takımı yenebildiği yıldızı az ama heyecanlı bir lig Portekiz Ligi. Son sıradaki Academica ise bir üstünün 4 puan gerisnde ve ligde üstündekiyle arasındaki puan farkı en fazla olan takım. Academica'ya başarılar derken bu ligi de takip edin derim.

Her yazıda bir takımı ayrıntılı incelemek istiyorum. İlk sırada ligin de ilk sırasında olan Porto...

Porto:

Son iki sezon da iki değişik Avrupa Şampiyonluğu kazanan Porto Mourinho'nun Chelsea'ye gitmesi ve gelen Del Neri'nin takıma uyum sağlayamamasıyla Süper Kupa'yı yine kaybetti, Galatasaray'a hazırlık maçında yenildi falan filan... Yani kısacası sezon başı ve ilk çeyreği pek iyi geçmedi.Yaz döneminde Ricardo Carvalho, Deco vb. yıldızlarını genelde Chelsea olmak üzere büyük takımlara kaptıran Porto, takımda kalan yaşlı oyuncuların yanına Hugo Leal, Diego ve transferin son gününde Luis Fabiano gibi ismleri ekledi. Tabii ki takımda kalan Maniche'i de unutmayalım. Bu şekilde başlayan sezon Victor Fernandez'in göreve gelmesiyle değişti , ligde ve Avrupa'da toparlanan takım son anda çıktığı şampiyonlar liginde Inter'le eşleşti.

Sonrasında Braga mağlubiyeti Fernandez'in kovulması ile tekrar kriz ortamına giren Porto bakalım yeni antrenörüyle bu kupayı bir daha kaldırabilecek mi?

Inter'le oynayacakları için berabere kalma ihtimalleri çok yüksek,bu nedenle Guisseppe Meazza'da gol atmaya baksınlar bir de maçlarda öne geçince rehavete kapılmasınlar ve son dakikalara dikkat etsinler demek yeterli olur.Şaka bir yana düzene giren Porto daha henüz giremeyen Inter karşısında favori. Ligde ise birçok aday arasında ben Benfica'ya şans veriyorum.

Fernandez'in kovulması bakalım ne kadar etkileycek onları.

Fakat Porto özellikle son yıllardaki başarılarıyla mali durmunu oturttu, kulübün yapısı sitemi oturdu, kadro gelceğe yönelik yıldızları barındırıyor. Yani geleceğe güvenle bakıyorlar, örneğin Man U gibi. Bu takımlar için artık şampiyonluk krizler, oyuncu satımı falan pek önemli değil, böyle takımların tuzu kuru, artık Dünya Kulübü olmuşlar ve taraftarlar da rahat, tiyatro izler gibi zevk almak için maça gidiyorlar, bizim gibi ölüm kalım meselesi yapmıyorlar, maddi durumlarının da etkisiyle hayatlarının gayesi takımlarının kazandığı maç değil, çünkü maçtan sonra sıcak evine gidecek, yemeğini yiyecek sonra ertesi gün iş. Bu dediğim Porto için geçerli, yani birinci sınıf olmayan bir ülkenin takımı...

Evet yazının sonunda biraz konudan koptum ve Türkiye'deki tribün terörünün nedenlerine indim.

Kusura bakmayın.

Sağlıcakla kalın.

4.02.2005

Everton Mucizesi

David Moyes’un ruhlu ekibi Everton, geçen sezon böyle bir başarıyı hayal dahi edemezdi herhalde. Küme düşmemeye oynamışlar ve ucuz kurtulmuşlardı 2003–04 sezonunda. Ancak Everton chairman’ı Bill Kenwright’ın Moyes’ın futbol bilgisine ve kabiliyetine inancı tam olmuş olacak ki, Moyes’la bu başarısız sezonun ardından sözleşme tazeliyor ve bu senenin flaş takımı Everton doğmuş oluyor.
Everton esasen Ada’nın en köklü kulüplerinden. Liverpool’da, 1878’de kurulmuşlar ve tarih boyunca ezeli rakipleri Liverpool’un adı altında yıllardır ezilmelerine rağmen Merseyside derbisi (Liverpool vs. Everton) bugün bile İngiltere’nin en heyecan verici rekabetlerinden biri olarak anılır. Ligi uzun süre lider veya 2. olarak götüren Everton, Chelsea’nin azmanca baskısına, Man Utd’ın önlenemeyen çıkışına ve Arsenal’in kalitesine dayanamadı ve kısa sürede dördüncülüğe geriledi. Ancak oynadıkları futbolla ilk 4’e girip gelecek sezona Şampiyonlar Ligi’ne katılabileceklerinin sinyalini fazlasıyla veriyorlar. Bu günlerde Goodison Park’taki seyirciler için ligi ezeli rakipleri Kırmızılar’ın önünde bitirmek ve devler ligine kalmak artık bir hayal değil.

Peki, Everton’u bugün bulunduğu konuma taşıyan etkenler neydi? Her şeyden önce, Moyes’un elinde, tecrübeyle genç yeteneğin kaliteli bir karışımı vardı sezona başlarken. Rooney, Osman, McFadden, Yobo, Chadwick gibi altyapıdan yetişme genç ve potansiyel vaat eden gençlere liderlik yapacak, Stubbs, Weir, Ferguson, Campbell, Pistone, Martyn, Watson, Carsley, Gravesen gibi üst düzey oyuncular da mevcuttu. Off-season’da Moyes, dağılan Leeds’ten veteran kaleci Nigel Martyn’i alarak kaleci sorununu giderdi ilk önce. Sonra, Milwall’da 200’fazla resmi maçta 50’den fazla gol atarak dikkatleri üstüne çeken, sıradışı ve inanılmaz derecede çalışkan bir orta saha oyuncusu olan Tim Cahill’i 5M£ gibi bir parayla takıma kattı. Sonra da, İngiliz basınına “Henry’le beraber Premiership’in en yetenekli oyuncusuyum” tarzı demeçleriyle sivrilen, megaloman ama bitiricilik zafiyeti çeken hücum oyuncusu Marcus Bent’i aldı. Sol kanat açığını ise çalışkan ve tehlikeli ortalara sahip İrlandalı oyuncu Kevin Kilbane ile kapattı. Böylece takımın yeni forma sponsoru Chang Beer’ın verdiği paranın tamamına yakını harcanmış oldu. Yine de pek çok otorite, bir önceki sezon ucuz yırtan Everton’ın bu sene küme düşeceği konusunda hemfikirdi. Hele genç süperstar Wayne Rooney’nin sezonun hemen başında, transferin son gününde 27M£’a Manchester United’a gitmesi, bu iddiaları iyice güçlendirdi. Everton, bu büyük parayı transfere çevirebilirdi, ama bunun için Ocak’a kadar beklemesi gerekiyordu ki, bu süre Everton gibi kadrosunda “kalite eksikliği” çeken bir takım için öldürücü olabilirdi.

Bütün bu görüşlere kulağını tıkayan ve takımını olabilecek en iyi şekilde motive eden Moyes, takımına oynattığı sabırlı ve dinamik 4-5-1 sistemiyle, kısa sürede Everton’u ligin üst sıralarına taşıyıp küçük çapta bir mucize gerçekleştirdi. Moyes’ın sisteminde kale hayatının en iyi performanslarından birini bu sezon sergileyen Martyn’e emanetti. Defansif dörtlü, Hibbert, Stubbs, Weir ve futbol hayatının geri kalanını Everton’da geçirmek isteyen Pistone’den oluşuyordu. Orta sahayla defansın arasında bütün pis işleri yapan bir Lee Carsley vardı. Sağ ve sol kanatlarda ise sırasıyla Osman ve Kilbane yer alıyordu. Takımın asıl gücü ise orta sahanın ortasındaydı. Danimarkalı güçlü ve çalışkan maestro Gravesen ve yanındaki Avustralyalı dinamo Cahill, rakiplerin korkulu rüyası olmuştu. Bent ise tek forvet oynuyordu.

Tam bu noktada takımın beyni Gravesen’e bir parantez açmak lazım. Kendisini Danimarka milli takımında da çok beğenirdim. Euro 2004’te Danimarka’yı turnuvanın en güzel futbol oynayan takımlarından biri yapan en önemli oyunculardandı. Gravesen çok çalışkan, fiziksel mücadeleden hiç kaçınmıyor. Güçlü olmasının yanında da oldukça teknik. Ara pasları, ortaları ve şutları çok tehlikeli. Everton’da bütün frikikleri ve kornerleri o kullanıyordu zaten. Premier League gibi bir vitrinde, bir oyuncunun bu kadar parlaması ve Avrupa devlerinden biri tarafından kapılmaması mümkün olamazdı. İlker Dalgıç bilir, tam da Real Madrid’in orta saha sorunu patlak verdiğinde, bir ara ortalıkta “Bu Gravesen süper oynuyor. Real, Vieira’nın peşinde koşacağına bu adamı alsa ya! Ama onlar salak yine bi forvet filan alırlar Allah bilir!” diye dolaşıyordum. Nitekim bu kıymetli oyuncuyu Real Madrid’e satmak zorunda kaldı Everton. Gravesen’in sözleşmesi sezon sonu sona eriyordu ve oyuncu, kariyerinin iyiliği için Everton’dan gitmek istediğini teknik heyete belirtmişti. Çaresiz kalan Everton, Gravesen’i ara transfer döneminde 3M Euro nakde çevirmek zorunda kaldı.
Bu sefer de imdada, Rooney’nin transferinden gelen para yetişti. Moyes, Everton gibi kıt kanaat geçinen bir kulübün bu parayı çok dikkatli harcaması gerektiğini biliyor. Bu yüzden, bu parayı yeri gelmedikçe harcamayacak ve daha çok geleceği olan oyuncuları almaya çalışacaktır. Bu iddiamı doğrularcasına, sezon sonu sözleşmesi bitecek olan güçlü santrfor James Beattie’yi 6M£ ödeyerek kaşla göz arasında Southampton’dan kaptı Everton. Beattie uluslararası futbol arenasında çok tanınmayan bir isim olabilir ama İngiltere’de kült bir kahramandır. Güçlü bitirişleri, hava hâkimiyeti ve tek vuruşlara dayanan skor kabiliyetiyle hep taraftarın gözdesi olagelmiştir. Everton ileriki yıllarda büyük oynayacağının sinyallerini bu transferle vermiştir. Transferin son gününde ise, genç İspanyol yetenek Mikel Arteta’yı kiraladılar. Arteta transferi kesinlikle Gravesen’in gidişiyle oluşan oyun kurucu boşluğunu doldurmaya yönelik bir hamle ancak fiziksel teması ve koşmayı çok sevmemesi yüzünden Rangers ve Sociedad’da tutunamayan Arteta, Toffee’lere ne kadar faydalı olur, şüpheliyim. Ancak Moyes’ın boşa harcayacak parası yok demiştik, Arteta gibi ne vereceği belirsiz bir oyuncuyu kiralamak en doğru seçenekti. Zaten Arteta’yla da transferi kapattılar, demek ki bu büyük parayı ihtiyatlı harcayacaklar.
Gravesen gibi dünya klasında ve yeri doldurulması zor bir oyuncunun gidişiyle, Everton şüphesiz daha zor günler yaşıyor. Önemli maçlarda üst üste puan kaybı yapmalarına rağmen 4. sırada tutunmayı başardılar. Moyes hala inandığı 4-5-1’ine sıkı sıkıya tutunuyor. Beattie yalnız santrfor rolünü Bent’ten kaptı, Moyes de Bent’i Osman’ın yerine sağ kanada çekti. Carsley’in, ümitsiz bir şekilde, Gravesen’in görevini aynen devralması bekleniyor. Defansif orta saha konumunda ise sezon başında takıma girmekte zorlanan atletik Nijeryalı stoper Yobo deneniyor. Moyes şimdiden 33’lük Stubbs ve 37’lik Martyn’le sözleşme yeniledi, çok para isteyen yaşlı İskoç stoper Weir’le ise kontrat yenilenmeyeceğini duyurdu.

Özetlemek gerekirse, ibreler Everton’ın doğru yolda olduğunu gösteriyor. Paraları var. McFadden, Yobo, Osman, Chadwick gibi gençlerle ileriye umutla bakmak için her türlü nedene sahipler. Takımın tek acil sorunu ise stoper ve orta sahanın ortası olarak gözüküyor. Premiership’in ve Merseyside derbisinin gelecekte daha da çekişmeli hale geleceğine şüphe yok.