İki hafta önce bir otobüs yolculuğu yaptım. Yolculuktan önce midemi bozduğumdan tüm yol kabus gibi geçti. Öyle kötüydüm ve öyle kusmak istiyordum ki aklıma ne gelirse gelsin midem bulanıyordu. Sanki büyük bir pisliğin içindeydim, etrafımda hiçbir güzellik kalmamıştı. Kusmamak için aklıma güzel şeyler getirmeliydim ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu futboldan başka. Akşam AC Milan-FB maçı vardı ve kendimi evimde maç izlerken hayal ediyordum. Bu biraz işe yaradı; uyuyakaldım. Uyandığımda neredeyse gelmiştik. Otobüsten indiğimde çıkarmadan eve kadar gidebileceğimden şüpheliydim. Elimde bavullarla, koşar adımlarla eve doğru yürürken futbolu, FB’nin AC Milan karşısında nasıl oynaması gerektiğini düşünerek aklımı meşgul ettim. Eve ulaştım, duş aldım, rahatladım ve işe geç kaldım. İşte ise işe yoğunlaşıp zamanın hızlı geçmesini sağladım. Akşam eve dönerken sanki kutlama varmış gibi alışveriş yaptım, içecek aldım, çerez aldım ve artık maça hazırdım.
Futbolu ne kadar seviyorsunuz? Muhtemelen benden çok seviyorsunuz. Ama şunu iddia ederim ki herkes futbolu en çok kendisinin sevdiğini düşünür. Bir anlamda doğrudur da bu. Peki o zaman size bir itiraf : Ben Avrupa’da okuma/yaşama fırsatını, İstanbul’da kalıp FB’yi takip etme, FB’den kopmamak adına teptim. Siz bugün veya dün futbol için ne yaptınız? Kim futbolu en çok sevdiğini söyleyebilir?
Ama işte maç başladı, daha ilk dakikasında futbolun 90 dakika olduğunu ve tüm beklentilerimin, tüm heyecanımın, bu maça yüklediğim tüm anlamın 90 dakika içinde biteceğini fark ettim. Erken gol beni darmadağın etti ve canım sıkıldı. Tüm maçı büyük bir heyecan ama bir o kadar da can sıkıntısı içinde izledim. Fener iyi oynuyordu ama beraberlik golünü bulduklarında bile takımımın hata yapmasından korkuyordum. İlk o an AC Milan taraftarı olsaydım neler olurdu diye düşündüm. Taraftarı olduğum takım şimdi hayal ederken bile heyecanlandığım Şampiyonlar Ligi finalini defalarca oynamış, birçok kez de kupayı kazanmış olacaktı. Dünyanın en ünlü oyuncularını iki haftada bir çıplak gözle izleme olanağım olacaktı.
Peki, Türkiye’de taraftar olmak, Türkiye’de doğmuş olmak bir şans mı, şansızlık mı? Şöyle düşünelim; annelerimiz haklı olsun, futbolu boş verelim, derslerimize çalışalım ve o kadar başarılı olalım ki İtalya’da okuma/çalışma şansını kazanalım. O zaman Türkiye’de doğma şansızlığımızı çalışarak aşmış ve AC Milan taraftarı olmayı emeğimizle hak etmiş mi oluruz? Peki çalışarak taraftar olunabilir mi? Yeni bir soru; yerimde olsaydınız ve Avrupa’da istediğiniz bir ülkeye yerleşme şansınız olsaydı, takımınızı bırakıp gider miydiniz? Tuttuğunuz takımı ne kadar seviyorsunuz? Aslında mesele Avrupa-Türkiye meselesi değil, misal
Futboldan karşılık bekliyor musunuz? AC Milan maçına kadar beklemediğimi düşünüyordum ama maç biterken içimdeki acının kaynağında futboldan karşılık beklediğimin yattığını anlamıştım. Yeni bir itiraf, ben futboldan karşılık bekliyorum. Oben’in yaşındayken FIFA, PES, CM gibi oyunların çıkış tarihi hayatımın köşe taşlarıydı. Nerdeyse benim sezon açılışlarımdı. Üniversite sınavından çok futbola önem verirdim çünkü futbol hayatımın en büyük mutluluk anlarının çoğunun ana nedeniydi. ÖSYS ise sadece korkutuyordu beni ve sebebi yapamayacağım değil yapmak istemediğimdi. Her koşulda sınava gireceğimi ve iyi kötü bir okulu kazanacağımı biliyordum. Ama o zamanlar sadece hissetsem de şimdi kesinlikle biliyorum ki futboldan başka hiçbir meslek beni mutlu etmeyecekti . Yazık ki futbol sınavla kazanacağın bir meslek değildi. Daha ufacıkken, sayı saymasını bile bilmiyorken futbolu öğrenmiş ve ona tutulmuştum. Ben en umutsuz fanatiklerdendim. Futbol yeteneksizi çaresiz futbol fanatiklerindendim. Üstelik futbolcu olamayacak kadar kafam çalışıyordu ve yeteneklerimi futbol için harcamayacak kadar korkaktım. Bilmediğimi o zamanlar çok istediğim bilim adamı bile olsam eninde sonunda futbol beni bırakmayacak, karşıma çıkacaktı. Artık öğrendim ki bu ülkede futbolsever olmak için futboldan karşılık beklememek gerek.
Futbola ne kadar bağımlısınız? Ağustos sonu Digitürk’e abone olup sezon boyu LİG TV izlemek istedim. Bütçemi hesapladım, eşimi ikna ettim, servisi çağırdım. Ne yazık ki ev sahibim tamamen “estetik kaygılar” nedeniyle balkona çanak anten kurulmasına izin vermedi ve LİG TV hayallerim suya düştü. Hayatımı öyle kurgulamış ve her hafta Süper Lig’den 3-4 maça o kadar alıştırmıştım ki kendimi sonuç beni neredeyse yıkıma götürdü. Sadece uzanıp, tavana bakıp insanların estetik kaygılarını futbolun önünde tutmasını anlamaya çalıştım. Kendime gelmem 1 hafta sürdü. Normale dönmem 1 ay. Şimdi futbolun sevilemeyebileceğini anlamaya başladım. İnsanların hayatında çok daha önemli şeyler var. Bence futbolu en çok sevenler yine biziz, yani bu sitede yazan, okuyan, geçim kaygısı fazla olmayanlar. Hani hep daha çok parasız insanların tatmin olmak, dertlerini unutmak için statlara gittiği söylenir ya ben buna çok inanmıyorum. Parasız olanlar maçları izlemek yerine stad dışında köfte-ekmek satıyorlar ve çok da haklılar. Futbolu önemsemek hayatın tüm anlamsızlığını ona yüklemek ve onu tek anlam haline getirmek değildir. Futbol tek başına bir anlam ifade eder ama sadece güzel bir oyun olarak, daha ötesi değil. Futbolu severken bir oyunu sevdiğimizi unutmamak gerek. Ona gerektiğinden fazla ilgi gösterirsek güzelliğini yitirir.
Hayatınızda gerçekten mutlu olduğunuz anların kaçı futbolla ilgili? Hayatınızda en çok moral çöküntüsü yaşadığınız ve yaşama arzusunu yitirdiğiniz anların kaçı futbolla ilgili? Peki tüm soruları unutun ve şuna cevap verin: Hayatınızın ne kadarını futbol oluşturuyor? Her aklınıza geldiğinde bu soruları kendinize sorun ve yanıtlarından korkmayın. Futbol bizi hem çok mutlu hem de çok mutsuz ettiği için hayata benzer ama tek başına bir hayat oluşturamaz. Belki en fazla hayatın güzelliklerinden biri, hatta en güzeli olabilir.
Bunca yıldan sonra futbol ile ilgili öğrendiğim güzel bir benzetme: Futbol sevdiğiniz gibidir. Onu çok sevmek sizi şanslı, mutlu bir adam yapar. Ama onu hayatınızın odağı yapmak sizi sadece iflah olmaz bir futbol bağımlısı yapar. Futbolun kendisi bile beklentilerinizi karşılayamaz.
Aslında tüm yazıyı Oben ve onun yaşındayken ki kendime yazdım. Önünde uzun görünen kısa bir yıl, sonunda giyotin işlevli bir sınav ve seni bekleyen bitmeyen testlerle dolu saatler uzanıyor. Eğer futbolu seviyor ve futbolu soluyorsan, 3 saatten fazla futbolsuz kalmak bir cam kürenin içinde dakikalarca nefessiz kalmakla eşdeğerdir senin için. Belki de hayatının en güzel oyunları bu sene oynayacağın kaçamak oyunlar olacak. Sana önerim, FIFA’06, PES4, WE9, CM05-06, FM05-06 çıktığında hepsini al ve hepsiyle de destanlar yaz. Alınmadık kupa, kırılmadık rekor bırakma. Ama senin için neyin önemli olduğunu belirle ve hiç unutma. Amacın İstanbul-İzmir’de yaşamaksa ne kadar çalışman gerektiğini öğren. Amacın Galatasaray Üniversitesi’ni kazanıp, ileride Paris’de “Parc de Princes”a yakın bir apartmanda yaşamaksa sınavdan önce ve sınavdan sonra ne kadar çalışman gerektiğini bil. Şimdi zamanından yapacağın fedakarlıklarla ileride kazanacağın zamanı düşün. Unutma, PSG maçlarını izlemek için stadına gitmek Paris’den daha kısa sürer. Ayrıca GS Üniversitesi’nin şahane bir boğaz manzarası var.