İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

28.09.2005

Bir Yeteneksizin İtirafları

İki hafta önce bir otobüs yolculuğu yaptım. Yolculuktan önce midemi bozduğumdan tüm yol kabus gibi geçti. Öyle kötüydüm ve öyle kusmak istiyordum ki aklıma ne gelirse gelsin midem bulanıyordu. Sanki büyük bir pisliğin içindeydim, etrafımda hiçbir güzellik kalmamıştı. Kusmamak için aklıma güzel şeyler getirmeliydim ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu futboldan başka. Akşam AC Milan-FB maçı vardı ve kendimi evimde maç izlerken hayal ediyordum. Bu biraz işe yaradı; uyuyakaldım. Uyandığımda neredeyse gelmiştik. Otobüsten indiğimde çıkarmadan eve kadar gidebileceğimden şüpheliydim. Elimde bavullarla, koşar adımlarla eve doğru yürürken futbolu, FB’nin AC Milan karşısında nasıl oynaması gerektiğini düşünerek aklımı meşgul ettim. Eve ulaştım, duş aldım, rahatladım ve işe geç kaldım. İşte ise işe yoğunlaşıp zamanın hızlı geçmesini sağladım. Akşam eve dönerken sanki kutlama varmış gibi alışveriş yaptım, içecek aldım, çerez aldım ve artık maça hazırdım.

Futbolu ne kadar seviyorsunuz? Muhtemelen benden çok seviyorsunuz. Ama şunu iddia ederim ki herkes futbolu en çok kendisinin sevdiğini düşünür. Bir anlamda doğrudur da bu. Peki o zaman size bir itiraf : Ben Avrupa’da okuma/yaşama fırsatını, İstanbul’da kalıp FB’yi takip etme, FB’den kopmamak adına teptim. Siz bugün veya dün futbol için ne yaptınız? Kim futbolu en çok sevdiğini söyleyebilir?

Ama işte maç başladı, daha ilk dakikasında futbolun 90 dakika olduğunu ve tüm beklentilerimin, tüm heyecanımın, bu maça yüklediğim tüm anlamın 90 dakika içinde biteceğini fark ettim. Erken gol beni darmadağın etti ve canım sıkıldı. Tüm maçı büyük bir heyecan ama bir o kadar da can sıkıntısı içinde izledim. Fener iyi oynuyordu ama beraberlik golünü bulduklarında bile takımımın hata yapmasından korkuyordum. İlk o an AC Milan taraftarı olsaydım neler olurdu diye düşündüm. Taraftarı olduğum takım şimdi hayal ederken bile heyecanlandığım Şampiyonlar Ligi finalini defalarca oynamış, birçok kez de kupayı kazanmış olacaktı. Dünyanın en ünlü oyuncularını iki haftada bir çıplak gözle izleme olanağım olacaktı.

Peki, Türkiye’de taraftar olmak, Türkiye’de doğmuş olmak bir şans mı, şansızlık mı? Şöyle düşünelim; annelerimiz haklı olsun, futbolu boş verelim, derslerimize çalışalım ve o kadar başarılı olalım ki İtalya’da okuma/çalışma şansını kazanalım. O zaman Türkiye’de doğma şansızlığımızı çalışarak aşmış ve AC Milan taraftarı olmayı emeğimizle hak etmiş mi oluruz? Peki çalışarak taraftar olunabilir mi? Yeni bir soru; yerimde olsaydınız ve Avrupa’da istediğiniz bir ülkeye yerleşme şansınız olsaydı, takımınızı bırakıp gider miydiniz? Tuttuğunuz takımı ne kadar seviyorsunuz? Aslında mesele Avrupa-Türkiye meselesi değil, misal Can Evren iyi bir Bursaspor taraftarı, okul sonrası İstanbul’dan iyi bir iş teklifi almasına rağmen Bursaspor’u bırakıp İstanbul’a yerleşir mi? Bursa-İstanbul arası çok değil demeyin, bir şehri terk etmek, sadece evinizi taşımak değildir, o şehirdeki tüm anılarınızı ve o şehirle ilgili tüm geleceğinizi terk etmektir. Tabi ki günümüzde takımınızı dünyanın her yerinden takip edebilirsiniz ama şu da çok doğrudur ki sevdiğinizden ne kadar uzaksanız, kalbiniz de sizinle beraber o kadar uzaktır. Yine bir örnek, GS UEFA Kupasını aldığı zaman dünyanın öbür ucunda olsaydınız(hatta Kophenang da bile olsaydınız), İstanbul’da olduğunuz kadar sevinir miydiniz? Ya da başka bir soru, herhangi bir AC Milan taraftarı takımının aldığı Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğuna, herhangi bir Türk taraftarının GS’nin zaferine sevindiğinden daha çok sevinebilir mi? Ve unutmayalım daha önceki yazılarımı okuyanlar bilirler ki ben Türkiye’de futbolun iddia edildiği kadar çok sevildiğine inanmıyorum. Taraftarın sevdiği başarı ve rakip taraftarlara gösterip övünç duyacağı bir şeylerinin olmasıdır. Şunu kabul etmeliyiz, her ne kadar İtalya, İspanya, İngiltere gibi ülkelerin büyük takımlarının taraftarları daha şanslı da olsa, Türkiye’de taraftar olmak da özeldir. Her ne kadar takımınız sizi hayal kırıklığına uğratsa da futbol taraftarlığı vazgeçmek değildir ve zaten takım değiştirmek gerçek taraftarlar için imkansızdır.

Futboldan karşılık bekliyor musunuz? AC Milan maçına kadar beklemediğimi düşünüyordum ama maç biterken içimdeki acının kaynağında futboldan karşılık beklediğimin yattığını anlamıştım. Yeni bir itiraf, ben futboldan karşılık bekliyorum. Oben’in yaşındayken FIFA, PES, CM gibi oyunların çıkış tarihi hayatımın köşe taşlarıydı. Nerdeyse benim sezon açılışlarımdı. Üniversite sınavından çok futbola önem verirdim çünkü futbol hayatımın en büyük mutluluk anlarının çoğunun ana nedeniydi. ÖSYS ise sadece korkutuyordu beni ve sebebi yapamayacağım değil yapmak istemediğimdi. Her koşulda sınava gireceğimi ve iyi kötü bir okulu kazanacağımı biliyordum. Ama o zamanlar sadece hissetsem de şimdi kesinlikle biliyorum ki futboldan başka hiçbir meslek beni mutlu etmeyecekti . Yazık ki futbol sınavla kazanacağın bir meslek değildi. Daha ufacıkken, sayı saymasını bile bilmiyorken futbolu öğrenmiş ve ona tutulmuştum. Ben en umutsuz fanatiklerdendim. Futbol yeteneksizi çaresiz futbol fanatiklerindendim. Üstelik futbolcu olamayacak kadar kafam çalışıyordu ve yeteneklerimi futbol için harcamayacak kadar korkaktım. Bilmediğimi o zamanlar çok istediğim bilim adamı bile olsam eninde sonunda futbol beni bırakmayacak, karşıma çıkacaktı. Artık öğrendim ki bu ülkede futbolsever olmak için futboldan karşılık beklememek gerek.

Futbola ne kadar bağımlısınız? Ağustos sonu Digitürk’e abone olup sezon boyu LİG TV izlemek istedim. Bütçemi hesapladım, eşimi ikna ettim, servisi çağırdım. Ne yazık ki ev sahibim tamamen “estetik kaygılar” nedeniyle balkona çanak anten kurulmasına izin vermedi ve LİG TV hayallerim suya düştü. Hayatımı öyle kurgulamış ve her hafta Süper Lig’den 3-4 maça o kadar alıştırmıştım ki kendimi sonuç beni neredeyse yıkıma götürdü. Sadece uzanıp, tavana bakıp insanların estetik kaygılarını futbolun önünde tutmasını anlamaya çalıştım. Kendime gelmem 1 hafta sürdü. Normale dönmem 1 ay. Şimdi futbolun sevilemeyebileceğini anlamaya başladım. İnsanların hayatında çok daha önemli şeyler var. Bence futbolu en çok sevenler yine biziz, yani bu sitede yazan, okuyan, geçim kaygısı fazla olmayanlar. Hani hep daha çok parasız insanların tatmin olmak, dertlerini unutmak için statlara gittiği söylenir ya ben buna çok inanmıyorum. Parasız olanlar maçları izlemek yerine stad dışında köfte-ekmek satıyorlar ve çok da haklılar. Futbolu önemsemek hayatın tüm anlamsızlığını ona yüklemek ve onu tek anlam haline getirmek değildir. Futbol tek başına bir anlam ifade eder ama sadece güzel bir oyun olarak, daha ötesi değil. Futbolu severken bir oyunu sevdiğimizi unutmamak gerek. Ona gerektiğinden fazla ilgi gösterirsek güzelliğini yitirir.

Hayatınızda gerçekten mutlu olduğunuz anların kaçı futbolla ilgili? Hayatınızda en çok moral çöküntüsü yaşadığınız ve yaşama arzusunu yitirdiğiniz anların kaçı futbolla ilgili? Peki tüm soruları unutun ve şuna cevap verin: Hayatınızın ne kadarını futbol oluşturuyor? Her aklınıza geldiğinde bu soruları kendinize sorun ve yanıtlarından korkmayın. Futbol bizi hem çok mutlu hem de çok mutsuz ettiği için hayata benzer ama tek başına bir hayat oluşturamaz. Belki en fazla hayatın güzelliklerinden biri, hatta en güzeli olabilir.

Bunca yıldan sonra futbol ile ilgili öğrendiğim güzel bir benzetme: Futbol sevdiğiniz gibidir. Onu çok sevmek sizi şanslı, mutlu bir adam yapar. Ama onu hayatınızın odağı yapmak sizi sadece iflah olmaz bir futbol bağımlısı yapar. Futbolun kendisi bile beklentilerinizi karşılayamaz.

Aslında tüm yazıyı Oben ve onun yaşındayken ki kendime yazdım. Önünde uzun görünen kısa bir yıl, sonunda giyotin işlevli bir sınav ve seni bekleyen bitmeyen testlerle dolu saatler uzanıyor. Eğer futbolu seviyor ve futbolu soluyorsan, 3 saatten fazla futbolsuz kalmak bir cam kürenin içinde dakikalarca nefessiz kalmakla eşdeğerdir senin için. Belki de hayatının en güzel oyunları bu sene oynayacağın kaçamak oyunlar olacak. Sana önerim, FIFA’06, PES4, WE9, CM05-06, FM05-06 çıktığında hepsini al ve hepsiyle de destanlar yaz. Alınmadık kupa, kırılmadık rekor bırakma. Ama senin için neyin önemli olduğunu belirle ve hiç unutma. Amacın İstanbul-İzmir’de yaşamaksa ne kadar çalışman gerektiğini öğren. Amacın Galatasaray Üniversitesi’ni kazanıp, ileride Paris’de “Parc de Princes”a yakın bir apartmanda yaşamaksa sınavdan önce ve sınavdan sonra ne kadar çalışman gerektiğini bil. Şimdi zamanından yapacağın fedakarlıklarla ileride kazanacağın zamanı düşün. Unutma, PSG maçlarını izlemek için stadına gitmek Paris’den daha kısa sürer. Ayrıca GS Üniversitesi’nin şahane bir boğaz manzarası var.

Bense, çarşamba günü Kadıköy’de FB’nin eksik PSV’yi yenmesi için dua edeceğim. Yense de yenilse de Mecidiyeköy’deki evime döneceğim ve sabah işe gidip hayatıma devam edeceğim. Peki en son soru, çarşamba günü atılacak bir gole en çok kim sevinecek; VIP localarında puro tüttüren fenerliler mi, migros tribününde sadece maçı izleyen İlker Dalgıç mı, Karşıyaka’da evinde maçı TV’den izleyen Oben mi, Hollanda’dan İstanbul’a gelen PSV taraftarları mı, maça giremeyen köfteciler mi, basın tribününde maçı keşke ben de sahada olsaydım diye iç geçirerek izleyen Rıdvan Dilmen mi, yoksa nerde olduğunu bilmeyen ve 90 dakikalık bir düş gördüğünü sanan Özcan Yılmaz mı? Buna sadece yüreğinizdeki futbol sevgisi karar verecek.

Fenerbahçe, Şampiyonlar ligi, Sistem vs.

Fenerbahçe stadının yeni haliyle PSV karşısına çıkacak Çarşamba akşam.Milan maçından Fenerbahçe’nin grupta neler yapabileceği ile ilgili geliştirilen argümanlar değişikliğe uğradı.Fenerbahçe’nin ligde oynadığı,son iki maçta biraz yerine oturan futbolu medyamızı pek de etkilememiş dolayısıyla da şampiyonlar ligi ile ilgili beklentiler de asgari seviyelerdeydi.Milan maçı bu rüzgarı ters döndürdü ve belki de maç 1-1 bitse Fenerbahçe efsanesinden bahsediliyor olacaktı.



Şampiyonlar ligi kuralarının çekim günü televizyonun karşısındaydım.Gözüme iki tane grup kestirmiştim.Birinde İnter,Glasgow,Porto,diğerinde ise Arsenal,.Özellikle Artmedia İnter’in grubuna gidince kahroldum çünkü o grupta Fenerbahçe’nin bırakın ikinci turu,İnter’in iki maçlık seyircisiz oynama cezasını da düşünerek grup birincisi bile olabileceği inancı vardı bende.Olmadı maalesef ama ne var ki şükürler olsun kurada son ikiye kalan takımdan biri olan Fenerbahçe Chelsea ve Liverpool’un yanında değil de Milan’ın yanında yer buldu kendine.Neyse burayı çok uzattım galiba.



Bu grup Fenerbahçe’nin şampiyonlar ligi hayalinin devamını sağlayabilecek bir grup.Fenerbahçe hem Schalke’den hem de PSV den az bir takım değil.Fenerbahçe’de eksik olan şey son Milan maçında da puan kaybına sebep olan,G.Sarayda da zamanında yaşanmış artık yaşanması pek mümkün görünmeyen şeyle aynı.Fenerbahçe’de Avrupa kültürü eksik.



Bu da Fener’i bir adım geriye atıyor yoksa bunun dışında Fenerbahçe hem PSV’den hem de Schalke’den az değil hatta fazla bi takım.



Geçen seneden beri fırsat buldukça orda burada söylediğim bir mesele var Fenerle ilgili.Bu takımda Alex var.Onun varlığı Fenerbahçe’nin oyun stratejisini,düzenini her şeyini belirleyecek.Alex varken çift forvet ve kanat oyuncularıyla oynayamazsınız.Peki ne yapmalısınız.Alex’i forvetin yanına doğru sürmek ortasahaya da bir oyuncu daha ilave etmek ve iki forvetli-kanatsız veya tek forvetli-kanatlı oyun sistemleri kurmak.4-3-1-2 yada 4-2-3-1 in bu takım için en ideal çözümler olduğunu düşündüm hep.Yeterli kanat oyuncularının olmaması da ikinci seçeneği zorlaştırdı.Geriye kalan 4-3-1-2 oldukça iyi bir çözüm olarak ortada kaldı.Bu yıl Appiah’ın ilavesi ile Selçuk, Aurello,Appiah üçlüsü oluştu bu da bizim sistemimize oldukça uyan bir üçlü. Tuncay, Alex, Anelka lı ileri hattı ise oldukça yetenekli bir hat.Gerçi Daum bu oyun düzenini zor maçlarda denemeyecek.O 4-4-1-1 gibi sahaya yayılmayı garantici oynamayı uygun buluyor.Özellikle deplasmanlarda iyi bir tercih olduğu doğrudur.Gelelim PSV maçına;



PSV maçında Tuncay’ı Anelka’nın yanına sürmek zorunda Daum.PSV’nin kalabalık,alan daraltan savunması karşısında Anelka’dan oluşacak hücum çok da etkin olamaz.Tuncay’ın ve Alex’in mutlaka oralara girmeleri gerekir. Appiah’ın da çizgi adamı gibi değil de içeriye daha yakın oynaması gerekir. Yani 4-3-1-2 dizilişli oyun düzenini Fenerbahçe Kadıköyde kullanmak zorunda aksi takdir de gol bulmakta zorlanacak.Fener’in başka ne sıkıntıları var? En büyük sıkıntı artık,kendisini daha da iyi ortaya çıkaran solbek sıkıntısı elbette.Ümit Özat gerek formsuzluğu gerek yetersizliği ve gerekse de gerçek bir sol bek olmayışının getirdiği sıkıntılarla o bölgede büyük sorun yaratıyor Fener’e.Bir başka sorunu da Fenerbahçe’nin Alex.Hiç kendini sıkmadan süren oyun anlayışı ile takıma verdiği katkı asgari seviyede kalıyor.Biz ondan top rakipdeyken oynamasını beklemiyoruz ama top Fenerdeyken bari oynasın istiyoruz.O ise bunu da pek yapmak istemiyor.Maçı izlediği yer gerçekten çok iyi sahanın ortasında maç izlemek herkese nasip olmaz.


Bunun dışında ise genel olarak olumlu görünüyor her şey. Artık daha çağdaş bri futbol çizgisi tutturmuş bir Fenerbahçe var.İkinci tur bu Fener için hayal olmaktan çok öte,hatta çok yakın

22.09.2005

Hesap Kitap

Dünya Kupası’na her gün çok yaklaşıyoruz ve Türkiye adına heyecanlı günler yaşıyoruz. Herkes acaba Dünya Kupası’na kalabilecek miyiz, Türkiye olarak yine başarılı olabilir miyiz diye düşünüyor. Fatih Terim, Ersun Yanal, Hakan Şükür tartışmaları yaşanırken, biraz bunlardan uzaklaşıp işin içine girelim ve 2006 Dünya Kupası’nda kimleri göreceğimizin hesabını kitabını yapalım.

AFRİKA ile başlayalım.

Turnuvanın formatı icabı, Dünya Kupası’na Afrika’dan 5 takım katılıyor. Şu anda Afrika’da mücadele edilen 6’şar takımlı 5 grup var. (Avrupa’da 8, Afrika’da 5 grup) Bu grupların liderleri direk olarak Dünya Kupasına katılıyorlar. İkinci olmak Afrika’da hiçbirşey ifade etmiyor. Gruplara bir bakalım:

1.Grup:

Liderliğe oynayan iki tane takım var. Bunlardan bir tanesi FIFA sıralamasında 66. sıradaki Togo, diğeri 2002’de yendiğimiz Senegal. Togo’nun 20, Senegal’in 18 puanı bulunmakta. Gruplarda 1’er maç kaldı. Bu maçlar 8 Ekimde oynanacak. Togo, Congo’ya konuk olurken, Senagal Mali ile kendi sahasında oynayacak. Daha önce hiç Dünya Kupası görmemiş Togo’nun bu şansı kaçıracağını pek düşünmüyorum. İlk gruptan TOGO’nun Dünya Kupası’na katılması %95.

2.Grup:

Bu grupta seri başı olarak Güney Afrika vardı ancak 4 maç kaybederek 9 maçta toplam 15 puan kazandılar. Bu grubun son maçlarına bakarsak 18 puanlı lider Ghana, Cape Verde Adaları ile oynayacak ve büyük ihtimalle kazanarak Dünya Kupasında yer alacak.

3.Grup:

Bu grubun favorileri Kamerun ve Mısır’dı. Fakat Mısır’ın Libya mağlubiyeti ve Benin beraberliği onları Dünya Kupası hayalinden uzaklaştırdı. Grubun flaş ekibi de Fildişi Adaları oldu. Son maçlar şu şekilde:

Kamerun – Mısır

Sudan – Fildişi

Kamerun galip gelirse Dünya Kupası’na katılacak ama berabere kalırsa ve Fildişi kazanırsa, tarihlerinde ilk defa Dünya Kupası’na gidecekler.

4.Grup

Afrika’nın en çekişmeli ikinci grubu. 18 puanda iki takım var. Bunlardan biri Angola diğeri Nijerya. İkili averajdan dolayı liderlik Angola’da. Son maçta Angola deplasmanda Rwanda ile oynarken, Nijerya Zimbabwe ile kendi sahasında karşılaşacak. Rwanda’nın grup sonuncusu olduğunu düşünerek yaptığım tahmin Angola’nın Nijerya’nın önünde grubu tamamlayacağı.

5.Grup

Tunus 20, Fas 19 puana sahip. Son maç Tunus-Fas. Grubun kader maçı. Afrika’yı çok takip ettiğim söylenemez ama Tunus’un da kolay kolay bırakacağını düşünmüyorum okuduğum yazılar ve gördüğüm özet görüntüler doğrultusunda.

ASYA

Asya’dan 4 takım direk olarak Dünya Kupası’na katılırken bir takım da Kuzey Amerika ile play-off oynuyor. Katılan 4 takım şu anda belli. Bunlar Suudi Arabistan, Güney Kore, Japonya ve İran. Bunların yanı sıra Özbekistan-Bahrein maçının galibi play-off oynayacak. İkisi de çok kalitesiz takımlar.

KUZEY AMERİKA

Kuzey Amerika’dan 3 takım direk kalifiye olurken, 4. takım Asya’da demin bahsettiğim Özbekistan-Bahrein maçının galibi ile oynayacak. Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika’nın çıklamarı garanti. Kosta Rika ve Guatemuala takımlarından bir tanesi direk katılırken diğeri play-off oynayacak gibi gözüküyor. Şu anda puan avantajı Guatemuala’da ama Kosta Rika’nın da Guatemuala maçı var deplasmanda. Bu maçın tarihi de 12 Ekim. O zamana kadar 3. takım belli olmaz gibi duruyor ama her iki takımında Asya’dan gelecek takımları yenmesi yüksek ihtimal

GÜNEY AMERİKA

Arjantin ve Brezilya garantiledi. Toplam 4 takımın direk katıldığı, bir takımın da Avustralya ile play-off oynadığı kıtada 3. sırada 26 puanla Ekvator, 4. sırada 25 puanla Paraguay yer alıyor. Ekvator’un kalan son iki maçının Uruguay ve Şili olduğunu düşünürsek, Dünya Kupası’na yakın olduklarını söyleyebiliriz. Aynı şekilde Paraguay da Venezuella ve Kolombiya ile oynayacak. Onlar da heralde puan avantajlarını kaybetmezler. Grubta play-off’a kalma şansı olan 3 takım Uruguay (21) , Kolombiya (20) , Şili (20) puana sahip. Bu 3 takımın arasında düğümü çözecek maçlar 8 Ekim’deki Kolombiya-Şili ve Uruguay’ın Ekvator ve Arjantin maçları gibi gözüküyor. 3 takımın şansı da birbirine yakın gibi gözüküyor.

VE AVRUPA

Almanya haricinde toplam 13 takım katılacak. 8 tane grup lideri direk olarak katılırken en iyi 2 tane ikinci de direk katılacak. Diğer 6 grubun 2.leri kendi aralarında play-off oynayacaklar. Herkesin kafasını karıştıran bir olayın bazı gruplarda 6 bazı gruplarda 7 takımın yer alması olduğunu tahmin ediyorum. En iyi ikinciler şu şekilde kararlaştırılıyor: her grubun ilk 6 sırasında yer alan takımlar kale alınıyor. Mesela bizim grupta 10 gol atıp çok sevindiğimiz Kazakistan maçları hiç bir işe yaramıyor. Bu duruma göre teker teker gruplara bakalım ve matematik yapalım

1.Grup

Netherlands 10 28

Czech Republic 10 24

Romania 11 22

Kalan maçlardan biri Çek Cumhuriyeti-Hollanda. Bu maçın skoru ne olursa olsun Hollanda liderliğe çok yakın. Çek Cumhuriyeti’nin Hollanda’yı ve Finlandiya’yı yeneceğini hesaplarsa 30 puan ile grubu tamamlayacak. Çek Cumhuriyeti sonunculuğa oynayan 2 takım (Ermenistan ve Andorra) maçlarının hepsini kazandığı için en iyi ikinci olma yolundaki puanı 24.

2.Grup

Ukraine 11 24

Turkey 11 20

Greece 10 18

Denmark 10 16

Bu grubu zaten herkes biliyor. Olay Danimarka-Yunanistan maçında biticek. Ve bizim inanılmaz derecede korktuğumuz, forveti olmayan Yunanistan, Danimarka’yı yenemeyecek. Biz de Arnavutluk’u kazasız belasız yenip play-off’a kalacağız. Danimarka’nın Yunanistan’a asılmayacağını düşünen insanlar da olabilir ama bana kalırsa matematiksel olarak Danimarka’nın şansı devam ettiği sürece, Danimarka Yunanistan’ı çok rahat yener. Geçen sene Şampiyonlar Ligi’nde PSV Lyon’u rahat geçer dediğim gibi aynen bunu da iddia ediyorum. İşallah bu da doğru çıkar. Bunun da sohbetini İlker ile yaptık. Bence Danimarka en az 2 farklı yener, gol de yemez. Bir de bu gruptan en iyi ikinci çıkmaz bunu hepimiz biliyoruz.

3. Grup

Portugal 10 24

Slovakia 10 19

Russia 10 19

8 Ekimdeki maçlar:

Slovakia - Estonia

Russia - Luxembourg

Portugal - Liechtenstein

Burda kaza olabilecek tek maç Slovakya gibi gözüküyor. Slovakya çok formsuz ve puan kaybedebilir ama normal şartlarda puan durumu PORTEKİZ 27 SLOVAKYA 22 RUSYA 22 olacak. Buna göre hesap yaparsak 12 Ekim’deki Slovakya-Rusya maçı düğümü çözecek gibi gözüküyor. Grup sonuncusu Lüksemburg’un 0 puanı olduğunu düşünürsek en iyi ikinci yolunda Slovakya ve Rusya’nın 16şar puanı bulanıyor. Iki takımdan birinin galip gelmesi durumunda puanı 19 olacak. Bu da en iyi ikinci olmaları için yeterli bir puan değil. Bu yüzden ya Slovakya ya Rusya play-off oynayacak ve Portekiz de direk olarak katılacak.

4.Grup

Switzerland 8 16

France 8 16

Israel 9 15

Ireland Republic 8 13

Herhalde en enteresan grup budur. Fransa ve İsviçre’nin galip gelmesiyle grup biraz olsun şekillendi. Grubun liderini belirleyecek maçlara şöyle bir bakalım. 8 Ekim’deki maçlar:

Switzerland - France

Israel - Faroe Islands

Cyprus - Ireland Republic

Bu maçlarda İsrail ve İrlanda çok problem olmadan kazanacaktır. Böylece İsrail 18 puanla grubu tamamlayacaktır. İrlanda da 16 puan ile son maça şansını bırakacaktır. İsviçre-Fransa maçını Fransa’nın kazanacağını düşünürsek, grupta liderliği Fransa kazanacaktır ve İrlanda-İsviçre maçı 2.yi belirleyecektir. Fransa İsviçre’yi yenemezse yine en kötü play-offa kalması muhtemel. Diyelim ki Fransa yenildi o zaman İsviçre 19, İsrail 18, Fransa 16, İrlanda 16. Son maçlarda Fransa kazanır ve 19 ile grubu tamamlar. İrlanda-İsviçre maçında İrlanda kazanırsa 3 takım 19 puanla grubu tamamlayacak ve averajdan dolayı İsviçre lider, Fransa ikinci olacaktır. Yani İrlanda’nın çıkabilmesi için 2 maçını da kazanması gerekir ve Fransa’nın İsviçre’yi deplasmanda yenmesi gerekir. Benim tahminim Zidane’nın dönmesiyle ve Cisse’nin iyileşmesiyle Fransa kolaylıkla lider olur, İsviçre-İrlanda maçı da 2.yi belirler.

5. Grup

Italy 8 17

Norway 8 12

Slovenia 8 12

Scotland 8 10

Bu grupta İtalya lider olarak tamamladı diyebiliriz. 2.lik için çok çılgın bir tablo var. Şöyle bir kalan maçlara bakalım.

Scotland - Belarus

Norway - Moldova

Italy - Slovenia

Slovenia - Scotland

Belarus - Norway

Benim gönlümden geçen takım İskoçya. Futbolu gerçekten çok seven İskoçya’ya çok büyük bir sempatim var ama Carewli Norveç’in kalan maçları kolay ve 6 puan alacak gibi gözüküyor. Fakat Norveç bugünkü İskoçya maçındaki gibi kötü oynarsa ve İskoçya da 6 puan alırsa bir şans İskoçya play-offa kalabilir. Norveç 2. olursa puanı 18 olur. En iyi ikinci hesabını en sonda yapacağız.

6. Grup

Poland 9 24

England 8 19

Hırvatistan’ın Malta beraberliğinden sonar bu haftanın en süpriz sonucu İngiltere’nin Kuzey İrlanda’ya yenilmesiydi. Buna rağmen İngiltere’nin kalan maçları kendi sahasındaki Avusturya ve Polonya maçları. Benim düşüncem İngiltere’nin 6 puan alarak gruptan lider çıkacağı. Polonya’nın da 24 puanda kalacağıdır.

7. Grup

Serbia & Montenegro 7 16

Spain 7 14

Bosnia-Herzegovina 7 13

Bu gruptan birçok Türk vatandaşının da isteyeceği gibi Bosna-Hersek’in ilk ikiye girmesini istiyorum. 8 Ekimdeki maçlara bakınca:

Bosna-San Marino

Litvanya-Sırbistan

Belçika-İspanya

Bosna Hersek kazanırsa 16 puan olacak. İspanya ve Sırbistan da kazanır gibi duruyor ama ikisi de deplasmanda oynuyor. Ltvanya olmasa da Belçika’dan bir sürpriz beklenebilir. Eğer İspanya berabere kalırsa, Sırbistan kazanırsa puan durumu şöyle oluyor.

Serbia & Montenegro 8 19

Bosnia-Herzegovina 8 16

Spain 8 15

Son maçta Bosna, Sırbistan deplasmanında oynayacak. İlk maçın sonucu 0-0. Aynı sıralarda İspanya da Litvanya deplasmanında olacak. Bu gruptan, son İspanya beraberliği ile Sırbistan’ın çıkması ve arkasından İspanyanın 19 puanla ikinci olması çok büyük ihtimal ama yine de ben Bosna’ya şans ve başarı diliyorum.

8. Grup

Sweden 8 21

Croatia 8 20

Hırvatistan’ın futbolunu beğeniyordum ve lider olarak bitireceğine inanıyordum ama Malta beraberliği işleri karıştırdı. Bana göre Malta ile berabere kalan bi takım disiplinsiz bir takımdır ve formasını çok sevdiğim Hırvatistan’dan bu sonuç nedeniyle çok soğudum. Bu grubun lideri 8 Ekim’deki Hırvatistan-İsveç maçı ile belli olur. Şansı kalmayan Macaristan’ı Hırvatlar yenerse ve İsveç de İzlanda’yı yenerse Hırvatistan-İsveç maçı sonucuna göre puan durumu şöyle olur.

Hırvatistan alırsa: 24-26

Berabere biterse: 25-24

İsveç alırsa: 27-23

EN İYİ İKİNCİ HESABI

Şimdi en iyi ikinci hesabı yapacak olursak, 20’nin üzerinde puanla tamamlama ihtimali olan takımlara bakalım. 1. gruptan Çek Cumhuriyeti, 6. gruptan Polonya veya İngiltere, 8. gruptan da Hırvatistan veya İsveç en iyi ikinci adayları. Çeklerin kazanabileceği maksimum puan 24. Polonya’nın şu andaki puanı 24 ve İngiltere’ye yenilmeleri durumunda 24 puanla tamamlayacaklar. Hırvatistan ve İsveç’in grubunda da yukarda yazılı olduğu gibi 24 puan muhtemel gözüküyor. Bu takımlar arasında en şanslı olan Polonya gibi gözüküyor çünkü 24’e ulaşmaları için maç kazanmaya ihtiyaçları yok. Çek Cumhuriyeti’nin Hollanda’yı devirmesi lazım, dengesiz Hırvatistan’ın da Macaristan’ı yenmesi gerekiyor. Bunların ikisi de çantada keklik maçlar değil. Bir diğer ihtimal ise Polonya’nın İngiltere deplasmanından puan alması. Avusturya’yı yeneceğini düşünürsek bu grupta İngiltere’nin Polonya maçı sonucunda puanı 22, 23 veya 25 olacaktır. Polonya’yı yenemezlerse İngiltere %90 play-off oynar ve en iyi ikinciler Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan-İsveç maçının kaybedeni olur.

Yani Avrupa’yı şöyle bir toparlayacak olursak,

Hollanda

Ukrayna

Portekiz

Fransa veya İsviçre

İtalya

İngiltere veya Polonya

Sırbistan

Hırvatistan veya İsveç

grup lideri olacak gibi duruyor. En iyi ikinci olma ihtimali olan takımlar:

Çek Cumhuriyeti

Polonya

Hırvatistan veya İsveç gibi gözüküyor. 24 puan ile en iyi ikinciler gider gibime geliyor.

Türkiye’nin grup ikincisi olarak play-offa kalması durumunda muhtemel rakipleri şu takımlar olabilir:


Slovakya

Rusya

Fransa (düşük ihtimal)

İrlanda

İsviçre

Norveç

Slovenya

İngiltere (düşük ihtimal)

İspanya

Gece gece biraz matematik yaptım ve sizi de bu hesaplardan kurtardım çünkü herkesin Ekim ayı başında bu hesapları yapacağını tahmin ediyorum. Hepinize sevgiler, düşüncelerini ve yorumlarınızı bekliyorum.

19.09.2005

UEFA Kupası'nda İlk Perde

Aslında bu yazıyı yazmak hiç hesapta yoktu. Çünkü çok büyük bir sürpriz beklenmiyordu, UEFA Kupası’ndaki temsilcilerimizden. Ama yine de bu yazıyı yazdıran, her iki temsilcimizin de skor olarak bize sürpriz gelen sonuçlar alması değil, rakiplerin futbol olarak hepimizin beklediğinden farklı çıkması..

Ne İnönü’de beklediğimiz kadar tehlikeli bir Malmö vardı, ne de Galatasaray’ın karşısında beklenildiği kadar zayıf ve yetersiz bir Tromsø.

Kuru milliyetçilik yapmanın lüzumu yok. Nasılsa Tromsø İstanbul’da 3-4 gol yemeden tur için kendisine muhakkak lazım olan bir gol bulamayacak ve Galatasaray’ı eleyemeyecek. Onun için 78. dakikada gelen golü ilahi adaletin bir tecellisi sayarak lafa başlayalım.

Öncelikle maçın adamından bahsedelim: Karşısında gelen her oyuncuyu rahatlıkla alt eden, girdiği ikili mücadelelerin hemen hepsinden galip çıkan, topa maç içersinde en fazla sahip olan, kendisine canla, başla direnen 22 kişiye rağmen maçın skorunu belirlemeyi ve maçın kahramanı olmayı başaran…

Bildiniz canım, oyun alanının dört köşesindeki 10’ar, 15’er metrekarelik alanlar dışında tamamını kaplayan çamur..

Sahanın, daha ilk yarının ortalarına gelmeden almaya başladığı hali görünce, maç bitiminde yapılacak analizleri de tahmin edebiliyorduk: “Aslında maçtan bahsetmenin lüzumu ve anlamı yok, bu sahada oynanan şeyin adı maç değil” vs. vs… Ama iki takımın da spor yazar ve yorumcularının işin kolayına kaçmasına müsade etmeye pek niyeti yoktu. Gerçi bir çoğu yine işin kolayına kaçmanın bir yolunu bulup, UEFA’yı bu maçı oynattığı için eleştirmekle yetindi, Galatasaray’ın kaybetmesinin verdiği gazla. Öyle ya, rakip Avrupa’nın artık sıradan liglerinden Norveç Ligi’nde geçen sene her nasılsa 4. olmuş, bu sene de düşme potasına yakın yerlerde seyreden, sıradan bile olmayan bir takımdı. İşte işin kilit noktası da burası: DEĞİLDİ..

Genel hatlarıyla Tromsø olabilir ama Perşembe akşamı Galatasaray’ın karşısındaki Tromsø değildi.

Galatasaray’ın karşısında, tutu geçmeyi yahut turu geçecek bir skor almayı da umursamayan, sadece ve sadece bu maçı almaya odaklanmış ve bunu yapabileceğine inanmış bir Tromsø vardı; başlarında da Galatasaray’ı çok iyi analiz etmiş ve takımına çok iyi kavratmış bir teknik direktör. Öyle uzun uzadıya maç analizi yapmaya gerek yok; Tromsø’nun golü bulduktan sonraki didinişinden ve Steinar Nilsen’in maç içinde yaptığı oyuncu değişikliklerinden bahsetmek yeter.

Ama evvela, Tromsø’nun bunları yapmasında ve bizim sağlam bir hayal kırıklığı ve sinir bozukluğu yaşadıktan sonra ummadığımız derecede keyif aldığımız bir maç izlememizde en önemli pay sahibi Galatasaray’dan bahsedelim..

Şüphesiz maçı bu denli seyir zevki yüksek hale getiren, Galatasaray’ın, maçtan önce rakibe ve maç için çıktığı sahaya bakıp aradaki kalite farkı düşünüldüğünde yapması yadırganmayacak şeyi yapmaması, yani mücadeleden kaçmamasıydı.

Galatasaray’da en önemli artı özelliğini, tekniğini kullanamadığı için bocalayan Necati ve içeriye doğru oynamayı sevdiği ve bu sahada bunu yapmak olanaksız olduğu için üretken olamayan Hasan dışında çamurdan şikayetçi oyuncu yoktu. Belki Hasan’ın yerine Sabri veya Atlan, Necati’nin yerine baştan Hakan tercihleri daha olumlu sonuç verebilirdi ama Galatasaray’ın hala nasıl böyle futbol oynayabilecek kadar motive olduğunu kendimize sorduğumuzda, “Şöyle olmasaydı da böyle olsaydı” diyemiyoruz. Galatasaray, o çamurda bile pozitif futbol oynamaya ve bu pozitif futbolu oynayacak cesareti göstermeye kalkışabiliyor; helal olsun..

Tromsø cephesinde ise İskandinav takımlarında görülmeyen bir canla başla direniş vardı; özellikle golü bulduktan sonra.. Tromsø’nun 1997 – 98 sezonu Kupa Galipleri Kupası’nda kendi evinde konuk ettiği Chelsea’yi de 2-0’ geriden gelerek aynı şekilde savaşıp yendiği rivayet edilir (Rövanş: 7-1 ve Chelsea o sene kupayı almıştır, Tromsø’nun haricinde bir de Vicenza’ya yenilerek ve beraberlik de almayarak); görmedik, bilmiyoruz..

Steinar Nilsen, sol açıkta Hans Yndestad’ın yerine esasen forvet arkası oynayan Lars Strand’ı koyarak (Strand genel hatlarıyla daha formsuz ama daha hızlı) Galatasaray’ı kanatlardan arkaya kaçıracağı adamlarla vurmayı planlayarak maça başladı (Anlaşılan o da Oben gibi Galatasaray’ın beklerinde bir sorun olduğunu düşünüyordu). Bunu beceremese de Galatasaray’ın beklerinin çakılı kalmasını sağlayacak ve bu sefer başka bir fayda sağlamış olacaktı. Gerçekten de gerek Uğur’un (Ve daha sonra Cihan’ın) gerekse Orhan’ın Essediri ve Strand’a karşı bir hayli bocaladığına şahit olduk.

Nilsen’in yaptığı oyuncu değişiklikleri de akıllıcaydı. Sağ bekte zaruriyeten yaptığı Hafstad – A. Nilson değişikliği dışında; Gerets’in Hakan’ı oyuna alıp ofansif orta sahayı kuvvetlendirme (Bizce gereksizdi) hamlesine mukabil o bölgeye Valtin’i sokması ve dört köşesi dışında her yeri çamur olan sahada yapılabilecek akıllı oyuncu değişikliklerinden birini yapıp sol açığı değiştirmesi (Ortada oynayan adamların değişimi ne gibi bir fayda sağlar; girenin sahaya çıkan kadar alışabilmesi ne kadar zaman alır?) ve bu değişiklikle sol kanadı işletmeye başlaması, takdire değerdi..

Tromsø’ya ve Nilsen’e bu kadar takılmamızın iki sebebi var. Birincisi; aradaki tekrar tekrar belirtmekte beis görmediğimiz kalite farkına rağmen başa baş bir mücadele olmasında Galatasaray’ın Tromsø’nun seviyesine inmesinin değil, Tromsø’nun Galatasaray’ın seviyesine çıkmasının asıl sebep olması. İkincisi de bu maçın hemen evvelinde 1,5 saat boyunca Rıza Çalımbay sayesinde olduğunu düşündüğümüz kahır ve sinir dolu saatler yaşamamız..

Konuyu buradan hemen bağlayalım ve Beşiktaş’a geçelim..

Bu artık Beşiktaş’ın huyu oldu: Avrupa arenasında gözüktüğü her sezon İnönü’de muhakkak (Hepsi de birbirine benzeyen) berbat bir maç oynuyor.

Malmö, Beşiktaş’a, daha önceki tüm İskandinav facialarında olduğu gibi, hatta onların hepsinden daha fazla fırsat sundu..

Evvela berbat oynadı; defans yapmaya geldikleri İstanbul’da, karşısında bu şekilde defans yaptıkları her takımdan fark yiyecekleri bir futbol oynadı.. Ve maç içinde bütün zayıf taraflarını Beşiktaş’a gösterdi.. İşin elim tarafı Rıza Çalımbay da bunların hepsini görmesine rağmen, bu zaafların üstüne tamamı yanlış tercihlerle gitti.

Sağ bekte, top kullanma becerisi, ayağına gelen her topu müsait veya namüsait her pozisyonda taca vurmaktan ibaret olan Hoiland, bir de üstüne güya kademeye girdiği için devamlı arkasında adam unutarak Malmö’nün sağ kanadını yol geçen hanına çevirmişken, o bölgeye mesela Tümer’i kaydırmak veya İbrahim Akın’ı almak varken, idmanda bile 30 tane orta yapsa biri istediği yere ya gidecek ya gitmeyecek İbrahim Üzülmez’i yerleştirdi. Aklı başına gelip (Hoiland’ın orada ben olsam beni bile kaçıracağını görüp) İ. Akın’ı oyuna aldığında skor 0-1 olmuştu bile..

Malmö’nün savunma hattı, kendi ekollerinden beklenmedik şekilde Beşiktaş’a sürekli şut imkanı tanırken, tam bu işin adamı Pancu’yu İbrahim Üzülmez’i öne sürmek pahasına sol-geri’ye çekti. Kontrolden çıkan Kleberson olmasa Beşiktaş’ın ne araya adam kaçıracağı, ne de şut atabileceği vardı.

Malmö savunması sürekli adam paylaşım hataları yaparken, Ahmet Dursun’un karıştırdığı alanlarda karambol pozisyonlar bulabilecek bir oyuncuya ihtiyaç vardı (Pancu zaten ilk yarı ön liberoda, ikinci yarı sol bekte) ve her nasılsa bu oyuncunun topla kavga eden Youla olabileceğine hükmetti (Veysel ne iş yapar, niye hala bu takımdadır o zaman?)..

Sahada, defans yapmayı da, bunun getirdiği bir sonuç olarak tedirginlikten hücum yapmayı da beceremeyen bir Malmö; Giunti – Tayfur döneminden beri orta sahası pas yapamayan, üç hattı arasında kelimelerle anlatılamayacak kadar uyumsuzluk olan ve biri topla beraber boş alanlarda, biri de topsuz karambol alanlarda iş yapabilecek iki orta saha oyuncusuyla (Tümer ve A. Hassan) kendisinden kötü (Genelde kötü olmasa da o esnada kötü) takımlara karşı devamlı bocalayan ve bocalamaya mahkum bir Beşiktaş vardı. Gözümüzün önünde de zevksiz, hareketsiz, heyecansız bir maç..

Şimdi Beşiktaş’ın işi, deplasmanda kapanırken beklenmedik kadar kötü çıkan Malmö’nün, kendi evinde normal futbolunu oynarken, üstelik 1-0’lık deplasman avantajını da koruyamayacak kadar kötü çıkmasına kalmış; yani bir nevi şansa.. Ama kimbilir, belki de Beşiktaş dengede giden maçlarda yaptığı üzere beklenmedik kadar iyi çıkar. Dedik ya; artık gerisi şans..

16.09.2005

Milan vs. Fener Maçı Değerlendirmesi

Fenerbahçe’nin 2005-2006 sezonunda oynayacağı en zor maçtı belki de San Siro deplasmanındaki AC Milan-Fenerbahçe maçı. AC Milan, yerleşmiş, oturaklı ve uyumlu kadrosuyla, kuşkusuz, Şampiyonlar Ligi’ne son beş senedir damgasını vurmuş bir kulüp. Bu süre zarfında bir Avrupa şampiyonluğu kazandılar, iki kez de finalde kaybettiler. Her şeyden önce rakibin bu inanılmaz istikrarını ve başarısını takdir etmemiz ve gerek Milan’ı, gerekse Fener’i buna göre değerlendirmeliyiz.



Tamam, Fenerbahçe belki deplasmanda oynuyordu, ancak Daum’un üzerindeki baskı Ancelotti’nin üzerindekinin onda biri olamazdı. Fatih Terim’in tahtını devraldığından beri Milan’ı başarıdan başarıya koşturan Ancelotti anlaşılan bir türlü taraftarlara ve Berlusconi hanedanına yaranamıyor ki onca başarıdan sonra bile koltuğu sallantıda. Daum’un da iş güvencesinin çok yüksek olduğu söylenemez; özellikle de tepesinde ezeli rakibi Galatasaray’ın Avrupa kariyeri altında ezilen ve başarıya susamış, sabırsız bir camia varken. Ancak şu da unutulmamalıdır ki Türk kamuoyu geçen sezonun finalisti Milan karşısında Fenerbahçe’nin galip geleceğinden çok da ümitli değildi. Doayısıyla Daum’un 3-1 kaybedilen bu maçtan sonra çok fazla kredi kaybettiği söylenemez.



Maçın taktik analizine gelirsek… Milan, dünyada 4-1-2-1-2 sistemini uzun süredir en iyi oynayan takım. Üstelik Ancelotti bu taktiğini de hemen hemen hiç değiştirmediğinden, herhangi bir teknik direktörün Milan’ı analiz etmesi kadar kolay bir şey yok. Yani Milan’ın güçlü yanları da zafiyetleri de apaçık ortada. Milan, göbekten, özellikle de kontrataklarla çok iyi gelen bir takım. Savunma halindeyken ve orta alanda pas yaparken inanılmaz derecede uyumlu ve soğukkanlılar. Kalelerinde çoğu zaman ciddi tehlike yaşıyor gibi görünseler de yavaş çekimde Milan oyuncularının surat ifadelerine dikkat edin, en ufak bir panik, heyecan, insani bir his ifadesi göremezsiniz. Çünkü Milan asında bu tür pozisyonları verip biraz biraz rakibi üzerine çekmek isteyerek tuzağına düşüren, kontratak kollayan bir takım. Bu gerçeği maç sonrasındaki röportajında Tuncay Şanlı da ifade ediyor. En zayıf yanları ise kanatlardan çok atak yemeleri ve yaş ortalaması gitgide ilerleyen kadronun fizik kondüsyon açısından maç sonlarına doğru oyundan kopabilmesi. Bu zafiyetleri geçen sezonki finalde Liverpool karşısında doruğa çıkmıştı.

Fenerbahçe’nin artı yanlarından en önemlisi ise genç ve kondüsyonu çok yüksek bir kadroya sahip olması. Mücadele çok üst düzeyde. Anelka ve Alex gibi Avrupa takımlarının hepsinde oynayamayacak kadar eksantrik, ancak inanılmaz derecede yetenekli oyuncuları var. Marco Aurelio ve Appiah ise her koçun aradığı, savaşçı ve topu iyi kullanabilen önliberolar. Artı, takım olarak, hem savunmadaki hem de hücumdaki yan toplarda, çoğu Türk takımına tezat oluşturacak bir şekilde iyiler. En büyük eksiklik ise sağ ve sol beklerde. Ne Serkan ne de Ümit Özat bek oynayacak oyuncu değiller. Kaldı ki, Luciano’nun hiçbir zaman ikili tandemde istikrarlı bir partneri olamadı. En son Tomas’la çok iyi bir uyum içerisindeydiler. Daum Önder, Servet, Deniz ve Ümit Özat’ı bu noktada sürekli deniyor. Fenerbahçe’de gerçek anlamda kanat oyuncusu da yok. En bariz örnek, sol kanatta aslen forvet olan Tuncay’ın oynatılmaya çalışılması.



Siz siz olun maç sonrası Telegol’de yapılan aptalca yorumlara kanmayın. Fener bu maçta kapasitesini aşarak oynadı. Mümkün olduğunca kanatlara pas yapmaya çalıştılar, 87. dk.’ya kadar panik yapıp da Milan’ın istediği gibi göbekten gelme hatasına düşmediler. Spor yazarları Milan bu maçta iyi oynayamadı diyorlar; Milan’ı uzun zamandır izliyorum, bu maçta da aynı ciddiyetle, ellerinden geldiğini artlarına koymayarak oynadılar. Yani aslında Milan uzun süre Fener’e dikiş tutturamadı. Üstüne üstlük 1-1’den sonra ciddi anlamda bocaladılar. Ancak yine de maçı, oyuncularının üstün bireysel kalitesi ve yılların birikimi olan Şampiyonlar Ligi tecrübesiyle kazanmayı bildiler. 3-1 sizleri yanıltmasın, maç zaten 2-1’den sonra kopmuştu. Fenerbahçe iki senedir Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor diye kendini kesinlikle tecrübeli sanmamalı, karşı takımda Maldini gibi Tuncay’ın yaşı kadar senedir bu ligde oynayan bir oyuncu varken.



Uzun lafın kısası, Milan, uzun süre Daum’un doğru taktiğini sahaya yansıtan Fener karşısında bocalamasına rağmen (ki golü de çok erken bulmuşlardı) her zamanki taktikleriyle başarıya ulaşmayı bildiler: Shevchenko ve Vieri (sonradan Gilardino) çapraz koşularla defansın göbeğini şaşırtırken onların arkasında gizli forvet oynayan Kaka, inanılmaz bireysel becerisiyle B planını harekete geçirdi, ve adeta maçı tek başına kazandı. Shevchenko’nun maç sonrası röportajı ise ibret niteliğindeydi: adam kısacası İtalyan futbolunu yıllardır Avrupa’nın zirvesinde tutan sportif Makiyavelizmi özetledi desek yeridir.



Şimdi isterseniz bazı oyunculara ayrı birer parantez açalım:


Pirlo: Herhalde bu adam Milan’dan başka hiçbir takımda bu denli etkili oynayamaz. Bu maçta da bütün atakları koordine etti, oyunu müthiş kurdu. Herhalde bir futbolcu bu kadar soğukkanlı, bu kadar iyi pas verebilir. Yerine giren Vogel, Pirlo’nun yokluğunu hissettirdi. Kaka’nın ilk golündeki pasına dikkat çekmek istiyorum.

Kaka: Yaşlı kadronun genç yıldızı Fener savunmasını tek başına darmaduman etti. Hele attığı ikinci gol herhalde bu haftanın highlight’ı olacaktır. Açık alanda bu kadar iyi dripling yapan bir oyuncuya hiçbir taktik, hiçbir savunma oyuncusu önlem alamaz.

Cafu: İnsaf be adam!!! Gelmişsin 35 yaşına hala mı bu kadar enerjik, bu kadar güçlü oynayabiliyorsun. Tecrübeli oyuncu, beklenildiği gibi Fener’in zayıf sol tarafını dağıttı.

Vieri: Nerede o Dünya kupasında kendine kayarak giren Kamerunluyu devirecek güce, uzaktan takır tukur goller atan efsane ayıcık “Bobo?” Adam iki senedir hayaletleri oynuyor adeta. Yaşlılığın yanı sıra Adriana Lima’yla çıkmış olmasının da Vieri’yi bitirdiğini düşünüyorum.



Anelka: Houllier onun için “Kendi jenerasyonunun kesinlikle en iyisi” demişti. Gerçekten de inişli çıkışlı, çalkantılı kariyerine rağmen dün akşam da klasını belli etti. Tek santrfor olarak ileride bir başına ne yapabilirse yaptı. Topu en iyi şekilde sakladı. Dünyanın en iyi savunmalarında birine karşı oynamasına rağmen çoğu zaman topu kendine basan 3 adamdan kurtararak olumlu pas yapabildi. Penaltıyı kazandıran isimdi.

Alex: Bu adamdaki teknik ve soğukkanlılık gerçekten aşmış. Fakat çoğu eleştiride de belirtildiği gibi durarak oynuyor. Adeta çakılı bir pozisyonda… Hiç boşa kaçmak gibi bir eforu yok. Dünkü maçta eğer Milan’ın zayıf noktası olan kanatlarda serbest bir şekilde dolaşsaydı skor çok daha farklı olabilirdi. Bütün bunara rağmen dar alanda akıllara zarar paslar verdi ve takımın diğer oyuncularını birçok pozisyona soktu.

Tuncay: FM diliyle Tuncay’da fizik gücü ve atletizm 20/20, oyun zekası ise 1/20. Kendini mentalite açısından acilen geliştirmesi lazım. Neredeyse yaptığı hiçbir pas ve şut seçimi doğru değil. Kaldı ki, tekniği de yetersiz. Ancak çok deli dolu ve hava toplarında süper. Bu gidişle tahminimce 28 yaşından sonra fiziksel olarak yavaş yavaş çökmeye başladığı zaman futbolu da bırakması gerekecek.
Volkan: Adam elinden geleni yapıyor, savunma yetersizse daha ne yapsın? Rüştü’nün Fener’deki ve milli takımdaki hanedanı sona ermiştir.