İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

21.11.2014

Edinburgh


Galler’in başkentinden sonra ertesi günün programında ise İskoçya’nın başketine, Edinburgh’a yolculuk var. Dediğim gibi ilginç bir şekilde uçakla Londra’dan Edinburgh’a gitmek hem daha kısa sürüyor hem de daha ucuz. İskoçya’ya geldiğimizde Glasgow’da İngiliz Milletler Topluluğu olimpiyatları yapılıyordu. Dünya Kupası bitmiş, daha ligler de başlamamışken gündemi bu meşgul ediyordu. Henüz o zaman çok da dikkat etmediğim bağımsızlık oylaması ile ilgili stickerlar ve posterlerde sağa sola yapıştırılmıştı.

Edinburgh esasında gezmesi çok basit bir şehir. Şehrin tepesindeki Edinburgh kalesi tüm güzelliği ile şehrin her yerinden görülebiliyor. Şehrin aşağısında ise bugün halen daha Kraliyet’in resmi konağı olan Holyroodhouse Saray’ı bulunuyor. İşte eski şehir de bu iki kompleksi birbirine bağlayan 1 millik arnavut kaldırımlı yolun iki yanından oluşuyor. Bath örneğinde olduğu gibi, burada da yolun ismi kendiliğinden gelişmiş. Kraliyet’in kaleden saraya gitiği bir mil uzunluğundaki yolun ismi de haliyle Royal Mile olmuş. 

Yolun iki yanındaki binalar da genelde 15 ve 16. Yüzyılda inşa edilmiş. Yukarıdan aşağıya yürürken büyük katedrallerden, reformist John Knox’un evine kadar en azından önünde bir durulup fotoğrafını çekmeye değecek epey bir bina var.

Binalar genel olarak birbirine bitişik yapıldığından “close” adı verilen  geçitler eski şehrin bir başka turistik etkinliğinin ana kaynağı. Real Mary Closes gibi korku turlarına katılırsanız öğreneceğiniz gibi şehrin zenginleri Royal Mile’ın iki yanındaki bu binalarda yaşarlarken, şehrin fakirleri bu binaların altındaki gün ışığının içeri girmediği bu bodrumlarda hayatlarını geçiriyorlarmış.

Tren yolunun hemen karşısındaki Primemark’tan Mango’ya kadar bütün mağazaların sıralandığı kısım ise Yeni Şehir. Şehir, Royal Mile’ın etrafına sığmaz olunca, 18. Yüzyılda şehri genişletme ihtiyacı doğmuş ve böylece bugün Eski Şehir ile birlikte UNESCO dünya mirası listesinde yer alan yeni şehir kurulmuş. Haliyle Yeni Şehir’in mimari planlaması çok daha düzenli, bloklar halinde yapılmış. Bu yakaya baktığınızda dikkatinizi çekecek sağ tarafta yer alan büyük görkemli bina Balmoral Oteli.

İskoçya deyince bir erkek için belki de en akla gelen konulardan birisi de viski. Viski’nin ana vatanı olan İskoçya’da temel olarak 4 tip Viski coğrafyası bulunuyor. Viski hakkında iyi bir bilgi almak ve bu viskileri tatmak için kalenin hemen aşağısında yer alan Scottish Whiskey Experience’a gitmenizi tavsiye ediyorum. Buraya gittikten sonra hala “Jack Daniel’s süper viski ya!” diyeni viski fıçısında boğarım. Buna para ödemek istemiyorsanız bile en azından mağazasına girerek çeşit çeşit viskileri bulabilirsiniz. Bu deneyimden sonra benim artık favorim Ardbeg. Çok yoğun bir tadı var. Duty Freelerde de bulunabiliyor. Meraklısı için viski chartını da ekliyorum.

Edinburgh’ta gezip görme esasında hiç ucuz değil. Esasında poundu yuvarlak hesap dört ile çarpmak gerektiği için hiçbir şekilde ucuz değil. Ama kaleye de gideyim, saraya da gireyim, viski de içeyim demek kafadan 60 pound harcamak demek. “Sanki hergün Edinburgh’a mı gidiyoruz, gelmişken herşeyi gezelim, görelim bari” mantığındaysanız eğer o zaman son bir yer daha anlatayım. Hem böylece “hem gezi yazısı yazıyosun, hem de hiçbişi anlatmıyosun” dememiş olursunuz.

Whiskey Experience’ın hemen karşısında Camera Obscura diye bir kule var. Victoria döneminde inşa edilen bu kulenin tepesindeki lensler ve aynalar kullanılarak yaratılan mekanizma sayesinde Edinburgh manzarası yuvarlak beyaz masaya yansıtılıyor. Bunun dışında ise görsel hileler kullanılarak yapılmış hologramlar ve optikler yer alıyor.

Bunun dışında meraklısı varsa Elephant House, “aha işte JK Rowling, Harry Potter’ı bu masada yazdı” diye bangır bangır pazarlamasını yapıyor. Güzel bir kale manzarası bulunan kafede bagel yiyebilirsiniz.

Daha önce Glasgow’a da gitmiştim. Edinburgh turistik bir şehir olması sebebiyle Glasgow’a göre çok daha pahalı. Örneğin Glasgow’da bir kahvaltı 3.5 pound iken Edinburgh’ta 5.5 pounda anca kahvaltı edebiliyorsunuz.


Dediğim gibi Edinburgh’ta geçirmeniz gereken süre, ne kadar gezilecek görülecek yerlere para harcamak istediğiniz ile alakalı. E tamam işte dışarıdan kaleyi, sarayı gördük yeter bu kadar derseniz bir günde yürüyerek şehri talan edebilirsiniz. Bizim daha vaktimiz var daha başka ne var derseniz, şehrin 10 km kadar dışına, deniz kenarına alalım sizi. Denizin ortasında Incholm diye ufak bir ada var. 12. Yüzyılda buraya bir manastır dikmişler. Arada sırada İngilizler bu manastırı talan etse de genel haliyle manastır ayakta kalmış durumda. Hatta düğünler için çok tercih edilen bir yer. İsterseniz buraya da gidebilirsiniz. Edinburgh’ta 2 gece kaldıktan sonra tekrar uçağa atlayıp Kuzey İrlanda’ya geçiyoruz. 

Hiç yorum yok: