24.04.2005
Çeyrek Finaller
PSV – Lyon: İkinci turda Alman şampiyonu Werder Bremen karşısında aldığı 10 – 3 lük galibiyetle dikkatleri üzerine çeken Lyon çoğu kişinin favorisiydi bu turda. Hollanda Ligi yazarı Ömer ısrarlar PSV derken editör İlker iddiaya bile girdi Ömer’le. İlker mosmor oldu tabi Ömer de iddiayı kazandı. Çok çekişmeli bir tur oldu ve kazananı penaltılar belirledi. İlk maçta avantajlı bir beraberlik ile döndü PSV Hollanda’ya ama ikinci maçta Lyon öne geçmeyi bildi. Daha sonra Alex’in güzel golü ile beraberliği yakalayan PSV kendi sahasında oynadığı penaltılarda turu geçti. İkinci maçı evinde oynamanın en büyük avantajı da bu olsa gerek. Penaltılarda seyirci avantajı önemli bence. Yine de Lyon ve PSV bu sene şampiyonaya renk katan takımlar oldular. PSV bu sene Hiddink ile başarılı bir sezon geçiriyor. Lyon da öyle ama şans onlara gülmedi bu turda.
İnter – Milan: En ilginç maçlar burda oldu biri zaten bitemedi. Tribün olaylarının futbolun önüne geçtiği seride Milan ağır bastı. Zaten İnter, Milan seviyesinde değil. Bunu bu sene boyunca Serie A’da kanıtladılar. Tribün olayları ise doğal bence. Düşündüm de Fenerbahçe, Galatasaray veya BJK böyle bir turda karşılaşsa ne olurdu diye. Pek de farklı olmazdı bence. İtalya ile benzerliğimiz çok. Sonuçta Milan hakederek turu geçti ve PSV’nin rakibi oldu. İnter ise yine değişim, şunlar yollanacak şunlar kalacak muhabbetine girdi. Ezeli rakibine elenmek onları derinden etkiledi.
Juventus – Liverpool: Ben tüm kalbimle sempati duyduğum Liverpool’u destekledim. Anfield’daki maçın ilk yarısı ise mükemmel bir futbol oynayan Liverpool bence hak ederek turu geçti. Rafa Benitez sezonun sonuna doğru doğru tercih olduğunu gösterdi bence. Ligde de Everton ile iki puan fark kaldı ve bence seneye şampiyonlar ligine katılacaklar.(Tabi bunu söylerken Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak demiyorum. O da olabilir.) Xabi Alonso ve Cisse de çok zamanlı döndüler. Juventus artık Del Piero ile gitmiyor. Savunmaları çok iyi de olsa Luis Garcia ilk maçın ilk yarısında Juventus’da ne savunma bıraktı ne kaleci. Şampiyonlar Liginde ödül dağıtımı nasıl yapılıyor ayrıntılarıya bilmiyorum ancak okuduğum bir habere göre 14 milyon avroluk bir kazançları olacakmış bu turu geçerek. Maddi sıkıntılardan korkan Liverpool için güzel bir motivasyon kaynağı. İkinci maçtaki takım savunması da izlenmeye değerdi. Juventus’a o tek golü atabilmesi için fazla şans vermediler. Özellikle Hyppia müthiş oynadı. Liverpool hak ederek yarı finalist oldu. Juventus ise hücumdaki yetersizliğinin ve Del Piero’nun formsuzluğunun kurbanı oldu.
Bayern – Chelsea: Chelsea ilk maçta da daha farklı kazanabilirdi son dakikada yediği bir golle riske attı. İkinci maçta ise ilk başlardaki Bayern baskısını iyi karşılayıp maçı rahat götürdüler. 3 – 2 Bayern yendi belki ama goller çok zamansızdı. Chelsea’nin kadrosu ve düzeni çok kuvvetli. Kolay kolay kaybedeceklerini sanmam. Drogba da attığı gol ile güvenini geri kazanmıştır diye düşünüyorum. Yarı finalde kritik bir oyuncu. Savunma takımı diye “suçlanan” Chelsea bu seriyi pek de savunma takımı imajıyla geçmedi, benim ilgimi çeken bu oldu. İki maçta 6 gol atıp 4 gol yediler. Pek de savunma takımının alacağı bir sonuç değil. Tabi bu Mourinho’nun mentalitesinin değiştiğini göstermez sadece maç şartlarının oluşturduğu bir sonuç. Yine de ilgi çekici. Bayern ise ikinci maçın başında kaçırdığı pozisyonlara yanıyordur çünkü ilk maç skoru pek de kötü değildi.
22.04.2005
Şampiyonlar Ligi'nde İngilizler
Herhalde Ada halkı adına bu sezonun en sevindirici olaylarından birisi de İngiliz takımlarının UEFA Şampiyonlar Ligi’ndeki sıra dışı başarısı olsa gerek. Bildiğiniz üzere lige katılma hakkı kazanan 4 İngiliz takımı da (Arsenal, Chelsea, Man Utd, Liverpool) 1/16 finallere çıkmıştı. Bunlardan ancak ikisi (Chelsea ve Liverpool) yarı finale çıkabildi. Kura sonucu bu iki takım yarı finalde birbirleriyle karşılaşacak; yani finale bir İngiliz takımının çıkması şimdiden garanti.
Şimdi, isterseniz, bu dört takımın Şampiyonlar Ligi serüvenini kısaca değerlendirelim. (Bundan kısa bir süre sonra yayınlanacak yazımda ise İngiliz takımlarının bu sezonki Şampiyonlar Ligi formları üzerine analitik bir yorum yapacağım.)
Chelsea:
Premier League, üst üste iki sezondur iki güzide takımın inanılmaz formuna sahne oluyor. Geçen sezonu yenilgisiz bitiren Arsenal’in ardından bu sezon Mourinho’nun yönetimine geçen Chelsea, FA Cup dışındaki bütün kulvarlarda buldozer gibi ilerliyor. 2005 Carling Kupası’nı hiç zorlanmadan kazanan Londralı Maviler, ligin bitimine 5 hafta kala, en yakın takipçisi Arsenal’in 11 puan önünde ve bahisçilere göre de Şampiyonlar Ligi’nin en önemli favorisi.
Chelsea’nin Şampiyonlar Ligi serüveni eleme turlarını geçtikten sonra CSKA Moskova, Porto ve PSG ile H Grubuna düşmesiyle başladı. Bu Chelsea için oldukça “şanslı” bir gruptu diyebiliriz; Porto Mourinho’nun geçen sezonki takımıydı, CSKA ise Roman Abramovich’in Rusya’daki kulübü! PSG ise geleneksel hale gelmiş çalkantılı formunu ve iç karışıklıklarını olduğu gibi muhafaza ediyordu. Chelsea de tahmincileri yanıltmadı ve grubu 2. Porto’nun 5 puan önünde, 13 puanla birinci kapadı.
2. turda Mavilerin rakibi, bu sezon en az kendileri kadar sıkı bir form sergilemiş olan Barcelona’ydı. Çoğu otoritenin “erken final” olarak nitelendirdiği bu eşleşme, benim Şampiyonlar Ligi’nde bugüne kadar izlediğim en güzel iki maça sahne oldu, diyebilirim. İlk maçı Barça evinde 1-0 geriye düşmesine rağmen Maxi Lopez’in 2 golüyle 2-1 önde kapadı; ancak Stamford Bridge’deki rövanşta gülen takım Chelsea oldu: 4-2.
Çeyrek finalde ise “panzer ekolü”nün en köklü temsilcilerinden Bayern Münih ile eşleştiler. İlk maçı tamamen üstün bir şekilde oynamalarına rağmen Ballack’ın son saniyede hakemi yanıltarak kazandığı penaltı ile 4-2 önde bitirdiler. 2. ayakta ise dengeler tam tersine döndü ve Chelsea, Bayern’in elinden 3-2 yenilerek ucuz kurtulabildi.
Liverpool:
Liverpool bu sezon Şampiyonlar Ligi’nin PSV ile en sürpriz takımıdır desek kimse karşı çıkmaz sanırım. Tamam, belki dünya klasında bir kadroları var ve Rafa gibi çok zeki ve disiplinli bir çalıştırıcıya sahipler, ama bu sezonki sıra dışı performansları Liverpool’un Houllier yönetimindeki başarısız Avrupa seferlerine benzemiyor.
Liverpool; Olympiakos, Deportivo ve geçen sezonun finalisti Monaco’yla A grubunda oynadı. Grubu, birinci Monaco’nun 2 puan arkasında, 10 puanla kapayıp 2. turda Leverkusen’le eşleştiler. Leverkusen’i İngiltere’de de, Almanya’da da 3-1’lik sonuçlarla eleyerek çeyrek finalde Juventus’un karşısına çıktılar. Çoğu kişinin Juve’yi Liverpool karşısında favori göstermesine rağmen Kırmızılar, İngiltere’de 2-1 ile geçtikleri İtalyan takımıyla Torino’da golsüz berabere kalarak turu geçmeyi bildiler ve Chelsea’yle eşleştiler.
Arsenal:
Londra’nın “Topçular”ı, geçen sezon Premiership’i namağlup bitirdiklerinden olsa gerek, sezon başında bahisçiler tarafından Şampiyonlar Ligi’nin bir numaralı favorisi olarak gösteriliyorlardı. Ancak tarih tekerrür etti, bir Wenger & Arsenal klasiği daha tekrarlandı ve Arsenal kupaya 2. turda veda etti.
Arsenal, aslında E Grubundan çıkmakta da epey zorlanmıştı. Gruptan averaj fazlasıyla, bir diğer 10 puanlı takım olan yarı finalist PSV’nin önünde birinci çıktılar. Panathinaikos’un 9, sonuncu Rosenborg’un ise 2 puanı vardı.
2. turda, Chelsea’nin çeyrek finalde eleyeceği Bayern’le karşılaştılar. Almanya’daki ilk maçı 3-1 alan Bayern, Londra’daki rövanşta 1-0 yenilmesine rağmen turu atlayan takım oldu.
Manchester United:
1998 yılında kupayı kazanmalarından bu yana Şampiyonlar Ligi’ne sürekli katılan, ancak istediği başarıyı bir türlü elde edemeyen Şeytanlar’ın kaderi bu sene de değişmedi. Fenerbahçe, Lyon ve Sparta Prag’lı D grubunu 13 puanlı birinci Lyon’un ardından 11 puanla 2. bitiren Man Utd’ın en büyük şanssızlığı, ligin en tecrübeli ve formda ekiplerinden biri olan Milan’la daha 2. turda eşleşmekti. Sonuç bir Milan klasiği gibiydi; Milan içeride ve dışarıda 1-0’lık tarifesini bozmadı ve Manchester temsilcisini elemiş oldu.
21.04.2005
Sampiyo...Bayern, Frieburg Küme Düşt...
Bundesliga ile ilgili başlığın sadece son harflerinin tamamlanması gerekiyor. Schalke haftayı kendi evinde Hamburg’a yenilerek ve şampiyonluğa veda ederek tamamladı. Son dakikalarda eski oyuncuları Mpenza’nın golü şampiyonluk umutlarını 61524 seyirci önünde eritti. Bayern ise Hannover deplasmanında kazanarak puan farkını 5 maç kala 6’ya çıkararak şampiyonluk yolunda büyük avantaj kazandı. Diğer tarafta Rostock ve Bochum’un kazandığı bir haftada bir kez daha kaybeden Freiburg ligin dibine sağlam demir attı. M’Glabach ve Mainz, çizginin altındaki Rostock ve Bochum’un hedefleri. Bana kalırsa Mainz ve Rostock küme düşer. Neurer ve Bochum iyi yoldalar. 5 hafta kaldı ve heyecanlı bir küme düşme mücadelesi yaşanacak. Tepede Stuttgart Schalke’yi ikincilik için zorlarken Werder Bremen’in Şampiyonlar Ligi hedefi Stuttgart yenseydi hayal olacaktı. Bremen’i deplasmanda yenen Hertha Berlin ise Bremen’i yakaladı şansı iyi giderse bu karambolden Şampiyonlar ligine onlar da katılabilir. Ancak ben Stuttgart ve Schalke’nin 2 ve 3. sıraları bırakacağını düşünmüyorum.
Haftanın skorları:
Hannover 0 – 1 Bayern: İddiası kalmayan Hannover Bayern’e şampiyonluk yolunda zor da olsa 3 puanı verdi. İkinci yarıda oyuna ağırlığını koyan Bayern maçı son dakikada Hargreaves’in golüyle kazandı.
Schalke 1 – 2 Hamburg: Hamburg son dakikalarda Schalke’yi yenerken Hannover maçından gelen bir diğer gol haberi 04/05 sezonunun şampiyonunu belirleyecek kadar önemliydi. Schalke son 4 haftada sadece 1 galibiyet aldı ve çok istediği şampiyonluğa artık çok uzak.
Dortmund 1 – 1 Bielefeld: Orta sıra mücadeleleri son haftalar yaklaştıkça önemini kaybediyor. Dortmund 90’lardaki performansını mumla arıyor. Saadettin Saran’ın da Dortmund’un 50 milyon avroluk hissesini daha alıp takıma düzlüğe çıkarma planları haberlere yansıyor.
Gladbach 1 – 1 Mainz: Bu skor sonucu Rostock ve Bochum iyice heyecanlandı. Gladbach ve Mainz elele verip biraz heyecan yaşamaya karar vermişler.
Freiburg 1 – 3 Leverkusen: Freiburg artık düştü. Zaten çok kötüler, ligin ikinci yarısı boyunca hiç hayat belirtisi göstermediler. Haftaya matematiksel olarak da garantilerler zaten. Leverkusen ise Belki UEFA’ya katılırım diye bakıyor. Tabi Alman Kupası’nı kimin alacağı da önemli. Bielefeld bir sürpriz yapmazsa lig altıncısı da UEFA’ya katılacak.(Bizim ligdeki duruma çok benziyor.)
Rostock 2 – 1 Stuttgart: Rostock için hayat öpücüğü. Allback ve Prica iki İsveçlinin golleri onlara son 5 haftada savaşmak için bir neden verdi. Stuttgart ise lig ikinciliği için iyi bir fırsat kaçırdı. Hatta şampiyonluk bile olanaklı olurdu yenseler.
Bremen 0 – 1 Hertha Berlin: Berlin ekibi kritik bir 3 puan aldı. Schalke ve Stuttgart’ın yenildiği bir haftada Şampiyonlar Ligi mücadelesine dahil oldular denebilir.
Lautern 1 – 2 Bochum: Bochum için çok önemli bir galibiyet. Gladbach ile 1, Mainz ile 2 puan fark kaldı. Kurtarmaları sürpriz olmaz.
Wolfsburg 0 – 1 Nürnberg: Aşağılar tam karıştı, Nürnberg kritik bir galibiyet ile kaçıverdi. Wolfsburg’a da ikinci yarı ne oldu bilinmez.
30. Maçgünü şöyle
Bielefeld – Freiburg: Önemsiz bir maç.
Bayern – Bochum: Güzel maç ikisinin de davası devam ediyor.
Dortmund – Kaiserslautern: Orta sıralardaki iki takım ne çıkar bilinmez.
Mainz – Hannover: Bochum’un kaybetmesi muhtemel. Mainz kazanmalı.
Hertha Berlin – Schalke: Haftanın maçı. Herta bir galibiyetle ortalığı karıştırabilir.
Stuttgart – Wolfsburg: Wolfsburg bu maçta patlasa ortalık cidden karışır. Tepedekilerin duaları Wolfsburg’un yanında olacak.
Hamburg – Rostock: Rostock için kazanmaktan gerisi yalan.
Leverkusen – Bremen: Bremen puan alamazsa çok şey kaybeder.
Nürnberg – Glabach: Nürnberg kazanıp temize çıkabilir, tabi Gladbach da büyük bataklığa düşer.
Bence 30.hafta Bayern, Berlin ve Mainz için iyi geçer. Gladbach, Bochum ve Schalke için riskli hafta.6.04.2005
Avrupa'da Hollandalılar
Hollanda takımları bu sene Avrupa Kupaları’nda başarılı sonuçlar alıyor. Aynı zamanda Euro 2004’te yarı final oynayan ve Maniche’nin inanılmaz goluyle 2-0 geriye duşen ve finale çıkamayan Hollanda da milli takım olarak iyi bir grafik çizmişti, çizmeye de devam ediyor. Bu yazımda Alkmaar , PSV ve Hollanda Milli Takımı’nı konu alacagım.
Oncelikle Sampiyonlar Ligi Ceyrek Finali’indeki PSV-Lyon kurasına bakalım. Son 10 yıldaki Avrupa futbolu ve klupleri goz onune alındıgı zaman, 8 takım arasında en zayıf 2 tanesi olarak PSV ve Lyon nitelendirilebilir. Milan, Inter, Juventus, Bayern, Liverpool Avrupa’nın en iyi klupleri arasında. Chelsea, Mourinho ile buyuk çıkısta ve cogu insan Chelsea’ye final oynar gozuyle bakıyor. Ote yandan PSV, zevksiz Hollanda Ligi’nden, Lyon da yine digerlerine gore goz onunde olmayan Fransa Ligi’nden buralara geldi. Ama hem PSV hem Lyon cok formda ve diger takımlardan aşagı kalır yanları yok bu sene.
Hollanda ligi yazarı olarak, PSV’nin uzerinde daha çok durmadan once Lyon’a şoyle bir bakmak istiyorum. Werder Bremen bildigim kadarıyla (Can Evren daha iyi bilir) uzun suredir Bayern’den baska Bundesliga’da kimseye maç vermedi. Lyon bu takıma tam 10 gol attı ve bileginin hakkıyla çeyrek finale cıktı. Ote yandan Fransa liginde farkı açtı, gidiyor. Yine çok takip etmememe ragmen, bildigim kadarıyla Lyon’da Wiltord coşmuş şekilde oynuyor. Giovane Elber, Frau, Nilmar gibi cok iyi oyuncular var.
Yalnız bu futbol oyle bir oyun ki, Fener’e 7, W.Bremen’e 10 gol atınca herkes Lyon’a yenilmez gozuyle bakiyor. Fenerbahçe açıkcası Lyon maçlarında kotu top oynadi, tıpkı Galatasaray ve Besiktas maçlarında oldugu gibi. Ama bu maçları Fener’in kaybetmiş olması kadro olarak Galatasaray veya Besiktas’tan daha ustun olmadıgını gostermiyor. Turk futbolseverlerin gozunde –skorun en onemli kriter oldugu Turkiye’de- Lyon o yuzden bayagı puan kazanmis durumda. Su da unutulmamalıdır ki, Wiltord’un iki maçta da erken attıgı gollerle Lyon rahat rahat kazandı. 7-2’lik galibiyet de sayısal olarak çok guzel dursa da, Lyon icin tehlikeli. Yazıyı yazmadan once Lyon’un forumuna girdim ve anladıgım kadarıyla onlar da havaya girmişler, şampiyonluk bekliyorlar.
Bu kadar Lyon’u konuştuktan sonra gelelip PSV’ye. PSV buraya gelene kadar ne yaptı? Ligde sadece 1 maçi 10 kisi kaldıktan sonra penaltıdan gol yiyip kaybettiler. Geçen hafta Ajax’a 4 attılar. Bu sene, Sampiyonlar Ligi’nde çok basarılı sonuçlar aldılar ve Deschamps’in çalıştırdıgı Monaco’yu 2 maçta da yenip çeyrek finale çıktılar. Takıma baktıgımız zaman gerçekten çok tehlikeli oyuncular var.
Simdiye kadar Sampiyonlar Ligi’nde oynayan oyuncular arasinda en uzun ismi olan (gereksiz bir detay, ama vereyim dedim) Jan Vennegoor of Hesselink hucumda gercekten cok buyuk bir guc. Arkasında Cocu ve Guus Hiddinkle beraber Kore’den gelen Park cok iyi oynuyorlar. Cok şut atıyorlar ve diklemesine cok etkililer. CM diliyle ok çıkarılmış AMC’ye benzetebiliriz bu oyuncuları.
Ote yandan defansta gobekte Alex ve Bouma çok saglamlar. Sag kanatta milli takımda da oynayan Ooijer, sol kanatta Lee oynuyor. Ooijer (30) dısında defansta 27 yaşın uzerinde oyuncu yok. çok hızlı hareket eden, hava toplarında etkili olan bir defansı var PSV’nin. Bu Lyon için çok buyuk bir dezavantaj. Ortanın ortasında Cocu, onunde Park, Van Bommel ve Jefferson Farfan var. Bu oyuncular da top kontrolu iyi olan oyuncular. Farfan ozellikle en hızlı sol kanat oyuncusu Sampiyonlar Ligi’nde kalan takımların arasında. (Manchester elendikten sonra) Tek forvet gibi oynayan Vennegor, 26 yaşında ve Nistelrooy’un yerini tam olarak doldurmasa da onun benzeri bir oyuncu. Yani hızlı ve atagi dusunen bir orta sahanın ilerisinde oynayabilecek ideal bir santrfor. Oyuncuları tek tek inceledikten sonra, şunu soylemek istiyorum ki, PSV’nin bu kadrosu birbirine cok alıştı ve sene basından beri bir elin parmakları kadar mac kaybetmediler. Gercekten seri, goze hos gelen iyi futbol oynuyorlar.
Simdi gelelim asıl konumuza: PSV-Lyon ne olur? Aslında bu kadar yazıyı yazmamdaki onemli etkenlerden biri forumda Lyon’un kolaylıkla PSV’yi geçip final oynayabilecegi dusuncesinin yaygın olmasıydı. Her ne kadar bahis sirketleri ve insanların çogu Lyon’u favori gosterseler de, Hollanda da oyanacak maçta hersey belli olur. Ilk maç biraz beraberlik kokuyor bana. Eger ikinci maçta, Lyon erken gol bulursa yine fark da atabilir Bremen’e attıgı gibi ama benim gorusum PSV’nin agır bastıgı yolunda. Demiyorum ki, PSV turu rahat gecer. Benim dedigim PSV’nin hafife alınmaması gerektigi ve Hollanda yazarı olarak diyorum ki PSV tura daha yakın.
Gelelim Alkmaar-Villareal eşleşmesine. Acaba Hollandalı ekip 1981de oynadıgı UEFA Kupası finaline tekrar yukselebilecek mi? Bunu yapması icin onunde zorlu bir ekip var. Villareal su anda La Liga’da Sampiyonlar Ligi’ni kovalıyor ancak yakın zamanda Numincia, Zaragoza gibi takımlara puan kaybetti. Genel olarak iç sahada kazanıyorlar. Steau Bukreş ve Dinamo Kiev’i 2-0lık skorlarla yendiler ancak deplasmanda sıkıntı çekiyorlar, gol atamıyorlar. Buna ragmen, sitemiz yazarlarından Eray Cek’in keyifle okudugum yazısında da anlattıgi gibi Villareal buyuk bir cıkısta, bu sene UEFA’da finali gorse de goremese de.
Ancak bana kalırsa Alkmaar’ın yakaladıgı çıkış ve sergiledigi performans daha etkili. Ligde neredeyse hatasız oynayan, yukarda guclu kadrosundan bahsettigim PSV’yi kovalıyorlar ve belki yakalayacaklar sene sonunda. Alkmaar bana Galatasaray’ın 99-00 yılında yaşadıklarını anımsatıyor. UEFA’da kaybettikleri tek maçın gruptan çıkmayı garantiledikten sonra oynadıkları Graz maci oldugunu, ve Galatasaray’in da elemeli usulde mac kaybetmeden şampiyon oldugunu dusunursek, aynı senaryo gerçeklesebilir. Icime doguyor ki, Alkmaar da bundan sonra aynı Galatasaray gibi maç kaybetmeden şampiyon olacak.
Villareal-Alkmaar eşleşmesi çeyrek finaller arasındaki en guzel eşleşme bence. Iki takım da final icin savaşacak ve guzel maçlar olacak. Villareal geçen sene yapamadıgını bu sene yapmak isteyecek ve Alkmaar da Co Adriaanse’nin onderliginde tur peşinde kosacak. Alkmaar’ın kadrosuna bir goz attıgımızda, en onemli oyuncular Landzaat, Nelisse ve Meerdink. Villareal’in en buyuk (tek) avantaji Meerdink’in cok ciddi sakatlanmıs olması ve 7-8 ay sahalardan uzak kalacagı. Landzaat oyun kurucu ve aynı zamanda takım kaptanı. Oyun tarzı olarak Tugay’a benziyor. Onun dısında 9 numaralı Huysegems, defansta Mathijsen ve kaleci Timmer de onemli oyuncular arasında. Kenneth Perez de Kinder Supriz gibi, ne yapacagı belli olmuyor.
Oyuncu bazında Villareal açıkcası daha agır basıyor. Villareal’de eski Manchesterlı Diego Forlan –kıralandı mı satıldı mı bilmiyorum- var. Onun dısında cok iyi oyunculara sahip. Daha detaylı bilgi icin Eray Cek’in ‘Küçük bir kasabadan nereye...’ yazısını tavsiye ederim. Alkmaar’in agır bastıgı yon az gol yeyip cok atması ve takım gibi oynaması. Dedigim gibi 2000 senesinin Galatasaray’ı gibiler. Eger kupayı almak istiyorsanız, içerde de dışarda da kaybetmemek gerekiyor. Villareal icerde kaybetmeyen bir takım ve Alkmaar turu gecmek istiyorsa kesin Villareal karsısında ilk maçta en az beraberlik almalı. Alamazlarsa işleri zor olur. Gerçekten iki kura da – PSV vs Lyon , Alkmaar vs Villareal – çok degişik maçlara, sonuçlara yol acabilir. Butun maçlar da zevkli olur diye duşunuyorum.
Son olarak kısa bir şekilde Hollanda Milli takımına deginmek istiyorum. 90li yılların Rijkaard, Kouman, van Basten, Gullitli kadrosu unutulmazdı. Bence su andaki kadro da en az o kadro kadar iyi. O yıllarda en çok sevdigim ve begendigim futbolcu van Basten’di şimdi van Nistelrooy. Davids, Ajaxlı Sneijder, Hollandada gol krallıgında lider Dirk Kujit, Makaay gerçekten çok çok iyi oyuncular. Su anda 16 puanla grupta liderler ve Cek Cumhuriyeti macına kadar puan kaybetmezlerse gruptan lider çıkacakları goruşundeyim. Butun dunyanın sevdigi Hollanda, 2006’da Almanya’da çok iş yapacak. Eger Turkiye olarak gidemezsek –Allah korusun- gonlum Hollanda ile olur.
Hepinize sevgiler. Goruş, yorum ve onerilerinizi bekliyorum. Saygılar,
4.04.2005
Bölüm 1: Avrupa
Dünyada mart ayının son futbol olayları Dünya Kupası elemeleri çerçevesinde gerçekleşti. 5 kıtada maçlar oynandı. Şimdi kıta kıta bir bakalım neler oluyor elemelerde.
AVRUPA
Cumartesi günkü maçı İlker Yasin’e küfrede küfrede izledim. İlk beş dakikada atılan 2 golle zor maç kolaya çevrildi. Takım 3 gün sonra yapacağı maçı düşündüğünden kendini daha fazla sıkmaya gerek görmedi. Biraz laçkalaşınca Arnavutlar birkaç pozisyon buldular. İkinci yarı topu biz ayağımızda tutunca maç tam bir halı saha maçına döndü ve iyice rölantiye alınan maç kabak tadı vererek sona erdi. Spikerimiz 90 dakika boyunca “böyle top oynanmaz” diye kafamızı şişirdi. Nitekim 3 gün sonrası için deplasman yolculuğu yapacağımızı sanırım düşünemedi. Eyvallah oyun kötüydü ama şu vaziyette oyun kimin umurunda! Gürcistan maçında takımın iyi top oynayabileceğini de gördük. Ayrıca 2 – 2.5 senedir söylerim, Fatih Tekke bitiricilik açısından Türkiye’nin en iyisidir. Elemelerdeki gol sayısı da beşe yükseldi.
Şimdi önümüze bakalım. 2 maçta 6 puan alarak yapmamız gerekeni yaptık, bunun yanında iyi bir iş çıkardık. Hatta FİFA Dünya Kupası resmi sitesinde Avrupa grubunun hot/not kısmında “Turkey back in running” başlığı ile en sıcak takımı seçildik. Ancak Ukrayna, Danimarka’dan çelme yemedi. Bu aşamadan sonra işler çok karışacak. 4 Haziran’da biz Yunanistan ile oynayacağız, Ukrayna da evinde Kazakistan ile oynayacak ve muhtemelen 3 puan daha alacak. Bu maçlardan 4 gün sonra Yunanistan, Ukrayna’yı ağırlayacak. Türkiye – Yunanistan maçının berabere bitmesi ya da Ukrayna’nın Yunanistan’ı yenmesi durumunda bizim grup haziran ayında çözülür ve Ukrayna tarihinin ilk büyük organizasyonuna katılmaya mucize olmadığı sürece hak kazanır. Aynı sitede “Dünya Kupası’na gitmeye hak kazanacak ilk takım kim olur” sorusunun adayları arasında Ukrayna’nın tek Avrupalı aday olması ayrıca düşündürücü tabi.
Hal böyleyken biz o zaman ikincilik planlarına odaklanalım. İkincilik için rakiplerimiz Yunanistan ve Danimarka ile oynayacak olmamız kâğıt üzerinde bir avantaj. Ancak dikkat ederseniz Milli takım dışarıdaki maçlarda içeride oynadığından çok daha başarılı oynuyor. Örnek olarak Trabzon’daki ve Tiflis’deki Gürcistan maçları ile Danimarka ve Ukrayna maçlarını karşılaştırabilirsiniz. Türkiye’de oynanan maçlarda çok fazla baskı yapılıyor milli takımın üzerine. 2 ay sonraki Yunanistan maçı bir tamam/devam maçı olacak ve basın maçtan 1 hafta önce milli takım üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturacaktır kanımca.
İkincilik için konuşacaksak diğer gruplarda son durum ne onları da inceleyelim. Kanımca 4. grup çok ilginç bir hal aldı. Fransa, 2002’deki başarısızlığının ardından bir hırsla Euro 2004’e tulum çıkartarak gitmişti ancak bu elemelerde durum pek parlak gözükmüyor. İsviçre, İsrail maçlarından ancak 2 beraberlikle çıkabildiler. Her ne kadar şu an grupta lider olsalar da maç eksiği olan İsviçre ve İrlanda sadece birer puan arkalarındalar ki Fransa bu iki takımla da deplasmanda oynayacak. İrlanda’nın sıralamada üzerinde yer alan üç takımla da evinde oynayacak olması büyük bir avantaj.
Grup 5’te İtalya 4 puan farkla lider, ayrıca son 2 maçlarını kendi evlerinde oynayacaklar. Norveç ve Slovenya ikincilik için çekişiyorlar.Slovenya 30 Mart’ta Belarus ile berabere kalarak büyük fırsat tepti.Bu maçtan önce Slovenya’nın Almanya ile oynadığı hazırlık maçını Eurosporttan izledim. İkinci yarıda Alman savunmasının açık vermesiyle çok önemli pozisyonlar buldular, ayrıca maçı kontrol eden taraftılar. Son bir ufak not: Her ne kadar özel maç olsa da Avrupa kıtasındaki bir milli takımın maçlarını kale arkası tribünü olmayan bir statta oynamasını açıkçası garipsedim ki ismi geçen ülke Avrupa Birliği üyesi. Slovenya ile Norveç arasındaki maç 3 Eylül’de Slovenya’da oynanacak.
Diğer gruplarda durum genel olarak kim birinci kim ikinci olacak vaziyetine geldi. Birinci grupta Hollanda – Çek Cumhuriyeti, Grup 3’te Portekiz – Slovakya, 6. grupta İngiltere – Polonya ve 8. grupta Hırvatistan – İsveç sırasıyla bir ile ikinci sıradalar ve diğerleri ile puan farkını açmış durumdalar.
7. grupta işler biraz daha değişik. Sırbistan – Karadağ, İspanya’nın 2 puan önünde ancak aldıkları üç galibiyetten ikisi San Marino’ya karşı. Ayrıca, İspanya Sırplarla yapacağı maç dâhil önümüzdeki 3 maçı kendi evlerinde oynayacaklar.
Sadece bir kıtayı yazmak 2 sayfa tuttu. Oysa daha yazacak çok şeyim vardı. Artık o da bir sonraki yazıya kalsın. Özellikle Kuzey Amerika grubu hakkında yazacaklarım var.
Şimdilik kalın sağlıcakla.