İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

31.08.2006

Hani Tek Top Oynayacaktık?

Ülkece Dünya futbol literatürüne çok bir şey kattığımız söylenemez. Ne bu güzel oyunu biz bulduk, ne adımızla anılan bir oyunu anlayışını rakiplerimize tanıttık. Belki Galatasaray’ın ve onun uzantısı olarak Milli Takımın milenyumun başındaki futboluna haksızlık etmiş oluyoruz ama o ekolün de uzun ömürlü olduğunu ya da teknik direktör ve kadro değişse de bir kimlik olarak varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkün olmadığına göre yine de iddiamızın arkasında durabiliriz. Ama bu yazının asıl iddiası şudur: Bu ülke profesyonel anlamda futbola bir yenilik getirmediyse de amatör planda yerkürenin başka hiçbir yerinde bulunamayacak bir zevke ve kültüre sahiptir: Halı saha.


Evet, Brezilya’da plajlar genç yetenekleri dünyanın geri kalanına ithal etmektedir, evet Britanya’nın her yerinde insan çim saha bulabilir, ama hayır, halı saha bunların hepsinden başka bir şeydir. Halı saha genellikle sağlıksızdır, üstelik bizler genellikle ısınmayı sevmediğimizden bu sağlıksızlığa şahsen de katkıda bulunmaktan ayrı bir mutluluk duyar, ertesi gün işte, okulda yani her nerde yaşıyor ve yaşatılıyorsak orada vücudumuzda muhtelif yerlerde sızı hissetmekten özel bir zevk alırız. Plaj, yetenekli genç oyuncuların büyük futbolcu olabilmek yolunda bir basamak niteliğindeyken, halı saha bu harcanmış kabiliyetler yurdunda bir nostalji mekanıdır. İsteseydi futbolcu olması işten bile olmayan ancak iş de işten geçmiş olan bizler her haftanın o belli günü hayallerimizi sahaya çıkartırız, Sergen’de, Hasan Şaş’ta ya da Tuncay’da bizim hakkımız olan bizimdir o bir saat boyunca, o bir saatten sonra baki kalan şişmiş bir bilek olsa da. Ve Baki Mercimek bugün Beşiktaş on birinde direk oynarken bize yine hüsran, bize yine hasrettir.


Halı saha sadece bu oyuna dair hayallerin alını satıldığı borsa mıdır peki? Hayır efendim. Halı saha erkek topluluğunun keskin kurallarla çevrili dünyasında son derece önemli bir simülasyondur. Her hafta maça beraber giden kemik kadro açısından maçın haber verilmesi bir nevi askerlik çağrısıdır; çok geçerli sebepler dışında bakaya kalınması gerçekten ayıptır ve bu geçerli sebepler arasında kız arkadaşla buluşmak yoktur. Maça gelineceği beyan edilmesine rağmen iştirak edilmeyip kalanları 7’ye 6’lı, o anki adrenalinle sağlıklı bir şekilde çözülemeyecek denklemler içinde bırakmaktan bahsetmiyorum bile, bunu yapan bizden değildir. Halı sahaya gelirken yeterince para getirmemek ise –bu konuda ısrarlı olunmadığı taktirde- bence affedilebilir bir durumdur, her şeyden önce ortada bir iyi niyet vardır, arkadaşların satılmaması esas olandır ve küçük yaşta öğrendiğimiz gibi para insanın elinin kiridir. Bütün bu ön şartlar yerine getirildikten sonra sıra sahadaki görevleri ifa etmeye gelir. Her halı saha kadrosunda mutlak var olan oyuncu tipi halı sahanın on numarasıdır. Ekseriyetle hafif bir göbek sahibi ve tıknaz olan bu ağabeylerimiz tekniklerine olan güvenleriyle dikkat çekerler. Gençliklerinde amatör takımlarda oynamış olması kuvvetle muhtemel bu maestrolar oyunun başında herkese tek top oynama uyarısında bulunsalar da kıvrak bileklerine olan güvenin etkisiyle ilk “çalıma kaçan” da genellikle onlar olurlar. Yine de bunların paylaşımcı olan kısmıyla top oynamak gerçekten bir zevktir ve onlar “olum bizim Levent abi incecinin kralı, 1. ligde rahat oynarmış” panellerinin öznesidirler. Bir başka futbolu bilen halı saha oyuncusu tipi –ki ben bunlarla oynamaya bayılırım- hem ayağına hakim hem de defansta libero oynamayı kabul edenlerdir. Nacizane fikrim bu arkadaşların Baresi, Blanc ve Popescu’ya olan zafiyetlerinin Türk halı sahalarına büyük katkıda bulunduğudur. Bunlar dışında halı sahada görev adamları vardır. Onlar için sahada bulunmak mutluluktur, nerede görev verilirse oynamaya hazır bu arkadaşlar oyunun ruhudur. Onlar sayesinde oyun rekabetçi bir hal alır. Ve tabi ki halı sahanın olmazsa olmazı beleşçi forvettir. Bu arkadaşların koşmayarak tüm son vuruşları yapma imtiyazını nasıl kazandığı muammadır. Örneğin ben 15 senedir yan yana top koşturduğum, milyonlarca golünü gördüğüm, bu milyonlarca golün yüz binlercesinin pasını verdiğim Erdem Elvan’ın tüm teknik zafiyetine rağmen oynadığı tüm takımlarda kendini bu şekilde kabul ettirebilmesini, üstelik zaman zaman da takdir edilmesini anlayabilmiş değilim. Bütün bu roller bir yana halı sahanın en sevilen adamı şüphesiz kalecidir. Gönüllü olarak kaleye geçen, hele de iyi kalecilik yapan biri halı saha kadrosunun gözünün nurudur, baş tacıdır. Böyle biri yoksa 60:7=8.57 dakikalık çile başlar. Takdir edersiniz ki 8.57 dakikanın tam olarak ne kadar bir süreye denk geldiği doktrinde tartışmalı bir konudur, dolayısıyla herkes uzman görüşünü 8 dakika olarak kullanır ve olan son kaleciye olur. Ben her zaman ilk kaleciyi olmayı tercih ederim, cezamı çeker, hızlı adımlarla sahadaki yerimi almaya koşarım.


Halı saha bilimsel açıdan da son derece öğreticidir. Öğrenim hayatının çeşitli aşamalarında gösterilen algıda seçicilik, zamanın göreceliliği gibi kavramları en iyi halı sahada anlar insan. Halı sahaya çıkan her topçu maç boyunca yaptığı bütün hareketleri hatırlar, verdiği mükemmel topuk paslarının herkes tarafından hatırlanmasını bekler. Oysaki herkes aynı durumdadır, bu yüzden genellikle kimse kimseyi takdir etmez. İşte bu olayın adı psikolojide algıda seçiciliktir. Zamanın göreceliliğini ise 10 dakikada ciğerleri dışarı çıkma ya da en azından kusma suretiyle fazlalıkları atma talebinde bulunan bir sigara tiryakisine sorun. Muhtemelen iki gündür koşmakta olduğunu söyleyecektir. Ve isterim ki herkes bir halı saha maçını kameradan seyretsin. Benim böyle bir şansım oldu, Premier League temposunda oynandığına inandığım maçı sanırım bana ağır çekimde izlettiler. Ya da maç benim düşündüğümden biraz daha yavaş oynanmış olabilir...


İlk halı saha maçımı hatırlıyorum. Beton zemin üzerine kelime anlamıyla serilmiş yeşil bir halı –belki de çuha- üzerinde oynamıştım. Şimdi halı saha teknolojileri gelişti, yapay çim üzerinde skorboardlu sahalarda gösterebiliyoruz hünerlerimizi. Sahalar da değişse, oynayanlar da değişse maçın sonu hala seviyeli spor yorumcusu Ömer Üründül üstadımızın çıkışıyla aynı: Hani tek top oynayacaktık lan şerefsizler!

25.08.2006

İskoçya Premier Ligi 4. Hafta Sonu

Merhaba

İskoçya Premier Ligi’nde 4 hafta geride kaldı. Avrupanın erken hatta bayağı erken başlayan ligleri arasında yer alan SPL (Scotland Premier League)’de geçen 4 haftanın bilançosuna ve takımların 4 haftalık performanslarına ve SPL takımlarından en son haberlere bu sezondaki ilk yazımızda yer vermeyi uygun görüyoruz.

İskoçya Premier Ligi ekipleri federasyon tarafından başlatılan bir çalışma olan ve Premier Lig altında yer alan ikinci lig için yeni bir düzenlemeyi bir başka deyişle SPL 2 ‘yi olumlu yönde oyladılar. Buna göre SFL (Scotish Football League) in 10 ekibi SPL 2 için davet edilecekler. Yeni organisayonun 2007-2008 sezonu için düşünüldüğü bildirildi.

Takvimde ilk 4 hafta geride kaldığında geçen sezon hayal kırıklığı yaşayan Glasgow Rangers’ı ilk sırada görmekteyiz. Bu sene geçen seneki hayal kırıklıklarını unutturmak için işi ciddiye alan ve geçen sezonun sonlarında takımın başına Fransız teknik adam Le Guen’i getiren Glasgow ekibi 4 maçta 8 puan topladı.

Glasgow’un diğer ekibi geçen sezonu şampiyon tamamlayan Celtic ise 4 haftada tam 5 puan kaybetti. Celtic 2. sırada averajla 7 puanlı diğer 4 takımın üzerinde yer almakta. Bu arada Celtic için bir transfer haberi söz konusu. Real Madrid’in Danimarkalı orta saha oyuncusu Gravesen’in adaya dönmek istediği zaten biliniyordu. Oyuncu ile Celtic arasında transfer görüşmelerinin yapıldığını Celtic teknik direktörü Gordon Strachan de doğruladı. Teknik adam Gravesen’in takıma katılmasını memnuniyetle karşılayacaklarını ancak henüz detaylardan bahsetmenin mümkün olmadığını bu sebeple şu anda Gravesen için konuşmanın adil olmadığını yaptığı basın toplantısında belirtti.

Geçen sezonun sürpriz takımı Hearts yine iddialı girdi yeni sezona ve 4 haftada 7 puan toplayan ekipler arasında yer aldı. Edinbrough ekibi geçen hafta Rangers’a yenilmeseydi liderlikteki yerlerini pekiştireceklerdi. Hearts Litvanyalı oyuncu Marius Zaliukas’ı tansfer ederek kadrosunu güçlendirmeye devam ediyor.

Dundee United’da yine aynı senaryo devam ediyor. Lige hiç de parlak şekilde başlamadı Dundee United. Dundee şehrinin Premier Ligdeki tek temsilcisi son haftada üstelik kendi sahasında ligin zayıf ekiplerinden Dunfermline ile berabere kalarak 2 puan kaybetti. Dundee United adını en son transfer haberleri ile duyurdu. David Fernandez takımdan ayrılan oyuncular kervanına katılırken Barry Callaghan’ın ise Queen of the South ‘da kiralık olarak forma giyeceği takım yöneticileri tarafından bildirildi.

Motherwell’de eski oyuncularının Keith Lasley’in Plymouth’da 2 yıllık bir maceradan sonra yuvaya geri dönüşü moralleri yükseltse de bu transfer 0 puanda kalmalarını önleyemedi. Büyük takımların baş belası Motherwell’in bu sene işi çok zor gibi görünüyor.

Inverness Caledonian Thistle Football Club son haftada güçlü Celtic karşısında 1 paunı almayı bildi ve puanını 3’e çıkardı. Bu arada geçen hafta Inverness genç savunma oyuncusu David Proctor’un Dundee United’a transferini onayladığını duyurdu.

Geçen sezonun başarılı Edinbrough ekibi Hibernian Hollandalı orta saha savunma oyuncusu Shelton Martis’i kuzey İngiltere ekiplerinden Darlington dan transfer etti. Yeni Oyuncu ilk maçına Easter Road da 3-1 galibiyetle kapattıkları Motherwell maçında çıktı.

4. Hafta Toplu Sonuçları

19/08/06

St Mirren

1-1

Aberdeen

19/08/06

Dundee United

0-0

Dunfermline

19/08/06

Falkirk

1-2

Kilmarnock

19/08/06

Hibernian

3-1

Motherwell

19/08/06

Rangers

2-0

Hearts

20/08/06

Inverness

1-1

Celtic

Puan Durumu

1

Rangers

4

8

2

Celtic

4

7

3

St Mirren

4

7

4

Falkirk

4

7

5

Hearts

4

7

6

Kilmarnock

4

7

7

Aberdeen

4

6

8

Hibernian

4

5

9

Dundee United

4

3

10

Inverness

4

3

11

Dunfermline

4

2

12

Motherwell

4

0

5. Hafta Maç Programı

26/08/06

Aberdeen

-

Dunfermline

26/08/06

Celtic

-

Hibernian

26/08/06

Falkirk

-

Motherwell

26/08/06

Hearts

-

Inverness

26/08/06

St Mirren

-

Dundee United

27/08/06

Kilmarnock

-

Rangers

23.08.2006

Premiership Season Preview 1: Sert Çocuklar

ARSENAL

Geçen sezonki fecaat başlangıçtan sonra Wenger’in genç topçuları, sürpriz bir şekilde, Şampiyonlar Ligi’nde finale kalmış, bu sezonki Şampiyonlar Ligi vizesini de ligin son haftasında, biraz da şansa (ligin son haftasında 7 Tottenham oyuncusu zehirlenmişti) elde etmişlerdi. Bu sezona da çok benzer bir şekilde sorunlu başlıyorlar.

Thierry Henry takımda kaldı kalmasına, fakat Ashley Cole ve Reyes ayrılmak istiyorlar. İkisinin hikayesi de ziyadesiyle medyatik: girl band Girls Aloud’dan Cheryl Tweedy’le evlenerek bir anda Britanya’da “Beckham Jr.” mertebesine ulaşan Cole, David abisine özenerek bir de otobiyografi yayınladı. Otobiyografisinde, geçtiğimiz sezon Chelsea menajeri Jose Mourinho’yla beraber bir Londra restoranında yemek yerken yakalanması ve ardından ortaya çıkan transfer skandalında Arsenal yönetimini ve menajer Arsene Wenger’i kendisini “günah keçisi” olarak kullanmakla suçladı. Arsenal yönetimi de kitaptaki bu bölüm için kendisine nota verince takımdan ayrılmak istediğini açıkladı. Cole, Chelsea’ye gitmek isityor. Wenger, milli sol beki Dinamo Zagrep ön eleme maçlarında ve Aston Villa’yla yapılan ilk maçta kadroya dahi almadı. Wenger’in gözünden düşen Cole, tıpkı geçen sene Campbell’ın yediği gibi satılana dek kesik yiyecektir.

Bir başka mutsuz oyuncu da José Antonio Reyes. Namağlup şampiyon bitirilen unutulmaz 2003-04 sezonunun ara transferinde takıma büyük umutlarla ve büyük paralarla transfer edilen Reyes, şu ana kadar oynamış olduğu oyunla büyük hayal kırıklığı yarattı. Geçtiğimiz sezon bir Madrid radyosunun Cem Ceminay’vari telefon şakasının tuzağına düşmesi ise Reyes’in olası İspanya transferini hızlandırdı. Kendini bir Real Madrid yetkilisi olarak tanıtan DJ, Reyes’i işletti ve Reyes İngiltere’de çok mutsuz olduğunu, İngiliz hayat tarzına alışamadığını ve küçüklüğünden beri hayran olduğu Real Madrid’e transfer olmanın rüya gibi bir şey olacağını söyleyince İngiliz tabloid basının eline düşmüş oldu. Reyes de Cole gibi 3 maçtır kesik; akıbeti de benzer olacaktır. Oyuncu artık Real Madrid aşkını hemen hemen bütün demeçlerinde dile getiriyor.

Bir de Campbell’ı kaybeden Arsenal’in bu sezonki yegane transferi ise Çek yıldız Rosicky. Ancak takımda bu sezon en büyük patlamayı hiç şüphesiz sezonun ilk üç maçında gösterdiği performansla otoriteleri hayrete düşüren Fabregas yapacak. Söylentilere göre genç İspanyol yaz boyunca kendini o kadar geliştirmiş ki Wenger kendisine efsanevi kaptan Vieira’nın 4 numaralı formasını vermiş. Kapalı kutu Theo Walcott’ın ligin ilk maçında Villa’ya karşı oyuna girer girmez bir asist yapması da düşündürücü.
Değerlendirme yapacak olursak, Arsenal, takım olarak, Cole ve Reyes’in gidişini kafadan silip konsantre olursa yine harikalar yaratacak düzeyde bir potansiyele sahip. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı çok düşük. Şimdiden başta Henry olmak üzere takımın ileri gelen oyuncuları Ashley Cole’un satılmasının büyük bir krize yol açacağı konusunda hemfikir. Ancak geçen sene de Fabregas’ın Vieira’yı çok aratacağı söyleniyordu. Önceki yazılarımda da belirttiğim üzere, Arsenal kabuk değiştiriyor; Adebayor’lu, Clichy’li, Eboue’li, Fabregas’lı, Djourou’lu, Senderos’lu, Walcott’lı Hleb’li, Rosicky’li jenerasyona hazır olun. Tarih tekerrür eder, Cole ve Reyes’in parasıyla 5-6 tane daha genç takıma monte edilir. Arsenal bu sene de Şampiyonlar Ligi vizesi alacak bir görüntü çizecektir, fakat Chelsea’den şampiyonluğu almaları bana imkansız geliyor.


MANCHESTER UNITED

            Sir Alex Ferguson... Yaşlı kurt... Önce Dünya Kupası’ndaki “Rooney vs. Cristiano Ronaldo” krizi patlak verdi. United’ın menajeri ben olsam, ne kadar yetenekli veya yakışıklı olursa olsun, hilekarlığı ve çirkefliği yüzünden Ronaldo’nun kıçına tekmeyi basar, tarih kitaplarındaki yerimi alırdım. Ferguson ne yaptı? Rooney’le Ronaldo’yu barıştırdı, sonra ligin ilk haftasında takımına öyhle bir oyun oynattı ki Şeytanlar Fulham’a 19 dakikada 4 gol atarak iki oyuncuyu ve taraftarı tek çatı altında topladılar. (United taraftarı ise Ronaldo’yu ıslıklamak yerine bağrına basarak kişiliksizliğini bir kez daha gösterdi – ki bu oyuncu İngiltere-Portekiz maçı sonrası United taraftarının tepkisini önemsemediğini, zaten Real Madrid’e gitmek istediğini söylemişti). Yani adam enteresan bir şekilde yine tarih kitaplarına girdi. O, zaten bu yüzden “Sir” Alex Ferguson.

            Ruud van Nistelrooy’un gidişi tabii ki takım adına üzücü. Ancak motivasyonsuz bir Ruud, Turkcell Süper Lig ya da Tayland 2. Ligi’nde oynamadığı sürece hiçbir takıma bir şey katamaz. Adamın huyu bu işte, bir oyuncu çok yıldızlaştığı zaman ille de onla bir ego çatışması yaşıyor. “Sir” Alex Ferguson... Neyse ki ligin ilk maçında izlediğim Louis Saha, nesir macunu bağımlısı gibiydi. Bu sene Saha çıldırabilir. Scholes’ın geri dönüşü çok yerinde olmuş. Carrick’e verilen paraya elbette yazık, fakat Ferguson’ı çok rahat ettirecek, Keane benzeri bir oyuncu.

            Kısacası, mutasyonlarına büyük hızla devam eden ergenler Rooney ve Ronaldo’nun önderliğindeki United, bu sezon Chelsea’yle beraber şampiyonluğun en büyük adayı olacaktır. United they stand.


CHELSEA

            Chelsea oynadığı übermensch futbola tam gaz devam ediyor. Oyuncuları aşırı fit, çok fazla pres yapıyorlar ve gol yemeye pek yanaşmıyorlar. Üstelik Mourinho’nun bu sezon, Shevchenko, Ballack, Kalou, Mikel, Boulahrouz gibi yeni “cici” oyuncakları da var. Bütün bunlara rağmen José mutlu değil gibi. Sezon açılışını, City’i 3-0 dağıtarak (skor Chelsea adına çok daha farklı olabilirdi) yaparken José’nin saçlarının dökülmüş olması dikkati çekti. Başını ağrıtan bir sol bek sorunu var; Del Horno’nun gidişinden sonra orayı da Cole’la dolduracak herhalde. Ancak Arsenal’in 20 milyon £’dan tek bir şilin bile inmemesi bu transferi biraz zora soktu. Şu anda Brigde ile “idare edecekler.” Gallas, Mourinho'yla kavgalı ve arılmak istiyor. O yüzden onu yok sayalım. Varlık içinde yokluk bu olsa gerek. Bu sezonki tek rakipleri Barcelona. 3 seneye de bizzat Allah’a kafa tumaya başlarlar.


LIVERPOOL

            Geçtiğimiz sezonki Liverpool, 2 sorunlu bölgesi hariç çok şık bir kadroya sahipti. Neresiydi bu sorunlu bölgeler? Sağ kanat ve forvet. Gerçekten de “Kızıllar” geçen sezon hemen hemen hiç gol yememiş, attıkları az saıydaki golü de sol kanattan ya da ortadan bulmuşlardı. Efendim tam Cisse bey form tutacak derken sarışın nigger bacağını kırdı ve müteakiben Marsilya’ya kiralandı. Morientes’i de Valencia’ya kiraladılar.

            Şişman, alkolik, eski efsane Robbie Fowler, uyumsuz, problemli, huysuz sokak çocuğu Craig Bellamy, "Allah boy vermiş, gerisini koyvermiş" Crouch ile hapishane kaçkını, esrarlıyken araba kullanmak gibi ilgin hobileri olan Jamaikalı Jermaine Pennant... Hayır, sevgili okurlar, Tarantino’nun yeni filminden değil, Liverpool’un sorunlu forvet ve sağ kanat mevkiilerine bulmaya çalıştığı “çözümlerden” bahsediyoruz.

            İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütün şehri bir sene boyunca kilitleyen 60 küsür “çözüm”’ü bile Rafa Benitez’in Liverpool’a bulduğu çözümlerden daha iyiydi. Amacım Liverpool yandaşlarına şunu söylemek, bir bakıma: “Beklentiler ne kadar büyük olursa, hayal kırıklıkları da o kadar büyük olur.” Anfield’lı liman işçilerini bu sene de çile dolu bir sezon bekliyor. Ben de “Yumurtanız haşlanmış mı olsun yoksa Rafa’dan mı?” diye iğrenç bir şekilde yazıyı bitiriyorum. Bu yazıyı yazarken çok eğlendim.

21.08.2006

TOP Ladies

Geçtiğimiz ay Zidane’ın Materazzi’ye attığı kafayla yatıp kalktık. “Neden attı, atmalı mıydı atmamalı mıydı, Zidane gibi bir futbolcu nasıl oldu da kariyerinin son resmi maçında böyle bir hata yapabildi?” vb. sorulara herkes kendince bir yanıt aradı. Hatta işe biraz daha derin bir boyut kazandırıp “Acaba o kafa, futboldaki tüm çirkinliklere atılan bir kafa mıydı?” diye düşünenlerimiz bile oldu. Ama kimse Materazzi’nin, Zidane’ın annesi ve eşinin zamanında icra etmiş olduğu meslekle ilgili iddialarında yanılmamış olabileceğini düşünmedi; düşünmedikleri için de araştırmadılar. Ama merak etmeyin ben düşündüm; üşenmedim sizler için araştırdım: Değillermiş. Daha sonra yine düşündüm ve tekrar gerçekleşebilecek benzeri bir kafa atma olayında, sizlerin, birer alternatif futbol kültürü sitesi sakini olarak kafalarınızda aynı soru işaretlerinin oluşabileceğini varsayarak bazı futbolcuların eşlerini tanıtan bir yazı yazmaya karar verdim. Ayrıca an itibariyle fark ettim ki yazıyı yazma nedenimi kendime saklasaymışım daha iyi olacakmış; alenen saçmalamışım. Zaten salladım da. Yani yazının kocaaa bir paragrafını boşa okumuş oldunuz.

Neyse...Bilindiği gibi en çirkin futbolcunun bile eşi dünya güzelidir. Tabii böyle olmasının sebebi yine bilindiği gibi, futbolcunun kendisine eş olarak piyasadaki en taş hatunu ve mümkünse manken olanını uygun görmesidir. Başka bir sebebi de şu olabilir: Futbolcular zaman fakiri insanlar. Kendilerini zar zor dışarı attıkları bir gece, hiç tanımadıkları birine yazılıp değerli vakitlerini bir de tanışma faslıyla harcamak istemezler. Onun yerine “Bütün meşhurlar birbirini tanır” düşüncesiyle aynı mekandaki manken arkadaşa yazılmayı daha yerinde bulurlar. Zira birinin zamana, diğerinin de para ve reklama ihtiyacı vardır. Böylece bizler de kimi durumlarda, paranın (ve aşkın!) ırkçılığın da önüne geçebildiği nadir ilişkilere tanıklık etmiş oluruz.

Kız arkadaşlıktan eşliğe terfi edilmesi, bazı zorlukları da beraberinde getirir. Sevgiliyken en ufak bir bıkkınlıkta ayrılma şansınız varken, yapılan çocuklar ve sınırsız kredi kartı harcamalarıyla artık böyle bir durumu düşünmek bile istemezsiniz. Ancak bıkkınlık çabuk gelecek, sinirler gerilecektir. Yüzde 80’i sarışın olan ablaların zaman zaman kafalarında “Paralar burda da koca nerede?” gibi soruların oluşması veya östrojenlerinin tavan yapması durumuda, kocaları derhal kampa alınır. Onlara da, nefislerini yeni bir Chanel gözlükle, Prada çantayla veya Cartier saatle gidermek düşer. Bir diğer zorluk da eşinizin attığı, attırdığı her gol veya yaptığı her fantastik hareket sonrasında, kameraların malum yerlerinize zoom yapmasıdır. Ama ablalarımız bunlara hazırlıklıdırlar; her türlü eksik itinayla giderilmiştir.

Tabii bu saydıklarımdan daha farklı özelliklere sahip olan futbolcu eşleri de var; yok değil. Yani bunların hepsi salak demeye getirmiyorum işi. Ama piyasadaki çoğu futbolcunun kapasite olarak çok ileri varlıklar olmadıklarını varsayarsak, muhatap olabilecekleri karşı cinsiyetteki varlıkların da çok matah olmalarını bekleyemeyiz. Değer yargılarını alıp vermek, fiyaka yapmak, bakımlı olmak üzerine kurmuş varlıkların da, temel ihtiyaçlar dışında, sadece güzel olmayı arzulamak gibi takıntılarının olması gayet normal!

Herneyse...Şimdi bu hatunları aralarında kendimce bir sıralama yaparak sizlere değişik yönleriyle tanıtacağım:

5. Verena Kerth (Oliver Kahn)

Verena Kerth henüz Kahn’ın eşi değil evet. Ancak yine de kendisini üstün başarısından dolayı bu sıralamaya dahil etmek istedim. Ne yaptı, ne etti bilmiyorum ama bir aileyi dağıtmış. Kahn bu kız uğruna 4 yaşındaki kızını ve en az Verena kadar güzel üstelik karnı burnunda eşini bırakmış.

Kahn ve Kerth ilk kez Münihteki bir gece kulübünde görüntülenmişler. Olgun bir Alman baba imajı çizen Oliver’ın piercingli, mini etekli ve tabii ki sarışın bu ablayla ne alakası olduğu uzunca bir süre Alman medyasında tartışılmış ve eleştirilmiş. Kahn da biraz pişman olmuş galiba ki eşi ve kızıyla güzel bir tatile çıkıp yaşananları unutturmak istemiş. Ancak tüm tatili telefon başında Verena ile konuşarak geçirmiş.

Özel hayatındaki bu dengesizlik futboluna da yansımaya başlayınca Kahn artık bu işe bir çekidüzen verme gereği duymuş ve eşinden ayrılmış. Eşi evden taşınınca Kahn Verena’yı takım arkadaşlarına ve ailesine tanıtmış. Herkes Verena’yı pek sevmiş.

Sonraları Kahn Verena’nın giyim tarzından rahatsız olmaya başlamış. Mümkünse beyaz ceketinin içine giydiği siyah südyenin üstüne bir bluz giymesini, şu fazlaca mini olan eteklerin biraz uzamasını ve 3 düğmeden birinin daha kapanmasını istemiş. Ayrıca biraz sporla ilginlenmesini, diskoda daha fazla dans etmesini, daha enerji dolu gözükmesini istemiş. (Orta yaş bunalımı bu mu oluyor?) 21 yaşındaki Verenacık da ona ne isterse yapmış ve yapıyormuş da.

Ancak Kahn’ın eski eşi Simone’un anlaşılan hala bir umudu var. Bir partide üstünde mesaj dolu bir T-shirtle görüntülenmiş: “Like a thief in the night, I’m gonna get what’s mine”

Bravo!

4. Victoria Beckham (David Beckham)

Victoria Beckham’ın bu sıralamada olmaması tabii ki imkansızdı. Onu bu sıralamaya sokmamın sebebi ise bir erkeği bu kadar iyi pazarlayabilmesi. Futbolu dışında bence Beckham onunla Beckham oldu. Allah için David’de de sermaye sağlammış. Ama galiba ‘98 Yapıştırma Albümüydü. Oradaki tipini hatırlıyorum da pek bir şeye benzemiyordu.

Benim Victoria ile tanışıklığım ilkokul 3.-4.sınıflara tekabül eder. Yani yıl 97-98. Ben Spice Girls’le yatıp kalkarken. Evde, serviste, okulda Spice Girls dinlerken. Spice Girls yapıştırma albümünü tamamlayacağım diye okulda bütün gün Spice Lollypop yerken. Her boş zamanımda Spice World adlı güzide filmi seyrederken. Ve tabii okulda her ders arasında Spice Girls danslarını ezbere yaparken....Hatırlıyorum da güzel günlerdi. Ben tüm bu dans çalışmalarında Victoria olurdum. Neden olurdum bilmiyorum. Tip olarak alakamız yok. Etek boyum muydu acaba beni Victoria seçmelerindeki neden? 10 yaşındaki bir kızla, bronz makyajlı yüzüne deriiin anlamlar yükleyerek kameralara bakan bir kadın arasında başka nasıl bir ortak nokta olabilir ki zaten? Neyse işte...Kısaca çoğu kişinin pek haz etmediği bu ablaya anlamsız bir sempatim vardır benim.

Bir insan her şeyiyle haber malzemesi mi olur? Oluyor işte.

“ Evlenmeden önce hamile olduğunu öğreniyor. Fazla kilolarımla gelinlik giymem diyor. Bebek doğunca evleniyor.”

“David Beckhham Victoria’nın iç çamaşırını giymeden maça çıkmıyor” ( Gerçi ben bir maç esnasında boxerını görmüştüm ama belki onun da altındadır bilemem)

“ Saçları postiş, tırnakları protez, göğüsleri silikon, ten rengi solaryum ürünü”

“ Postiş saçları Hintli bakirelerin saçlarından yapılıyor”

“ Üstünde fotoğrafının olduğu tuvalet kağıtları üretildi”

“ 3 çocuk doğurdu ve hala taş ve kız yapana kadar da doğurmaya devam edecekmiş”

“ Çocuklarını parka götürürken bile 10cm topuklu ayakkabılar giyiyor”

“ Magazin ve kadın dergileri dışında kitaptır, gazetedir kessinlikle okumuyor”

“ Her şeye rağmen “Ben sıradan bir kadınım” diyecek kadar da mütevazı.”

Bir seferinde David Beckham’ı sihirli bir değnekle elinde tuttuğunu ve idare ettiğini söylemişti. Hala meraktayım nasıldır, nerededir bu değnek...

3. Mamen Sanz (Raúl)

Sadece zerafetiyle 3. olmayı hak ediyor. Belki kendisi hakkında biraz daha fazla şey bilseydim 2. sıraya da koyabilirdim. Kendisi eski İspanyol Top Modellerden. Ne kadar güzel olduğunu belirtme gereği duymuyorum.

99 yılında Raul’le evlendikten sonra modelliği bırakmış ve kendini çocuk doğurmaya adamış. Hali hazırda 4 çocukları var. Raul ilk bebeklerinin doğduğu akşam oynanan maçta bir gol, 2. bebeklerinin doğduğu akşam oynanan maçta ise iki gol atınca, haliyle Real Madrid taraftarını 3. doğumda bir heyecandır almış. Bir de bebeklerin ikiz olacağı öğrenilince bebek başına 3 golden 6 gol beklemeye başlamışlar. Lakin fısss...

Raul attığı her golü yüzüğünü öperek çok sevgili eşi Mamen’e ithaf ediyormuş. Alkışşş Raul’e!

2. Kristen Pazik (Shevchenko)

Güzellik + hedefe kilitlenme. Kristen bu yüzden ikinci.

Kendisi bir Amerikalı. Ancak anladığım kadarıyla San Siro havası solumuş erkeklere özel bir ilgisi var. Sular seller gibi İtalyanca konuşan Kristen, Milan Başkanı Berlusconi’nin oğluyla başladığı seferini çiçeği burnunda Chelseali Shevchenko ile sonlandırmış.

Giorgio Armani’nin düzenlediği bir partide tanışmışlar. Shevchenko’yu ilk defa bu kadar yakından gören Kristen, bu erkek güzeli karşısında adeta büyülenmiş. Hemen yanına gitmiş ve Milandaki başarılarından dolayı kendisini kokulu kokulu tebrik etmiş. Gerisi malumunuz...

Kristen, Shevchenko üzerinde bir hayli etkinmiş. Bunu öğrenen Abramovich de transferi kolaylaştırmak adına ilk iş olarak Kristen’i kafalamış. Londra’ya çağırmış. Etrafı şöyle bir gezdirmiş. Sonuç ortada...

1.Helen Svedin (Figo)

Hayır güzel değil...Çok güzel. İsveçli eski bir model. Eğer Playboy geçmişiniz varsa Helen’i oradan hatırlamanız mümkün.

Kendisiyle ilgili Figo’nun Portekizce, İspanyolca, İtalyanca ve İngilizce’nin üstüne bir de İsveçce öğrenmesini sağlamasının dışında hiçbir şey bulamadım.

Bir defasında Real Madrid Başkanı Florentino Perez Ronaldo’ya neden biraz daha az dışarı çıkıp daha sakin, örneğin Figo’nunki gibi bir hayat sürmediğini sormuş. Ronaldo da “Benim karım da Figo’nun karısına benzeseydi, ben de evden çıkmak istemezdim” demiş.

Ronaldo haklı. Benden Figo’ya tavsiye. Artık futbolu bıraksın. Ya da bırakmadan bi Türkiye’ye gelsin. Deniz Baykal’ın çağrısına kulak versin. “Boğaz var, balık var, rakı var. Gelsin herhangi bir takıma abilik yapsın.” Çok kasmasın yani. Akabinde dediğim gibi futbolu bırakıp hatta tüm dünya işlerinden elini eteğini çekip evinde otursun paşa paşa.

Evet mümkünse erkek olmak ve bu kıza aşık olmak istiyorum!!!

17.08.2006

Başlamışız Haberimiz Yok

Efendim, UEFA Kupası’nda yeni sezon, Intertoto Kupası’nı fiilen bu kupanın bir alt ön elemesi haline getiren kararın tatbikiyle ve “pat” diye, ne olduğunu anlayamadan başlayıverdi ve ben, tabii ki de geç kaldım; olsun, asparagas kura çekimi yazısı yazmaktan iyidir.. Tahminen bir-iki sezon içerisinde bu karar resmiyete dökülür ve Intertoto Kupası artık tedavülden kalkar. Hayırlısı olması dileğiyle..

Her ne kadar, UEFA’nın muhtelif kararlarıyla, kupalararası seviye iyice esnekleşmiş olsa da, biz yine de UEFA Kupası’na ekstradan bir takımımız daha katılmış farzedip sevindik.

Bu durum, Fenerbahçe adına işlerin pek iyi gitmediği Şampiyonlar Ligi ikinci ön eleme turundan çıkabilecek, olası istenmeyen sonuçla garip bir tezat halinde..

Bu noktada, kupada grup uygulamasının üçüncü sezonuna girdiğini ve dolayısıyla iyice oturduğunu hatırlatalım. Artık önemli olan grup aşamasında yer alabilmek. Bu bölüme daha iki tur varken, ne kadar kupanın içinde sayılabileceğiniz de tartışmaya açık..

İyi ve kötü ihtimallerin müşterek bir paydada birleşmesiyle, kupada dört takımla boy gösterebiliriz. Bu alandaki azami nicelik beş..

2003-2004’de beşi bir yerde kupaya başlayan Almanların hiçbiri üçüncü turu göremedi, bu işin kötümser tarafı. Yine aynı sezon İspanyollar dört takımla başlayıp, Şampiyonlar Ligi’nden Valencia takviyesiyle beraber son 16’ya beşli bir dalış yaptılar, hatta Valencia da kupayı kazandı, bu da Pollyanna gözüyle ulusal bir yükseliş hayali olabilir.

Ama genelde, aynı ligin takımları Avrupa Kupaları’nda komple hareket edemiyorlar, zira herkesin kendi derdi var ve Ferhat Pakdemir kardeşimiz ne kadar aksini iddia ederse etsin, futbol dünyası globalleşmeye ve kulüpleşmeye devam ediyor.

Bu satırlar yazılırken, Kayserispor ligimizin orta sınıfına bir numara büyük futbolunu, Tiran’da hemen hemen turla süsleyerek, Trabzonspor ise ikinci Rum faciasının eşiğinden dönerek yurda dönmüşlerdi.

Bu takımlarımızın ve kupaya bir sonraki kademede iştirak edecek olan Beşiktaş’ın muhtemel rakipleri arasında, her kura çekiminde olduğu gibi, “Aman eyvah” denecek olanlar da var, “Şeker gibi” olanlar da. Ama birinci turda kaç takımla belirirsek belirelim ve bunların kaçı seribaşı olursa olsun, bu heyecanlanmalar biraz lafta kalacak.

İtalya’daki şike skandalı sonrası Juventus ve Fiorentina’nın, İspanya’nın geçen sezon Şampiyonlar Ligi şampiyonu çıkarması sonucu da Barcelona’nın, puan tablolarında Avrupa Kupaları’na katılacaklar listesinin dışında kalması, bu iki ülke adına seviyeyi bir – iki basamak aşağı çekti. İngiltere’de orta-üst basamaklardaki takımlar yine değişti. Almanlar’da ise küme düşmekten kılpayı kurtulan Frankfurt dışında Avrupa arenasına çıkan takımlarda pek bir değişiklik yok.. Geçen sezonun Slav sürprizinin müsebbibi teşkilat yine hazır kıta ve nicelik yönünden kulüp sıralamasındaki yükselişten dolayı Yunan takviyesi beklenebilir, eh böylelikle Yücel Özmetin’e de malzeme çıkar.. Herifler güya, neredeyse Avrupa Kupaları’na katılamıyorlardı ama birinci turdan kupaya başlayacak üç takımları var.

İşin içine muhtelif Rum takımlarını da katacak olursak, bu kokteyl kupada ses getiremese dahi, isimlerini ilerleyen aşamalarda duyma ihtimalimiz düşük değil. Zaten Avrupa futbolu daha sezonu doğru dürüst açmadan biz bu takımların ikisiyle müşerref olmuş bulunuyoruz bile..

Benzer örnekleri, daha üstdüzey liglerde, geçtiğimiz sezonlarda çokça gördüğümüz bir durum, bu sefer Hollandalılar için geçerli; düşüşteki Feyenoord ile yükselişteki Heerenveen birlikteler (Yanlarında yine birinci turdan başlayacak Groningen de var, pas geçiyoruz)..

Fransızlar zaten kendi içlerinde sürekli bir değişim halinde olduklarından (Son yıllarda sadece şampiyon sabitlendi, haricindeki değişiklik geleneğinde bir değişiklik yok gibi) tutup burada bahsetmenin anlamı ve geçerliliği yok. Ama PSG’nin yeniden Avrupa arenasında olduğunu belirtelim. Ama siz şimdi, bir önceki sene doğrudan katıldıkları Şampiyonlar Ligi’nde grup sonuncusu olduklarını, ondan da önceki sene yine Avrupa’da olmadıklarını, daha daha önceki sene UEFA’da üçüncü turda elendiklerini falan hatırlayıp “Eee, ne olmuş” diyeceksiniz, haklısınız. Sadece bu sezon toparlamaya başlayacaklarına dair bir iddia var, belki bir şeyler değişir.

Bu karmaşa ve seviye aralığının daralması çerçevesinde ikinci ön elemede ve birinci turda, ait oldukları ülke sebebiyle büyük sanacağımız bazı takımlar elenebilir, Basel kabilinden bazı kuru gürültüler yine tepelere tırmanabilir, biz de “Anaaa!” deriz.

Ama, ister Şampiyonlar Ligi beslemelerinden olsun (Ki burada kastedilenler, grup aşamasından sonra düşenler), isterse en başından itibaren bu kupada olanlardan, nedense ben bu kupayı yine disiplinli, iyi kapanan, sıkı alan savunması yapan ve takım halinde kontratağa hızlı çıkabilen bir takımın alacağından eminim.

Daha şimdiden tutup da “dikkat çekmesi muhtemel takımlar” listesi yapmak, henüz ortada tam anlamıyla “oynanan bir futbol” olmadığı için yukarıdaki öngörüye ters ve ayrıca abes. Ama zaten sıkı bir araştırma mahsulünden ziyade, doğaçlama olan bu yazıda; ısrarla dönüp dolaşıp aklıma gelen iki takımı yad etmeden edemiyorum: Schalke ve Palermo, kademeli bir şekilde, yukarıda bahsi geçen bir nev’i “total futbol”a adım adım ilerliyor olmalarıyla dikkat çeken ekipler. Tabi, bir de Sevilla var yine ve kupa tarihinin ikinci double’ını yapma hoşluğunu sunabilirler elbette. Tabi bunun, İspanyol futbolunda sınıf atlamalarına engel olma ihtimali de mevcut.

Bir de, Dünya Kupası’nın, dünya üzerinde oynanan futbola hala bir etkisi oluyorsa eğer, bunu önce Şampiyonlar Ligi’nde değil, UEFA Kupası’nda göreceğiz muhtemelen. Zira, Şampiyonlar Ligi, kendi futbolunu oynayan takımlardan ve kendilerini onlara karşı anti futbol oynamak zorunda hisseden takımlardan oluşuyor. Ama bu derece ayırt edilebilir bir etkinin, hemen bu sene ortaya çıkmaması da mümkün, çıksa da başarılı olamama ihtimali yüksek..