Dramatik bir Şampiyonlar Ligi haftasından sonra 2009’un finalistleri belli oldu. Fakat şimdi fark ediyorum ki, yarı finale kalan 4 takımdan 3’ü hakkında bir şeyler yazmışım (ki bu takımlara kaybeden Arsenal ve Chelsea de dahil), Manchester United’ı ise atlamışım.
Geçtiğimiz sene Premiership’i ve Şampiyonlar Ligi’nin ikisini birden alıp sağlambir “duble” yapan Kırmızı Şeytanlar, bu sezon olayı abartıp “4 kupa” olarak çıktıkları hedefte, bir tek FA Cup’tan elendiler. Lig Kupası’nı kazandılar. İngiltere Ligi’nde son 4 haftaya girilirken 2. Liverpool’un 3 puan önündeler ve Şampiyonlar Ligi’nde de finale kalma başarısını gösterdiler. Yani “quintuple”’dan geçmiş olsa da bir “triple” tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Bu sezon, herkes doğal olarak Barça’yı ve Katalan temsilcisinin oyun stilini konuşuyor. Haklılar da; Barcelona, özellikle Nou Camp’ta (çoğu zaman deplasmanda da) rakibini kendi yarı sahasına hapsediyor. Asla %60-65 topa sahip olma oranının altına düşmüyor ve rakibi, karşı takımla adeta dalga geçen bir halı saha takımı edasıyla küçük düşürüyor. Peki bu sezon, niye herkes Barça’yı konuşuyor da United’ı konuşmuyor? Cevap basit: Çünkü United, son 20 yılda o kadar başarılı oldu, o kadar çok kupa kazandı ki artık kazanmaları, güzel oyunları, futbolseverlere “sıradan” gelmeye başladı. Dünyanın en zor ligini son 10 sene parsellemiş, Şampiyonlar Ligi’nde ise üst üste 2. finaline kalmış bir takımdan bahsediyoruz. Bu takımdan Cantona’lar, Sheringham’lar, Yorke-Cole’lar, Beckham’lar, van Nistelrooy’lar geçti. Giggs ile Scholes halen geçemedi. Fakat Ferguson, ne yapıp ne edip genç yeteneklerle tecrübeyi başarılı bir şekilde kaynaştırmanın hep bir yolunu buldu.
Göze hoş gelen, “melez” bir futbol:
Yıllardır Manchester United’ı izlerim. Takımın bu son jenerasyonu, kanımca diğerlerinin arasından en başarılı ve en çekici futbolu oynayan jenerasyonu olarak sıyrılıyor. Bunu da tamamen Sir Alex Ferguson’un büyüklüğüne borçlular. Şöyle ki: 70 yaşına gelmiş (bırakın teknik direktörleri) herhangi bir insan, çok büyük ihtimalle bazı konularda muhafazakardır, tutucudur, değişimi reddeder. Ferguson ise, adeta David Bowie gibi, her daim kendini geliştiriyor. Başka futbol kültürlerine, eleştirilere kapısını asla kapamıyor. Şimdi kim çıkıp da “Manchester United klasik Ada futbolu oynuyor.” diyebilir? Takıma bakıyoruz, United altyapısından, ya da İngiltere’den yetişme, Giggs, Scholes, Ferdinand, O’Shea, Fletcher, Carrick, Rooney, Brown gibi yıldızlar var. Bu yıldızlar United gleeneğini ve İngiliz tarzı, tempolu, fiziksel futbolu ayakta tutuyorlar. Diğer yanda, van der Sar, Evra, Vidic gibi, Avrupa’nın diğer taraflarından toplanmış, oyun konsantrasyonu mükemmele yakın savunma oyuncuları... Hücum hattı, Ronaldo, Nani, Tevez, Berbatov, Park gibi, biraz Latin ağırlıklı olmakla beraber, dünyanın dört bir yanından toplanmış, çok yönlü oyuncularla dolu. Anderson gibi “geleceğin Ronaldinho’su” olarak anılan bir oyuncudan, Lil’ Wayne gibi gözüken, Makelele-Scholes-Ronaldinho arası oynayan bir Frankenstein yaratılmış. Berbatov oynamadığı zaman fiks oynayan bir santrafor bile yok. İleri uçtakilerin kanatta mı, orta sahada mı, forvette mi oynadığı çoğu zaman belli değil.
İşte bu kimliksiz, kimliksiz olduğu kadar da bir kalıba sığmayan, rakip çalıştırıcılarca çözülemeyen oyun anlayışı, United’ın son senelerdeki başarısının en önemli anahtarı. Cantona, Kanchelskis gibi oyuncuların transferiyle başlayan, Fransız etkileşimiyle devam eden Quieroz gibi Güney Avrupa futbolu üzerine ihtisas yapmış bir adamı asistan menajer yapan ve an itibariyle, gerçek anlamda “küresel” bir altyapı ve scouting organizasyonu kuran bir anlayışın zaferi...
Cristiano Ronaldo:
Cristiano Ronaldo ise yukarıda bahsettiğim bu anlayışın en önemli meyvesi. Ferguson kendini hep geliştiren, 70 yaşında bir ihtiyar delikanlı demiştik. Hatırlarsanız, sürekli Real’e gitmek için naz yapan Beckham’ı, bir anlık sinirle tekmelediği krampon ile oyuncunun kaşını yararak takımdan uzaklaştırmıştı. Yerine 17 yaşında garip saçlı, garip oynayan bir Portekizli çocuk alıp, üstelik efsanevi kaptanın 7 numaralı formasını bu çocuğun sırtına geçirdiğinde, herkes (ben de dahil) Ferguson’un bunadığını düşünüyordu. Bu transferi takip eden 2 sene boyunca, Ronaldo oynadığı şahsi ve etkisiz futbol ve hakemi aldatmaya yönelik hareketleriyle beni ve pek çok futbolseveri bayarken, United ise Şampiyonluğu Arsenal ve Chelsea’ye kaptırarak yeniden yapılanma sürecine girdi.
Birkaç sene sonra bir baktık ki, bu cılız çocuk, varıyla yoğuyla kendini antrenman sahasına ve ağırlık odasına adamış ve gerek teknik gerek fiziksel anlamda dünyanın en dominant futbol yıldızı haline gelmiş. Yıllardır sitemizin yorumlar köşesinde olsun, forumumuzda olsun, Pokemon dövüştürür gibi oyuncu kıyaslarız. Ne Ronaldo’lar, Henry’ler, Ronaldinho’lar, Kaka’lar, Zlatan’lar gördük. Bugün ise, görünüşe bakılırsa futbolseverler arasında bir “C. Ronaldo vs. Messi” kutuplaşması söz konusu (ki bence Zlatan bu sene biraz kulübünün başarısızlığına kurban gidiyor). Ben ise, futbol gibi bir takım sporunda bu tür kıyaslamaların her zaman gereksiz ve anlamsız olduğunu düşünürüm. Fakat bu sefer kendimi tutamıyorum. An itibariyle, hücuma yönelik orta saha/kanat oyuncuları arasında C. Ronaldo’nun rakibi olacak bir oyuncu göremiyorum. Buna Messi de dahil... Buna karşı gelenlere ise şunu söylüyorum: “Bana Messi’nin yapıp da Ronaldo’nun daha iyi yapamayacağı bir şey söyleyin.” Çalımsa çalım... Dar alanda en az Arjantinli kadar etkili. Üstelik fazlası da var: çok daha hızlı, bir basket oyuncusu kadar yükseğe sıçrayabiliyor, mükemmel kafa vuruyor, Juninho’dan arakladığı, mesafe tanımadan şut atma yeteneğini önce geliştirdi, sonra mükemelliştirdi. E adam zaten 1.85 boyunda ve alemin de en güçlü oyuncularından... Artık defansta mücadele de ediyor. Pres de yapıyor. Daha ne istiyoruz?
Ferguson’un açık görüşlülüğü demiştik... United’ı ben çalıştırıyor olsam, 2006 Dünya Kupası sonrası Rooney’e ve United’ın üyesi olduğu İngiliz futbol camiasına yaptığı yamukluktan sonra çoktan yollamıştım keratayı... Zaten Alex Ferguson ile benim gibi standart bir FM menajerinin arasındaki büyüklük farkı da buradan kaynaklanıyor. Sir Alex ne yaptı? İki küskün oyuncuyu barıştırdı, taraftarın Ronaldo’yu affetmesini istedi. Ronaldo bunun üzerine 2 sezon sonunda üst üste Real Madrid’e gitmek istedi. United camiasını zedeleyici demeçler verdi. Sir Alex ne yaptı? Çocuğu bırakmadı, mazur gördü. Beckham’da yaptığı hatayı tekrarlamadı. Öfkeyle hareket etmedi. Sabrının karşılığını da gördü. Ronaldo, senede 30-40 gol, bir o kadar da asist üreten bir kanat oyuncusu (sırf bu tanımlama bile komik geliyor) haline geldi. Hatta yakınlarda da uzun dönemli bir kontrat imzaladı. Böylece hem United, dünya futbolunun en dominant yıldızına tutunmuş oldu, hem de dünya futbolunun o en dominant yıldızı, Real Madrid gibi vizyonunu ve misyonunu şaşırmış bir kulüpte harcanıp gitmedi. Chelsea zaferlerinin sarhoşluğu geçtikten sonra da, Guardiola’nın kabuslarını süslemeye başlayacaktır.
Giggs & Vidic:
Bu sezon, United’ın Ronaldo ile birlikten en çok göze batan iki oyuncusu... 17 yaşından beri Manchester United’da ilk 11’de sahaya çıkan Giggs, 35 yaşında ama İngiltere’nin en değerli oyuncusu olma unvanına koşuyor. Gerçi bu sezon çoğu maçta 90 dakika oynamadı. Hatta birçok müsabakaya sonradan dahil oldu. Bu adaylık, kariyerinin sonunda kendisini federasyonca onurlandırmaya mı yönelik diye düşünmüyor değilim. Fakat sergilediği “sessiz liderlik”, yıllandıkça geliştirdiği oyun kuruculuk yeteneği ve oyunun temposuna hükmedişiyle profesyonel oyuncuya biçilen yaş sınırı kavramını zorlamaya başladı. Yılın oyuncusu sıralamasındaki en yakın rakipleri ise Ronaldo ve Vidic. Ronaldo’dan zaten bahsettik. Vidic ise, Ferdinand gibi dünyanın en elit stoperlerinden birinin yanına çok başarılı bir şekilde monte oldu ve formuyla Ferdinand’ı bile gölgede bırakmaya başladı. Hatırlıyorum, United kendisini transfer ettiğinde herkes “Kim? Nereden çıktı bu adam?” diyordu. İlk maçında da kırmızı kart görmüştü. Fakat bu sezonki performansıyla, artık yaşlanmaya başlayacak olan Ferdinand ve Terry’nin “komple stoper” geleneğini uzun yıllar sürdürecek gibi duruyor.
Final Öncesi:
Kırmızı Şeytanlar, Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona ile karşılaşacaklar. Rakibe kendi oyun anlayışını benimsettirmeye çalışan iki takımın, an itibariyle Avrupa’nın en göze hoş gelen futbolunu oynayan iki takımının mücadelesini sabırsızlıkla bekliyorum. Tabii daha finale kadar çok var. Ama şahsen, herhangi bir ekstra sakatlık/ceza durumu olmazsa, çok iyi bir momentum yakalamış olan Barcelona’yı United karşısında %51 favori görüyorum. Ama %51’den fazla da değil. Barcelona’nın mükemmele yakın hücum hattı, Chelsea’ninkinden bile daha katı bir savunmaya karşı bakalım ne yapacak? Öte yandan, United, Ronaldo’yu etkili kullanıp Barça’nın defansif zaaflarının üzerine gidebilecek mi? Topa hakim olmayı çok seven iki takımın mücadelesinde, Barça, her zaman olduğu gibi topu ayağında tutmayı başarabilecek mi? Van der Sar, yaşlanıyor mu? Sanırım bu soruların cevabı, kupanın galibini belirleyecek.