İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

7.05.2009

Hiddink Barcelona'nın "Havasını Aldı"

Bu akşamki Chelsea – Barcelona maçından önce, yıllardır beğenerek takip ettiğim Soccernet sitesinde “Clash of Styles (Ekollerin Savaşı)” diye bir başlık vardı. Bir tarafta Barcelona’nın bu sezonki müthiş performansı, göze hoş gelen, dikine, bol paslı, kahvehane ağzıyla “şiir” gibi futbolu, bir tarafta da belki de modern futbolun gelmiş geçmiş en “fiziksel”, Mourinho zamanlarından beri defansif mükemmeliyetleri ve 90 dakikaya yayılan dirilikleriyle ün salmış Chelsea...

Maç öncesinde ezeli rakibi Real Madrid’i, Madrid’de oynanan El Classico’da 6-2’lik absürd bir skorla küçük düşüren, “Ezeli rekabet biz “devam” diyene kadar bitmiştir” mesajı veren Barcelona, İngiliz temsilcisi ile Nou Camp’ta oynadıkları ilk maç golsüz berabere bitmiş olmasına rağmen herkesin genel favorisiydi. Ki esasında kaptan Puyol’un yokluğunda bu beni oldukça şaşırtmıştı. Zira, Chelsea’nin Nou Camp’ta 0-0 zor kurtardığı beraberlik sonrası, rakibini Stamford Bridge’de öldürücü bir pres ve ölü toplarla yormaya çalışacağı çok aşikardı. Barcelona’nın yumuşak karnı olan fizikselliği ise en iyi kapayan silahı kaptan Puyol’du. Nitekim teknik direktör Guardiola, bu eksikliği, Drogba’yı milli takımdan da çok iyi tanıyan Touré’yi Piqué’nin yanına monte edip, Henry’nin yerine de Keita’yı görevlendirerek çözmeye çalıştı.



Hiddink’in Taktiksel Zaferi

Barça’nın, sezon başından beri devam eden, geçtiğimiz haftasonu ise Real Madrid’e karşı tavan yapan gövde gösterisi sonrası, nasıl durdurulabileceği tam bir soru işaretiydi. Hollanda patentli “total futbol” anlayışını, kendi öz kültürüyle birleştirip, çok çekici bir futbol ortaya koyan Katalan temsilcisi acaba “durdurulamaz” mıydı? Bu maçta durdurulamaz olmadıklarını gördük. Barcelona finali hak etmedi, demiyorum. Tam tersine, Şampiyonlar Ligi’ndeki genel performansa bakıldğında finale kalmaıy Chelsea’den daha çok hak ettikleri ortada. Fakat, Londra’daki maçın hakkı sanırım Chelsea’nindi. Tabir caiz ise, kurt çalıştırıcı Hiddink, Guardiola’nın ve Barcelona’nın şöyle bir “havasını aldı.” Devre arasında İsveç televizyonunun (ne yazık ki, maçı İstanbul’daki sevgili arkadaşlarımla değil, Malmö’de izlemek zorunda kaldım) çok enteresan ve başarılı bir teknik analizi oldu. Arka arkaya, Chelsea’li oyuncuların, Barça’nın kanatları, orta sahasının ortası ve de yan beklerine yaptığı boğucu üçgen bir presle kazandıkları topları gösterdiler. Rahat 10 benzer top kapma kameralarca kaydedilmişti.

Nitekim Chelsea, taktik tahtasında ödevini iyi çalışmanın ödülünü erken gelen golle almış oldu. Golden sonra da son dakikaya kadar oyun disiplinlerinden kopmadılar. Bir kere, fiziksel açıdan Barça’yı aşırı derecede ezdiler. Neredeyse her ikili mücadeleyi kazandılar. Anelka-Drogba-Malouda 3’lüsünün müthiş uyumu ve patlayıcı deparları ile Barça defansını çok rahatsız ettiler. İspanyol temsilcisinin en zayıf halkalarından biri olan Valdes’i ise uzaktan şutlarla başarılı bir şekilde korkuttular. Kurallar dahilindeki sertliği akıllı oyun anlayışlarıyla birleştirerek, Dani Alves, Messi gibi yıldızları kızdırıp, oyuna küstürdüler. Bu süreç esnasında, Terry-Lampard-Cech-Ballack-Anelka gibi tecrübeli oyuncuların oyun konsantrasyonu ise mükemmele yakındı. En önemlisi, Barça’dan top kapmanın saçma sapan bir hayal olduğunun farkına vardılar (ki Barça Stamford Bridge’de, bu kötü oyununa rağmen bile %60 top kontrol oranının altına düşmedi) ve Katalanların yaptığı az sayıda hatanın üzerine %150 yoğunlaştılar. Esasında bu tatkik anlayış, o kadar belirgin bir şekilde üstün geldi ki, Anelka’nın Abidal’a gösterttiği kırmızı karttan sonra maç bitmiş sandık.

Burada, Chelsea’nin tecrübeli çalıştırıcısı Guus Hiddink’e de bir parantez açmak gerekli, diye düşünüyorum. Allah’ım bir teknik adam bu kadar mı profesyonel olabilir? Be adam, gittiğin bir takımda da beklentilerin altında performans ver! Bir başarısız ol! Takımın başına zaten sezonun yarısında gelmişsin. Sezon sonu gideceğin de ortada. Arada yetmiyormuş gibi bir de geçen yaz Avrupa yarı finalisti yaptığın Rusya’yı çalıştırıyorsun. Bir insan bu kadar mı yer, zaman, takım tanımadan, gittiği her ülkede, çalıştırdığı her takımda harikalar yaratabilir? Sanırım dünya üzerinde Mourinho ile beraber “profesyonel” CV’si en başarılı olan hoca Hiddink olabilir (Ferguson ve Wenger’i yıllarca aynı kulüplerde kaldıkları için klasman dışı bıraktım).



Barcelona Finali Hak Etti:

Iniesta’nın son dakika golü, her şeyin biteceği anda Barça’ya hayat verdi. Burada Barcelona’yı da kutlamak lazım. Chelsea gibi, 90 dakika yetmediyse 120 dakika dipdiri ayakta kalmasıyla ünlü bir takıma karşı, hem de 10 kişi kalmalarına rağmen topa sahip olmaya dayalı, kendi oyun stilleriyle kafa tuttular. Herkesin “Messi! Messi!” diye tutturduğu bir sezonda aslında çok belirgin bir şekilde en büyük payın bu adam ile Xavi’nin hak ettiğini düşünüyorum. O kadar konsantre, o kadar zekice ve o kadar diri oynuyorlar ve o kadar diğer 9 oyuncuyu da oyuna dahil ediyorlar ki kimse Messi’nin, Henry’nin, Eto’o’nun üzerindeki yükün bu iki küçük adam tarafından taşındığının çoğu zaman farkına varamıyor.

Son olarak, maçın Norveçli hakeminin, Chelsea’nin hakkını ağır bir şekilde yemiş olduğundan da bahsedelim. Gerçi Abidal’ın kırmızı kartı ne kadar haklıydı çok iyi göremedim (orada bana biraz Anelka kendini yere bıraktı gibi geldi). Fakat ortada Chelsea adına verilmeyen, çok ama çok net 2 kocaman penaltı var. Zaten Drogba’nın ve Ballack’ın kendisini maç sonunda adeta tartaklayıp dövmelerine de hiç şaşırmadım.

2009 Şampiyonlar Ligi finali, Manchester United ile Barcelona arasında oynanacak. Bana kalırsa finalin hakkı da buydu. Şimdiden final maçını dört gözle bekliyorum. Avrupa’nın göze en hoş gelen futbolunu oynayan iki takımı ve an itibariyle dünyanın en dominant 2 süper yıldızının kapışmasının sonunda bakalım kim gülen taraf olacak?

Hiç yorum yok: