28.07.2011
Neymar
24.07.2011
Trabzonspor’un Korkuları!
Eğri oturalım doğru konuşalım. Futbol hiç olmadığı kadar kuşatma altında. Bu hep vardı. İstanbul ligi uzun senelerdir böyle. Trabzonspor’un şampiyonluğunu hep şikeye mi takıldı? Hayır, kesinlikle. Sadece İstanbul’dan gelmedi kuşatma. Kendi içinden de yaşadı (yaşıyor). Trabzonspor’u dünya kulübü yapacağım, şampiyon yapacağım diye gelenlerin verdikleri zararları size başka bir zaman anlatırım.
Onun için gönüllü yöneticilik bitsin diyoruz. Yönetecekleri derin Trabzonspor seçmesin diyoruz. Bu kulüp başarı uğruna, A’ya, B’ye, C’ye kiralanacağına satılsın diyoruz. Türkiye liginde oynasın ama İngiltere’deki gibi bir sahibi olsun diyoruz. Trabzonspor’un sahibi kim? Kim savunacak? Kim geleceğini planlayacak? Yöneticileri mi? Onlar gönüllü. Bir gönüllü ne kadar yaparsa o kadarını yaparlar.
Şike olayı patlak vermiş. Trabzonspor mağdur olmuş. Mağduriyetini anlatamamak ne acı! Mağdursun, çünkü başarın çalınmış. Yönetim başarı gelsin diye seçilmedi mi? Başarını çalanlarla hukuk önünde karşı karşıya gelmekten neden korkasın? Galatasaray bunu herkesten önce yaptı. Dik durdu. Tek dik duran o. Mağdur olmamasına rağmen.
Trabzonspor, yöneticisi Nevzat Aydın aracılığıyla başını gösterir gibi mi oldu? Yoksa Nevzat Aydın, kendi görüşlerini mi söyledi anlayamadık. Eğer gazetelere çıkan doğruysa geç söylense de doğruyu söylemiş. Ancaaak, bu açıklama resmi siteden ilan edilirse bir anlamı olur. Çok kel alaka konular için basın açıklaması yapan, Trabzonspor.org.tr, kendin için hayati önemli bir şeyde ‘görmedim-bilmiyorum-duymadım’ demek gölgesinden korkmak demek değil mi? Korkma gölgenden, açıkla. “Suçluysam gereğini yap, suçsuzsam, bu çocukların emeğini, emeklerimizi çalma” de.
‘Suçluysak ligden çekiliriz’ açıklamasının resmi siteden yayınlanmasını hemen bekliyoruz. Galatasaray yayınladı işte. Yayınlanmazsa, Trabzonspor yönetiminin görüşü olmadığı anlaşılır. Bir yönetici bir yerde konuştu işte denir. Trabzonspor’un haklı davasına zerre kadar katkı sağlamaz.
Bir başka konu, Trabzonspor neden hala daha Kulüpler Birliği’ne üye? TFF’ye üye olmak zorundasın. Kulüpler Birliği’ne üye olma zorunluluğun yok. Kulüpler Birliği’nin başkanı Aziz Yıldırım. Halen Aziz Yıldırım. Henüz istifa etmedi. Başkan vekili İlhan Cavcav. Kulüpler Birliği, ‘Aman Fenerbahçe’ye bir şey olmasın’ demedi mi? Yani şike bu birliğin umrunda değil. Şike vardır, güzeldir, en az kazandığımız paralar kadar güzeldir diye düşünenlerle aynı birlik altında olmaya devam edeceksen, buyur ol.
Bakalım Türkiye’de bu işin kirli olduğunu söyleyenlerle, temiz olduğunu savunanların çatışmasından kim galip çıkacak? Yoksa filler çatışacak, karıncalar (Trabzonspor) ezilecek mi olacak? Göreceğiz.
21.07.2011
Sezon Açılışı
17.07.2011
Noolacak bu Arjantin'in hali?
Gece eve döndüğümde Arjantin - Uruguay maçının ikinci yarısına yetiştim. Arjantin'in ilk Bolivya maçını yarım yamalak izlemiştim. Onu saymazsak dün adam akıllı ilk defa Arjantin'i, Dünya Kupası'ndan sonra ilk defa izledim. Herkes kadrodaydı. Maradona da değişmişti ama 10 kişilik Uruguay karşısında koca ikinci yarı hiçbir şey yapamadılar. Evlerinde oynadıkları için tüm ülke, ellerinde o kadro bulunduğu için de tüm dünya onlardan bir şeyler bekliyor ve acayip bir baskı var.
10 kişi kalan rakibi karşısında halen daha orta sahayı Gago ve Mascherano ile tutuyorsan ortada bir sıkıntı vardır. Nitekim Mascherano ucuz bir ikinci sarı kartla atıldıktan sonra maçın penaltılara gideceği çok belliydi. Uruguay hata yapmadı, Arjantin'in Copa America hasreti 1993'ten beri devam ediyor. Muhtemelen gene teknik direktör değişikliği kapıda.
Tsonga - Djokovic
Türkiye Tenis federasyonu yıl sonundaki turnuva için reklam filmi hazırlamış. Çok büyük şanssızlık ki şu anda kadınlarda ciddi bir süper star oyuncu bulunmuyor. Sürekli "şu vardı ne oldu?" tarzındaki oyuncularla o turnuva çok da ses getirmeyecek ne yazık ki.
15.07.2011
Sahibinin topu
Futbol bir oyundur. Diğer tüm yargılara direnerek kendiminkini savunacağım, futbol sadece bir oyundur. Onu farklı bir meta haline getirenler onu oynayanlar ve izleyenlerdir. Sokakta oynanan ile Nou Camp’ta oynanan aynı oyundur. Hayattaki değerleri de aynıdır ancak ona farklı anlamlar yükleyenler ne yazık ki oyunun temelindeki en doğal niteliği, altı üstü bir oyun olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. Futbola sadece bir oyun olarak baktığımız sürece onu koruyabiliriz, aksi takdirde bir endüstriye dönüşür ki, bu da oyunu oynama amacımız olan sistemden kaçış denemesini anlamsızlaştırır. Bir endüstriden kaçarken diğerine tutuluruz.
Eğitim endüstrisinin ufacık bir üyesiyken bile en küçük aralarda bile bulduğum herhangi bir şey ile bu güzel oyunu oynardım. Aklımda ne büyük paralar vardı kazanacağım, ne de şan şöhret. Oyunun güzelliğiydi sadece benimle beraber oynayanları koridorlarda sıkıştırılmış ambalaj kutularını tekmeleten. Büyüdükçe, sevdiğin oyunu memlekette en iyi oynayanları topladığını ve yarıştırdığını iddia eden organizasyonlara ilgi duymaya başladım ve kaçınılmaz olarak bir tarafı desteklemenin verdiği heyecan duygusuna kapıldım. Taraftar olmayı oyunu izlemekten ibaret görmediğim için, ilgimi genişleterek oyunla ilgili ve takımımla ilgili tüm bilgilere ulaşmaya çalıştım. Bu da beni önce ilgili bir taraftar, sonra da tutkum artıkça takıntılı bir taraftar yaptı. Az ilgililerin gözünde fanatik olarak nitelendirildiysem de ben bu ifadeyi bir türlü içme sindiremediğimden kendimi hep takıntılı bir taraftar olarak gördüm.
Ülkeni ve dünyayı tanımaya başladıkça küçüklükten itibaren öğretilen ahlaki değerlerin bozunmasına da tanık oluyorsun ve ülkenin en büyük ilgi alanlarından belki birincisi olan futbolundan bundan nasiplenmiş olduğunu acıyla öğreniyorsun. Peki bu yeni korkunç bilgiye rağmen oyunu izlemeye ve takımımı desteklemeye nasıl devam edebildim? Gelgitlerle. En dayanılmaz anda bırakarak, takıntımı nadasa bırakarak, doğru zamanın gelmesini bekleyerek. Ömrümün sonuna dek bu takıntımdan kurtulamayacağımı biliyorum. Ne görürsem göreyim, takımıma ne olursa olsun. Bazıları buna ölümüne sevda gibi romantik adlar veriyor ama bence terk edemediğin bir sevgiliden başka bir şey değil. Sevgilin seni hep acıtır, hırpalar, hatta belki döver de ama o kadar güzeldir ki gözünde, onsuz nefes almayı aklına bile getiremediğinden hepsine katlanırsın, o seni terk etmediği sürece sen de ona mecbursun.
Son büyük terk etme denemesine 2006 mayısının ikinci hafta sonunun ertesinde kalkışmıştım. Tüm rakiplerini birer birer geçen, yakın zamanda en yakın rakibini madara eden takımım, sezon boyunca yaşattığı önce sevinci, keşke hiçbiri yaşanmasaydı diyecek kadar çok edici bir sonuçla son haftada kursağımda bırakmıştı. Bu acı o kadar büyüktü ki vurucu etkisi geçer geçmez takıma olan sevgimi sorgulatmıştı, yine de sadık bir taraftar olarak takımımı terk etmemem gerektiğini düşünüyordum. Öyle de peki hissettiğim acı, hayatına bu kadar uzak bir öğenin, asla dokunamayacağım bir kupanın(müzelerdeki teması saymıyorum ki oralarda da izin verildiğinden emin değilim, kast ettiğim kupayla uyumak) elinden kayıp gitmesi neden bu kadar yıkıcıydı ki? Nasıl bu hale gelmiştim? Takıntım beni bu kadar mı kör etmişti? O gün yaşadığım sorgulamanın sonunda takıntımın etkisini kaybettiğini fark ettim. Ertesi sene takımımı yine destekledim ama yılsonunda yaşadığım sevinç buruktu. Eksikti. Hiçbir zaman da tamamlanamayacaktı. Farklı mecralarda gelen günlük başarıların yüksek coşkusu da geçiciydi. Bir kırılma anıydı o an ve haksızlığa uğramış duygusu hep sürdü. Varlıklarını bile bile sana dokunmadığı sürece görmezden geldiğin karanlık güçler, futbol dışı öğeler, oyunun ruhuna aykırı davranışlar o gün seni bir kararın eşiğine getirmişti.
Belki de üstesinden gelemeyeceğini düşünen FB başkanı da böyle bir eşik yaşadı. Yıllar önce söylediği ve halen tartışılan saha dışında kazanma gerekliliğine tutundu. Mücadele etmeye karar verdi ama kendi kuralları ile değil, onların kuralları ile. Hukukun işlemediği yerde herkes kendi hukukunu uygulamaya kalkar. Başkanın da başına gelen buydu belki. Onların silahlı adamları varsa benimkileri de silahlandıracağım, onlar istedikleriyle görüşebiliyorsa, ben de görüşeceğim ve gerekirse tehdit edeceğim. Onlar baskı yaratacaklarsa ben daha güçlüsünü oluşturacağım. Böylece bataklık genişledikçe genişler.
Bir bataklığın içine girdiyseniz onu siz kurutamazsınız, yanınızdakiler de. Onu ancak hiç bataklığa girmemiş biri ile bataklıktan tövbe ederek çıkmış birinin işbirliği kurutabilir.
Bir taraftar olarak ne FB’nin, ne de BJK’nin geçtiğimiz sezon şike yaptığına inanıyorum. Onlar her zaman yaptıklarını ve diğerlerinin de yaptıklarını yapmaya ettiler sadece. Buna şike diyenler bataklığın içinde oldukları sürece haklı değiller, bataklığın dışındakilerin ise bu davranışları(adı her ne olursa olsun) cezalandırma gibi bir niyeti varsa, yasalara göre karar verebilirler. Ancak niyetleri bataklığı kurutmak ise yapmaları gereken bir devrim. Devrimler de eskiyi güncelleyerek değil yıkarak gerçekleştirilir. Mevcut soruşturmanın ne böyle bir niyeti ne de yapacak gücü olduğuna inanıyorum. Böyle bir güç memleket topraklarında yeşerir mi, hiç sanmıyorum.
Futbol bir oyundur. Güzel bir oyun. Taraflardan birini desteklediğiniz andan itibaren içine girdiğiniz bir bataklıkta oynanan şahane bir oyun.
Madrid'de İlk Türk
"Terim Yine Ruh Çağırıyor"
"Galatasaray'da üçüncü dönemini yaşayan Fatih Terim, 'Bizim 1996-2000 arasında bir Galatasaray ruhumuz vardı; benim bütün derdim, niyetim onu geri getirebilmek, yoksa başarı da gelmez' dedi."
13.07.2011
Şike
Fenerbahçe’de yaşanan, bir temizlik çalışması değil, bir iktidar çatışmasıdır; dolayısıyla siyasaldır.
Yanlış anlaşılmasın; “Şike yoktur” demiyorum; tersine, “Yıllardır olan şey niye şimdi ortaya çıkarılıyor” sorusuna cevaben, “Siyaseten zamanı geldi de ondan” diyorum.
Fenerbahçe tarihi boyunca hep böyle olmuştur.
* * *
Birkaç örnek vereyim:
Tek parti döneminde Fenerbahçe’nin başkan koltuğunda CHP’li Şükrü Saracoğlu oturuyordu.
Saracoğlu, 1934’ten 1950’ye kadar Başkan kaldı. Başbakanken bile bu koltuğu bırakmadı.
1950 baharında DP iktidara geldi.
Ülkedeki tek partiden kalma koltuklar yenilenirken takımların koltuk takımları da o bahar temizliğinde değiştirildi.
12 yıllık “Milli Şef” İnönü’nün ardından, 16 yıllık Başkan Saracoğlu da koltuğu devretti.
Kime?
Demokrat Parti milletvekili Osman Kavrakoğlu’na...
* * *
Kulüpte DP egemenliği ne zaman bitti dersiniz?
27 Mayıs’ta...
Menderes’i deviren askerler, futbol takımlarından da DP’li başkanları değiştirmelerini istedi.
Zaten Kavrakoğlu da Yassıada’da müebbet hapse mahkûm olmuştu.
Yerine İsmail Cem’in kayınpederi Razi Trak seçildi.
İlginçtir; Trak, 12 Eylül’den sonra da Başkanlık için ilk akla gelen isim olacaktı.
* * *
1960’ların ortalarında, CHP ile AP koalisyon yapmıştı.
Fenerbahçe yönetiminde de bir koalisyon vardı:
Başkan, CHP’li İsmet Uluğ idi.
Başkan yardımcısı AP’li Faruk Ilgaz...
1965’te seçimi AP kazanıp tek başına iktidara gelince Faruk Ilgaz da Fenerbahçe’nin başkanlığına geldi.
* * *
Türkiye Cumhuriyeti ile Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin paralel tarihinin örnekleri çoğaltılabilir.
Önemli olan şu:
“Fenerbahçe Cumhuriyeti”, TC içinde başından beri bir siyaset silahı, alternatif bir güç odağıydı.
Üstelik askeri gücü olan bir cumhuriyetti bu... Ordu içinde etkisi büyüktü. 1973’te Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Batur’un, futbolcu transferine evrak yetiştirmek için jet havalandırması hâlâ anlatılır.
Şimdi bu “askeri-sivil bürokratlar cumhuriyeti”nin 13 yıllık başkanı, hem de seçimden hemen sonra tutuklanıyorsa, bu işlem, başta zamanlamasıyla, sonra hedefiyle elbette tartışılır.
Kadri Gürsel’e katılıyorum:
“İktidar, eski Türkiye’nin bayrak dikmediği son kalesi olan ‘Üç Büyükler’i, en güçlüsüne taarruz ederek psikolojik bakımdan yıkıyor.”
Dokunulmazlığını kaldırıyor. İktidar kümesinden düşürüyor.
Ve Fenerbahçe yönetimi, yıllarca hep destek aldığı iktidarın, bürokrasinin, yargının, medyanın, nasıl bir günde aleyhine döndüğünü, gazetelerin nasıl savcılıkla kol kola girip gizli olması gereken belgeleri ortaya serdiğini, yargısız infaz birimlerinin nasıl devreye girdiğini, sermayenin nasıl panik halinde köşeye çekildiğini hayretle gözlüyor.
* * *
2011 seçimlerinin ilk faturaları kesilmeye başlandı.
“Bundan sonra ne olur” diye soranlara yukarıda örnekler verdiğim tarihi hatırlamalarını tavsiye ederim.
Cevabı orada var.
Bu, siyasetteki yapılanmaya paralel bir darbedir.
Arkası gelecektir.
Her devir olduğu gibi yine eski çerçeveler indirilip yenileri asılacaktır.
Top, şimdi iktidarın ayağındadır.
10.07.2011
Flaman Belçika
Belçikalıların en gurur duyduğu şeylerden birisi de bira. Leffe, duval, stella Artois gibi dünyaca biraların ana vatanı Belçika'da 1800'lü yıllarda 1000'den fazla bira üreticisi varmış. Kapitalistleşen dünyada elbette ki bu sayı azalmış ama halen daha şu yukarıdaki resimde görebileceğiniz üzere Gent'te gittiğimiz bir barda 250 çeşit bira bulunabiliyor.
Dediğim gibi orta çağ şehirleri çok iyi korunmuş. Ülkenin her tarafında belfry denilen feodal dönemden kalmış çan kuleleri bulunuyor. (üstteki resimde en soldaki kule) Bunların 32 tanesi UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmış. Bunlardan en ünlüsü Antwerp'de yapımı 170 yıl almış Cathedral of Our Lady'e bağlı olan.