İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

23.09.2004

Belçika Ligi'nde 6. hafta

La Louvière: 3 – Mouscron:1
Kurtlar atılımlarına devam ediyor

Jupiler League’in 6. haftası Moucsron’un, Tivoli kurtlarını ziyareti ile başladı. Şu anda en iyi defansa sahip olan Mouscron ile en iyi hücuma sahip olan Louviere sezon öncesinde küme düşme adayları olarak gösteriliyorlardı. Ancak ekipler, taraftarlarına atraktif bir oyun sergileyerek haklarında kötü konuşanları susturmaya devam ettiler.

17. dakikada Marc Schaessens ceza sahasının bir kaç metre dışından vurduğu şutla gol perdesini açan oyuncu oldu. Louviere kalecisi Proto’nun yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ama 2 dakika sonra Espartero, Francky Vandendriessche’in sağına attığı frikik ile yeniden skora eşitliği getirdi.
2. yarıdaki oyunuyla kurtlar üç puanı almasını bildi. 71. dakikada, maça 4 dakika önce dahil olan genç Fransız Matton’un golüyle öne geçtiler. 79’da Nijeryalı Ishiaku’nun kafa vuruşuyla skoru 3-1 yaptılar.
Bu maçla bir kez daha ortaya çıktı ki, bu sezon Tivoli deplasmanı pek çok takım için kolay olmayacak.

Westerlo:0 – Genk:0
Westerlo puan kaybına devam ediyor.

Avrupa kupalarına katılmak için aday olan Westerlo Kuijpe’ye 3 puan için çıktı ancak hiçbir şey yapamadı. Jan Ceulmans’ın oyuncuları çok az atak geliştirdi. Genk’e gelince onlarda kalesini iyi koruyan Bart Deelkens’e takıldılar. Sonuçta Jupiler League’in göbeğindeki iki takım için bir şey değişmedi.

Anderlecht:5 – Lierse:1
Zetterberg gerçek 10 numara

Astrid Park’daki maça Anderlecht taraftarlarını memnun bırakmak için çıktı. Gerçektende hafta içi Valencia’ya karşı alınan 2-0’lık yenilgi ve zayıf oyun elbette ki taraftarlar tarafından takdir edilmedi. Anderlecht antrenörü Hugo Bross iskelet kadrosunda birkaç değişiklik yaptı. Walter Bassegio pozisyonunu İsveçli Par Zetterberg’e terk etti. Ve bu değişiklikle Hugo’nun yüzü güldü çünkü İsveçli geçtiğimiz cumartesi çok güzel bir sunum sergiledi. Sahada bazen golcü,bazen pasör bazen liderdi. 25. dakikada sol kanattan geliştirdiği atakla golü buldu. Anderlecht 4 dakika sonra devamını getirdi. Lierseli oyuncular 44. dakikada skoru 2-1’e getirerek ümitlendiler. 44. dakikada M’Penza Dindane’ın ortasında golü buldu.İkinci yarıda 3 dakika içersinde biri penaltıdan olmak üzere Jesterovic’in 2 golüyle Anderlecht farkı arttırdı. Maçın sonunda Dindane da kendini gol atanlar listesine yazdırdı. 33 yaşınadaki Zetterberg maçın adamı oldu.

Mons 0 – Charleroi 1
Bir gol ve bir çikolata hikayesi

72. dakikada sol kanattan yapılan ortayı gole çeviren Oulmers sayesinde Charleroi 3 puanı almasını bildi. Maçta not edilebilecek tek şey, Olivier Suray’ın antrenör Sergio Brio tarafından seçilmemesi. Suray maçta oynamadı çünkü çikolatalı kek yiyordu. Sergio ile profesyonellik hakkında dalga geçilemiyor anlaışılan.

Sint-Truiden 0 – Oostende 0
Ligin alt sıralarında düello

Eski iki Standard oyuncusu tarafından çalıştırılan iki ekip arasındaki maç 6 puanlık bir mücadele şeklinde geçti. Trudien maçın geneline hakim olsa da Diabete’nin oyundan atılmasıyla Oostende de ciddi ataklar geliştirdi ancak maç golsüz tamamlandı.

Standard 1 – Lokeren 0
En sonunda içeride ilk puanlar

Geçen yıl Lokeren’den transfer edilen Sambegou Bangerou sayesinde Standard golü buldu ve sonrasında bu avantajla kontrolü ele geçirdi. Marc Hendrikx ile Lokeren cılız ataklar geliştirdi ancak sonuç alamadı.

Beveren 1 – A.A. Gent 2
Deplasmanda ilk galibiyet

Gent ilerde bir tek Nordin Jbari’yi bırakarak sahaya defansif bir diziliş ile çıktı.Ancak 27. dakikada Topka’nın golüne engel olamadılar. Yine de devreden bir dakika önce Fransız Matthieu Verschuere’ün ceza sahasına girerken yaptığı sert vuruşla skoru dengelediler. İkinci yarının 5. dakikasında Davy Cooreman ceza sahasının sahasından kullandığı frikikle takımını öne geçirdi. Beverenli oyuncuların çabalarına rağmen skor değişmedi.

Club Brugge 5 – Cercle Brugge 0
5 gol ve 3 sakat

Brugge derbisi ile Belçika’da 6. hafta sona erdi. Bu ezici skora rağmen, FC Brugge geceyi ancak 44. dakikada açtı. Sağ bek Hans Cornélis’in ortasında eski Trabzonsporlu Rune Lange kafayla golü buldu. 2. yarıda 47. dakikada Nastja Ceh’in harika frikiği ile skor pekişti. 7 dakika sonra Ceh bir de penaltıdan gol attı. 82’de Hans Cornélis ve ligde ilk golünü atan Dieter Van Tornhout skoru belirleyen oyuncular oldular.
Bu net skora karşın Trond Sollied defansından 3 önemli oyuncusunu kaybetti.
Timmy Simons’ un 3 hafta dinlenmesi gerekirken, , Marek Spilar ve Philippe Clément en az bir ay sahadan uzak kalacaklar.

18.09.2004

İlk Hafta Gözlemlediklerim

Kulüpler düzeyinde dünyanın en büyük şampiyonası en nihayetinde başladı. İlk hafta genel hatlarıyla sürprizsiz geçti.Hafta sonu kendi evinde Osasuna’dan 3 yiyen Deportivo ile yeni bir teknik direktör ile yeniden yapılanan ve arkasında Abramovich’in gizli desteği olan CSKA Moskova’ya karşı oynayan Porto’nun beraberliklerini normal karşılıyorum. İlk haftanın benim açımdan tek sürprizini Dinamo Kiev yapacaktı ki Roma seyircisi buna izin vermedi. Hafta boyunca 2’si canlı toplam 5 maç seyretme fırsatı buldum. Genel hatlarıyla tüm haftayı oradan buradan okuduklarımı Türkçe’ye çevirmek yerine sadece izlediğim bu maçları yazmayı daha uygun gördüm.

Salı günü Star’ın yayınladığı Shaktar – Milan maçı ile başlayalım. Açıkçası Celtic- Barcelona maçı dururken, “Eski dost Lucescu” ayağına bu maçın verilmesi içime oturdu. Neyse, dedik en azından yıllardır CM’den tanıdığımız Aghahowa’yı bir de gerçek gözle seyredelim. Ancak Lucescu bu sana! Sezon başladığından beri 7 gol atan Nijerya’lı oyuncuyu ancak 86. dakikadan sonra yani Milan öne geçince seyretmeye muvaffak olabildik Neden dedemle akran olan Cafu’nun hala Cafu olduğunu görmek maçta ilk gözümüze çarpan şey oldu. Adam dünya üzerinde hala en iyi hücumu destekleyen 2 bekten birisi. Diğeri de R.Carlos,zaten bu sayede Brezilya dünya şampiyonu. Milan’ın oyun sisteminde gördüğümüz takımın bir sağ açığı olmaması çünkü bu işi yapmak için Cafu yetiyor. Ancak aynı şeyleri diğer kanat için söyleyemeyeceğim. Sahadaki 11’de Seedorf zorunluluktan sol açık oynuyordu ki Tuncay’dan ne kadar sol açık olursa Seedorf’tan da ancak o kadar olur. Maldini ise Cafu’nun hücuma verdiği desteği sağlayabilecek bir hücum kapasitesine sahip değil. Kadroda üst düzey bir sol açık yok. Kaldı ki bana göre bu takımın tek eksiği de bu!Bu takıma bir Vicente Rodriguez lazım. Esasında her takıma bir Vicente Rodriguez lazım. Her neyse biz Milan’a dönelim. Sol kanat eksikliği yüzünden Shaktar’ın sağ beki oyundan atılmasına rağmen Milan o kanatta atak geliştiremedi. Oyuna Dhorasoo ve Rui Costa dahil olduktan sonra Seedorf göbeğe alındı ve bu sayede ceza yayı üzerinden yaptığı vuruşla Milan golü buldu. Bir sonraki pozisyonda da Seedorf yine göbekten Kaka’ya derinlemesine bir pas attı ki gol olması içten bile değildi.

Gelgelelim Fenerbahçe’ye. Daum,ligde oynattıpı 2 santrafor artı Serhat ve Tuncay’lı 4 forvetle orta sahada bir tek Aurelio’nun kaldığı sistemle Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olamayacağını anlamış. Bu yüzden santraforlardan birini kenara alıp Fabiano ile orta alanı kuvvetlendirmeyi düşünmüş. Bunun yanında Van Hooijdonk’u orta sahaya yaklaştırıp savunmaya öne çıkararak, Serhat ve Tuncay’ı derinlemesine koşturmayı düşünmüş. Düşüncede güzel bir sistemdi. Ancak Fabiano maç boyunca ben burada oynayamam diye bas bas bağırdı. Gerçekte de orada oynaması gereken oyuncu Serkan Balcı’ydı. Fabiano defansif oyunda hiçbir halta yaramayınca Aurelio bütün orta sahayı yine tek başına toparlamak zorunda kaldı ve 60. dakikaya geldiğimizde yoruldu, oyundan düştü. Dikkat ederseniz Servet’in iki sarı kartı da bu dakikalarda ve bu sebepten geldi. Servet iki sarı kartı da göbekten hızla ceza sahasına sokulmaya çalışan oyuncuları düşürerek gördü.Eğer, defansif göbek işini doğru düzgün yapabilseydi belki de Servet bu kartları görmeyecekti. Daum 60. dakikalarda bana göre Fabiano – Serkan değişikliğini yapmayarak bu kırmızı karta göz yumdu. Bunun dışında forvete yönelen iki kanat oyuncusunun yerlerini ileri çıkan Deniz – Ümit ikilisiyle doldurmak doğruydu ve bana göre hücuma destek açısından bu takımda oynayabilecek en doğru bek ikilisi Deniz ve Ümit. Serkan Balcı’nın sezonn başında sağ bek olarak denenmesinin altında işte bu hücuma bekleri katma düşünncesi vardı. Ancak Serkan bir bekin asli görevlerini yapamadığı için bu görevde başarılı olamadı. Oysa ki Deniz kalite açısından olmasa da oyun tarzı olarak yukarda bahsettiğim Cafu ile büyük benzerlikler göteriyor. Sezon başından beri Aurelio tek başına kaldığı için takımın 3-5-2 oynamasını savunanlara karşı Daum’un 4-4-2’de ısrar etmesinin ardında bu total futbol düşüncesi yatıyor. Bekler görevlerine tam olarak adapte oldukları zaman Aurelio’nun yalnız kalma sorununun aşılacağını düşünüyorum.

Grubun diğer maçında ise genel olarak öngörülen oldu. O’Shea, Brown ve Silverstre’den oluşan defans ancak vasat bir takıma yaraşır. Nitekim bu defans maç boyunca çok açık verdi. “Bu adamdan artık bi halt olmaz” denip Arsenal tarafından serbest bırakılan Wiltord bu savunmayı hallaç pamuğu gibi attı, bir de asist yaptı. Neyse ki Van Nistelrooy döndü ve takımın gol problemini çözdü. Hiç yoktan iki pozisyonda fırsatçılığı ile golü bulan Hollandalı böylece United tarihinde Avrupa Kupalarında en çok gol atan oyuncu oldu. Manchester’ın ligde zorlandığını izliyorduk. Bu maçla Avrupa seviyesinde de yeteri kadar iyi olmadığını gördük. Bu fikre ulaşmamda Lyon’dan iki gol yenmesi, ya da berabere kalınmasının etkisi yok. Skor 2-2’ye geldikten sonra United orta sahası kadrodaki en iyi isimler olmasına karşın orta saha üstünlüğünü Lyon’a kaptırdı. Keane, Scholes gibi oyunculara rağmen United beraberliği razı ezik bir görünüm çizdi ve kendi sahasına kapandı.

İki hafta sonrası için tahminlerde bulunalım. Bir kere Rio Ferdinand dönmüş olacak böylece Gary Neville olmasa da savunma büyük ölçüde toparlanacak. Rooney büyük olasılık maça yetişemeyecek ancak Van Nistelrooy tam anlamıyla forma girecek. Maç içersinde Ferguson’un kanatlardaki kilidi çözmek için Ronaldo ile Giggs’in yerlerini değiştirdiğini gördüm. Bu sayede bekler karşılarındaki oyunculara göre ters ayaklı kalıyorlar ve zayıf tarafından adam geçiriyorlar.Henüz bekleri oturmamış Fenerbahçe’nin buna özellikle dikkat etmesi lazım.

Paragrafın sonunda söyleyeceğimi hemen başta belirteyim: Eğer ara transferde Real Madrid kendine bir defansif orta saha bulamazsa bu takım ne ligi ne de Şampiyonlar Ligi’ni kazanabilir. Hemen en göze batan bu sorunla başlayalım. Şu anki dizilişte Beckham’a bir yer bulabilmek için bu pozisyonda o oynatılıyor. Açıkçası dünya üzerinde en iyi nokta pas atabilen oyuncunun hücumu başlatması açısından iyi bir durum ancak Beckham’ın o pozisyonda oynayabilmek için herhangi bir defansif becerisi bulunmuyor. Hal böyle olunca gelen geçen elini kolunu sallaya sallaya Madrid ceza sahasına kadar ulaşabiliyor. Ponte(resimdeki oyuncu) oyundan alınana kadar orta çizgi ile Madrid ceza sahası ön çizgisi boyunca aşık attı.Defansın önü o kadar boştu ki en abuk sabuk doldurmalarda bile Madrid savunması topu kafayla uzaklaştırdığında top devamlı Leverkusen’li oyunculara gidiyordu. Nitekim ilk golde böyle geldi. Kornerde defansın kafayla uzaklaştırdığı topa Krzynowek ceza sahası dışından sert vurdu. Golü defalarca seyrettim ve kadrajda Becham’ın nerede olduğunu bir türlü göremedim.Zaten Camacho bu rezalete daha falza dayanamdı. Baktı göbek ta bir kevgir, 57. dakikada skor 3-0 olmuşken daha fazlasını yememek için Ronaldo’yu çıkartıp yerine Albert Celades’i oyuna aldı.Madrid ilk yarı da sadece bir gol yediğine şükretsin. Henüz 10 dakika dolmuştu ki Leverkusen 3 şut çekmişti bile. Maç boyunca Alman ekibi Casillas’ı 15 kez yoklardı. Ama Real Madrid kendisi kaşındı. Geçen sene Makalele’yi bu yıl da Cambiasso’yu gönderirsen olacağı budur. Anladık ne Vieira’yı ne de Gerrard’ı alabiliyorsun. Başka defansif orta saha mı kalmadı dünyada. Git Gattuso’ya dadan ya da ne bileyim Edgar Davids’i almaya çalışmak hiç mi aklına gelmez be kardeşim. Sonra Veron var bir başka alternatif. Hiçbiri olmadı git kardeşim Nicky Butt’ı al kelepirden en azından kadroda bulunsun. Zaten yedeklerinde hayır yok. Aha bak Woodgate sakatlandı ne oldu? Pavon’a kaldın. Pavon França’yı tutabilecek adam mı? França bir golünün yanında bir de asist yaptı. 3 tane de kaleyi bulmayan şutu var. Yedeklere bakıyorsun Pavon’un yerine sokabileceğin sadece Raul Bravo var. Tam bir zavallı durum.Bana kalırsa Fenerbahçe’nin yedekleri Madrid’in yedeklerinden daha iyi. Owen ve Morientes’i çıkar bu takımda forma giyebilecek seviyede bir tane adam yok. Hiç değilse Fenerbahçe’nin yedekleri milli takımlarına seçilebiliyorlar ki seçildikleri takım bugün çok başarılı sonuçlar alamasa bile Avrupa’nın önde ekiplerinden biri. Dediğim gibi eğer Madrid oyunun savunma yönündeki zaaflarını gideremezse orta sahası güçlü bir takım rahatlıkla Real Madrid’i yenebilir.

Son maçımız ise Ajax – Juventus karaşılaşması. Bu hafta izlediğim maçlar içersinde en sıkıcı olan buydu. Juventus o kadar kapalı oynadı ki ne yapmak istediklerini bir türlü çözemedim. Bu sezon başka maçlarını seyretmediğim için de ne oynamak istediklerini ve neyi beceremediklerini anlayamadım. İlk yarının son dakikalarında Del Piero-İbrahimovic-Nedved üçlüsü toplam 4 dokunuşla ortada hiçbir pozisyon yokken golü buldu. Ancak Juventus kadrosu çok yaşlı. Birindelli,Thuram,Cannavaro,Nedved,Del Piero, bunların hepsi 30’unu devirmiş oyuncular. Yorulan ve skor olarak önde Juventus’a karşılık Ajax ikinci yarıda daha ataktı. Her ne kadar kağıt üstündeki dizilişte Koeman üçlü forvetle cesur bir anlayışı benimsediğini gösterse de, solda Mitea, sağda ise Pienaar tam birer kanat oyuncuları gibi oynadılar ve Sonck’u yalnız bıraktılar. 60’lı dakikalarda Ajax’ın çok ciddi atakları olmasına rağmen bir türlü gol gelmeyince 75. dakikadan sonra, uzatmalarla birlikte son 20 dakika kabak tadı verdi. Düşünüyorum da henüz ilk dakikada üst direkten dönen Sonck’un şutu gol olsa maç nasıl sonuçlanırdı?

Sonuç olarak bu hafta izlediğim kupanın favorileri içinde diğerlerine göre az da olsa öne çıkan takım Milan.Yine de Arsenal, Chelsea ve Barcelona’nın Şampiyonlar Ligi’nde nasıl oynadıklarını görmek gerekir.

16.09.2004

Aruna....döndü

Anderlecht geçtiğimiz cumartesi Ostende deplasmanındaydı. Genç Fildişi Sahilli Aruna Dindane, ücretinin arttırılması ve kış sezonunda transfer hakkının doğmasıyla ( asgari 7 milyon euroya) yeniden etkili hale geldi.
Ve Aruna, Anderlecht’in galibiyetinin başlıca mimarlarındandı.23. dakikada yaptırdığı penaltıyı Jestrovic gole çevirdi, ardından 47. dakikada kafayla takımının 2. golünü buldu. Ancak 73. dakikada Landuyt’un sert vuruşu Anderlecht kalecisi Daniel Zitka’nın kolunun altından kaçınca, Ostendeliler farkı bire düşürdüler. Maçın son dakikasında genç Legear, ceza sahasına girerken yaptığı vuruşla birinci ligdeki ilk golünü attı.
Deplasmanda alınan 3-1’lik galibiyete karşın Anderlecht hafta içinde Valencia’ya oynayacakları Şampiyonlar Ligi için iyi bir görüntü çizmedi. Ayrıca Dindane ile Habran arasındaki müdahaleden çıkan penaltı ve kırmızı kart kararları biraz ağır gibiydi. Üstelik Ostende daha 23. dakikada 10 kişi kalmasına rağmen ciddi tehlikeler yaratmayı başardılar. Böylece Hugo Bross’un bazı oyuncular için “İki ayakları üzerinde sahaya basmaları lazım” diyerek memnuniyetsizliğini belirtmesini daha iyi anlayabiliyoruz.

Laquait:0 – Brugge:1
Charleroi, Fransız kalecileri Bertrand Laquait sayesinde farktan kurtuldular. 49. dakikaya kadar Verheyen’in çabaları, Lange ve Clement’in kafa vuruşları, Blondel’in şutları sonuç vermedi. Bu dakikada Hırvat Balaban’ın frikiğine Laquait yenik düştü. Bulduğu birçok pozisyonla Brugge bu maçta galibiyeti hak eden taraftı. Buna rağmen Charleroi bulduğu kontra-ataklarla ciddi tehlikeler yarattı. Butina’nın refleksleri olmasa Toni Brogno’nun 82. dakikada beraberliği sağlaması içten bile değildi.
Maçtan sonra, Brugge perşembe günü Chateauroux ile oynayacağı UEFA kupası maçına konsantre olmuş gibi gözüküyordu. Charleroi’ya gelince, zebralar, sadece deplasmanda değil evlerinde de puan alamıyorlar. ( şu anda 9 üstünden 0) Diğer bir açıdan, bu yenilgi Charleroi için şerefli bir mağlubiyet oldu çünkü kendilerinden çok güçlü bir rakibe karşı kalpleri ve vasat potansiyelleri ile oynadılar.

Bir kırmızı kart...ve her şey yıkıldı
Brüksel, Standard’a karşı kazanmıştı. Westerlo ise golçü oyuncusu Dosumnu’yu 1 milyon euro karşılığında Austuria Viyana’ya kaptırınca bu maça bir puan için çıkmıştı. İlk yarı geçtiğimiz hafta GBA’dan transfer edilen Brüksel’İn genç oyuncusu Sneldars’ın şutu dışında pozisyon açısından fakir geçti. Maçın golsüz sonuçlanılacağı bekleniyordu ancak 57. dakikada Gravesen gole giden oyuncuyu düşürünce kırmızı kart gördü. Brüksel sadece 2 dakika dayanabildi ve Paas’ın ggolüne yenik düştü.

St-Trond dipte kalmaya devam etti
Eski Schalke ve Bordeaux oyuncusu Marc Wilmots takımı için endişelenmeye başlamıştır artık. St-Trudien 12. dakikada Kalisa’nın kendi kalesine attığı golle başladı. Yaşlı kurt Nordin Jbari ikiledi, 4 dakika sonra Caers Trudien için şeref sayısını attı. Eski milli takım teknik direktörü George Leekens tarafından yönetilen Gent, ligin son sırasındaki St-Trudien’e kolayca üstünlük kurmasını bildi.

Kurtlar etkisizdi
La louviere Daknam’dan eli boş döndü. Espartero’nun 40. dakikada atılmasından sonra, ikinci yarı 10 kişi iyi bir performans ortaya koymalarına rağmen galip gelmelerini sağlayacak bir yol bulamadılar ve ligde hala gelibiyetleri bulunmuyor.
Evsahibi Lokaren’in golcüsü Tailson kendini penaltı noktası üzerinde unutturdu ve 16. dakikada sakin bir kafa vuruşuyla takımını öne geçirdi ve maç bu sonuçla tamamlandı.

Mouscron Fildişi armadasına direndi
Cannonier’de, Mouscron Beveren’in Fildişi kolonisini sabırsızlıkla bekliyordu. Mouscron’un gerçek anlamda futbol oynaması için 15 dakikalık sürenin geçmesi gerekti. Yine de, topyekün saldırmadılar çünkü Fildişililer top ayaklarındayken çok tehlikelilerdi v dikkatli olmak lazımdı. Zorlu başlayan maçta, 25. dakikada Dimbala, Mouscron taraftarlarına sevinç yaşattı.
2.yarının hemen başında iki kırmızı kart birden çıktı. Önce 55. dakikada Beveren kalecisi Copa Boubacar ardından Mouscronlu genç defans oyuncusu Charlet 59. dakikada oyundan atıldılar.Maçın sonunda Fildişili oyuncular birkaç tehlike yaratsalar da, Mouscron kalecisi Francky Vandendriesche kalesini iyi korudu.
Bu maçın ardından artık Beveren Perşembe günkü Levski Sofya maçını düşünüyor.

Ostende 1 – Anderlecht 2
Charleroi 0 – Club Brugge 1
FC Brussels 0 – Westerlo 1
A.A. Gent 2 – Sint-Truiden 1
Lierse 4 – Mons 1
Lokeren 1 – La Louvière 0
Cercle Brugge 2 – GBAntwerpen 1
Mouscron 1 – Beveren 0
Genk 1 – Standard 1

11.09.2004

Öteki Britanyalılar

Bundan çok seneler önce, 1958 Dünya Kupası’na,Britanya’nın tüm federasyonları, İngiltere, İskoçya,Galler ve Kuzey İrlanda katılma başarısı göstermişlerdi. Ada futbolunun, dünya futboluna hükmettiği dönemler çok gerilerde kaldı. Artık “ağabey” İngiltere dışındaki federasyonlar uzun zamandır dünya futbolunda söz sahibi değiller. Bu hafta içi Eurosport bu küçük kardeşlerin maçlarının birer saatlik özetlerini verince bu federasyonların son durumları hakkında bir fikir sahibi olduk.

İskoçya gelecek için umut arıyor


Her ne kadar yaşım İskoçya’nın Kenny Daglish’li dönemini görmeye yetmese de, Brain McClair’li, John Collins’li, Gary McAllister’lı kadroya tanıklık ettim. Zaten o kadrodan sonra İskoçya hala toparlanamadı. 1974 – 1990 arasındaki tüm dünya kupalarına katılma başarısı gösteren İskoçlar, son 12 yılda bir tek 1996 Avrupa Şampiyonası’na katılmayı başardılar. Şu sıralar İskoçlar tarihlerinin en kötü dönemini yaşıyorlar. İlk defa FİFA sıralamasında 67. sıraya kadar düştüler. Son bir sezon içersinde utanç verici skorlar aldılar. Geçtiğimiz sezon Euro2004 baraj maçında Hollanda’ya karşı 6-0 kaybettiler, ardından diğer bir ada temsilcisi Galler’e 4-0 mağlup oldular. En son olarak da geçtiğimiz ay artık Avrupa’nın vasat takımlarından biri olan Macaristan’a üstelik kendi evlerinde 3-0 yenildiler. Bu şartlarda Almanya 2004 yolculuğuna başlayan İskoçya’da hedef grupta 2. sırayı alıp baraj maçlarına kalabilmek. Bu hedef doğrultusunda ilk maçlarını kendi sahalarında Slovenya ile oynadılar. Slovenya’nın da amacı grupta 2. olmak. Her ne kadar bu yılın başlarında Zahovic emekli olsa da Acimovic, Ceh, Dedic gibi tanınmış oyunculara sahipler. İskoçya’nın bu maç için seçilen kadrosuna baktığımızda United’lı Flatcher, Blackburn’lü kaptan Barry Ferguson ve Paul Dickov gibi Avrupa çapında tanınan oyuncuları var. Bunun dışında kalan oyuncuları hep Premiership’in orta ve alt sıralarında mücadele eden ekiplerde oynayan isimler. İskoç futbolunun en önemli kulüpleri Rangers ve Celtic’in milli takıma sadece birer oyuncu gönderebilmesi düşündürücü. Maçın santradan önceki vaziyeti buydu. Maç başladığında Slovenya’nın grupta gerçek anlamda rakibi olan İskoçya deplasmanından bir puan almak için sahada olduğunu gördük. Ferguson, CM tabiriyle “hard-working” bir oyuncu olsa da fazla bir yaratıcılık sergileyemiyor. Hal böyle olunca, Dickov’u, geçen yıl seyrettiğimiz Leicester maçlarında besleyen Musta İzzet gibi besleyebilen bir oyuncu olmayınca uzun sayılamayacak Dickov, Slovenya defansının arasında eriyip gitti. Maçın en etkili ismi hiç şüphesiz Everton’lı genç James McFadden’dı.(Resimdeki İskoç oyuncu) 2003’de Motherwell’den 1.25 milyon pounda alınan 21 yaşındaki forvet maç boyunca birçok kez kaleyi yokladı ancak Slovenya kalecisi Mavric hepsini kurtarmayı başardı. Netice itibariyle maç başladığı gibi bitti. Bu beraberlikle teknik direktör Berti Vogts’un suyu ısınmaya başladı. İskoç basınında çıkan haberlere karşın federasyon Vogts ile devam edeceklerini açıkladı. 9 Ekim’de İskoçya evinde, grup ikinciliği için bir başka rakibi olan Norveç ile karşılaşacak. Bu maçtaki olası bir puan kaybı İskoçya’nın Dünya Kupası hayalini bitirir.

Mükemmel bir maç: Galler – Kuzey İrlanda


Sanırım birçok tarafsız futbolsever, şu Galler’in bir büyük turnuvaya katılmasını istiyordur. Son 10 yılın en büyük sol açığı Ryan Giggs’in milli takımlar seviyesinde bir başarısının bulunmaması üzücü bir durum. Geçtiğimiz yıl Galler bu hedefe çok yaklaşmıştı, ancak baraj maçlarında Rusya’ya elendiler. Almanya 2006 elemelerine yine grubu ikinci sırada bitirme hedefiyle başladılar. Ancak Giggs’in cezalı olması, Simon Davies’in sakatlığı yüzünden ilk iki maçlarını eksik kadroyla oynamak zorunda kaldılar, sonuçta ilk maçlarında grubun en zayıf takımı Azerbaycan ile deplasmanda 1-1 berabere kaldılar.

Zamanında George Best gibi Avrupa futbol tarihinin en önemli oyuncularından birini yetiştirmiş Kuzey İrlanda bugün Avrupa’nıın en kötü milli takımlarından biri. Euro2004 elemelerini gol dahi atamadan kapattılar. Sekizi resmi, beşi hazırlık maçı toplam 13 maçtır galip gelemiyorlar. Son elemelerde, kendi evlerinde Kıbrıs ve Finlandiya gibi takımlara gol bile atamaması büyük hayal kırıklığı. Esasında eldeki kadro ile bu sonuçlar çok sürpriz sayılmasa da, takımın Malta, San Marino gibi ülkelerin seviyesine inmesi üzücü. Kuzey İrlanda, Dünya Kupası elemelerine evinde Polonya’ya 3-0 yenilerek başladı.

İşte bu şartlar altında Çarşamba günü Cardiff’de oynanan Galler – Kuzey İrlanda maçına, Galler favori olarak çıktı. Maçtan çok bir şey beklememe rağmen henüz 5. dakikada olan bir olay bir saat boyunca televizyonun başına çivilenmemi sağladı. Düşünün, daha maçın hemen başında bir hakem atışı oluyor ve iki takımın oyuncusu da topa sahip olmak için birbirleriyle itişip kakışıyorlar. Ben hayatımda ilk defa futbolda bir hakem atışının tekrarlandığını gördüm. Sanırım bu “mise en scene” bile maçın ne kadar çekişmeye sahne olduğunu anlatıyordur. Bu atışın hemen sonrasında Micheal Hughes, Robbie Savage’a arkadan tehlikeli girdi çıkan tartışma sonrası İtalyan hakem her iki oyuncuyu da oyundan attı. Savage’ın gördüğü kırmızı kart uzun zamandır gördüğüm en saçma kartlardan biriydi. Kartların hemen 2 dakika sonrasında Galler savunmasının beceriksizliğinden dolayı uzaklaştıramadığı top, Whitley’in vuruşuyla gol oldu. 10 dakika sonra, yine Galler savunmasının akıl almaz hatası sonucu Healy farkı ikiye çıkardı. Hemen ardından gol sonrası sevincinde Galli seyircilere kolunu gösterince hakem Dominico Messina, Healy’i de oyundan attı. Tam bir komediye dönen maçta Kuzey İrlanda, kendinden en az 2 gömlek üstün rakibi karşısında 70 dakika boyunca, bir kişi eksik olarak azami çabayı gösterdi bunun sonucunu da sahadan bir puan alarak gördü.

Galler’in 70 dakika boyunca baskıları ancak onlara beraberliği getirdi. Maçın en iyisi John Hartson’dı. Celtic’li oyuncu bana kalırsa şu an Jan Kolller ile birlikte Avrupa’nın en iyi pivotal forveti. İlk golü atmasının yanında sürekli orta sahaya gelerek kanatlardan kaçan Bellamy ve Koumas ile esas “striker” oynayan Earnshaw’a güzel paslar attı. Hem Azerbeycan maçında, hem de bu maçta oyuna sonradan giren Earnshaw iki maçta da gol attı. Dikkatimi çeken ise Earnshaw’un zenci olmasıydı. Ada’nın, Hollanda ve Fransa ile birlikte Avrupa'da en fazla zenci nüfusu barındırdığını biliyoruz. Ancak, etnik olarak azınlık olan Gal halkında bir zencinin olması tuhafıma gitti doğrusu. Yakında acaba, zenci,katolik bir İrlandalı futbolcu da görür müyüz? Galler’in defans oyuncusu Collins, K.İrlanda’nın ikinci golünde topu ıska geçmesi ve son dakikalarda rakip altı pasta topu boş kale yerine auta yuvarlamasıyla maçın kaderini çizen oyuncu oldu. Maç sonunda Kuzey İrlanda cephesinde 2-0’dan galibiyeti kaçırmalarına rağmen sevinç hakimdi. Galler tarafında ise hakem Messina’ya ateş püskürülüyordu. Bu grubun diğer bir enteresan tarafı, diğer Britanya takımı İngilere’nin de bu grupta olması. Gelecek ay, Galler Wembley’de İngiltere ile oynayacak.

9.09.2004

Belçika - Litvanya

Merhaba Türkiye ve diğerleri!

Bu cumartesi akşamı, Kırmızı şeytanlar, Almanya’daki Dünya Kupası elemelerine kazanmak zorunda oldukları bir rakiple, Litvanya ile karşılaşarak başladılar.

Ancak,mücadele büyük bir kalitede olmadı. Bir serbest vuruştan, Litvanya ilk tehlikeleri yaratan takım oldu. Şanslıydık ki, Peersman kalesini korumayı başardı. İlk 45 dakikada Belçika dominasyonu vardı ancak ciddi bir tehlike yaratamadık. Öteki tarafta, Litvanya iyi organize olmuş bir defansla direnmeyi başardı. Devre arasında, seyirciler Jupiler’leri yudumlarken Charleroi stadında skor hala 0-0’dı.

Oyun yeniden başladığında, Belçika atakları yoğunlaştı. Yine Sonck’un serbest vuruştan attığı gol için 61. dakikaya kadar beklemek gerekti. Ufak bir anektod: Tam serbest vuruşun kullanılacağı sırada Sonck, Pieroni’ye bırakacaktı ama Sonck, teknik direktör Aimé Antheunis’ten serbest vuruşu kullanmak için izin istedi. Neticede Sonck’un sol köşeye giden vuruşunda Litvanyalı kalecinin hiçbir şansı yoktu. Skor 1-0 olmuştu yine de Belçika iyi bir futbol sergilemiyordu. Schalke 04 oyuncusu Vermant bu takımın orkestra şefi olmalıydı ancak ortalarda gözükmüyordu. Aynı şekilde Feyenoord’un hızlı forveti Buffel de sert Litvanya savunması arasında kayboldu. Kolayca oyunun gidişatını değiştirebilecek Walter Baseggio’nun eksikliği de üzücüydü. Bir başka hayal kırıklığı da Didier Dheedene ve onun pasları. Bana göre, onun yerinde Anderlecht’in genç ve yetenekli sol beki Olivier Deschacht oynasa daha iyi olurdu. Zaten defans “kıyma” gibiydi. 73. dakikada orta sahadan atılan uzun top Van Buyten’in kafasından sekti ve doğrudan Edgaras Jankauskas’ın ayaklarına gitti. Ceza sahasına girmeden yaptığı vuruşla skora dengeyi getirdi ve Belçika’lı oyuncuların zayıf çabalarına rağmen maç 0-0 bitti.



Pekala, normalde Belçika’nın kazanması gereken bu maçın ardından neler kaldı:
**** Eski Lyon’lu Eric Deflandre’ın yerine devre arasında oyuna dahil olan Vincent Kompany’nin oyunu gerçekten 18 karatlık. Alışık olmadığı sağ bekte oynamasına rağmen iyi bir oyun çıkardı. Şimdi neden, Milan’ın Anderlecht Şampiyonlar Ligi’ne kalamadıktan sonra Kompany için 10 milyon euroyu gözden çıkardığını daha iyi anlıyoruz.
** İkinci yarıdaki oyunuyla 3 puan Belçika’nın hakkıydı.
** Sonck nerdeyse her milli maçta gol atıyor
* Feyenoord’un sol açığı Bart Goor’da iyi bir maç çıkardı.

#### Temel oyun eksikliği ve sahada gerçek bir lider olmayışı.
## Litvanya’nın iyi defansı ve onların kontratağa dayalı oyun sistemi Belçikalılara düşünülenden daha fazla sorun yarattı.
## Bazı oyuncuların, milli takımda gerçek seviyelerinde oynamaması. Örneğin: Van Buyten, Deflandre ve Buffel ya da şu anki seviylerinden daha iyi olamayacakları görülen Didier Dheedene gibi oyuncular
# Emile M’penza, milli takıma dönüp dönmeyeceğini açıklamak için Aralık ayına kadar bekleyecek.

7.09.2004

Marmaris'te İngiliz Futbolu

Sizlerden kısa bir süre ayrı kalmamın nedeni Marmaris’e yaptığım bir haftalık tatildi. Uzun süredir göremediğim Marmaris gelişmiş, güzelleşmiş; gitmeyenlere tavsiye ederim. Marmaris, İçmeler’de plaja sıfır bir süpermarket işleten amcamlarda kaldım. Doğal olarak amcama market işlerinde yardım ettim, turistlerle olabildiğince diyalog kurmaya çalıştım.
“Marmaris tatilinin siteyle alakası ne?” dediğinizi duyar gibi oldum. Cevabı basit: Marmaris’e bu sene gelen turistlerin çoğunluğu İngiliz. Tiplerin hepsi kadınından erkeğine; yaşlısından çocuğuna ayrı birer futbol hastası. Abartısız, Marmaris’te her kafede, barda veya restoranda birer dev ekran ve koskoca SKY TV, PREMIERSHIP, SKY1, SKY2, SKY3, DIVISION 1, RUGBY yazan koskoca tabelalar var. İngilizler plajdan ve gece yarısı eğlencelerinden arta kalan tüm vakti işte bu mekanlarda ellerinde bira, maç izleyerek geçiren ilginç bir canlı türü. İngiliz kızları Ruslara oranla fiziksel açıdan biraz handikaplı olsalar da daha tarz sahibi hatunlar. İngiliz erkekleri ise genellikle tek tip giyiniyor: Ayaklarda parmak arası terlik, üstüne şort-mayo ve neredeyse tüm erkeklerde tuttuğu takımın forması. Çoğunun saçlarının kazınmış veya en fazla 2 numara tıraşlı olduğunu da unutmayalım (Hooligan style!!!).
Heriflerdeki futbol sevgisi zaten uçmuş durumda. Amcamın üç-beş milyona mal edip 10-15 milyona kazıkladığı futbol topları yok satıyor. Tabii markette en çok satılan ürün, İngiliz halkının ve özellikle holiganların temel besin maddesi olan bira. Bir de, özellikle de , zenci-beyaz fark etmez, İngiliz erkeklerin çoğunun dizinde ameliyat izi var. Bunu zamanında Blackburn altyapısında oynayıp da sakatlanınca hayatı kayan ve belediye binasında çalışmak zorunda kalan zenci bir İngiliz turiste sorduğumda bana İngiltere’de hemen hemen herkesin öyle ya da böyle deliler gibi futbol oynadığını, bir de İngiltere’de futbolun yeşil sahalardan tut okul bahçelerine kadar kıran kırana oynanan bir oyun olduğundan herkesin menisküs ve benzeri sakatlıklara yakalandıklarını söyledi.
Şimdi biraz da turistlerle konuşurken the Premiership hakkında edindiğim daha detaylı izlenimlere geçelim. Başarılı takımın forması daha çok satar. Bu nedenle bu sene turistlerin çoğunda Arsenal ve Chelsea formasına rastladım. Tabii yabana atılamayacak sayıda Manchester United ve Liverpool formalı zat da vardı ancak sayıca daha azlardı. Bu dört takımı da forma sayısı bakımından Aston Villa, Newcastle ve Birmingham City takip ediyordu. Kuzenimin kızarkadaşı da fanatik bir Manchester City taraftarıydı. Şunu da belirtmeden geçmeyelim, en az Arsenal ve Chelsea formalı tip kadar Rangers ve Celtic formalı turiste de rastladım.
Arsenalli turistler, haklı olarak, oldukça mutlu ve gururlular. Takımları Premiership’in altını üstüne getirdi ve şahsen benim şu yaşıma kadar(19) tanık olduğum, kulüp düzeyinde göze en hoş gelen oyunu oynuyor. İngilizlerce takım içinde en çok tutulan oyuncular Henry ve Pires. Kendilerine “İyi de takımın ilk on birinde tek İngiliz var o da Cole, bu durumu görünce milliyetçilik duygularınız azmıyor mu?” sorusu sorulduğunda ise biraz bozulsalar da yine de takımlarının performansından duydukları gururun bu durumu telafi ettiğini söylüyorlar. Chelsea’li taraftarların en favori oyuncusu ise Lampard. Onlarca milyon dolarlık yıldızın arasından Lampard’ın bu kadar sevilmesi durumu, ilk yazımda da bahsettiğim gibi, İngilizlerin takım geleneğine ve altyapıdan yetişen oyunculara ne kadar saygı duyduğunun kanıtı. Bu arada ilginç bir saptama: beyaz İngilizlerde siyah futbolcuların formalarına rastlayabilirsiniz ancak siyahlarda bir beyaz futbolcunun formasına asla. (Tabi Hint kökenli İngilizler ten renkleri nedeniyle arada derede kaldığından iki gruba da dahil değiller.) Klasik bir “White Men Cannot Jump” muhabbeti…
Yazıyı, bu sefer İskoç futboluyla ilgili, kısa bir anekdotla kapatacağım. Bir gün dükkanda tezgah başındayken İskoç bir turist geldi ve kartpostalla pul istedi. Ayaküstü muhabbet ettik. Kartı Glasgow’a yollayacakmış. İlk önce İskoçya hakkında konuştuk. Hangi şehir daha güzel Edinburgh mu Glasgow mu, İskoçlar İngilizlere göre daha mı cana yakın insanlar vs vs… Konu dolaşa dolaşa futbola geldi. Hangi takımı tuttuğunu sordum (e Glasgow’lu ya adam ille de Celtic ya da Rangers’dan birini tutacak elbet). Bana “Protestanım” dedi. Açıkçası bu denli bir ayrımcılığı beklemiyordum. Bir de bize insan hakları dersi vermeye kalkar bu herifler. “O zaman Rangers’lısın.” Diye cevapladım. “Tabii ki” dedi. “Peki yani bu kadar büyük bir ayrımcılık mı var bu şehirde. Hiç Katolik Rangers’lı yok mu oralarda?” diye sordum. Ne dese beğenirsiniz?
-Vardı tabii bi kişi ama o da gitti artık.
-Kimdi peki?
-Amoruso!!!

3.09.2004

Kiev'in Fener'e Kıyağı

Şampiyonlar Ligi, Avrupa futbol endüstrisinde öyle bir yere geldi ki kupaya katılıp katılamamaya ve orada alınan sonuçlara göre takımlar ya çok daha elit bir kademeye yükseliyorlar, ya da iflas ediyorlar.

Genel olarak gazetelerimizde Şampiyonlar Ligi’nin gruplarda elde edilen sonuçlara göre dağıtılan fiks ödemelerinden bahsedilir.Bunun yanında UEFA’nın dağıttığı bir de medya ve televizyon yayın hakları gelirleri vardır ki bu gelirlerin dağılımı bir standarda bağlanmamıştır, değişkendir. O kadar değişkendir ki bir kulübün toplam Şampiyonlar Ligi gelirlerinin %5 ila %75’i arasında bir değer belirtir.

UEFA’nın Şampiyonlar Ligi’ndeki yapısına baktığımız zaman, UEFA’nın arabulucu bir şirkete benzediğini görüyoruz. Bu şirket, televizyon kuruluşlarından gelen parayı sadece katılan kulüplere değil aynı zamanda üyesi olan 52 federasyon arasında da bölüştürür.

Peki bu paralar nerelere nasıl gider? Kulüplerin bu havuz sisteminden alacağı para, ülkesinin yayıncı televizyon kuruluşunun ödediği ücrete göre değişir. Kulüplerin alacağı ödeneğin yarısı bir önceki sezon takımın kendi ligini kaçıncı sırada bitirdiğine bağlıdır. Takımın, Şampiyonlar Ligi’nde ne kadar ilerlediği de diğer yarısını etkiler. Şimdi bu karmaşık görünen formülü örneklerle açalım.

Son 4 yıla baktığımız zaman bu yayın hakları havuzundan en çok geliri 122 milyon euro ile Bayern Münih’in aldığını görüyoruz. Bunun sebebi sadece Münih’in kupada başarılı olması değil aynı zamanda Alman yayıncı kuruluşun geçtiğimiz sezona kadar yayın hakları için en yüksek ücreti ödeyen kuruluş olmasıydı. Bu havuzdan alacağınız parayı belirleyen bir diğer faktörde ülkenizden kaç takımın kupada oynadığı ve ne yaptığıdır. 2001 yılında Münih Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduğunda kupaya katılan diğer iki Alman takımı Hamburg ve Leverkusen ilk turda elenmişlerdi. Bu sayede Münih o sezon UEFA’dan 46 miyon euro alırken onun arkasındaki takım Münih’ten 10 milyon euro daha az almıştı.

Alman yayıncı kuruluşunun ödediği paranın etkisini gösterdiği bir diğer örnek de Borussia Dordmund. 2002/03 sezonunda 34 milyon euro alan Dordmund o sezon şampiyon olan Milan’dan daha fazla para almıştı. Ancak ertesi sezon takım Club Brugge’e ön elemede elenince kulüp tahmini 14 milyon eurodan oldu. Bunun sonucunda kulüp yöneticileri oyuncuların ücretlerinde %20’lik bir kesintiye gittiler ve bu paraları bir havuzda topladılar. Havuzdaki paranın geri dağıtılması için üç kriter belirlendi: UEFA Kupası’nda final oynamak, Almanya Kupası’nı almak, ya da doğrudan Şampiyonlar Ligi’ne kalma hakkını elde etmek. Takım bu üç hedeften hiçbirine ulaşamayınca oyuncular paralara elveda demek zorunda kaldılar.

Geçtiğimiz sezonla birlikte finansal dengeler Fransa, Almanya ve İtalya’dan, İspanya ve İngiltere’ye doğru kaymaya başladı. Yeni televizyon anlaşmaları ile birlikte 2006’ya kadar İngiliz ITV ve Sky kanalları UEFA’ya en büyük parayı verecek kurumlar oldular. Yeni sözleşmeyle İngiliz kuruluşların ödediği ücret %33 arttı. Böylece geçen sezon Arsenal, Manchester United ve Chelsea üçlüsü toplam 55 milyon euro aldılar ki bir önceki sezon ödenen ücret 42 milyon euro idi. Bu 55 milyon euronun dağıtımının belli bir oranı var. Bu oran takımlar bir önceki yıl ulusal liglerinde aldıkları sıraya göre değişiyor. 2002/03 sezonun şampiyonu United bu paranın %45’ini alırken, lig ikincisi Arsenal paranın %35’ine, lig dördüncüsü Chelsea ise %20’sine sahip oldu. Lig ücüncüsü Newcastle United ön elemeyi geçemeyince tüm para dört yerine üç takım arasında bölüşüldü. Buradan çıkartacağımız sonuçla başlığı çözebiliriz. Trabzonspor’un elenmesiyle Fenerbahçe, Star’ın bu yıl kulüplere ödeyeceği paranın tamamını tek başına alacak.

Dediğimiz gibi UEFA sadece katılan kulüplere değil aynı zamanda federasyonlara da para ödeyerek futbolun gelişmesine katkıda bulunuyorlar. Lige takım gönderemeyen takımlar 6.5 – 12 milyon euro arası bir para alırken, takımı olan federasyonlar 21 milyon euro alıyorlar.

Şampiyon Ligi’nden alınan paralarla yazılan birçok başarı ve başarısızlık öyküsü mevcut. Şampiyonlar Ligi’nde çok başarılı olamasa da yıllardır Norveç’i tek başına temsil eden Rosenborg bugüne kadar 43 milyon euro kazandı. 29 milyon euroya 21000 kapasiteli tamamı kapalı tribünlerden oluşan yeni stadını inşa ederken bu parayı kullandılar. Şampiyonlar Ligi havuz sisteminden 34 milyon euro gelir elde eden Olympiakos yeni bir antrenman tesisi inşa etti. Bunun tam tersi istikamette de Şampiyonlar Ligi’nden gelecek paraya güvenip de bol para saçan ancak başarılı olamayan kulüpler var. Bunların en büyük örneği Leeds United. David O’Leary yönetiminde transfere 134 milyon euro harcayan kulüp Avrupa’nın en büyük kupasında başarılı olamayınca 98 milyon euroluk bir borca girdi. Yine 2000/01 sezonunda lige katılma başarısı gösteren Fiorentina başarılı olamayınca iflas etti. Son bir örneği de kendi ülkemizden verelim: Şampiyonlar Ligi’ne en çok katılan takımlardan biri olan Galatasaray bu sayede günümüze kadar 48.5 milyon euro kazandı. Peki Rosenborg ve Olympiakos örnekleri ile karşılaştığında ne yaptı? Gitti paraları Jardel, Bülent Akın ve Serkan Aykut’a yatırdı ve şu an içinden kolay kolay çıkılamayacak bir borç batağında.Şapkların öne konup düşünülmesi gereken bir durum.