İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

23.06.2005

Bundesliga'da Transfer Bombası

Arkadaşlar yaz geldi, ligler bitti falan ama yine de futbolu seven adam futboldan kopamaz ki… Yok Konfederasyon Kupası, yok Dünya Gençler Şampiyonası… Ama bir olay var ki ondan hiç sıkılmıyor insan her gün izliyor heyecanla. O da transfer hareketleri. Dedikodularla ortalık ısınıyor sonra yalan oluyor bütün rüyalar, yeni rüyalar ortaya atılıyor ve sonunda bir rüya gerçek olana kadar. Almanya’da dedikodular doğal olarak asparagas memleketi İtalya kadar değil. Ya da aktif kulüp sayısının en çok olduğu İngiltere veya Real Madrid’in mekanı İspanya kadar. Daha çok aldım verdim ben seni yendim tarzı bir olay var. Sanki 5 günde bitti transferler. Hareketli takımlara tek tek bakalım.

Schalke04: Transfer borsasının en hareketli takımı, sezon arasında kontratı biten Fabien Ernst ile anlaşmıştı zaten. Schalke daha çok Stuttgart ve Werder’den almayı seviyor. Geçen sene Ailton’u bu sene de Ernst’i aldılar Bremen’den. İyi bir katkı orta sahaya. Esas bomba bu sene Bordon’un takipçisi Kuranyi ile patladı. 7 milyon avroya patladı bu transfer ama bence iyi ettiler. 4 milyon avrosunu zaten Hanke’yi Wolfsburg’a satarak kazandılar. Bence Sand ve Ailton yaşlı isimler ve Schalke onları elden çıkarıp Hanke-Kuranyi-Asamoah 3’lüsü ile devam etse daha iyi ederdi. Konfederasyon Kupası’na bakarsak da Almanya’nın forvet hattı bu üçlü artı Podolski zaten. Genç bir üçlü olurdu ve hepsinin milli takımda da birlikte oynuyor olması yakın zamanda çok uyumlu bir forvet hattı oluştururdu. Onun dışında düşen Freiburg’un kalburüstü oyuncularından Bajramovic’le anlaştılar. Bunlarda da bir hücum oyuncusu kalabalığı var gibi. Sven Kmetsch futbolu bırakırken, Hanke Wolfsburg’a, Kamphuis de Gladbach’a gidiyor. Hamit’in seneye iyice sağ beke oturmasını bekleyebiliriz yani. Almanya U20 takımının kaptanı Delura’yı da Hannover’e kiraladılar. İzlediğim kadarıyla iyi bir forvet oyuncusu. Biraz piştikten sonra Sand ve Ailton’u aratmayacak bir forvet hattını oluşturacaklardan biri o da. Volkan Ünlü de bildiğiniz gibi Beşiktaş’a geldi.

HamburgSV: Van der Vaart transferiyle bir kere dikkatleri üzerlerine çektiler. İyi bir takipçilik sonucu bu kadar az bir paraya anlaşmış olmalılar. İyi zamanı kolladılar gibi geldi bana çünkü geçen senelerde çok daha büyük paraların bahsi geçiyordu bu adam için. Onun dışında River Plate’den ortasaha oyuncusu Ledesma HSV’ye geri döndü. Geri dönen kiralıklardan biri de Mallorca’dan Romeo. O da iyi bir forvet oyuncusu denebilir. Bir başka “pişip geldim” de kardeş Hleb. Stuttgart’dakinin biraz altında eziliyor ama o da yetenekli bir oyuncu. Grasshopers’da bir sezon ona yaramıştır. Çok büyük bir kayıpları yok, zaten HSV ekonomik olarak da çıkışta bir takım. Ortalama seyirci hasılatı da en yüksek takımlardan biri zaten. Hamburg’un da Almanya’nın zengin şehirlerinden biri olduğunu düşünürsek pek adam satmayacaklar daha da alacaklar gibi bir fikre varabiliriz. Adı geçenler arasında Spurs’den Atouba var.

Vfb Stuttgart: Sezonlar bittikten kısa bir süre sonra 3 yeni transferini açıklayıp transfer sezonunu kapattık açıklamasını yaptılar. Ancak Kuranyi’nin gitmesi herhalde yeni bir arayışı getirir. Kuranyi kadar iyi olmasa da o kadar sevilmese de Szabics’i de yeni takım Köln’e sattılar. 3 ana transferleri, Leverkusen’den Bierofka, Aston Villa’dan Hitzlsperger ve Werder Bremen’den Magnin. Toplam tutarları 500,000 avro. Stuttgart çok zengin bir kulüp değil ve yıldızları satıp yerlerini daha ucuzlaryla doldurmaya çalışıyorlar. Bu yoklukta başarılı bir takımlar. Tabi transferler bir yana Stuttgart esas bombayı teknik direktör değişikliğiyle patlattı. Benfica’yı şampiyon yapan Trappattoni bu sene Stuttgart’ı çalıştıracak. Lahm, Kuranyi, Vranjes, Szabics yok seneye. Belki Hleb de gidecek, Arsenal’in ilgilendiği söyleniyor. Birilerini-özellikle forvet mevkiine- almaları gerek. İsmi geçen isim ise gol kralı Marek Mintal. Trappattoni hırslı olması ile bilinir ve bence bu transfer politikası ile pek rahat etmez. Ben Stuttgart’ın önümüzdeki 2 ayda daha hareketli olmasını bekliyorum.

Bayern: Şampiyon ve Almanya’nın en zengini olma ünvanları ile ben Bayern’den birkaç bomba bekliyorum. Şu ana kadar pek bir şey yok. Ali Karimi geldi Hasemian gitti. Bakalım Ali Daei ne zaman tutacak. Esas transfer ise Werder Bremen’den Ismael. Frings+3M avro bu transferin bedeli. Bence Lucio ile tamamlayıcı olurlar. Ismael ise duygusal bir mektupla veda etmiş Bremen taraftarına. Frings ise sorunlu bir Bayern macerasına son verdi. Lahm kiradan büyük umutlarla geri geldi ama sakatlandı. Bunun üzerine Lizarazu ile bir seneliğine daha anlaştılar. Kovac, Linke, Zickler, Kuffour gibi tanıdık yüzler oraya buraya dağıldı. Bir revizyon var denebilir. Magath kendi takımını kuruyor ve Hitzfeld ekibi tarih oluyor. Gitti gidecek denen Ze Roberto’nun ise kesinlikle kaldığını ardarda yaptıkları birkaç açıklamayla belirttiler.

Bremen: Şu ana kadar ligin distribütörü görevindeler. Ver babam ver nereye kadar diye bir soru aklıma gelmiyor değil? Seneye de şampiyonlar ligi var. Umarım bu dağıtıcılık başarılı bir revizyonun habercisidir. Eğer sadece kayıp ise kötü. Ernst Schalke’ye, Ismael Bayern’e gitti. Bunların pek istenilmediği aşikar. Gustavo Nery, Lizstes, Magnin, Stalteri hep ayrıldılar. Gelenler arasında ise Frings bence doğru bir tercih. Vranjes ile Ernst’i kapatmaya çalıştılar. Schulz ve Borowski’nin de varlığı ile Ernst’i özlemezler pek ama Ismael için aynı şeyleri söyleyemem. Nery, Ismael, Magnin ve Stalteri ile defansları zarar gördü. Belki Frings’i sağ bekte kullanabilir. Bielefeld’den gelen Owomoyela’nın performansına bağlı tabi. Nijerya asıllı sağ kanat oyuncusu bu seneki performansıyla şu an Klinsmann’ın kadrosunda yer alıyor. Kaleye K’Slautern’den Tim Wiese geldi, benim beğendiğim bir kaleci. Defansa Danimarka’dan Andreasen’i getirdiler. Yaklaşık 2M avro vermişler ümit vadeden oyuncuya. Bakalım Werder defansının akıbeti nolacak.

Dortmund bir yenileşmeye giriyor. U17 takımımızın yıldızı Nuri de seneye A takım kadrosunda olacak. Rosicky’nin satılması da gündemde. Metzelder dahil birçok oyuncu kulüpten dışarı doğru yol aldı. Bielefeld’de çok iyi bir sezon geçiren Buckley iyi bir transfer. Bielefeld ise Buckley’nin yerini Sibusiso Zuma ile doldurdu. 2000-2002 arasında ismini sıkça duyduğumuz Güney Afrikalı’yı birkaç değişik yerde izledim. Beni etkileyen bir oyuncudur. Zaten Güney Afrikalı oyunculara ayrı bir sempatim vardır. Seneye Bielefeld maçlarını ayrı bir gözle izleyeceğim. Köln, birçok takımın rotasyon oyuncularını yarım milyon avro civarı paralara takımına kattı. En önemlisi bence Szabics. İyi bir forvet olduğuna inanıyorum. Tabi Köln’ün gelişi Bundesliga için önemli bir transfer oldu. Seneye gözler Lukas Podolski’de olacak. Konfederasyon kupasında izliyoruz şu an sarı saçlarıyla. Bence bu solaktan daha çok bahsedeceğiz.

Wolfsburg’da Gerets’in yerini Holger Fach ile doldurdular. Fach sezona Gladbach ile başlamış ancak daha sonra görevinden ayrılmıştı!!. En önemli transferleri de Hanke. İyi bir sezonun ardından Brdaric’i 1.8M avroya Hannover’e sattılar. D’Alessandro’nun kalacağı kesin gibi. Ancak Petrov konusunda Atl.Madrid ısrarlı. Hannover96 da iyi bir sezon ardından transferde hareketli. Bu sezon forvette pek elle tutulacak bir adamları yoktu zaten iyi savunmlarıyla başarılı oldular. Ama Hashemian ve Brdaric’i transfer ettiler. Delura’yı da Schalke’den kiraladılar. Guzman’ı Deportivo’ya kaptırdılar bedavaya bu onlara biraz koymuştur. Orta sahaya ise Mainz’den Hanno Balitsch’i aldılar. Potansiyeline bir türlü ulaşamadığı söylenir Balitsch’in ama görüceğiz.

Bence Bundesliga daha çok transfere gebe. Bayern, Bremen, Stuttgart, Köln, Berlin, Wolfsburg, Dortmund ve Frankfurt atılım beklediğim kulüpler. Bakıp görüceğiz. Yapılan transferlerin bence en önemli özelliği Bundesliga dışına pek öyle büyük bir oyuncu gitmedi. Yalnız Van der Vaart ve Hitzlsperger diğer liglerden Bundesliga’ya katılan önemli oyuncular. Ben bu tip transferlerin artmasıyla Bundesliga’nın kalitesini yukarı çekeceğini düşünüyorum. Hleb’in Arsenal’a transferi de umarım gerçekleşmez.

22.06.2005

Belçika Ligi

Herkese merhaba,

2005-06 sezonu için hazırlıklar yaklaşıyor bu yüzden Jupiler League’in belli başlı takımlarının transfer çalışmalarını inceleyelim, kaldı ki transfer pazarı hala devam ediyor.

Şu ana kadar ki bölümde Anderlecht transferde en aktif takım olarak gözüktü. Brüksel ekibi sözleşmesi biten Fenerbahçeli forvet Serhat Akın ile geçen yıl Lierse’de oynayan Laurent Delorge ve Marius Mitu’yu kadrosuna kattı. Menejer Herman Van Holsbeeck Serhat konusundaki düşüncelerini şöyle açıkladı : ‘ Serhat gibi bir oyuncuyu aldığımız için mutluyuz. Eğer bonservisi elinde olmasaydı, kulübün bu kalitedeki bir oyuncuyu almak için yeterli parası olduğuna inanmıyorum. Serhat burayı sportif başarılarımızdan dolayı tercih etti ( Her sezon Şampiyonlar Ligi’nde oynuyoruz.)…para için değil. Eğer öyle olsaydı bizden çok daha fazla para öneren Avrupa kulüpleri vardı. Üstelik o hala genç bir futbolcu ve Türkiye’de bir yıldız olarak kabul ediliyor. Serhat gerçekten büyük bir yetenek ve biz onu bir bilemedin iki sene koruyabiliriz sonrasında Avrupa’nın elit takımlarından birine gidecektir.’

Buna karşılık, Anderlecht çekirdek kadrosunu korumaya devam ediyor. Eski Anderlechtli şimdinin Feyenoord oyuncusu Bart Goor ve yetenekli genç Belçikalı kaleci Silvio Proto ile görüşmeler devam ediyor.

Standard Liege’de garip bir şekilde hiçbir hareket yok. Yeni sezon hazırlıklarının başlamasına sayılı günler var ve hiçbir transfer haberi yok üstelik yeni teknik direktör de belli değil.

Şampiyon Brugge de hareketli günler yaşıyor. Sözleşmeleri sona eren Hans Cornelis ve Peter Van der Heyden, sırasıyla Genk ve Wolfsburg ile anlaştılar. Sol bek Peter VdH’nin gidişini karşılamak için kulüp daha önce kış transfer döneminde Kanadalı milli oyuncu Klukowski ile anlaşmıştı. Ancak Austuria Wien’e giden mükemmel pas dağıtıcı Nastja Ceh ve PSG’ye giden Çek defans David Rozehnal’ın yerlerini doldurma çalışmaları devam ediyor. Şimdiden Celtic’de sözleşmesi sona eren Joos Valgaeren ile anlaştılar. 2 Belçikalı oyuncuyu daha transfer etmek için çalışmalar devam ediyor. Bunlar, ikinci lige düşen Caenli Grégory Dufer ve bu yıl Guy Roux’nun Auxerre’inde fazla forma şansı bulamayan forvet Luigi Pieroni. Buna karşılık, Trond Sollied’in gelecek yıl kulübün başında mı kalacağı yoksa Olimpiyakos’a mı gideceği hala belirsizliğini koruyor.

Sezon ortasında Anderlecht’ten istifa eden Hugo Bross gelecek yıl Racing Genk’i çalıştıracak. Lens ile Anderlecht’in Aruna Dindane konusundaki anlaşmazlığı devam ediyor. Fildişi sahilli oyuncu için Anderlecht 3 milyon € isterken, Lens 2 öneriyor. Bu arada Nantes’ın bu oyuncu için teklif yapacağı yolunda söylentiler var. Anderlecht’li Walter Basseggio ve Charleroi’nın kalecisi Bertrand Laquait’nin Olympique Marsilya’ya gitmeleri muhtamel.

Geçen yıl FC Brussels’i çalıştıran Emilio Ferreira ile geçen yıl La Louviere’i çalıştıran Albert Cartier önümüzdeki sezon için takım değiştirdiler.

Son olarak, Gent eski Galatasaray’lı Ali Lukunku’yu formsuz olduğu gerekçesiyle kovdu.

20.06.2005

Kariyerinin son demlerini yaşayan büyük üstad: Zidane

Zinedine Yezid Zidane, 23 Haziran 1972, Fransa doğumlu. Çoğunlukla göçmen ailelerin yaşadığı Marsilya’nın kenar mahallerinde büyüyen Cezayir asıllı futbolcu, çocukluğunu geçirdiği çevreyi “turistlerin gezmek istemediği, yetkililerin de görmezlikten geldiği bir yerdi” diye tanımlıyor.

Zidane’ın çocukluğunda kullandığı ismi Yezid. Farid, Nordine ve Lila isimli 3 kardeşin en küçüğü. Küçük Yezid, tahmin edilebileceği gibi top oynamayı çok seviyor. Ancak futbol dışında, her an yeni bir problem çıkarabilme yeteneğine de sahip olduğu için oyun bölgesi, sokaktaki kasapla eczane arasında sınırlı. Çünkü bu sayede annesi Malik Zidane, onu kontrol altında tutabiliyor. Yezid’in okulla arası hiç iyi değil. Abisi onun, okuldan çok kızlarla ilgilendiğini söylüyor. Okul sonrasında ise futbolun dışında judoyla da ilgileniyor. Ancak yine de onun en büyük eğlencesi, mahalle arkadaşlarıyla kurulan takımlar. Yaşı çoğu arkadaşından küçük olduğu için, sokakların vazgeçilmezi olan “ küçük olan kaleci olur” kuralına başlarda boyun eğmek zorunda kalıyor. Fakat kısa zamanda büyük ilerleme kaydediyor ve küçük yaşına rağmen, sokak takımlarının as oyuncusu olmayı başarıyor. Ondaki bu gelişmeyi, en büyük destekçisi olan abisi Nordine şöyle açıklıyor: “İlk başlarda onu oynatmak istemiyordum çünkü çok küçüktü. Fakat o kendini öyle bir yetiştirdi ki arkadaşlarım 'ya o oynar ya da sen oynamazsın' demeye başladılar.”

Çok geçmeden Yezid, US Saint-Henry’de top koşturmaya başladı. Buradaki başarılı performansıyla, Septemes Sports Olympiques takımının antrenörünü etkilemeyi başardı ve 11 yaş altı takımına seçildi. 1986 yılında genç takımda oynarken, zamanın teknik direktörü Alain Lepeu tarafından fark edildi ve Fransa 2. Lig takımlarından Cannes’a transfer olarak profesyonelliğe ilk adımını attı. 1989 yılında Cannes’ın 1.lige yükselmesinde, en büyük pay sahibi genç Yezid’di ve bu başarıyla “Zinedine Zidane” markasının temelleri atılmış oldu.

Cannes ile başarıdan başarıya koşan Zidane, 1992 yılında Fransa’nın köklü kulüplerinden biri olan Bordeaux’a transfer oldu. 1996 yılında Zidane’ın yanı sıra, Fransa Milli takımı oyuncularından Christophe Dugarry ve Bixente Lizarazu'nun da forma giydiği Bordeaux, UEFA Finali'ne yükselirken, artık Zinedine Zidane fırtınası tüm dünyada esmeye başlamıştı ve Fransa’da efsane futbolcu Platini’nin varisi olarak gösterilen Zidane, “Zizou” adıyla anılmaya başlanmıştı.

Bordeaux’taki başarısını milli takımda da gösteren Zizou, Euro 96’da oyun kurucu özelliğiyle takımını yarı finale kadar yükseltti. Bu başarılar sayesinde, dünyanın büyük kulüplerini peşinde koşturtmaya başlayan Zidane, 1996 yılında dönemin rekoru sayılabilecek bir ücretle Juventus’a transfer oldu. 1997 yılında ayağının tozuyla, Juventus’a lig şampiyonluğunu kazandırdı. 1998 yılına gelindiğinde, artık tüm dünya Zizou’yu konuşuyordu. Juventus’u 2. kez lig şampiyonu yapan ayaklar, aynı yıl Fransa’ya Dünya Kupası’nı kazandırdı ve ünlü Eiffel kulesinin üstüne “Merci Zizou” yazdırttı. Bu Dünya Kupası finalinde Zidane 2 gol atarak, Stade de France’ın yapımında bizzat kendisi amele olarak çalışmış babası Ismail Zidane’ı ve kupayı Ermeni, Arap ve Senegalli arkadaşlarıyla vatansever(!) Fransa adına kaldırarak beni, bir ayrı mest etmiştir.

2000 yılında, dünyada yılın ve İtalya Serie A’da sezonun futbolcusu seçilen Zidane, aynı yıl Fransa Milli takımıyla Avrupa Şampiyonluğu’nu yaşadı. 2001 yılında ise yine rekor bir ücretle Real Madrid’e transfer oldu ve başarılı çıkışını burada da devam ettirdi. Ancak 2002 Dünya Kupası’na gelindiğinde işler biraz değişmişti. Büyük umutlar bağlanan Zidane, gruptaki iki maçta sakatlığı nedeniyle forma giyemedi. Son maçta oynamasına rağmen, herkesi hayal kırıklığına uğrattı ve böylece Fransa evine hiç gol atamadan geri dönmek zorunda kaldı.

Fransa, 2004 Avrupa Şampiyonasında yine umduğunu bulamadı. Ancak bu şampiyonada Zidane, İngiltere’ye karşı oynadıkları maçı son 2 dakikada neredeyse tek başına Fransa lehine çevirerek ve Hırvatistan’a karşı oynadıkları maçta ise topuğuyla muhteşem bir orta yaparak, neden Dünya’nın en iyi futbolcularından biri sayıldığını kanıtladı.

Zidane’ın Real Madrid’e transferi ise ayrı bir hikâyedir. Futbol camiasının güzide simalarının biraraya geldiği bir yemekte, Zidane ile aynı masada oturan Real Madrid Başkanı Florentino Perez, üzerinde “Real Madrid için oynamak ister misin?” diye yazan bir peçeteyi Zidane'a göndermiş. Zidane ise verdiği cevabı şöyle açıklıyor: “O gece şarap çok güzeldi, benim de keyfim yerindeydi ve peçetenin altına evet yazdım.” Ve sonrası sadece Juventus’a deve yükü para verip, imza atmaktan ibarettir ki, o da Başkan için gayet kolay olmuştur.

Zidane’ın, Real Madrid’de 5 numaralı formayı giymesinde yine Başkan Perez’in etkisi vardır. Real Madrid’in efsane oyuncusu Manuel Sanchis’in forma numarası olan 5’i, Başkan Perez özellikle Zidane’ın giymesini istemiştir. Çünkü Başkan’a göre “Gerçek futbolcular, gerçek numaralı formaları giyerler.”

Zidane, tekniğini fiziğiyle mükemmel bir şekilde birleştirir. O anın 2-3 pozisyon sonrasını rahatlıkla görür ve hareketlerini buna göre ayarlayarak beklenmedik asistler yapar, goller atar. Ayağındaki topla o kadar kendinden emin bir şekilde oynar ki, ondan topu almayı başaran futbolcu, rahatlıkla ağzıyla kuş tutmuş izlenimine kapılabilir, ki haklidır da.

Zidane, takıma hiç yoktan pozisyon kazandıran akılalmaz ortalarıyla, insanda, yeşil sahanın her metrekaresinden haberdarmış gibi bir izlenim uyandırır. Topu ayağıyla, beyninden gelen direktifler doğrultusunda yönlendirmesi, bu futbol ustasının o saçları bir bakıma bilgelikten döktüğünün göstergesidir.

Zidane’lı bir maçı izlerken, her an milimetrik bir pas, seyir zevki yüksek bir hareket, rakibi ekarte edecek bir hamle ve müthiş bir gol olacak şut izleyebilirsiniz. Ayrıca Zidane, akıllıca oyunu sayesinde, kendi hariç çevresindeki 5 adamı da oynatabilme özelliğine sahiptir. Ancak bu özelliği takımın lehine midir yoksa alehine midir buna tam olarak karar vermiş değilim. Çünkü kendisi yerine Zidane’ın düşünmesine alışmış takımın diğer futbolcuları, Zidane herhangi bir sebepten dolayı oynamadığı zaman, hiçbirşey yapamıyorlar. Ya da bana öyle geliyor.

Bu efsane futbolcunun tek zayıf noktasının kafa vuruşları olduğu söylenir. Ancak işin ilginç tarafı şudur ki, Zidane’ın belki de en önemli golleri kafasıyla attığı gollerdir. Örneğin 1998 Dünya Kupası Finali’nde Brezilya’ya attığı gol.

Zidane’ın sahaya çıkarkenki tek hedefi, topu ağlarla buluşturmaktır. Ayağında topla kaleye doğru ilerlerken başka hiçbir şey düşünmez, görmez. Bu yüzdendir ki örneğin yerde yatan bir futbolcunun üzerine rahatlıkla basabilir. Bu da Zidane’ın duygusuz, hin, kinci bir kişilik olması gibi asılsız yorumlara sebep olur. Halbuki Zidane, futbolu tamamen bir iş olarak görür. Sahaya çıkar, oynadığı futbolla herkese futbol dersi verir, sonra da yerine çekilir. Onun futbolunda duyguya yer yoktur; futbol için, çelme atmak da, adam ezmek de caizdir.
Gelelim aile babası Zidane’a. Zidane’ın Cannes’ta tanıştığı eşi Veronique, eski bir dansçı. Zidane ailesinin 3 tane oğlu var: Enzo, Luca ve Theo. Zidane, ailesine fazla zaman ayıramamaktan şikayetçi. Bir bakıma emekliliğini bekliyor. Ayrıca Zidane “Mutlu olmak için, gizli kalmalısın” diyerek ailesinin temel kuralını koyuyor ve hem eşini, hem de çocuklarını medyadan uzak tutmaya özen gösteriyor.

Bu kadar ünlü bir futbolcunun kendisine kimleri örnek aldığı veya kimlere hayranlık duyduğu merak edilir. Zidane’ın taptığı futbolcu Enzo Francescoli. Bir zamanlar Marsilya’da forma giyen orta saha oyuncusu Enzo, Zidane için o kadar değerli ki en büyük oğluna Enzo ismini vermiş. 1996 yılında Zidane’ın Juventus formasıyla katıldığı kıtalararası kupada, Juventus’un eşleştiği takımlardan biri de Enzo Francescoli yönetimindeki River Plate. Maçı Juventus kazanıyor ve Zidane hayatının en zor maçlarından birini oynuyor. Tabii maç sonrasında hayallerindeki futbolcuyla tanışma fırsatı yakalıyor ve elinde imzalı formasıyla evine geri dönüyor.

Zidane’la ilgili birkaç ilginç detaya değinelim. Zidane, küçüklüğünde bir anneler gününde arkadaşlarıyla hırsızlık yapmış ve bir evin penceresinde duran içi çiçek dolu saksıları alarak annesine hediye etmiş. Ayrıca küçükken en büyük hayali polis olmakmış. İlk arabasını 1991 yılında almış. Cannes’da oynadığı ilk yıllarda, kulüp başkanı, profesyonel olarak attığı ilk golün şerefine kendisine bir araba hediye edeceğini söylemiş. Yani ilk golün hatırası kırmızı bir Clio. Zidane, Fransa Milli Takımına seçilmeden önce, teknik direktör Abdelhamid Kermali tarafından çok yavaş olduğu gerekçesiyle Cezayir Milli Takımına alınmamış. Boyu 1m 85cm, kilosu ise 78kg. Burcu yengeç. En sevdiği yemek makarna. Madrid Wax Müzesi’nde balmumu bir heykeli var. Fransa’nın Dünya Kupa’sını kazandığı sene, Fransa’da ülkenin en sevilen insanı ( futbolcusu değil ) seçilmiştir ve Real Madrid’le 2007 yılında sona erecek sözleşmesi sonrasında futbolu bırakacağını açıklamıştır.

Kendisinin “efsane” sıfatına layık olup olmadığının, hiç kimse tarafından tartışılamayacağını zannettiğim; futbol tarihinde gelmiş geçmiş en iyi 3 orta saha oyuncuları arasında yer alabilecek kapasitedeki; o futbol oynuyorsa diğer futbolcular başka bir şey yapıyor olmalı ya da o futbol değil başka bir şey oynuyor diye beni evde manasız manasız düşündüren; futbolcunun zeki, çevik ve yakışıklısıdır Zinedine Yezid Zidane. Ne diyelim ayakların dert görmesin Zidane.

2.06.2005

85'li Yetenek: Cristiano Ronaldo

Gerek futbol tarzı, gerekse dış görüntüsüyle sahada kendini belli eden bir futbolcu Cristiano Ronaldo.

Cristiano Ronaldo dos Santos Aveiro, 5 Şubat 1985'te, Portekiz'e bağlı Madeira adasında Funchal'da dünyaya geldi. Yeteneği küçük yaşlarda keşfedildi ve kariyerine Nacional'de başladı. Henüz 17 yaşındayken Sporting Lisbon tarafından alındı ve Eylül 2002'de Sporting'teki ilk maçına çıktı.

Burada oynadığı futbolla, Portekiz'de adından söz ettirmeye başlayan genç futbolcu için Sporting Lisbon'un yeni stadyumunun açılması şerefine Manchester United'la düzenlenen dostluk maçı bir dönüm noktası oldu. 2003 Haziran'ında oynanan bu maçta Ronaldo hem Manchester'lı oyuncuların hem de yöneticilerin dikkatini çekmeyi başardı. Genç yetenekleri keşfetmekte adeta bir usta olan Sir Alex Ferguson, genelde keşfettiği bu yetenekleri takımına katmadan önce bir süre bekler. Ancak kendisinden önce Newcastle'ın Ronaldo'ya talip olması, huysuz İskoç'un adımlarını hızlandırmasını sağladı ve Eylül 2003'te Cristiano Ronaldo, kendisini Manchester United'lı yapan imzayı attı.

Old Trafford’da 7 Numaralı formasıyla çıktığı ilk maçta, Bolton’a karşı ortaya koyduğu performansla United’lı seyircilerin büyük sempatisini kazandı. Bu etkileyici başlangıca rağmen Ronaldo, United’daki ilk sezonunda kendisinden beklenen futbolu oynayamadı. Ancak bu sezon attığı goller, yaptığı ortalar, duran toplarda takımına hazırladığı pozisyonlar ve top oyunlarıyla takımın aranan isimlerinden biri ve tüm önemli maçların ilk 11’inde olmayı başardı.

2004 yazında düzenlenen Avrupa Şampiyonasında Portekiz’in finale kadar yükselmesi , genç Ronaldo’nun seyirciler tarafından daha iyi tanınmasını sağladı. Ancak bu şampiyonada, İngiltere’nin en büyük star adaylarından biri olan Wayne Rooney’nin varlığı ve ileride oynadığı etkileyici futbol, Portekizli genç futbolcunun geri planda kalmasına neden oldu. Ancak yine de izleyenleri eğlendiren futbolu ile kumaşının iyi olduğunu gösterdi.

Cristiano Ronaldo çok ama çok yetenekli. Topla oynamayı çok seviyor. Hızlı bilekleri sayesinde çok iyi top saklıyor. Ancak henüz top cambazlığı mükemmel seviyede olmadığı için kendine özgü top kaybedişleri, sıradışı futbolunun bir parçası olmuş durumda. Ayrıca bazen topla giderken topu ayağından fazla açıyor. Nitekim Arsenal’le oynanan bazı maçlarda Ashley Cole, onun bu özelliğinden yeterince faydalandı.

Sürati Ronaldo’nun en büyük artısı. Örneğin maça sol açık başlar. 5 dakika sonra sağ kanattan bindirir. Klasik hareketlerinin üstüne 2-3 hareket daha ekleyip zaten ters tarafa yatırdığı defans elemanının toparlanmasını beklemeyip 2-3 fantastik hareket daha yapar. Fuleli koşar, ceylan gibi seker. Ancak onca adamı geçtikten sonra ayağındaki topu dağa taşa fırlatır. Her benim diyen futbolseveri çileden çıkartır. İşte bu genç yeteneğin en büyük noksanı son vuruşlarıdır. Lakin kanımca profesyonel bir futbolcu için giderilmesi çok basit bir eksikliktir.

Ronaldo dış görünüşünde ve özel hayatında da futbolunda olduğu gibi farklı olmayı ve dikkat çekmeyi seviyor. Basitçe, her maça çıkmadan önce jölelediği saçlarına ve taktığı pırlanta küpelere bakarak bunu söylemek mümkün. İngiltere’ye ilk gittiği günlerde aldığı son model BMV, milyon poundluk ev ve kendisiyle beraber olduklarını iddia eden 3.sayfa kızlarıyla ilgili haberler İngiliz magazin gazetelerini doldurmuştu. Gün geçtikçe azalsalar da, genç yaşında elde ettiği servet ve ünün onu bu tür manşetlerden indirmeyeceğe benziyor.

Her ne kadar Ronaldo kendisine örnek olarak eskilerden Maradona’yı, şimdilerden ise Thierry Henry ve Luis Figo’yu aldığını söylese de, ben onun özel hayatında kendisine örnek olarak David Beckham’ı aldığını düşünüyorum. Çünkü Beckham’ın en çok alışveriş yaptığı mağazadan alışveriş yapıyor, düzgün fiziği sayesinde Pepe Jeans’e mankenlik yapıyor, reklâmlarda oynuyor, belirli aralıklarla saç şeklini yeniliyor. Belki bunu “örnek almak” olarak değerlendirmek yanlış ama en azından Beckham’ın yolunu izlediği söylenebilir. Ki bence doğru yolda.

Ronaldo’nun futbolu agresif değildir. Bir sonraki adımını karşısındaki oyuncuyu düşürmek için değil, topla oynamak için atar. Fiziki güçle düşürmediği elemanı, koşarken aniden yön değiştirip verdiği paslarla, attığı çalımlarla ve tik haline getirdiği, topu her ayağına gelişte öne alıp 360 derece döndürme hareketiyle maymuna çevirir. İngiliz hakemlerle olan diyalogu ise zaten vahim durumdadır. Tarzanca diyebileceğimiz kırık İngilizcesiyle hakemlere ancak “YELLOW, YELLOW” diyerek tepkisini gösterir. Ayrıca merak edenler için söylüyorum, Ronaldo balık burcu. Balıkların duygusal olduğu söylenir. Açıkçası Ronaldo’nun çok duygusal bir futbolu olduğunu söyleyemem; üst üste kaçırdığı toplar, pozisyonlar onu demoralize etmek yerine tam tersine daha da hırslandırır. Ancak yine de istisnalar yok değil. Örneğin Portekiz-Yunanistan final maçı. Bu maçta genç arkadaşımız bir türlü maça adapte olamamış, bulduğu pozisyonları heyecanına yenik düşerek değerlendirememişti. Özellikle de maç sonrası akıttığı gözyaşları benim ve Scolari’nin olduğu gibi, eminim tüm izleyenlerin gözlerini doldurmuştur.

Birkaç detay daha vermekte fayda var. Her ne kadar ben pek alaka kuramasam da, Cristiano Ronaldo’yu küçükken Hollandalı futbolcu Patrick Kluivert’e benzetirlermiş. Ronaldo’nun en çok tanışmak istediği sporcu Mike Tyson, en sevdiği filmler “The Sixth Sense” ve “The Rock”; en beğendiği aktör Jean Claude Vandamme, aktris ise Angelina Jolie’ymiş. Dans müziğini, yürüyüşe çıkmayı, sinemaya gitmeyi ve bazen de tek başına kalmayı severmiş. Boyu 1m 84cm, kilosu ise 78kg’mış. İki kız bir erkek kardeşi varmış ve her ne hikmetse, çoğu genç futbolcunun olduğu gibi kız arakadaşı yokmuş.

Bazıları Cristiano Ronaldo’nun futbol dünyasındaki gelip geçici yeteneklerden biri olduğunu iddia etseler de, ben Ronaldo’nun eksiklerini kapatarak, bizleri daha uzun yıllar sıradışı ve sahaya renk katan futbolundan mahrum etmeyeceğine inanıyor ve kendisine şükranlarımı sunuyorum.

Şampiyon, Zorlayanlar ve Genel Bakış

Ve bir sezon daha bitti. Başarılı bir sezon geçiren takım için sezonun en sıkıcı dönemleri olan bu dönemler eğer takımın başarısız bir sezon geçirdiyse en zevkli dönemi oluyor. Takım başarılıysa amacın kadroyu korumak… Koruyamazsan ne kadar güçlü takım kurarsa kur ‘ Ya şunu ararsak, bunun şu özelliği çok işimize yarardı ‘ gibi triplere girersin. Ama birde kadroyu koruyup yanına takımın dengesini bozmayacak şekilde bir tanesi süperstar kimliğinde iyi eklemeler yaparsan ne büyük tat alırsın o da ayrı…

Peki ya başarısızsan? Amacın yeni antrenör, yeni transferlerle güçlü bir ekip ve başarılar. Her gün yeni bir umutla alınan gazeteler okunan transfer haberleri. Büyük bir futbolcunun takıma geleceğini duymak, olmayınca bir ikincisinde ‘ Bunu alalım bari demek ‘ o da olmayınca son bir ümitle üçüncüsüne sarılmak ondan sonuç çıkmayınca gazete almayı kesmek. Hepimizin bu dönemde yaşadığı şeyler bunlar.

Ha tabii birde gerçekleşen transferler var. Spektaküler bir transfer yapmışsan hemen, değişen yeni formanın arkasına onun ismini yazdırmak, tanınmamış bir futbolcu aldıysan ‘Nasıl acaba diye merak etmek ‘, eleştirilen bir transfer yapmışsan da gelen oyuncunun pozitif yönlerini aramak, araştırmak, düşünmek, bulmak… Hepimiz böyle bir döneme giriyoruz. Yeni sezonda bazılarımız eski sezonu hatırlayacağız, özleyeceğiz, bazılarımız ise her ne kadar olumlu taraflarını hoş bir şekilde hatırlasak da unutmak için uğraşacağız.

Örneğin, Sporting Lizbon… Leverkusen, Monaco diye başlayan ve ligde ve Avrupa’ da finale kadar gelip finalde kaybeden diye adlandırdığımız takımlara bu sene Milan ile beraber katılan takım. Sezon boyu hücuma yönelik bir performans sergilediler ve arayla ligin en çok gol atan takımı oldular. Ama çok da yedikleri, savunmaları sağlam olmadığı için genelde hatasız oynayan savunma takımlarının kazandığı finallerde kaybettiler. Bizim son haftaki Fenerbahçe- Galatasaray derbisini bile aşan önemdeki maçta Benfica’ya karşı ve CSKA finalinde potansiyel iyi olan hücumları rakip savunmalar karşısında etkisiz kalınca ve defansları kötü olunca kaybettiler. Bütün maç hücum yapıp gol atamadılar. E herkes Beira- Mar değil tabii ki.

Beira Mar demişken sakın ezdiğimi sanmayın. Lig sonuncusu oldular ama 30 puanla. Şampiyon Benfica ile arasındaki puan farkı kaç? 35. Bizim sevgili ligimizde lider ile sonuncu arasındaki fark? Sebat’ın son maçta Beşiktaş’ a yenileceğini varsayarsak 62. Benfica kaç puanla şampiyon oldu 65. Burada Portekiz Ligi’nin geçtiğimiz yıllara oranla nasıl küçük eksenini aştığını ve Türkiye Ligi’nin ne hale geldiğini görmenizi istedim.

Tabii Portekiz Ligi’nin ve futbolunun bu denli gelişmesinde ( ki bence Avrupa’ da ki muhteşem beşliden sonra altıncılığa en uyan isim Hollanda’yı geçen Portekiz ) Portekiz Milli Takımı kadar Porto’nun da büyük katkıları oldu. Peki, o Porto bu sezon ne yaptı? Bütün sezon şampiyonluk yarışından kopmadan ama şampiyonluktan uzak bir şekilde gitti, son haftalarda Sporting’in yaptığı hataları değerlendirip ikinci oldu. Aynı Trabzonspor gibi değil mi?

Porto’nun be seneki başarısızlığında en önemli faktör oyuncuların doymuşluğu ve rehaveti oldu. Bunu da kendi sahalarında kaybettikleri maçlarla gösterdiler. Bence Porto bu sezon sonunda yaşlanan oyuncuların da etkisiyle kadroda önemli değişikliklere gitmeli ve bir bakıma yeniden yapılanmalı. ( ki başladılar ) Fakat Avrupa’da kazanılan başarıların çok paraya dönüştürülemediği ve Porto’nun yıldızlarla bezenmiş bir kadro kuramayacağı da açık.

Sezonun büyük sürprizlerinden Boavista ‘Sürprizsiz kapatmayım’ dedi ve son haftalarda verdiği puanlarla 5.’liği Guimares’e verdi. Braga ise sezon boyu çok iyi gidip niye şampiyon olamayacağını ’ Kritik Maç’larda gösterdi. Sonuç şuydu: Braga için ‘Büyük Maçlar’ sadece tek taraflı ‘Büyük Maçtı’ ve ‘Kritik Maçlarda’ da niye bu maçların tek taraflı ‘Büyük Maç’ olduğu ortaya çıkıyordu.

Gelelim şampiyona. Baştan da dediğim gibi büyük bir istek ve azim sonucu iyi kadro, tecrübeli antrenör gibi etkenlerin sonucunda şampiyonluğa ulaştılar. Simao, Miguel, Luisao gibi oyuncular tavan yaptı ve onların bu sene daha yüksek meblağlara başka takımlara gitmesi söz konusu olabilir.

Düşme hattında çok büyük bir heyecan yaşanmadı. Burada dikkati çeken sezona çok kötü başlayan ve uzun süre sonunculukta giden Academica’nın düşmemiş olması. Hatta 14. sıraya kadar çıktılar. Sonrasında ise Leiria, Moreinense, Estoril ve Beira- Mar geliyor.

Son olarak, gelişmekte olan ve bu sene puan farklılıklarının çok az olduğu lige yaz döneminde hangi futbolcular katılacak çok merak ediyorum. Fakat hareketliliğin negatif yönde başladığını ve ilk olarak Maniche, Costinha, Luis Fabiano‘nun Porto’dan ayrılmakta olduğunu belirteyim…