İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

20.06.2005

Kariyerinin son demlerini yaşayan büyük üstad: Zidane

Zinedine Yezid Zidane, 23 Haziran 1972, Fransa doğumlu. Çoğunlukla göçmen ailelerin yaşadığı Marsilya’nın kenar mahallerinde büyüyen Cezayir asıllı futbolcu, çocukluğunu geçirdiği çevreyi “turistlerin gezmek istemediği, yetkililerin de görmezlikten geldiği bir yerdi” diye tanımlıyor.

Zidane’ın çocukluğunda kullandığı ismi Yezid. Farid, Nordine ve Lila isimli 3 kardeşin en küçüğü. Küçük Yezid, tahmin edilebileceği gibi top oynamayı çok seviyor. Ancak futbol dışında, her an yeni bir problem çıkarabilme yeteneğine de sahip olduğu için oyun bölgesi, sokaktaki kasapla eczane arasında sınırlı. Çünkü bu sayede annesi Malik Zidane, onu kontrol altında tutabiliyor. Yezid’in okulla arası hiç iyi değil. Abisi onun, okuldan çok kızlarla ilgilendiğini söylüyor. Okul sonrasında ise futbolun dışında judoyla da ilgileniyor. Ancak yine de onun en büyük eğlencesi, mahalle arkadaşlarıyla kurulan takımlar. Yaşı çoğu arkadaşından küçük olduğu için, sokakların vazgeçilmezi olan “ küçük olan kaleci olur” kuralına başlarda boyun eğmek zorunda kalıyor. Fakat kısa zamanda büyük ilerleme kaydediyor ve küçük yaşına rağmen, sokak takımlarının as oyuncusu olmayı başarıyor. Ondaki bu gelişmeyi, en büyük destekçisi olan abisi Nordine şöyle açıklıyor: “İlk başlarda onu oynatmak istemiyordum çünkü çok küçüktü. Fakat o kendini öyle bir yetiştirdi ki arkadaşlarım 'ya o oynar ya da sen oynamazsın' demeye başladılar.”

Çok geçmeden Yezid, US Saint-Henry’de top koşturmaya başladı. Buradaki başarılı performansıyla, Septemes Sports Olympiques takımının antrenörünü etkilemeyi başardı ve 11 yaş altı takımına seçildi. 1986 yılında genç takımda oynarken, zamanın teknik direktörü Alain Lepeu tarafından fark edildi ve Fransa 2. Lig takımlarından Cannes’a transfer olarak profesyonelliğe ilk adımını attı. 1989 yılında Cannes’ın 1.lige yükselmesinde, en büyük pay sahibi genç Yezid’di ve bu başarıyla “Zinedine Zidane” markasının temelleri atılmış oldu.

Cannes ile başarıdan başarıya koşan Zidane, 1992 yılında Fransa’nın köklü kulüplerinden biri olan Bordeaux’a transfer oldu. 1996 yılında Zidane’ın yanı sıra, Fransa Milli takımı oyuncularından Christophe Dugarry ve Bixente Lizarazu'nun da forma giydiği Bordeaux, UEFA Finali'ne yükselirken, artık Zinedine Zidane fırtınası tüm dünyada esmeye başlamıştı ve Fransa’da efsane futbolcu Platini’nin varisi olarak gösterilen Zidane, “Zizou” adıyla anılmaya başlanmıştı.

Bordeaux’taki başarısını milli takımda da gösteren Zizou, Euro 96’da oyun kurucu özelliğiyle takımını yarı finale kadar yükseltti. Bu başarılar sayesinde, dünyanın büyük kulüplerini peşinde koşturtmaya başlayan Zidane, 1996 yılında dönemin rekoru sayılabilecek bir ücretle Juventus’a transfer oldu. 1997 yılında ayağının tozuyla, Juventus’a lig şampiyonluğunu kazandırdı. 1998 yılına gelindiğinde, artık tüm dünya Zizou’yu konuşuyordu. Juventus’u 2. kez lig şampiyonu yapan ayaklar, aynı yıl Fransa’ya Dünya Kupası’nı kazandırdı ve ünlü Eiffel kulesinin üstüne “Merci Zizou” yazdırttı. Bu Dünya Kupası finalinde Zidane 2 gol atarak, Stade de France’ın yapımında bizzat kendisi amele olarak çalışmış babası Ismail Zidane’ı ve kupayı Ermeni, Arap ve Senegalli arkadaşlarıyla vatansever(!) Fransa adına kaldırarak beni, bir ayrı mest etmiştir.

2000 yılında, dünyada yılın ve İtalya Serie A’da sezonun futbolcusu seçilen Zidane, aynı yıl Fransa Milli takımıyla Avrupa Şampiyonluğu’nu yaşadı. 2001 yılında ise yine rekor bir ücretle Real Madrid’e transfer oldu ve başarılı çıkışını burada da devam ettirdi. Ancak 2002 Dünya Kupası’na gelindiğinde işler biraz değişmişti. Büyük umutlar bağlanan Zidane, gruptaki iki maçta sakatlığı nedeniyle forma giyemedi. Son maçta oynamasına rağmen, herkesi hayal kırıklığına uğrattı ve böylece Fransa evine hiç gol atamadan geri dönmek zorunda kaldı.

Fransa, 2004 Avrupa Şampiyonasında yine umduğunu bulamadı. Ancak bu şampiyonada Zidane, İngiltere’ye karşı oynadıkları maçı son 2 dakikada neredeyse tek başına Fransa lehine çevirerek ve Hırvatistan’a karşı oynadıkları maçta ise topuğuyla muhteşem bir orta yaparak, neden Dünya’nın en iyi futbolcularından biri sayıldığını kanıtladı.

Zidane’ın Real Madrid’e transferi ise ayrı bir hikâyedir. Futbol camiasının güzide simalarının biraraya geldiği bir yemekte, Zidane ile aynı masada oturan Real Madrid Başkanı Florentino Perez, üzerinde “Real Madrid için oynamak ister misin?” diye yazan bir peçeteyi Zidane'a göndermiş. Zidane ise verdiği cevabı şöyle açıklıyor: “O gece şarap çok güzeldi, benim de keyfim yerindeydi ve peçetenin altına evet yazdım.” Ve sonrası sadece Juventus’a deve yükü para verip, imza atmaktan ibarettir ki, o da Başkan için gayet kolay olmuştur.

Zidane’ın, Real Madrid’de 5 numaralı formayı giymesinde yine Başkan Perez’in etkisi vardır. Real Madrid’in efsane oyuncusu Manuel Sanchis’in forma numarası olan 5’i, Başkan Perez özellikle Zidane’ın giymesini istemiştir. Çünkü Başkan’a göre “Gerçek futbolcular, gerçek numaralı formaları giyerler.”

Zidane, tekniğini fiziğiyle mükemmel bir şekilde birleştirir. O anın 2-3 pozisyon sonrasını rahatlıkla görür ve hareketlerini buna göre ayarlayarak beklenmedik asistler yapar, goller atar. Ayağındaki topla o kadar kendinden emin bir şekilde oynar ki, ondan topu almayı başaran futbolcu, rahatlıkla ağzıyla kuş tutmuş izlenimine kapılabilir, ki haklidır da.

Zidane, takıma hiç yoktan pozisyon kazandıran akılalmaz ortalarıyla, insanda, yeşil sahanın her metrekaresinden haberdarmış gibi bir izlenim uyandırır. Topu ayağıyla, beyninden gelen direktifler doğrultusunda yönlendirmesi, bu futbol ustasının o saçları bir bakıma bilgelikten döktüğünün göstergesidir.

Zidane’lı bir maçı izlerken, her an milimetrik bir pas, seyir zevki yüksek bir hareket, rakibi ekarte edecek bir hamle ve müthiş bir gol olacak şut izleyebilirsiniz. Ayrıca Zidane, akıllıca oyunu sayesinde, kendi hariç çevresindeki 5 adamı da oynatabilme özelliğine sahiptir. Ancak bu özelliği takımın lehine midir yoksa alehine midir buna tam olarak karar vermiş değilim. Çünkü kendisi yerine Zidane’ın düşünmesine alışmış takımın diğer futbolcuları, Zidane herhangi bir sebepten dolayı oynamadığı zaman, hiçbirşey yapamıyorlar. Ya da bana öyle geliyor.

Bu efsane futbolcunun tek zayıf noktasının kafa vuruşları olduğu söylenir. Ancak işin ilginç tarafı şudur ki, Zidane’ın belki de en önemli golleri kafasıyla attığı gollerdir. Örneğin 1998 Dünya Kupası Finali’nde Brezilya’ya attığı gol.

Zidane’ın sahaya çıkarkenki tek hedefi, topu ağlarla buluşturmaktır. Ayağında topla kaleye doğru ilerlerken başka hiçbir şey düşünmez, görmez. Bu yüzdendir ki örneğin yerde yatan bir futbolcunun üzerine rahatlıkla basabilir. Bu da Zidane’ın duygusuz, hin, kinci bir kişilik olması gibi asılsız yorumlara sebep olur. Halbuki Zidane, futbolu tamamen bir iş olarak görür. Sahaya çıkar, oynadığı futbolla herkese futbol dersi verir, sonra da yerine çekilir. Onun futbolunda duyguya yer yoktur; futbol için, çelme atmak da, adam ezmek de caizdir.
Gelelim aile babası Zidane’a. Zidane’ın Cannes’ta tanıştığı eşi Veronique, eski bir dansçı. Zidane ailesinin 3 tane oğlu var: Enzo, Luca ve Theo. Zidane, ailesine fazla zaman ayıramamaktan şikayetçi. Bir bakıma emekliliğini bekliyor. Ayrıca Zidane “Mutlu olmak için, gizli kalmalısın” diyerek ailesinin temel kuralını koyuyor ve hem eşini, hem de çocuklarını medyadan uzak tutmaya özen gösteriyor.

Bu kadar ünlü bir futbolcunun kendisine kimleri örnek aldığı veya kimlere hayranlık duyduğu merak edilir. Zidane’ın taptığı futbolcu Enzo Francescoli. Bir zamanlar Marsilya’da forma giyen orta saha oyuncusu Enzo, Zidane için o kadar değerli ki en büyük oğluna Enzo ismini vermiş. 1996 yılında Zidane’ın Juventus formasıyla katıldığı kıtalararası kupada, Juventus’un eşleştiği takımlardan biri de Enzo Francescoli yönetimindeki River Plate. Maçı Juventus kazanıyor ve Zidane hayatının en zor maçlarından birini oynuyor. Tabii maç sonrasında hayallerindeki futbolcuyla tanışma fırsatı yakalıyor ve elinde imzalı formasıyla evine geri dönüyor.

Zidane’la ilgili birkaç ilginç detaya değinelim. Zidane, küçüklüğünde bir anneler gününde arkadaşlarıyla hırsızlık yapmış ve bir evin penceresinde duran içi çiçek dolu saksıları alarak annesine hediye etmiş. Ayrıca küçükken en büyük hayali polis olmakmış. İlk arabasını 1991 yılında almış. Cannes’da oynadığı ilk yıllarda, kulüp başkanı, profesyonel olarak attığı ilk golün şerefine kendisine bir araba hediye edeceğini söylemiş. Yani ilk golün hatırası kırmızı bir Clio. Zidane, Fransa Milli Takımına seçilmeden önce, teknik direktör Abdelhamid Kermali tarafından çok yavaş olduğu gerekçesiyle Cezayir Milli Takımına alınmamış. Boyu 1m 85cm, kilosu ise 78kg. Burcu yengeç. En sevdiği yemek makarna. Madrid Wax Müzesi’nde balmumu bir heykeli var. Fransa’nın Dünya Kupa’sını kazandığı sene, Fransa’da ülkenin en sevilen insanı ( futbolcusu değil ) seçilmiştir ve Real Madrid’le 2007 yılında sona erecek sözleşmesi sonrasında futbolu bırakacağını açıklamıştır.

Kendisinin “efsane” sıfatına layık olup olmadığının, hiç kimse tarafından tartışılamayacağını zannettiğim; futbol tarihinde gelmiş geçmiş en iyi 3 orta saha oyuncuları arasında yer alabilecek kapasitedeki; o futbol oynuyorsa diğer futbolcular başka bir şey yapıyor olmalı ya da o futbol değil başka bir şey oynuyor diye beni evde manasız manasız düşündüren; futbolcunun zeki, çevik ve yakışıklısıdır Zinedine Yezid Zidane. Ne diyelim ayakların dert görmesin Zidane.

Hiç yorum yok: