İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

26.12.2006

Emre Belözoğlu: Gözden Irak Haliyle Gönülden de

Ülkemiz için başka ülkelere sporcu ihraç etmek eskisi kadar heyecan verici bir dış ticaret hamlesi değil ne zamandır. Gönderdiğimiz futbolcular için kurban kesmeler yerini satılan uçaklar için deve kesmeye bıraktı bugünlerde. Ve belki de bu yüzden artık canlı yayın bağlantılarında dakika dakika alamıyoruz temsilcilerimizin haberlerini ve yine aynı sebeple Sinyor Giacchino’nun (cakkino diye okunan Güntekin Onay’ın telefon arkadaşından bahsediyorum) sesine hasret kaldık. Belki bu artık Türkiye’nin yabancı ligler tarafından dikkatle takip edildiğini gösteren bir hayır alameti ama bir yandan da en kıdemli elçilerimizi –hele öncekilerin yurt dışı mesailerinin toplam süresi ve başarıları düşünüldüğünde- ihmal etmemize sebep olan bir alışkanlık.

Emre Belözoğlu –ki bu yazının esas çocuğudur, ve Tugay Kerimoğlu –ki bu yazı özelinde sözde özne durumunda olsa da Türk futbolunda son derece müstesna bir makamın sahibidir, en azından olmalıdır-, yurt dışına transfer olmayı uzun süreli tatil olarak gören anlayışın yaşayan antitezleridir. Ve üstelik birinin kariyerinin hemen başında İtalya’ya gitmiş olması ve hala kariyerini Avrupa’da sürdürüyor olması diğerinin de kariyer eğiminin azalarak artmaya tekabül ettiği zamanlarda transferini yapmış olması bir ihtimalin daha olduğunu ama onun da ölmek olmadığını açıkça göstermektedir. Anlayana tabi.

2005 Haziranından beri kariyerini Newcastle’da sürdüren Emre Belözoğlu Türk futbolunun ilk “harika çocuğu” sayılabilir. Güneşspor’dan Zeytinburnu’na transfer olduğu yıllardan beri şimdiki gibi YouTube marifetiyle videolarını izleme imkanımız olmasa da kulaklarımız ismine aşinadır. Kendisi ve yetenekleri hakkında fikirlerimizin somutlaşması ise 96-97 sezonuna, manevi babası Fatih Terim’in onu profesyonel takıma çıkardığı zamana rastlar. 2001’de Inter’e transferine kadar geçen beş sezon, Hagi’yle usta-çırak ilişkisi ve Terim’le zaman zaman fırtınalı bir baba oğul sevgisiyle şekillenir. Belözoğlu yaşı ve fiziği sebebiyle takımın maskotudur ancak kıdemin çok da geçmediği sahada Emre UEFA kupasıyla taçlanacak olan 4 yıllık hegemonyanın hiç de ufak olmayan bir parçasıdır. Arada geçen süre tatsızlıklara da sahne olsa da Inter’e transfer olacak kadar kendini gösterir, cümle aleme. Yalnız gidişi pek hoş olmaz, yönetim cephesine göre verilen sözler birdir edilen yeminler sıfır ve üstelik Emre dindarlığıyla da tanınmaktadır (Newcastle’ın resmi sitesindeki profilinde bile “içten bir Müslüman” olduğu yazıyor). Emre’nin gidişinde kulübün ne ölçüde zarara uğradığı konusu bugüne kadar tartışıldığı ve sonuca ulaşmak mümkün olmadığı için bu konu ilgi alanımıza daha fazla girmez ve Boğaz’ın Maradona’sı, Hector Kuper’in yönetimindeki Inter’in personeline dahil olur. O yıllarda İtalya’da şike olaylarının üstüne gidilmediği için Juventus Serie A’da olduğundan, Milan’ın da puanları silinmediğinden Inter şampiyon olamamaktadır. Inter’in aşırı istihdam kavramının cisimleşmiş hali olduğu süreçte ülkemizi temsilen Okan Buruk ve Hakan Şükür de o kadroda yer almaktadır. Ne var ki Hakan Şükür zaman zaman takımda forma giyse de Okan Buruk’un durumu ülkemizdeki bankamatik memurlarını andırmaktadır. Bir başka deyişle Okan Buruk sadece antrenman yapması için bir hayli yüklü miktarda para almakta ve üstüne üstlük sağlıklı kalmaktadır. Inter’in zenginliğinin çenemizi yorduğu bu yıllarda takımdaki kaotik yapıya rağmen göreceli olarak istikrarlı bir performans sergilemektedir. Ama Hector Kuper’in bizim Maradonamızdan Gattuso çıkarma çabaları da gözümüzden kaçmamaktadır. Emre’nin oyunu giderek yaratıcılıktan uzaklaşmaya ve mücadele yanı ağır basan bir hal almaya başlar. Zaman zaman gösterilen parlak performanslar gönlümüze su serpse de Emre’nin 78 maçlık Inter macerası sadece 3 golle taçlanır.

2005 yazı Emre’nin bir sonraki durağının neresi olacağı dedikodularının ayyuka çıktığı zamandır. Habercilikte bir dünya markası olan medyamız bizi önce Belözoğlu’nun Fenerbahçe’ye gideceğine inandırır. Günler geçtikçe ve bu transfer gerçekleşmedikçe rota bu kez Beşiktaş olarak belirlenir. Anlaşıldığı kadarıyla spor servislerimiz Emre’nin zorunlu garp mesaisinin bittiğine ve artık yurda dönme vaktinin geldiğine inanmaktadırlar. Ne de olsa bütün ağabeyleri öyle yapmıştır. Emre hakikaten de siyah beyazlı formayı giyer ancak seçtiği takımın forvetinde Ailton değil Shearer oynamaktadır. Sting’in memleketinin takımı olan Saksağanlar o zamandan beri Belözoğlu’nun yuvasıdır.

Bana göre Emre’yi özel yapan şey sahadaki oyunu ve saha dışındaki duruşuyla bizi en iyi yansıtan oyunculardan biri olmasıdır. Sahada beklenmedik zamanlarda çıkıp inanılmaz paslar atan da odur, hiç ummadığınız bir anda rakibe kafa atmaya çalışan da (böyle durumlarda zaman zaman boyu sorun olmaktadır). Milli maçlar için buraya geldiğinde yaptığı konuşmaları dinlediğinizde yüzünüzde memnuniyet ifadesi bırakıp “helal olsun” dedirten de odur, İsviçre maçında tünele kadar rakibi kovalayan da o. Bizden biri işte; kestirilemez, içinde neden olduğu bilinmeyen tükenmez bir öfkesi ve her zaman batırabileceği bir çuval inciri olan. Yine de bu yazı bir eleştiri yazısı değildir ve yazılış amacı da bugüne kadar yaptığı fevriliklere rağmen neden elinde hep bir çuval incir olduğunu anlatan şu cümleyi kayıt altına almaktır: İhmal edilse de Emre Belözoğlu, Türk futbolunun, modern anlamda, yetiştirdiği en iyi futbolcudur.

Hiç yorum yok: