İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

31.07.2007

Bundesliga'da Yeni Sezona Giderken... Bölüm 2...Başaltı Takımlar

Bundesliga gibi sürprizlerle dolu bir ligde takımları böyle kategorilere koymak biraz zor aslında. Hatırlayacaksınız ki geçen sezona şampiyonluk iddiası ve umuduyla giren Hamburg sezonun ilk bölümü bittiğinde maç kazanamamış ve diplerde duruyordu. Ben yine de tüm takımları bir yazıda yazıp sıkıcı ve kocaman bir yazı yazmaktansa bölmeyi tercih ediyorum. Kendimce de isim koyuyorum işte...

HAMBURG

Gelelim Hamburg'a... 2 sene önce Van der Vaart transferine, müthiş statlarına, kulüp tarihlerine ve şehir potansiyellerine haklı olarak dayanarak atılım iddiasındaydı Hamburg. Şampiyonluğun kovalandığı 05/06 sezonundan sonra ise 06/07 sezonu büyük bir hayal kırıklığı oldu Hamburg taraftarları için. İyi bir kadroları vardı aslında ama Van Buyten'in yeri kapatılamadı diye düşünüyorum. Bu seneki tranferlerine baktigimizda Dortmund'dan genc Kosi Saka ve Mohammed Zidan'i goruyoruz. Onlar da var olan kadrolarina guveniyorlar. Kadrolarinda Kompany, Van der Vaart, De Jong, Sorin gibi cok yetenekli oyuncular var. Bundesliga'daki en iyi kadrolardan biri desek yanlış olmaz. Geçen seneki kötü başlangıç-sebebi her neyse- onların uzun vadede koydukları şampiyonluk hedeflerinden vazgeçmelerine sebep olmamalı. Son olarak Sanogo'yu da 4 milyon avroya Bremen'e sattılar. Forvette Guerrero, Olic, Kucukovic ve Zidan var. Bu dörtlünün patlamaya açık bir potansiyeli var ama tecrübeleri az. Ben Hamburg'u bu sene yine başaltı bir pozisyonda, 3-7 arası bir pozisyonda bitireceğini düşünüyorum.

HERTHA BERLIN

Geçen sene yıllardan sonra yukarılarda bitiremediler. Sezonu tablonun alt yarısında bitirmek başkent ekibi için kötü bir sonuç. Yıldıray gibi önemli bir oyuncularını kaybettiler. Yılların tecrübesi Neundorf da gitti. Gelenlere bakarsak Bochum'un kalecisi Drobny'yi görüyoruz. Beklentili diğer bir transfer ise Lucio. Bayern'li oyuncuyla aynı ismi taşıyan orta saha oyuncusu ortasahada oynuyor. İlk Avrupa tecrübesi olacak. Transferde pek hareketli bir takım değildi Hertha Berlin. Bu sene çıkış yapabilecek durumda değiller kağıt üzerinde. Bu sene de geçen yıl gibi orta sıralarda kalacaklar diye düşünüyorum. Bu sene altyapıdan A-takım kadrosuna alınan orta saha oyuncusu Bilal Çubukçu'nun da bir FM hot prospect'i olduğunu da hatırlatalım.

LEVERKUSEN

Geçen sezonu 5. bitirdiler. İyi bir sonuç bence ve bunun üzerine ne koyacakları önemli. Bundan 6 sene önce Şampiyonlar Ligi'nde final oynayan kadrodan nerdeyse kimse kalmadı. Kaptan Schneider tam bir takım sembolü. Onun varlığı bu takım için büyük avantaj. Geçen sene yaptıkları çıkışı sattıkları oyuncular ve gittikleri yerlerden anlayabiliriz. Juan'ı Roma'ya sattılar. Voronin'i ellerinde tutamadılar ve Liverpool'a kaptırdılar. Almanya'nın en yetenekli gençlerinden kaleci Adler'in varlığına güvendiler ve takımın demirbaşlarından Jörg-Butt'u Benfica'ya yolladılar. Yetenekli orta saha oyuncusu Babic ise Betis'e gitti. Roque Junior ve Athirson gibi Brezilyalılar da artık Leverkusen'de değil. İyi bir sezon geçiren orta boylu kulüpler için alışılmış bir görüntü aslında. Kimleri aldıklarına baktığımda ben iyi seçimler yaptıklarını düşünüyorum. Forvette oluşan açığı geçen sezonun gol kralı Yunanistan'lı Gekas ile kapatmayı hedefliyorlar. Bakalım Bochum'da golleri sıralayan Gekas bu sezon ne yapacak. Doğru yerde doğru zamanda durmayı bilen, akıllı ve çok hırslı bir futbolcu Gekas. Bu sene Leverkusen'de iyi bir sezon geçirirse özellikle Ada'dan talipleri olur ve İngiltere'ye transfer yapar diye düşünüyorum. Stili Everton'lu Andrew Johnson'a benziyor. Gekas dışındaki bir başka önemli transfer yeni Patrick Vieria denilen Ricardo Faty. Defansın ortasındaki açığı kapatmak için ise Köln'ün kuvvetli stoperi Sinkiewicz ve Mainz'den Friedrich'i aldılar. Kariyerinde yeni bir çıkış arayan Gresko için de Leverkusen iyi bir yer olabilir. Yine defansa destek olması beklenen Sarpei'de çok enerjik ve güçlü bir oyuncu. Kötü bir rotasyon oyuncusu değil. Genel resme baktığımda ise çok olumlu bir tablo görmüyorum çünkü açıkça belli ki, istemedikleri bir yenilenmeye gittiler. Berbatov'dan sonra Voronin de Ada'ya gitti ve bu açık kapatılması kolay bir açık değil. Tecrübeli Barbarez artık çok yaşlı ve her şey Gekas'a düşüyor sanki. Stefan Kiessling tepeyi zorlamak için yeterli değil bence. Geçen yıllarda kadroda olan oyunculardan Rolfes ve Castro, 2 yıl önce başlayan yeniden yapılanmanın yıldızları. Özellikle Castro gelecek yıllarda ismini duyacağımız bir isim.

Leverkusen'in tahmini ilk 11'i ise şöyle olacaktır. Kalede Adler - Defansta Gresko (DL) Sinkiewicz (DC) Friedrich (DC) Castro (DR) Ortada Rolfes ve Faty Sağda Freier Solda Barnetta oyun kurucu olarak Schneider ve tek forvet Gekas. Ramelow Faty ve Rolfes'e gore daha tecrübeli ve 3 oyuncu orta sahanın ortasında bir rotasyon yarışına girecektir.

DORTMUND

Gelelim uyuyan dev'e... Yıllardır mali krizden kurtulamayan, ve son yıllarda çareyi altyapı oyuncularında arayan Dortmund bu sene de büyük oynamaya hazırım mesajı vermedi. Dortmund'un en büyük kaybı kuşkusuz Real Madrid'e giden Metzelder. Geçen yıl çıkış yapan genç stoper Amedick bu yıl daha çok sorumluluk alacak gibi duruyor. Zaten Amedick fiziğiyle yeni Metzelder benzetmesini hak ediyor. Takıma bu yıl katılan Klimowicz tecrübeli bir golcü. Yalnız orta sıralar kalitesinde olduğu kanısındayım. Frei ve Smolarek yine takımın gol yükünü çekecek gibi duruyor. Delron Buckley İsviçre'de kiralık geçirdiği sezondan sonra 2005 yılındaki çıkışını tekrarlamaya çalışacak. Nuri Şahin bir yıllığına Feyenord'a kiralandı. Pienaar'ın da Ada'ya kiralanması bize Tinga'nın orta sahada daha fazla yük çekeceğini söylüyor. Tabii takımın eskileri olan Kehl, Ricken, Kruska, Kringe gibi oyuncular Dortmund altyapısının kuvvetini simgeliyor. İyi bir hava yakalamaları halinde altyapısıyla da olsa etkili olabilecek bir dev. En başta söylediğim gibi uyuyan bir dev. Dortmund'un bu sene ki en büyük transferi Metzelder'in yerini doldurmak üzere takıma gelen tecrübeli Kovac. Juventus'da geçirdiği sezondan sonra Bundesliga'ya dönen Kovac tecrübe sağlayacaktır. Dortmund altyapı ekolünün bu yıl bize sunmasını beklediğimiz yıldızlar yok değil. Sebastian Tyrala bunlardan biri. Nuri Şahin ile birlikte 88'liler jenerasyonunun diğer yıldızı olan Tyrala hücum özelliklerine sahip bir ortasaha oyuncusu. Bakalım Dortmund bu sene Dünya futboluna neler sunacak.

NOT: Geçen yazımda incelediğim 4 takımla ilgili 2 gelişme var. Bremen forvet oyuncusu Boubachar Sanogo'yu 4.5 milyon avroya takıma katarak Klose'nin gidişiyle zayıflayan forvet hattına rekabet ve sayısal çokluk getirdi. Diğer büyük transfer ise Stuttgart'tan geldi. Shaktar Donetsk'e Lucescu'nun getirdiği genç Romanyalı Marica 8 milyon avro karşılığında Stuttgart'lı oldu. Marica'nın da FM 2007'nin büyük prospectlerinden olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Bir dahaki yazıda...

23.07.2007

Transfer Sezonunun Sonuna Doğru

Transfer Sezonunun Sonuna Doğru: Premier League


            Avrupa Futbolu'nda 2006/07 sezonunun sona ermesiyle beraber -aslında çoğumuz için sezonun en heyecanlı bölümü olan- NBA terimiyle ''off-season'' başladı. Transfer dönemi resmi olarak 1 Haziran'da başlamış olsa da söylentiler hatta anlaşmalar bu tarihten çok önce başladı. Türk takımlarının transferleri erken bitirmedeki beceriksizliğini de hesaba katarak, ülkemizde olan transferleri sonraki yazıya bırakıyorum ve önce Avrupa'dan başlayalım diyorum...

            Avrupa transfer pazarına bakmaya da futbolun beşiği Ada'dan başlayalım. Ada'da 2002 sonrası rüyalarımızın takımı Arsenal'in dağılması ve arkasından Rus milyarder Roman Abramovich'in Chelsea'yi satın almasıyla futbolun çehresi biraz değişmiş oldu. 1990'dan beri lig şampiyonluğunu kazanamayan Liverpool, takımın başına son yılların en iyi teknik direktörlerinden Rafa Benitez'i getirse de bu durum sadece kupa maçlarında işe yaradı. Takım üç yılda iki Şampiyonlar Ligi finali görürken, ligde ciddi başarı yok. Yine de, ligin ikinci yarısında Kuyt'ın adaptesiyle ve Mascherano'nun da transferiyle Liverpool büyük bir çıkışa geçti. '90ların en iyisi Manchester United ise önce Arsenal, sonra Chelsea rüzgarıyla geride kalsa da geçen sezon Cristiano Ronaldo-Wayne Rooney ikilisinin etrafında toplanıp şampiyonluğu -biraz da sıkarak- kazanmayı başardılar. Ligin tepesindeki dörtlüde durum böyleyken arkadan gelen takımlar ise Bolton, Tottenham, Newcastle, Middlesbrough ve diğer takımlar.

            İlk olarak son şampiyondan başlayalım: ManUtd'den ayrılan ciddi bir isim yok bu dönem. Genç sol kanat oyuncusu Kieran Richardson, Sunderland'e kiralandı. Alan Smith ve Gabriel Heinze de bu dönem ayrılacaklar gibi. Gelen isimler ise; uzun zamandır transferi beklenen Owen Hargreaves, Portekiz'den gelen gençler Nani ve Anderson. Scholes ve Giggs'in yerine Nani ve Hargreaves transferlerinin uzun vadede çok başarılı olabileceğine inanıyorum. Anderson ise çok büyük bir isim olacak. Tartışmaya hiç gerek yok. ManUtd ile adı anılan en önemli isim de Carlos Tevez. FIFA taş koymazsa transferi büyük ihtimal olacak. FIFA da Mascherano'ya izin verdi, ona nasıl vermiyor; anlaması mümkün değil.

            Son ikinci Chelsea ise önceki yıllara göre daha sessiz bir transfer dönemi yaşıyor. Geremi Newcastle'a, Boulahrouz kiralık olarak Sevilla'ya giderken takıma katılanlar; forvet Claudio Pizarro, ortasaha Reading'den Steven Sidwell, sol kanat Florent Malouda ve savunmacı Tal Ben Haim. Chelsea için en çok bir sağ bek transferi bekleniyor. Söylentisi geçen isimler ise -herkesin gözdesi- Sevilla'dan Daniel Alves ve Tottenham'dan Pascal Chimbonda. Bonservisi Chelsea'nin olan PSV'li Alex'in gelmesi ise şu aşamada zor gözüküyor.

            Geçelim son üçüncü ve sezonun en çok patlama bekleneni Liverpool'a. Her sezon değişim geçirmesine alıştığımız Liverpool, artık iyi oyuncuları bir araya toplamış ve ligin zirvesine oynayacakmış gibi bir görüntü içerisinde. Geçen sezonun özellikle ikinci bölümünde başarılı olduğunu gördüğümüz Liverpool takımı -biraz geç de kalmış olsa- beklediğimiz kadar iyi transferler yapmayı becerdi. Takımın en belalı adamı Craig Bellamy'i 7.5 milyon euro gibi iyi bir fiyata West Ham'a gönderen Liverpool; Zenden, Dudek, Luis Garcia gibi emektar futbolcularla da yollarını ayırdı. Takıma yeni katılan isimlere bakıyoruz: Üç forvet; birincisi -artık Liverpool'a gelmese ayıp olucak olan- Fernando Torres, ikincisi ırkı farklı olsa da yeni Thierry Henry olmasını beklediğimiz Hollandalı Ryan Babel ve son olarak da ırkı aynı olup, futbol stili hiç de Sheva'ya benzemeyen Andriy Voronin. Takımın diğer transferi ise ortasaha futbolcusu Yossi Benayoun. Son transfer söylentileri Gabriel Heinze üzerine kurulmuş durumda.

            Gelelim rüya kadronun işini bitirip gençleşme hamlesine giden ve son derece de başarılı olan Arsenal'e. Gençleşme hamlesindeki büyük başarısının yanında geçen sezonu Şubat ayında hemen hemen noktalayan Arsenal, yeni sezona takımın artık sembol isimlerinden biri haline gelen Thierry Henry'den yoksun başlayacak. Henry'nin takımdan ayrılmasıyla büyük bir boşluk oluştuğunu inkar edemeyiz. Forvet hattına Henry'nin yerini doldurmasını bekleyemeyeceğimiz bir isim olan Eduardo da Silva'yı transfer eden Arsené Wenger'in yeni sezonda da müthiş işler çevirmesini beklemekten başka bir çaremiz yok gibi gözüküyor. Jose Antonio Reyes'in geri dönmesi olumlu bir değişiklik olarak göze çarpıyor. Takıma transferi beklenen isim de yok şu anda.

            Diğer takımlara bakalım: Geçen sezonu beşinci bitiren Tottenham Hotspur, yeni sezonun bombasını 16.5 milyon euro'ya Darren Bent'i transfer ederek gerçekleştirdi. Southamptan'dan genç savunmacı Gareth Bale'i de 10 milyon euro'ya getirdiler. Takımdan ayrılan ise yok. Dimitar Berbatov takımda kalırken ayrılma söylentileri Pascal Chimbonda ve Jermain Defoe üzerine kurulu. Tottenham'ın elindeki kadroyla bu ligde ilk dördü zorlamasını bekliyorum dersem yalan olmaz.

            Geçen sezonun altıncısı Everton da transferde sessiz kalanlardan. Yönetim transfer sözü verse Sheff Unt.'dan gelen Phil Jagielka ve Dortmund'dan kiralanan Steven Pienaar dışında somut transfer yok. Simon Davies de Fulham'a gönderildi. Everton'ın en önemli artısı başta Mikel Arteta ve Andy Johnson olmak üzere yıldızları kaptırmamak oldu.

            Bolton Wanderers ise Quinton Fortune ve Tal Ben Haim'i gönderirken savunmaya Aston Villa'dan Jloyd Samuel'i transfer etti. Ortasaha için ise Samuel'in takım arkadaşı Gavin McCann getirildi. Çok yerinde transferler olduklarına inanıyorum. Nicolas Anelka  ''Şampiyonlar Ligi'nde oynayacam'' diye tuttururken takıma yeni bir ismin transferi zor. Bolton Wanderers menajeri Sammy Lee, ''Şampiyonlar Ligi'ni kovalayacağız'' derken, bu kaliteye sahip bir takımın hele de Premier Lig'de ilk dörde girmesi çok zor gözüküyor.

            Transfer sezonunun diğer iki hareketli takımı ise Middlesbrough ve Newcastle United oldular. Middlesbrough zaten haberdar olduğumuz üzere Tuncay Şanlı'yı transfer etti; diğerleri ise Jonathan Woodgate ve Jeremie Aliadiere oldular. Geçen sezonun hatta son yılların hayalkırıklığı Newcastle United ise Scott Parker ile Antoine Sibierski'yi gönderirken (ikincisi çok iyi oldu) Geremi, Mark Viduka, David Rozehnal, Joey Barton'u transfer etti. Bu takımdan artık iş bekliyoz!

            İngiltere Premier Lig'inde gelecek sezon neler bekliyoruz? Şahsi fikirlerimizi birazcık belirteyim: Zirvedeki ikiliye Liverpool'un ciddi olarak katılmasını bekliyorum. Ligin ikinci haftasındaki Liverpool-Chelsea maçı çok büyük önem taşıyor. Liverpool ilk haftalarda maç kaybetmezse yarışı sonuna kadar götürecek gibi. Arsenal'in dibe vurmasını beklemiyorum. Tottenham patlama yapmazsa dördüncülüğü kaybetmezler. Middlesbrough ve Newcastle ise altıncılık yolunda Everton ile Bolton'a rakip olacaklar gibi. Reading ve Blackburn Rovers da sezonun diğer sürprizleri...

            Premier Lig'de ligin başlamasına üç hafta kala tablo böyle duruyor. Elbette ki bu bir bilgisayar oyunu değil. Ciddi yorumlar yapmak için en azından Ekim başını görmeliyiz...

21.07.2007

Galati - Trabzon: Bir İntertoto İşkencesi

İstanbul’da sıcak ve nemli bir cumartesi günü. Oturduğum yerde bile terlediğimden hiç de dışarıya adım atasım yok. İşte böyle bir ortamda Trabzon’un İntertoto maçını izlemek iyi bir seçenek görünüyordu.

Romanya’daki sıcağın, buradakinden pek de bir farkı yoktu. Zaten maçtan bir gün önce Ziya Doğan burası Türkiye’den bile sıcak diyordu. Rakip takımın stadının ışıklandırılması olmadığı için maç hem Türkiye saati hem de yerel saatle 18.00’de başladı. Ve daha maçın 10. dakikasında Serkan’ın forması sırılsıklamdı. Sıcak hayatımda ilk defa rastladığım futbol molasına da yol açtı. Devrelerin tam ortasında 23 ve 65’te hakem birer dakikalık su molası verdi. Araştırmadım ama Öztürk Pekin’in dediğine göre İntertoto maçları için UEFA’nın böyle bir talimatı varmış.

Maça Trabzon Umut’u tek forvet oynatıp onu sağdan Yatara, soldan Gökdeniz ile destekleme anlayışı ile çıktı. Ancak bu iki oyuncu da hücuma katılmada etkisizdi. Zaten daha 30 dakika olmadan Yatara kırmızı kart görünce bu taktik de yalan oldu. Yattara’nın niye kırmızı kart gördüğünü ise kameralar yakalayamadı. Ancak topsuz alanda rakibine dalaşmaktan gördüğünü çözebildik. Eminim yarın yine gazeteler Yattara’nın takıma yarardan çok zararı olduğunu çizip, infazını isteyecekler.

Trabzon’un yediği ilk gol tam bir kronik Türk futbolu hastalığı. Savunma oyuncularımız, kendilerini yan hakem sanmayı çok seviyorlar. Yine böyle bir derinlemesine atılan pasta, iki savunmacı ellerini kaldırıp koşmayı kestiler. Rakip forvet uzak direğe vurdu top direkten döndü. Ancak bizim iki salak savunma oyuncusu kendilerini yardımcı hakem zannedip, ofsayta karar kıldıkları için koşmayı kestiler ve çok rahat savunmanın çıkartabileceği bir pozisyonda koşmadıkları için forvet topa yeniden vurma şansı buldu.

İlk yarı bittiğinde Trabzon’un tek bir atağı yoktu. Sıcak sebebiyle Ziya Doğan’ın Ceyhun’u tek devreye sakladığını düşünüyorum. Nitekim, ikinci yarıya Ceyhunla başladı. Bu da açıkçası ilk 15 dakika yararlı oldu. 10 kişi oynamalarına rağmen Ceyhun, Gökdeniz ile birlikte 60. dakikaya kadar rakip kaleye atak yapsalar da bundan pek bir sonuç çıkmadı.

Maç keçiboynuzu tadındaydı açıkçası. Bremen – Münih maçının başlamasıyla iki maç arasında gidip gelmeye başladım. Öteki maçta goller arka arkaya gelmeye başlayınca da iyice gözüp o tarafa kaydı. Trabzon’a yeniden döndüğümde skor 2-1 olmuştu.

Sonuç olarak Trabzon keyifsizdi. Hüseyin çok hata yapıyor. Trabzon tek santrafor ile devam ettiği sürece bi cacık olmaz. Ha turu geçer mi? Skor gayet burada geçmesine yeterli. Rakipte de açıkçası bi numara yoktu.

17.07.2007

Bundesliga’ya Dönüş… Sezon Bitti Yenisi Gelecek Herhalde… Sezona Giderken Yazı 1 (Şampiyonluk adayları)

15 aylık bir yazısızlık döneminden sonra artık tak etti ve yazıyorum ulan diye siteye girdim ve gözlerime inanamadım. Bundesliga gibi bir lig boş bırakılmış. Ben de olmaz böyle şey deyip yazmaya koyuldum. Bu sene bu köşede Bundesliga’yı yorumlarız. Hazır şu E2 de canavar gibi girmişken olaya. Digiturk’e bu sene üye olmayıp Avrupa Ligi maçlarına odaklanıyorum. Türkiye ligi’ni sadece stattan izlemeye Digiturk hırsızını da terk etmeye karar verdim zira üye olduğum bayiinin tarifeleri bilmemesi yüzünden kazık yemiş oldum. Her neyse biz Bundesliga’ya geçelim.

Baktım da en son 2 Mayıs’ta köşeye yazı yazılmış. Geçen sezonu herkes biliyor zaten Schalke’nin aptallığı, Stuttgart’ın aradan sıyrılışı ve müthiş sürpriz bir sonuç.(bu arada ekleyeyim: HASTA SCHALKELİYİM) Tam şampiyon olcaz derken saçma sapan bir Bochum mağlubiyeti olayları değiştirdi ve ezeli rakip Dortmund’a da yenilip bir de onlara rakiplerini sabote edip mutlu olma imkânı tanıdık. Bayern’in kriz yaşadığı bir sene bu olmamalıydı.

2006/2007 Sezonu için rayından çıkmış ve alışılmamış bir sezon diyebiliriz çünkü Bayern Münich ortalara çıkmadı. Ne kadar Hitzfeld ile bir çıkış yakalamış da olsalar bu sezon onlar için tam bir felaketti.

BAYERN MUNICH

Sezon bitimiyle Hitzfeld’in eski dönemindeki o şaşalı Bayern tekrar ortaya çıkmaya başladı. Luca Toni, Franck Ribery, Miroslav Klose, Marcell Jansen, Hamit Altintop, Jose Ernesto Sosa ve Jan Schlaudraff transferleri ile şu an değil sadece Almanya’nın Avrupa’nın en çok ses getiren kulübü durumundalar belki de. Hitzfeld’in ideal 11’inin şu an için Kahn (GK… Sanki yazmama gerek varmış gibi) – Lahm (DR) - Marcell Jansen (DL) – Lucio (DC)-Demichelis (DC) - Sosa (MR)- Ribery (ML) - Ze Roberto (MC )- Van Bommel (MC ) - Toni (FC) –Klose (FC). Hitzfeld’in şimdilik kafasındaki 11’in bu yönde şekillendiği iddia edilse de ben Schweinsteiger’in kendine bir yer bulacağını, Podolski’nin de o kadar kolay dışlanabilecek bir isim olmadığını düşünüyorum. Her durumda sezona girilirken favori Münih... Hitzfeld’in demeçleri orta sahanın ortasını defansif olarak güçlü tutacağını ve hücumu kanatlara odaklayacağını gösteriyor. Lahm ve Jansen gibi iki bek oyuncusu ve Toni-Klose forvet duosuyla bunu yapmamak ayıp olurdu bence. Yıllardır Bayern’in stoper mevkiine kadro genişliği getirmesi gerektiğini söylerdim ama Hitzfeld Demichelis’i orda kullanarak sorunu çözmüş. Van Buyten ve Ismael’in yanı sıra genç Hummels de kadroda destek görevi yapıyor. Bayern’de misyonunu tamamlamış olan Salihamidzic, Makaay gibi oyuncuları bırakmak da bence doğru karar. Hargreaves’in satılmasını da yanlış bulmuyorum. Başka bir zamanda o kadar para etmez bence Hargreaves. O mevkide sıkıntı çekmeyeceklerdir. Bir başka nokta da UEFA Kupası’nda oynayacak olmaları. Bu lig açısından onlara avantaj sağlayacaktır diye düşünüyorum. Nitekim Şampiyonlar Ligi ile UEFA arasındaki ‘toughness’ farkını görmemek imkansız.

SCHALKE

Gelelim başkanının demeçlerini Alman gazetelerinden çok Fanatik ve Fotomaç’ta okuyabileceğimiz kulüp Schalke’ye. Lincoln geldi, Başkan Appiah’ı istedi, Kuranyi Fener’de yok GS’ de falan filan. Peki, Schalke ne durumda. Aslında pek bir değişiklik var denemez. Altyapısına haklı olarak güvenen bir takım Schalke. Mesut Ozil’in ve kaleci Neuer’in 06/07 sezonunda gösterdiği performanslar bunu kanıtlamaya yeter. Schalke tam da bu 2 mevki de takımın 2 ağır topuyla yolunu ayırdı. Frank Rost Hamburg’a Lincoln de GS’ ye gitti. Transfer edilen iki oyuncudan biri Basel’den Rakitic. Bu sarı kafalı şirin adama bayağı da para verdiler. İzlemedim ama Schalke’nin hücum oyuncusundan anladığını düşünüyorum. Yine de unutmamak gerek ki Mesut Özil antrenör Slomka’nın çok güvendiği bir isim ve bu sene onu çok izleyeceğiz diye düşünüyorum. Diğer bir transfer Frankfurt’un simge isimlerinden Jermaine Jones. Adıyla bir Alman futbolcudan çok D-League oyuncusunu andırsa da önemli bir takviye. Çok enerjik ve 26 yaşında bu da demektir ki kariyerinde zirve yapmak istiyorsa Schalke TYTZ. (of çok kötüyüm ya her neyse). Mainz ile 04/05 de çıkış yaptıktan sonra Schalke’ye gelen ve milli takıma yükselen kanat oyuncusu Mimoun Azaouagh da sakatlıklardan kurtulmuş ve bu sene çıkış yapmasını beklediğim isimlerden. Hannover’de kiralık geçen yıllardan sonra 85 jenerasyonunun kaptanı Michael Delura’da bu sene dikkatle izlenmesi gereken isimlerden bence. Boenisch, Happke, Höwedes, Kunert gibi isimler de altyapıdan gelen ve profesyonel kontrat imzalayan diğer isimler. Gecen sene Neuer ve Mesut’un yaptığı benzeri bir çıkışı bekleyebileceğimiz oyuncular. Lincoln’un ve Hamit’in gidişiyle takım içinde daha huzurlu bir sezon geçireceklerini düşünüyorum. Potansiyeli çok ama tecrübesiz bir takımlar. 11 tecrübeli var evet ama sezon boyu şans bulan gençlerin performansları ve geçen sene çıkış yapanların bu çıkışı bu seneye taşıyabilmeleri kilit nokta. Slomka bu tür bir oluşum için uygun. Maceraperest yapısı ve ofansif anlayışı ile Schalke taraftarına yine enteresan ve drama dolu bir sezon yaşatacak bence.

STUTTGART

Gelelim şampiyona… Geçen seneki kaostan sıyrılıp şampiyon olmaları onlar için bir rüyaydı belki de. Sene başında onlara şampiyon olacaksınız deseler hadi oradan! derlerdi diye düşünüyorum.

YİNE DE STUTTGART’IN ŞAMPİYONLUĞUNDA ALMAN FUTBOLUNA DAİR GÜZEL BİR İPUCU VAR. Bayern Münih bir kenara tüm takımlar altyapılarına bağlılar. (biraz önce Schalke için de benzerini söyledim.) Bu yıl Stuttgart’ın şampiyonluğunda Mario Gomez ve Serdar Taşçı’nın çıkışlarının ne kadar önemli olduğunu kimse yadsıyamaz. Gomez’in 14 golle bir altyapı oyuncusu olarak takımın en golcü oyuncusu olması bence bu şampiyonluğu daha da manidar kılar.

Gelelim transferlere… Geçen yıl ki aşının tuttuğunu biliyoruz ve üzerine Yıldıray, Ewerthon iki önemli transfer var. Lauth, Streller, Tomasson gibi hücum oyuncularıyla yollarını ayıran Stuttgart bu sene Bundesliga’yı çok çok iyi tanıyan 2 tecrübeli isimle anlaştı. Bence iyi de yaptı. Streller ve Lauth sıradan isimler, Tomasson da kariyerinin zirvesinden aşağı doğru hızla inişte zaten. Kadro iskeletini ve kariyerinde sürpriz bir çıkış yakalayan antrenör Armin Veh’i koruyan Stuttgart az bütçeyle neler yapılabileceğini bu sene gösterdi. Pardo ve Osorio gibi 2 Meksikalıyı Dünya Kupası’nın hemen ardından transfer ettiler ve gerçekten iyi hamlelerdi. Dünya Kupası’nın belki de en flaş sol beki Boka’yı da aldılar. Bu şampiyonlukta Stuttgart’ın Dünya Kupası gibi 4 yılda bir açılan bir piyasayı iyi kullanmış olması da etkili.

Şampiyon lakabıyla girmek zor iştir. Bunu kaldırmaları için tecrübeye ihtiyaçları var ve Yıldıray, Ewerthon bunu sağlayabilir. Yine de aynı başarıyı tekrarlamaları zor görünüyor ama tabiî ki en büyük favorilerden biri Stuttgart.

BREMEN

Gelelim geçen yılın ilk 4’ünü tamamlayan Bremen’e. Klose’nin gidişi sportif açıdan gedik yaratabilir (her ne kadar buna inanmasam da…gedik yaratsa bile idari ve mali açıdan mükemmel bir karar olduğu konusunda ısrarcıyım) ama bu transferde bence TURKIYE’DEKİ KULÜPLERİN DERS ÇIKARMASI GEREKEN ÇOK ÖNEMLİ BİR NOKTA var. Bu da basitçe şu: Eğer oyuncun gitmek istiyorsa ve iyi bir teklif gelmişse futbolcunu paraya döndürmek doğru hamledir. Ne kadar o oyuncu takım için hayati önem taşısa bile. Tabi transfere getirilen sınırlamalar (Türkiye’deki yabancı sınırına atıfta bulunuyorum) örneğinde bu politikanın önüne taş koyuluyor ama yine de geçmişte yapılmış (özellikle Galatasaray tarafından) hataların tekrarlanması lazım. Bremen’in forvet hattına bakarsak Aaron Hunt, Klasnic, Rosenberg ve Almeida gibi 4 tane çok iyi golcü görüyoruz. Hiç biri Klose gibi kariyerli Dünya yıldızları değiller ancak bu forvet hattının herhangi bir başarı için yetersiz olduğunu söylemek doğru değil.

Gelelim Bremen’in bu gelen parayla ne yaptığına. 7.9 milyon avro ile kulüp rekorunu kıran yeni transfer Carlos Alberto’yu Morinho’nun Porto’sundan ve Şampiyonlar Ligi finalinde attığı golle hatırlayacağız. Şimdi uzamış saçları (2 sene Brezilya’da geçirdi 2005’ten sonra) ile farklı bir görünüme de sahip olsa çok iyi bir orta saha oyuncusu. Hızlı, teknik, kuvvetli ve sonuca katkı yapmakta başarılı. Tam bir Morinho oyuncusu. Avrupa’da topu karşı yarı sahada dolaştırmak ve top yerdeyken hücumu organize etmek, bunu hızlı tempoda ve efektif yapmak ve gole ulaşmak konusunda Schaaf’lı Bremen son 4 yıldır Avrupa’nın en iyi 2 takımından biri. (Diğeri kuşkusuz Barcelona). Klose hava toplarındaki etkinliğiyle bilinse de Klose’nin ayaklarının da iyi olduğunu bu sistem meydana çıkardı zaten. Diego Dünya futbolu’ndaki en iyi oyun kuruculardan biri belki de. Sonuç olarak şunu diyorum ki: KLOSE’NİN GİTMESİ BUNDESLİGA’DA BREMEN’İN HÜCUM GÜCÜNDE GÖZLE GÖRÜNÜR BİR EKSİKLİK YARATMAYACAKTIR. İddia ediyorum ki geçen senekinden daha fazla gol atacaklar.

Schaaf’ın kulübedeki istikrarı bana göre çok önemli. Bu sebepten dolayı hep favorilerimden biri Bremen son yıllarda. Şampiyon oldukları 2004 yılından sonra bu başarıyı tekrarlayamamalarını da Avrupa kupalarında ilerlemeleri ve dar ve rakiplerine (özellikle Bayern’e) göre 2 kulvarda yarışmakta tecrübesiz kalmalarına bağlıyorum. Geçen sene yine UEFA’da yarı final oynayarak Nisan ayına kadar 2 kulvarda mücadele etmek durumunda kaldılar. Bu zorluk hala var ama kadro daha geniş ve tecrübeli. Bu sene Bayern’in transferleri uyum yakalayamazsa şampiyonluk için adayım Werder Bremen.

Bir sonraki yazıda bir başka 4 takımı; BAŞALTI TAKIMLARI (Bu tabiri hiç sevmem aslında) inceleyerek sezon öncesi yorumlara devam edeceğim. Eğer önceki yazılarda değerlendirdiğim takımlarda önemli gelişmeler olursa gelecek yazılarda eklerim..Şimdilik Bundesliga’dan bu kadar.

13.07.2007

Copa America'dan Göze Batanlar

Saygıdeğer ortakafagol.com okurları yeni bir yazıyla karşınızdayım. Avrupa ligleri bittikten sonra yine futbol açlığımız ülke olarak başladı. Bizim ülkemizde erkeklerin hayatı futbol üzerine kuruludur. Genç erkekler kız arkadaşlarıyla olacak buluşmalarını takımlarının maçı olmadığı günlere ayarlar. Evli erkekler eşleri maç esnasında televizyonun önünden geçerse en sağlam kavgalardan birini çıkarır. Bu yüzden ligler bittiği için erkekler bir buhran içindeydi ki ( bunun içinde ben de vardım) derdimize Copa America yetişti. Hem de öyle bir yetişti ki gol rekoruyla. Dünya Kupası bile gol açlığımıza derman olmamıştı ama Amerika kıtası takımları gol açlığımızı fazlasıyla giderdi. Tabii ki bu kupada da çok ilgi çeken ve yetenek avcılarına göz kırpan oyuncular ortaya çıktı. Bende bu sınıftaki oyuncuların birkaçını size anlatmaya çalışacağım.

Humberto Suazo

Şili milli takımının futbolu turnuva boyunca vasatı aşamadı bana göre ama iki oyuncuları vasatın çok çok üstüne çıktı. Bunlar Humberto Suazo ve Mark Gonzalez. Mark Gonzalez’ i yapmamaya karar verdim çünkü kendisi zaten Liverpool’ da oynuyor ve birçoklarınız onu tanıyor. Hiç bilinmediği ve tanınmadığı için ben size Suazo’ yu tanıtacağım. Bende kendisini bu turnuvadan önce tanımıyordum. Daha turnuvanın ilk maçı Ekvador maçından itibaren göz doldurmaya başladı. Zaten çok az pozisyona giren Şili takımının çeyrek finale çıkmasında Suazo’nun girdiği pozisyonların %80’ ini gole çevirmesi çok etkili oldu. Suazo’ nun ne kadar bitirice bir oyuncu olduğunu 06-07 sezonu boyunca oynadığı 75 maçta tam 70 gol oranıyla görebiliriz. Kendisi neredeyse her maçta bir gol atıyor. Vücudunu oldukça iyi kullanıyor. Sırtına aldığı stoperin topu ondan çalması oldukça zor. İki ayağına da oldukça hakim ve kafa toplarında da iyi zıplamasının etkisiyle oldukça kuvvetli. Takımı Colo Colo’ da bu sezon gösterdiği performanstan dolayı Meksika takımı Monterrey’ e transfer oldu. Santrafor arayan takımlarımız niye Şili gibi oyuncuların çok pahalı olmadığı ligleri taramazlar bilmiyorum. Boş boş forvetlere milyonlarca döviz akıtan takımlarımız çok daha düşük bir fiyata Suazo’ yu getirebilirdi. Bu gibi ligleri taramadıkları için menajerlerin elinde kepaze oluyorlar. Menajerler oyuncunun iki maçlık kasetini getiriyor. Bu kasetlerde de oyuncunun en iyi oynadığı maçlar oluyor. Ama bir oyuncunun sadece iki maçlık görüntüsüyle fikir edinemezsiniz ki. Bir oyuncunun koskoca bir sezon boyunca hatta birkaç sezon boyunca izlenmesi gerekir ki bu sayede oyuncunun her hali görülmelidir.

Salvador Ortega Cabanas

Cabanas’ ı çok fazla izleyememiş olabilirsiniz. Ama dış görünüşü ve ismiyle hatırınızda kalabilir. At kuyruğu saçları ve gereğinden fazla kilolarıyla tembel bir oyuncu kanısına kapılabilirsiniz ilk gördüğünüzde ama onu maç esnasında izlediğinizde ne kadar dinamik bir oyuncu olduğunu görebilirsiniz. Savunmalar için oldukça yıpratıcı ve top tekniği çok yüksek bir oyuncu. Genelde yedek olarak başlıyor ama girdikten sonra da oldukça olduğunu gösteriyor. Diyebilirsiniz ki o oyunun koptuğu rakip savunmaların maçı bıraktığı dakikalarda giriyor diyebilirsiniz. Ama onun takım arkadaşları bile maçı bırakmışken o çalışıyor didiniyor ve golünü atıyor. Kendisi Meksika’ nın Club America takımında oynuyor. Kendisi 06-07 sezonunda çıktığı 38 maçta 25 gol atarak iyi bir yüzde tutturdu.

Jose Andres Guardado

Meksika milli takımının orta sahasının önemli dişlilerinden biri olan Guardado kupada gösterdiği iyi performanstan sonra eski günlerini arayan İspanya’ nın köklü takımlarından biri olan Deportivo La Coruna’ ya transfer oldu. Aynı kültüre yakın bir ülkeye gittiği için uyum sorunu yaşamadan takımına oldukça iyi katkı sağlayacağını düşünüyorum. Ancak gereğinden fazla değişen Deportivo on birinde başı da dönebilir. Bu kupada ise oldukça iyi performans gösterdi. Takımın yarı finale çıkmasında önemli katkıları oldu finale çıkamasalar da ben üçüncülük maçında başarılı olacaklarını düşünüyorum. Guardado sağlam orta saha görüntüsü veriyor. Oyunun iki tarafını da oldukça iyi oynuyor. Attığı paslar oldukça isabetli ve bu attığı pasların çoğu final pasları. Rakip orta saha oyuncularını da oldukça iyi bozuyor ve pas kanallarını çok iyi kapatıyor.

Bir scout köşesi yazısını daha sona erdirdik. Benim için yazması oldukça zevkli oldu. Umarım sizin içinde okuması zevkli bir yazı olmuştur. Mutlu günler bol gollü gerçek ve halı saha maçları dilerim.

Peter Kenyon

2003-04 sezonun artık sonunun geldiği 15 Mayıs günü Chelsea, Stamford Bridge’de Leeds’i ağırlar. Chelsea’nin en ateşli seyircilerinin bulunduğu Matthew Harding tribününden bir bağırış yükselir: “Kenyon’dan nefret ediyorsan ayağa kalk!” ve bir anda bütün stat ayağa kalkar.



Yaptığı anlaşmalarla bir futbol pazarlama dahisi olarak anılan Peter Kenyon, aynı zamanda çokça çıkmayı sevdiği medya karşısında yaptığı sivri açıklamalarla İngiliz futbolunun en sevilmeyen yöneticilerinden biri konumunda. Onu sevmeyenlerin başında ise CEO’luğunu yaptığı iki kulüp; Manchester United ve Chelsea taraftarları geliyor.



1954 yılında Manchester’da doğan Peter Kenyon 1983 yılında Umbro’ya ürün müdürü olur ve böylece spor endüstrisine adım atar. Daha sonrasında şirketin CEO’su olan Kenyon’ı üne kavuşturan olay, 1987’de Umbro’nun çoklu spor eğilimini bırakıp sadece futbol odaklı bir politika benimsemesiyle başlar. Umbro’nun el değiştirip şirketin Amerikanların eline geçmesiyle Kenyon da South Carolina’ya taşınır. “ Amerikalılar dünyanın en iyi pazarlamıclardır” diyerek pazarlama yeteneğini nasıl öğrendiğini açıklıyor.



1997 yılında Kenyon, doğduğu şehre, Manchester’a United’ın yardımcı CEO’su olarak geri döner. 2000 yılında ise takımın CEO’luğuna getirilir. 3 yıl kaldığı bu görev süresince United, 2 lig şampiyonluğu kazanır. Ancak Kenyon’ın yaptıkları sadece saha içinde yaptıklarıyla sınırlı değil. Esas uzmanlık alanı olduğu pazarlama alanında United’ı bir dünya devi yapar. İlk iş olarak Nike ve Vodafone ile sponsorluk sözleşmelerini yeniler. Vodafone ile yaptığı anlaşma 30 milyon pound değerindedir. 2001 yılında emekli olmayı düşünen Sir Alex’i takımda kalmaya ikna eder.



Medya spotlarının altında olmayı seven Kenyon, oyuncu seçimlerinde de ön plana çıkar. Bunu zaten açık açık röportajlarında da belirtiyor: “Oyuncu seçimlerini menajer, takım sahibi ve benim görüşlerimizin ışığında ortak yapıyoruz”. Bu şekilde Kenyon 28 milyon pounda Veron’u, 19 milyon pounda Van Nistelrooy’u ve 30 milyon pounda Rio Ferdinand’ı transfer eder. New York Yankees ile yapılan pazarlama anlaşması ve Manchester United’ın Uzakdoğu pazarına açılmasında hep Kenyon’ın imzası vardır.



2003 yılında Abramovich, Chelsea kulübünü satın alıp piyasada herkese el atarken, oyuncuların yanında Peter Kenyon da Chelsea’ye transfer oldu. Peter Kenyon’a karşı kopan yaygaralar daha buradan başladı çünkü Manchesterlı Kenyon, Londra’ya gelmişti. Dahası United kariyeri boyunca sürekli olarak doğma büyüme Manchesterlı ve Unitedlı olduğunu, hayatındaki futbol ilgili en güzel anısının 1968 yılında United’in Avrupa Şampiyonu olduğunda statta bulunmak olduğunu belirtmişti. Ancak işte paranın rengi mavi olur ve Kenyon 3.5 milyon pounda Chelsea’nin başına geçer. Kenyon’ın United’dan ayrıldığı gün United’ın hisseleri %5.6 değer kaybeder.



Bir pazarlama uzmanı olan Kenyon, yeni ürününü pazarlarken ilk olarak logoyu değiştirdi. Emirates ile forma sponsorluğu sona erdiğinde Kenyon, Samsung ile yıllığı 11 milyon pound olmak üzere 5 yıl, Adidas ile de yıllığı 12 milyon pound olmak üzere 8 yıllık sözleşme yaptı.



Adidas ile sponsorluk anlaşması yaparken mevcut sponsor Umbro ile sözleşmeyi feshettiğini ve bu sebeple 25.5 milyon tazminat ödediklerini belirtmek gerekiyor. Doping kullandığı için sözleşmesi sona erdirilen Mutu’ya verilen tazminat da başka bir harcama. Transfer harcamalarının yanına bunun gibi harcamalar da eklenince, 2005 yılında Chelsea tam 140 milyon pound zarar ettiğini açıkladı. Bu rakam şimdiye kadar futbol tarihinde bir takımın bir yılda açıkladığı en büyük zarar.



Kenyon Chelsea gibi en baştan yapılanan bir kulüp için böyle bir durumun normal olduğunu söylüyor. Yakın gelecekte transfer harcamaları kısmayı planladıklarını ve kendi yıldızlarını çıkarmak istediklerini söyleyen Kenyon, bu amaçla Tottenham alt yapı sorumlusu Frank Arnesen’i transfer etti. Gerçekten de 2003-04 transfere 175 milyon pound harcayan Chelsea, ertesi sene bu rakamı 57 milyon pounda çekmeyi başardı.



Kenyon, Chelsea ile Manchester United’ı arasında ürün pazarlama açısından çok büyük farklar olduğunun altını çiziyor. “Manchester United çok uzun bir sürede inşa edildi. 1960ları ve 90ları domine etti. Chelsea olarak bizim böyle zengin bir mirasımız yok. Bu yüzden daha farklı stratejiler belirliyoruz.”



Kenyon, Chelsea’yi bir dünya markası yapmak istiyor. Kenyon da Chelsea’nin bir United ya da Liverpool kadar yurt dışında taraftarının olmadığının farkında. Ancak yakın zamanda bu takımları yakalayacaklarına inanıyor. “Bugünün medya şartlarıyla, 15 yıl önce olduğundan çok daha kolay bir şekilde ürün bilinirliği yaratabilirsiniz. Gelişigüzel yayılmıyoruz. Odaklanıyoruz. Hedefimizde Kuzey Amerika var. Kuzey Amerika’nın içinde de New York, Los Angeles ve Chicago var. Çin bir diğer hedefimiz. Yine Abramoviç sayesinde Rusya’da çok büyük stratejik avantajımız var”



Uzun vadede Kenyon Amerika ve Asya pazarlarına açılmayı hedeflese de kısa vadede daha yakına bakıyor. Chelsea’nin çekirdek taraftarı Londra’nın batı ve güney batısından çıkıyor. Kenyon ise Chelsea’nin tüm başkenti domine etmesi için bir sebep göremiyor. “Londra’nın önemi bizim stratejimizde oldukça kritik bir nokta. Londra bugün dünyanın en büyük 3 şehrinden birisi. İlk amacımız Londra’ya sahip olmak. Uluslararası bir marka olmayı hedeflerken önce kendi içimizde bir kitleye sahip olmalıyız.” Kenyon bunların yanında Chelsea’nin yurt içinde 5, tüm dünyada ise 20 milyon takipçisi olduğunu belirtiyor.



Farkındaysanız Kenyon’ın belirttiği sayı taraftar değil takipçi. İşte ilk paragrafta Chelsea seyircisinin tepkisi de buradan kaynaklanıyor çünkü Kenyon taraftarı, müşteriden başka bir şey olarak görmüyor. The Observer gazetesinde yazan bir Chelsea taraftarı Kenyon’ı “iyi giyimli paralı asker” diye nitelendiriyor. Chelsea’nin bir lig maçının en ucuz bileti 50 pounda yükseldi. Mark Palmer, yazısında, sezonun en keyifli maçlarından biri olan Şampiyonlar Ligi yarı finalinin maç programında sezonluk bilet fiyatlarının enflasyonun çok üzerinde arttığını; bununla birlikte kombinelerin sadece lig maçlarında geçerliği olacağını öğrendiklerini belirtiyor.



Kenyon bu politikayı yeni taraftar çekmek için olduğunu ifade ediyor. “Arsenal ile eşleşsek bile kupada bilet fiyatlarını ucuz tutacağız. Kupa maçları yeni taraftarları stada getirmek için oldukça iyi bir yol.”



Gerçekten de istediğiniz kadar Uzakdoğu’da Frank Lampard’ın formasını satın, kendi stadınızı dolduramadıktan sonra bunun fazla önemi kalmıyor. İşte bu açıdan Kenyon’un öncelikle Londra’ya yönelmesi doğru bir strateji. Hele ki bu şekilde kendi çekirdek taraftarını karşısına alınca, yeni taraftar aramak kaçınılmaz oluyor.



Kenyon’ın arasının kötü olduğu kesim sadece taraftarları değil. Etik ve legal olmayan yoldan yaptığı transfer görüşmeleri de zamanında oldukça tepki çekti. Bunların arasında o zamanlar İngiltere milli takımının başında bulunan Sven Goran Eriksson ve Arsenal’in oyuncusuyken Ashley Cole ile yapılan görüşmeleri sayabiliriz.



Sonuç olarak Kenyon başında bulunduğu takımları büyük bir hızla hedeflediği amaçlara taşımayı beceriyor. Ancak bunu yaparken izlediği yollar her kesimden tepkilere sebep oluyor.

9.07.2007

The Theatre of Dreams: Old Trafford

Bir mabet… Kendilerinden başka dostu olmayan kırmızı şeytanların mabedi. Sir Bobby Charlton’ın taktığı isimle ise “The Theatre of Dreams”.

Bundan tam 105 yıl önce, 26 Nisan 1902’de, eski bir futbol kulübü olan Newton Heath, sahne ismini Manchester United olarak değiştirdi. O güne dek maçlarını Bank Street’te oynayan takıma, bu saha artık yetmez olmuştu. Kulübün finansal açıdan toparlanmaya başladığı günlerde, İskoçya’daki Hampden Park ve Ibrox Stadium’un da mimarı olan İskoç mimar Archibald Leitch’e, ayakta 100.000 seyirci kapasiteli bir stat sipariş edildi. Ancak sonradan, bu kapasitedeki bir stadın, en azından şimdilik gereksiz olduğuna karar verildi ve 80.000 seyirci kapasitesi daha uygun bulundu. 1909 yılında yapımı tamamlanan Old Trafford’daki ilk maç United ve Liverpool arasındaydı. Maçın sonucu ise bir açılış maçına yaraşır cinsten değildi. Çiçeği burnunda ev sahibi, Liverpool’a 4-3 yenilmişti.

Bu talihsiz açılışın ardından, United’ın başına gelen ikinci ve belki de en büyük talihsizlik, Old Trafford’ın 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından bombalanması oldu. 1941 ve 1949 yılları arasında çimlerine futbol uğramayan ve farelere ev sahipliği yapan stadın bakımı aşamasında kırmızı şeytanlar, manevi ve özellikle de maddi anlamda yıkıldılar. Onların imdadına koşanlar ise, ezeli rakipleri, şehrin bir diğer yakasındaki mavili Manchester Cityliler oldu. İki takım, City’nin o dönemki stadı Maine Road’da, yaklaşık 10 yıl boyunca göz göze, diz dize maçlara çıktılar.

Bu olay, 90’lı yıllarda değişik esprilerin odağı haline geldi. Doğu Almanya topraklarında büyüyen ve 1994’te Manchester City’e geldiğinde kimseciklerin tanımadığı Uwe Rösler, attığı gollerle takımı sırtlayınca, taraftarın gözbebeği olmuştu. Üstlerinde, “Uwe’s granddad bombed Old Trafford” yazan t-shirtler giyen City taraftarları, bir yandan Alman topçularını bağırlarına bastılar, bir yandan da şehrin kırmızı yakasına çok içten selamlarını yolladılar. Rösler’in dedesinin bu işte parmağının olup olmadığı ise hâlâ merak konusu.

Old Trafford’ın dört tribününün isimleri ise şöyle: United Road Stand, Scoreboard End, South Stand ve tabii ki de Stretford End. “Tabii ki de” diyorum çünkü resmi adı sonradan West Stand olarak değiştirilen, ancak hala stadın batısında kalan kasabanın ismiyle tanınan Stretford End, United’ın en ateşli taraftarlarının tribünü. Rivayete göre eskiden Stretford End taraftarlarının sesi, bir Jumbo Jet’in kalkış anında çıkardığı sesten daha yüksekmiş. Ancak sonradan buraya ailelerin gelmesi için bir bölüm yapılmış. Bu yüzden şimdiki Stretford End eskisine oranla daha az gürültülü.

Stretford End tribünününde taraftarların pankartlarını koyabilecekleri bölümler var. Ancak 2005 Ağustosunda pankartlar kaldırılmıştı. Kaldırılmalarının görüntüdeki sebebi stattaki tadilattı. Asıl sebep ise Unitedlı taraftarların Glazer’a tepkisiydi. Fakat tabii ki de pankartlar sonradan geri geldi. İşte pankartlardan bazıları:

Stretford End’in kendi kralları da var. Unitedlılar’a göre sadece Denis Law ve Eric Cantona krallık statüsüne yükselebilmişler. Denis Law’ın krallığa layık görülmesinin sebebi kırılması güç gol rekoru, Cantona’nınki ise sahadaki havası ve karizmasıymış.

Stretford End, ayrıca United’la ilgili istatistiklerinin bulunduğu The Website of Dreams’in bilinen adı. (www.stretfordend.co.uk). United maçları ve oyuncularıyla ilgili yaklaşık 12.000 sayfalık bilgiye sahip site, 2006 yılında Manchester United’ın resmi sitesinin resmi istastistik kaynağı oldu. Ayrıca bu site, takımın engelli taraftarlarına ve Unicef’e yardım amaçlı kurulan iki dernek için de bağış topluyor.

Sitenin istatistiklerine göre, ironik bir şekilde, Old Trafford tarihindeki 76.962 seyirci rekoru bir United maçında değil, Wolverhampton Wanderers ve Grimsby Town takımları arasında oynanan 1939 FA Cup yarı final maçında kırılmış. 1941 ve 1949 yılları arasında yapılan düzenlemelerle, kapasitesi 76.212 olarak belirlenen Old Trafford’ın, United maçı rekoru ise geçtiğimiz Mart ayında Blackburn Rovers maçında 76.098 seyirci ile kırıldı.

Tarihi statla ilgili verilmesi gereken birkaç ilginç detay var. Hava şartlarıyla başı dertte olan Old Trafford’ın altında, buzlanmayı önlemesi amacıyla 23 millik sıcak su boru hattı bulunuyor. Stat, 1967 yapımı, Albert Finney’in Charlie Bubbles adlı filmine ev sahipliği yapmış. Ayrıca holiganizmi önlemek amacıyla koruyucu tellerin kullanıldığı İngilteredeki ilk stat ve UEFA’dan 5 yıldız almayı başaran da ilk stat. Yanlış hatırlamıyorsam geçtiğimiz kış, Old Trafford’ın üstü buz tutmuştu ve kulüp, stadı buz pateni pisti olarak pazarladı. Umarım atmıyorumdur. Resmi web sitesinde böyle bir reklâm gördüğümü hatırlıyorum.

Ölümsüzleştirdiği isimler, unutulmaz maçlar ve sadık taraftarlarıyla, Premier Lig’in Premier kulübünün adeta bir mabeti haline gelen Old Trafford’ın çimleri dilerim hiç solmaz.