İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

25.04.2007

Villareal'den Sihirli Dokunuş

La Liga’da 31. hafta maçları hafta sonu oynanan karşılaşmalarla tamamlandı. Barcelona bu haftayı da lider tamamladı ancak hem Sevilla ile hem de Real Madrid ile aralarındaki puan farkı 3 puan azaldı. Barcelona haftayı Villarreal deplasmanından alınan 2-0’lık yenilgiyle tamamlarken, Sevilla evinde Athletic’i 4-1’le geçti. Haftanın maçında ise Real Madrid, Valencia’yı 2-1 mağlup etmeyi başardı.

Şampiyonluk yarışında en şanslı aday olarak görünen ve haftaya 4 puanlık avantajla giren Barcelona, Villarreal deplasmanına gitti bu hafta. El Madrigal’de özellikle ilk yarıda rakip kalede önemli birkaç tehlike yaratan Barcelona, Villarreal’in başarılı kalecisi Viera’yı geçemedi bu pozisyonlarda. İkinci yarının 10. dakikasında ise Villarreal, Pires’le öne geçti maçın sonlarında ise Marcos skoru belirledi.

Villarreal deplasmanı kolay bir deplasman değildi elbette. Barcelona’da bu sezon deplasmanda oynadığı 15 karşılaşmadan sadece 5 tanesini kazanabilmişti. Bu nedenle bu skoru asla sürpriz olarak görmemek gerekir. Villarreal’i bu sezon Real Madrid’i 1-0 yendikleri maçta da izlemiş ve beğenmiştim. Dün akşam da oyunun genelinde iyi oynadılar, çok iyi pas yaparak hücuma çıktılar ve bu iyi pas organizasyonlardan birinde de Pires’le golü buldular. Barcelona Etoo’nun gol noktalarında acemice davrandığı bir maçta maç boyunca Villarreal’i hiçbir şekilde bunaltamadı. Oyunun genelinde topa daha çok sahip olan taraf olmalarına rağmen çok etkili değillerdi.

Bu sonuçla, Barcelona 4 puanlık avantajını yitirmiş oldu ve arkadan gelen iki takımın da galibiyetiyle ligde son yedi haftaya girerken heyecan fazlasıyla arttı.

Hafta arası Kral Kupasında Deportivo’yu deplasmanda 3-0 mağlup ederek turu büyük ölçüde garantileyen Sevilla, dün de Athletic karşısında oldukça baskılı bir oyun ortaya koydu ve sahadan 4-1 gibi farklı bir skorla galip ayrıldı. Perşembe günü Osasuna ile UEFA kupası yarı final ilk maçını oynayacak olan Sevilla’nın form durumunda bir artış gözleniyor. Son iki maçta oynadıkları oyun üç kupada da onları zirvede görmemizi sağlayabilir.

Cumartesi gecesinin ve haftanın en önemli maçında Real Madrid konuk ettiği Valencia’yı Nistelrooy ve Ramos’un golleriyle 2-1 mağlup etti. Bu sonuçla Real puanını 57’ye yükseltti ve Barcelona’nın iki puan arkasında yer almış oldu. Yani her şey iki hafta önceki durumuna dönmüş oldu. Valencia ise 53 puanda kaldı ve bir sıra gerileyerek 5. sıraya düştü. Artık şampiyon olmaları için kalan maçlarının hemen hemen hepsini kazanmaları gerekecek. Deplasmanda 16 maçta sadece 4 galibiyet alabilen bir takım için bu çok kolay olmasa gerek. Bu nedenle kalan haftalar onlar için daha çok ş.ligi yarışı demek.

Şampiyonlar ligi yarışının içindeki bir başka takım da Zaragoza. Onlar da evinde kazanmaya devam ediyorlar. Bu hafta da Celta’yı Ewerthon’un golleriyle 2-0 yendiler ve tekrar 4. sıraya yükseldiler. Puanları Valencia gibi 53.

Atletico ise iki hafta üst üste kazandıktan sonra bu hafta Sociedad’a deplasmanda 2-0 mağlup oldu ve 50 puanda kaldı. Zirvede puan kayıplarının yaşandığı bir haftada kazanmış olsalar ligi çok fazla renklendirmiş olacaklardı. Kalan haftalar onlar için de çok kritik. Bir tarafta ş.ligi şansları diğer yanda ise UEFA kupasına bile gidememe ihtimali var.

Ligde bu hafta, bu sezon en büyük sürprizini gerçekleştiren iki takımın maçı vardı. Recreativo, Racing’i konuk etti ve 4-2 mağlup ederek tekrar 7. sıraya yükseldi. Bu galibiyetle Recreativo 49 puana yükselirken, Santander 47 puanda kaldı. İki takımın nefesi de Atletico Madrid’in ensesinde hissediliyor.

Deportivo, Getafe, Espanyol, Villarreal gibi takımların ligin kalan haftalarında çok önemli bir hedefleri olmayacak. Belki intertoto kupası için şansları olabilir bu takımların ama bu da çok kolay değil. Evinde üst üste altıncı kez kazanan Mallorca da 39 puana yükselerek düşme tehlikesini tamamen atlattı ve yukarıda adını zikrettiğim takımlar arasına katıldı. 36 puanlı Osasuna ise UEFA kupasını düşünürken ligde alt sıralara doğru yaklaşmış durumda. Onlarında kalan maçlarda korku yaşamamak için ivmelerini artırmaları gerekiyor.

Haftalardır kazanamayan ve bu hafta Espanyol karşısında 90. dakikadaki olaylı penaltı golüyle sahadan bir puanla ayrılmak zorunda kalan Real Betis de artık düşme endişesi yaşamaya başladı. Puanları 34 ve düşme sınırının sadece 4 puan üzerindeler. 32 puanlı Athletic, 30’ar puanlı Celta ve Levante ile 27 puanlı Sociedad, 24 puanlı Nastic takımları ligin kalan yedi haftasında önemli bir yarış içinde olacaklar. Ben bununla ilgili bir başka yazı yazmayı düşünüyorum orada bu konuya enine boyuna değineceğim.

Son olarak haftanın kadrosuna bir göz atalım;

Kalede; Villarreal’in galibiyetinde çok önemli bir rol oynayan Sebastian Viera.

Savunmada; Real Madrid’li Sergio Ramos, Deportivo’lu Lopo, Villarreal’li Cygan ve Mallorca’dan Navarro.

Orta Sahada; Recreativo’dan Cazorla, Villarreal’den Senna, Real Sociedad’dan Savio ve Sevilla’dan Puerta.

Forvette; Betis’den Edu ve Zaragoza’dan Ewerthon

18.04.2007

Hollanda'da Taht Kavgası

Son bıraktığımızda ki bu bırakış bir türlü engellenemeyen aylaklığım sebebiyle 15.haftaya denk geliyor; PSV şampiyonluk yolunda tozu dumana katarak ilerliyordu. İlerliyordu diyorum çünkü makine düzeninde işleyen PSV’de bu aralar işler pek de iyi gitmiyor. 16.haftada Groningen’i 2-0, 17.haftada Heracles’i 3-0, 18.haftada vites yükselterek Willem II’yi 4-0 yenen PSV, 19.haftada Rotterdam deplasmanında Feyenoord önünden 1-1’lik beraberlikle döndü. Sonraki 2 haftayı da galibiyetle tamamlayan Boeren (Çiftçiler) takip eden üç haftada ise sadece bir puan toplayabildi. Bu döneme kadar sadece bir defa kaybeden PSV önce Roda’ya 2-0, ardından Koevermans’ın 88.dakikada gelen golüyle evinde AZ’ye 3-2 kaybetti. ( 88 ve devam eden dakikalarda atılan gollerle rakibinin hevesini kursağında bırakmak AZ’ye özgü bir espri anlayışı olsa gerek)

Ama PSV’ye asıl öldürücü darbe 29.haftadaki Ajax maçında geldi. Sneijder, Perez, Gabri ve “Avcı” Klaas Jan Huntelaar’ın iki golüne yalnızca Gılayvırtla (Kara kaşlıma selam olsun) cevap verebilen lider, sahayı başı önünde terk ederken Ajax taraftarı zafer şarkıları ile Eindhoven semalarını inletiyordu. Öyle ya Ajax bu galibiyetle 2005 yılında kendi evinde aldığı 4-0’lık mağlubiyetin rövanşını almakla kalmamış, 23 Ekim 1994’ten beri ilk defa Eindhoven deplasmanından galibiyetle dönmüştü. Bu galibiyetin son 25 sezonda alınan 3.deplasman galibiyeti olduğunu da ekleyeyim de Ajaxlılar’ın sevinci daha iyi anlaşılsın. (Ajax taraftar forumlarında “acab” nickini kullanan bir genç bu sevinci benden daha içten bir ifadeyle dile getirmiş: “Şu anda 22 yaşındayım,bütün hayatım boyunca bugünü bekledim,artık ölebilirim.”http://www.ajaxtalk.nl/Forum/viewtopic.php?t=8288&postdays=0&postorder=asc&start=100

Bu maçta yaşanan iki gol sevinci tüm taraftarların dikkatini çekti. Bunlardan ilki bir dönem Ajax formasıyla zaferden zafere koşan Kluivert’in bu kez PSV formasıyla Ajax filelerini havalandırdığı golden sonraki işini iyi yapan insanlara mahsus duru hali : http://www.youtube.com/watch?v=GFbBTCBwGRQ ,

Bir de ee, nasıl desem isterseniz kendiniz bir bakın : http://www.youtube.com/watch?v=a4vGE4isX-o, Maçın hakemi daha sonra yaptığı açıklamada “gol sevincini” golden hemen önceki bir faul pozisyonunda oyunu durdurmak yerine devam ettirmesine bağladı ama takdir sizin elbette…

Bu mağlubiyet PSV’yi derinden yaraladı ve sonraki hafta NAC Breda ile 1-1 berabere kalan kırmızı-beyazlılar 31.haftada bu kez NEC’ e 2-1’lik skorla kaybetti. (PSV’nin yoluna sessiz sedasız devam ettiği Şampiyonlar Liginde kendi evinde Liverpool’a 3-0 kaybettiği maçın da bu döneme denk geldiğini hatırlatayım.)

Peki PSV de bunlar olurken takipçileri neler yaptı? Son bıraktığımızda liderin takipçisi 5 puan geriden gelen AZ Alkmaar’dı. 31.hafta sonunda AZ yine ikinci ama puan farkı bu kez sadece iki. AZ Alkmaar belki seri galibiyetler alarak PSV’nin bocaladığı hatta daha bir esnek yorumla söylersek devrilmeye yüz tuttuğu bir dönemde “tahtı” ele geçiremedi ama hiç yenilmedi. 19.haftadaki 3-0’lik Twente bozgunundan beri AZ ligde kaybetmiyor. Bugün AZ ligin zirvesinde değilse bunun sebebi aralarında çok rahat kazanabileceği maçlar da olan 9 maçtan beraberlikle ayrılmasıdır.

Ya lig üçüncüsü Ajax? Aslında AZ Alkmaar için söylediklerimi Ajax için de tekrarlayabilirim. Zira Ajax’da AZ ile aynı puana (66) sahip, yani onlar da liderin sadece iki puan gerisinde. Kısacası ligin bitimine az bir zaman kala “taht kavgası” iyiden iyiye kızışacak.

Peki kalan maçlarda zirvedeki üçlü kimlerle oynayacak? Hemen bakalım: PSV 32.haftada lig dördüncüsü Twente ile içeride, (Twente forması altında 14 gole imza atan bir isim dikkat çekici:Kennedy Bakırcıoğlu) 33.haftada Utrecht ile deplasmanda ve son hafta içeride Vitesse ile oynuyor . Bu maçlardan en zorlu görüneni “ya nasip ya kısmet” diyecek Twente ile içeride oynanacak maç olarak gözüküyor. Çünkü Twente’nin de puanı 62. Utrecht ve Vitesse ise nispeten etli ve sütlü işleriyle ilgisi olmayan takımlar. AZ ise önce içeride Vitesse ile, sonra yine içeride Heerenveen’le oynayıp ligi Rotterdam deplasmanında Excelsior ile oynayacağı maç ile tamamlayacak. Excelsior’un ligdeki konumu AZ’ye problem çıkartabilir.(Excelsior şu anda on beşinci sırada ve ligde kalmak için play-off maçlarına çıkmak konusunda gönüllü olduklarını tahmin etmiyorum.) Buna karşılık Ajax ‘ın rakipleri ise NAC Breda, Sparta ve Willem II.

Kalan maçlara baktığımızda Ajax, fikstür açısından Eredivisie’nin play-off labirentlerini saymayacak olursak nispeten iddiasız orta-alt sıra takımlarıyla oynayacak olması sebebiyle bir adım önde duruyor gibi ama bu gözler 2005-2006 sezonunda Denizlispor-Fenerbahçe maçını da gördü.

Zaten biz futbolu neden seviyoruz ki? Sanırım sihirli kelime “öngörülemezlik…”

17.04.2007

Çeyrek Finaller

Buraya ilgi çekici bir başlık yazmak isterdim ama bulamadım. Son sekiz-on gündür Şampiyonlar Ligi maçlarını düşünüyorum, matematiğini bulmaya çalışıyorum. ''İyi ki Şampiyonlar Ligi var'' diyorum sonunda. Sonunda hep haklı olanlar kazanıyor. Tamam, ''hep'' değil belki ama bu aşamaya geldikten sonra haklıların kaybetmesi pek bir zor oluyor. Dört çeyrek final serisini de geniş olarak analiz etmek istiyorum bu yazıda, yarı finalleri de sonra inceleyelim...

İlk seriden başlayalım; en kolay seri oldu PSV-Liverpool eşleşmesi. Seri öncesi duruma bakalım önce: PSV, başka bir İngiliz takımı Arsenal'i elemiş, çoğu otoriteye göre sürpriz yapmış. Liverpool ise son şampiyon Barcelona'yı elemiş önceki turda -o da sürpriz sayılabilir- . Liverpool'un başında çok tecrübeli, çok başarılı, takımını çok iyi tanıyan, çok ama çok zeki bir adam olan Rafael Benitez var. Barcelona maçlarından önce Bellamy'nin Riise'yi dövdüğü yazılmıştı, takım içinde gerginlik vardı, hatırlarsanız. Hepsinin üstünden geldi Rafa. Takımını kenetledi, kimseyi dışarıda bırakmadı. Dar bir kadroya sahip olsanız bu kolaydır, diyebiliriz. Rafa'nın geniş bir kadrosu da vardı, üstelik. Sanırım, başarısı daha iyi aktarılabiliyor böylece. PSV takımının durumuna bakalım. Çok fazla kapasiteye sahip olan bir kadroları zaten yoktu. Başlarında da kalan teknik direktörler arasında en tecrübesiz olan Ronald Koeman var. İlk maç içeride ve savunmanın belkemiği olan Alex de cezalı.

Dersini çok iyi çalışıyor Rafa Benitez, takdir etmemek mümkün değil. Mascherano ve Crouch'u sahaya sürüyor, rakibi çözüyor. Dediğimiz gibi, PSV'nin zaten boy ölçüşebilecek bir kadrosu yok. Ellerinden gelen mücadeleyi yaptılar zaten maçın başlarında. 0-0 iken Varynen'in uzaktan bir şutu vardı, gol olabilirdi. Olsaydı ne olurdu, bilemiyorum. İçimden geçen o ki, Liverpool yine rakibini mahvederdi. Gerrard, Riise ve Crouch'un golleriyle bitirdiler işi. O maçta, Alex olsa ne olurdu? Yine pek birşey değişmezdi gibime geliyor. Kadro kapasitesi farkı açıktı, çünkü. Liverpool rahat geçti, kadro kapasitesi ve teknik direktör farkı diyelim, yeter sanırım.

İkinci serimiz; Liverpool'un yarı finaldeki rakibini belirliyordu. Valencia ile Chelsea arasındaydı. Seri öncesi duruma bakalım: Valencia, çok zorlu bir seri sonrası İtalya Serie A'nın açık ara lideri İnter'i elemiş. Maç sonrası olaylar çıkmış, kaptan Marchena cezayı yemiş. Chelsea ise Porto'yu elemiş. Takım içinde sorunlar var. Jose Mourinho, sonrasında ne olursa olsun, kupayı almak istiyor. Yüzeysel olarak bakarsak, Chelsea'nin çok üstün bir kadrosu var.

İlk maç başlıyor. Valencia, bütün eksikliklerine rağmen müthiş oynuyor. Chelsea, gerektiği gibi oynamıyor. David Silva'nın uzaktan attığı golle, Valencia öne geçiyor. Valencia, doğruları yapıyor. Yetmiyor ama, Chelsea bastırınca durduramıyorsunuz, öyle veya böyle, golü atıyorlar. Doğru anda golü atıyorlar ama sonrasını bulamıyorlar. Devamına izin verilmiyor, altı gün sonraya randevu veriliyor... Altı gün sonra gidiyoruz Mestella'ya. Müthiş bir atmosfer var, abartmadan söyleyeyim. Valencia iyi başlıyor maça, rakibini bunaltıyor. Sonrasında, gel de sinirlenme. Chelsea'nin gardı zaten inmiş, baskını kabul ediyor. Zorla ayağı kaldırıyorsun rakibini. Neyse, kalkıyorlar, bastırıyorlar. ''Gol geliyor'' diyorum izlerken, Chelsea gol atmak isteyince zaten atar, sen de gol yemek istiyorsun adeta. Valencia golü buluyor, ama baskıyı Chelsea kuruyor. İlk yarıyı Valencia önde bitiriyor. Bu dakikadan sonra Valencia'yı anlamak mümkün değil. Beklediğimiz üzere, ikinci yarının başında Chelsea golü atıyor. İkinci yarının ortasında Raul Albiol de sakatlanıyor, zaten kadro kapasitesi zayıf olan Valencia'nın dengesi iyice bozuluyor. David Villa da etkisiz oynayınca, bir tek Angulo'nun çabaları kalıyor. En sağlam adamlar dediğin Ayala ve Albelda da vasat performanslar verince... Chelsea gidiyor, güzel bir gol atıyor... Söyleyecek fazla sözümüz var da diğer seriler bekliyor...

Diğer tarafa dönelim. Orada tek İngiliz, iki İtalyan var, bir de Alman... Roma-ManUtd'den başlayalım. Seri öncesi duruma bakalım: Roma'nın kadro kapasitesi oldukça dar. İstiyorlar ama, finale çıkmayı çok istiyorlar. Buraya kadar gelmişken, devam etmek istiyorlar. Başka bir istekleri yok zaten. Lyon'a karşı sürpriz sayılabilecek bir şekilde turu geçmişler. Gelen takım, Manchester United. Çeyrek finalistler arasında, sezon başından beri ulusal liginin zirvesinde duran tek takım. Teknik direktörleri; hocaların en kıdemlisi Sir Alex Ferguson.

İlk maç başlıyor. Çok yüksek tempoda oynanıyor. Roma elinde ne varsa bastırıyor. Fikret Engin olsa ''Allah ne verdiyse vuruyorlar...'' derdi heralde. Bastırıyorlar, oluyor da. Birinci golü buluyorlar. Rakip takımın en önemli isimlerinden Paul Scholes kırmızı kartı görüyor. Roma bastırıyor yine. Sir Alex, ne yapması gerektiğini biliyor ama. Çok fazla şey istemiyor, tek bir gol. Takımı o tek golü buluyor. Ondan sonra, Roma bir gol daha atıyor. Sekiz gün sonrasına randevu veriliyor... İngiltere'ye gidiyoruz.Manchester United'da Paulie yok, Vidic yok, Gary Neville yok. Kafamızda soru işaretleri. Nasıl yapacak hoca? Belki de yapamaz, belki de Roma bir sürpriz daha yapar. Roma'da da Perrotta ile Taddei yok. Demiştik, bir adam çıkarsan takım çözünür diye. ManUtd öyle olmuyor ama çünkü kadro geniş. Yine yüksek tempoda başlıyor maç, Sir işi çözüyor, ilk maçta çözmüş olmalı. Farka koşuyor takım...

Geldik son seriye. Milan ile Bayern Münih arasında. Seri öncesi duruma bakıyoruz. İki takımın da benzer durumları var. Sezon boyunca istikrarsız gidiyorlar. Bayern Münih, önceki turda kendinden biraz daha iyi olan(ulusal lig bazında) Real Madrid'i eliyor. Milan ise uzatmalarda Celtic'i geçiyor. Milan'ın çok iyi bir orta sahası var, kaleci sorunu ve forvet sorunu var. Bayern Münih ise tersine, sezon başından beri yarım orta sahayla oynuyorlar.

İlk maç başlıyor. Ottmar Hitzfeld işini biliyor, takımını ona göre kuruyor. Milan müthiş bir baskı kuruyor ama faydası ne? Bir gol çıkarıyorlar sonunda. Bir gollerini hakem iptal ediyor, Van Buyten skoru eşitliyor. Kaka, masaya yumruğunu vuruyor sonra. İlk golden önce olduğu gibi, klasik hareketlerini yapıyor, Lucio'ya penaltıyı yaptırıyor. Kendisi atıyor, gol oluyor. Maç biterken, Van Buyten olmayacak bir gol atıyor, arkası haftaya diyor... İkinci maç, Allianz Arena'da. Bayern bastırıyor, golü bulamıyor. Milan da ''Atamayana atarlar'' prensibini hayata geçiriyor. Arka arkaya iki gol geliyor. İkinci yarıda Bayern bastırıyor, ama olmuyor. Dida kariyerinin en iyi maçlarından birini çıkarıyor, diğer tarafta Roy Makaay da kariyerinin en kötü gecelerinden birini geçiriyor. Milan yarı finale gidiyor.

Yarı final eşleşmeleri; ManUtd-Milan ve Chelsea-Liverpool şeklinde. İngilizler, çeyrek finali kayıpsız atlatıyor. Bakalım ileride ne olacak? Bir hafta ara var Lig'de, yarı final serilerini de başka bir yazıda irdelemek üzere...

11.04.2007

Zirve Hesapları Yine Karıştı

Son yılların en heyecanlı zirve mücadelesine sahne olan La Liga’da bu haftasonu da yine ilginç sonuçlar alındı ve zirve mücadelesi yeni bir boyut kazandı.

Şampiyonluk yarışında adı zikredilen takımlardan Valencia ve Sevilla’nın diğer rakiplerine oranla biraz sıkıntısı var. Avrupa Kupalarında mücadelelerini sürdüren bu iki takım her iki kulvarın yoruculuğu karşısında, kendilerinden beklenen performansı gösteremiyorlar. Sevilla bu hafta eline kadar gelen liderlik fırsatını, tam anlamıyla elinin tersiyle itti ve ikinci sırada kalmayı sürdürdü. Bir gün önce Barcelona’nın üç puan kaybetmesiyle liderlik hayali kuran Sevilla bu yıl birçok kez tekrarlandığı gibi bu fırsatı değerlendiremedi. Tabi bunda UEFA kupası mücadelesinin takım üzerinde olumsuz etkilerini de görmekteyiz. Rakiplerine oranla daha tecrübesiz diyebileceğimiz Sevilla kadrosu şampiyonluk stresini uzun süredir yaşıyor ve bu nedenle de ne geçen sezonun ikinci yarısındaki ne de bu sezonun ilk yarısındaki performanslarını gösterebiliyorlar. Sevilla’da yıldız dediğimiz oyuncular da bu sezon bu dönemlerde takımı zor durumdan kurtaracak performansı tam anlamıyla gösteremiyorlar. Mamafih, Sevilla takımı bu sorunlarına rağmen ligde ikinci, UEFA kupasında çeyrek finalde ve Kral Kupasında da yarı finalde. Üç kupayı da kazanabilme umutlarını sürdürüyorlar. Bunu da göz ardı etmiyoruz elbette.

Barcelona’nın, Zaragoza deplasmanından puansız dönmesi ise bence Barca için çok da kötü bir netice değildi. Deplasmanlarda zaten başarılı olamayan Barcelona için bu deplasmanda bir puan alınabilse belki şampiyonlukta en önemli viraj aşılmış olacaktı ama bu gerçekleşmedi. Kalan maçları diğer rakiplerine nispetle daha kolay olan Barcelona’nın şampiyonlukta puan olarak önde olmanın dışında bu anlamda da avantajlı olduğunu söylemeliyiz.

Barcelona, Sevilla ve Valencia’nın puan kayıpları yaşadığı haftanın en şanslılarından biri Real Madrid’di kuşkusuz. Uzunca süredir kaybetmeyen Real dün gece de Osasuna karşısında belki de bu sezon ki en iyi iç saha performanslarından birini göstererek 2-0 galip geldi. Bu galibiyet onları Barcelona’nın bir, Sevilla’nın ise iki puan arkasına getirdi. Beğenmediğimiz Real artık zirve yarışının tam olarak ortağı durumuna geldi. Bundan sonra işleri daha zor olacak, çünkü artık onlar da göz önünde.

Şampiyonlar liginde Chelsea ile yarı final için karşılaşacak olan Valencia ise ligde kalmak için tüm çabasını sarf etmek zorunda olan Athletic karşısında, beklendiği üzere konstrasyondan yoksundu ve istediğini alamadı. Kazanmış olsalar her şey çok iyi olabilirdi. Valencia takımının dikkatini şampiyonlar ligine verdiğini rahatlıkla görebiliriz. La Liga’da alt etmeleri gereken takım sayısı hayli fazla. Şampiyonlar liginde ise kupaya uzanmak daha ulaşılır bir hedef olarak görünüyor. Bu nedenle de takım ligde çok da hevesli değil. Bir de sakatlıklar var tabi. Bu kadar sakatlık yaşamış bir takımın hem ligde zirve mücadelesi vermesi hem de ş.ligini zorlaması başarıdır. Hele de bunlardan birinde zirveye çıkabilirlerse. Sezonun en iyisi dememiz lazım onlara o zaman.

Barcelona’yı yenerek zirveye yeniden şekil veren Zaragoza ise bu hafta 4. sıraya yükseldi. 7 haftadır kaybetmeyen Zaragoza takımı da acaba şampiyon olabilir miyiz? Sorusunu kendilerine sormaktalar. O olmasa bile ş.ligi hedefinin içindeler ve bunu başarmak istiyorlar. Aimar’lı, D’Alessandro’lu, Gabi ve Diego Milito’lu çok renkli ve sempatik bir takım, Zaragoza takımı. Onları orada görmek güzel olur sanırım ama ş.ligini istiyorlarsa 4. olmak yetmeyebilir bu yıl. Çünkü 1999-2000 sezonunda bu hedefi yakalamış olmalarına rağmen UEFA’ya gitmek zorunda kalmışlardı. Bunun nedeni de ligi 63 puanla 4. bitirmelerine rağmen, 62 puanla 5. olan Real Madrid’in o sezon şampiyonlar ligi şampiyonu olması yüzünden İspanya Futbol Federasyonu Zaragoza’yı değil, Real Madrid’i şampiyonlar ligine göndermişti. O yüzden bu yıl da Valencia’nın kendilerine aynı problemi yaşatma ihtimalini göz önünde bulundurarak ligi ilk üçte bitirmeyi hedefleyeceklerdir(Tabi bu arada Liverpool’a yapılan İspanya Futbol Federasyonu için de örnek teşkil edebilir).

Haftalardır yaşadıkları kayıplarla şampiyonluk yarışından kopan, ş.ligi işini de hayli zorlaştıran hatta UEFA kupası bari gitse dediğimiz Atletico bu kez deplasmanda Villarreal’i mağlup ederek zirvede yaşanan puan kayıpları sonrası hedeften kopmak için henüz erken, şampiyonluk pek mümkün görünmeyen bir hedef olsa bile şampiyonlar ligine ulaşmanın mümkün olduğunu anlamış bulunuyorlar. 47 puandalar ve ş.ligi sınırının sadece 3 puan gerisindeler. Tabi arkalarında da, 2 ve 3 puan gerilerinde kendilerini UEFA sınırından aşağı atmak için iştah kabartan Recreativo ve Racing takımları var. Atletico’da kalan haftalarda zirvede olan takımlardan sadece Barcelona ile karşılaşacak bu bir avantaj. Bunu değerlendirmeleri gerekiyor.

Aslında bu yazıyı oturup onlara ayırmak gerekecekti. Bunu bir başka yazıya bırakalım deyip, kendilerinden kısaca bahsetmek istiyorum. Kimden mi? Tabiî ki Racing Santander’den. Geçen sezon düşer dediğimiz ama düşmeyen, bu sezon da düşmeme mücadelesi verir dediğimiz ne var ki ligde kalma değil de UEFA kupası mücadelesi veren Santander takımı gerçekten alkışı hak ediyor. Miguel Angel Portugal bu yıl ismi en üstlere yazılması gereken birkaç isimden biri. Santander bu yıl en az yenilen takımlardan biri. Deplasmanda bile çok zor yeniliyorlar. Son 12 maçında sadece Nou Camp’da kaybettiler. Bu hafta da Sevilla deplasmanından puanla döndüler. İki hafta önce de Valencia’yı deplasmanda devirmişlerdi. Bu hafta karşılarında Real Madrid olacak. Yani zor maçları bile neredeyse kayıpsız kapatıyorlar. Bu süreci uzatabilirlerse sezon sonunda büyük bir sürprize imza atabilirler. Ben tebrikler Santander diyorum, şimdiden.

Ligin zirvesi hayli heyecanlı geçerken, alt sıralarda da hummalı bir yarış var. Haftaya 18. sırada giren Athletic, Valencia galibiyetiyle 16. sıraya yükseldi. 29 puana ulaşan bir başka takım ise Levante oldu. Betis’i konuk eden Levante alması gereken üç puanı alamadı. İyi gittiklerini söyleyemeyiz. Düşen takımlar arasında isimlerinin olması muhtemel görünüyor. Celta ise Recreativo karşısında 75. dakika beraberliği bulmasına rağmen son beş dakika üç gol yiyip, bir gol atıp maçı 4-2 kaybetti. 27 puanları var ve bir türlü sonuca gidemiyorlar. Birkaç hafta içinde tekrar ümitlenen Sociedad ve Nastic ise yeniden kaybetmeye başladılar. Her iki takım da 21 puandalar. Nastic, Deportivo deplasmanından puansız dönerken, Sociedad da Espanyol karşısında 1-0 mağlup oldu. Yine de umutlarını yitirmiyorlar çünkü Celta, Levante ve Athletic de puan kayıpları konusunda oldukça cömert davranıyorlar.

Ligde kalma savaşı bu beş takım arasında sürecek gibi görünüyor ancak ardı ardına alabilecekleri kötü sonuçlarla Betis, Osasuna ve Mallorca gibi takımlar da bu sıkıntıyı yaşayabilirler ancak şu an ki durumlarıyla bu zor olur. Betis ve Mallorca alacakları birkaç iyi sonuçla ligi bitirmeyi bekleyecekler. Osasuna için ise malum UEFA kupası mücadelesi sürüyor. Ligde orta sıra takımları Deportivo ve Getafe ise kupada final arzusundalar. Tüm konsantrasyonları o yönde. Villarreal bu hafta kazanabilmiş olsaydı UEFA yarışına isimlerini ekleyebileceklerdi ama olmadı. Haftayı galip bitirenlerden Espanyol da UEFA kupasında Benfica maçına kilitlenmiş durumda.

La Liga’da ligde kalma mücadelesi her sezon benzer tablolar ortaya çıkarıyor ancak zirve mücadelesi her zaman böyle olmuyor. En son beş altı takımının “adının karıştığı” bir şampiyonluk yarışını 1999-2000 sezonunda Deportivo’nun şampiyonluğuyla yaşamıştık.

Son olarak haftanın takımı diyelim;

Kalede; Santander’den Tono

Savunmada; Real Madrid’den Sergio Ramos, Zaragoza’dan Gabi Milito, Athletic’den Sarriegi ve Racing’den Ruben.

Orta Sahada; Zaragoza’nın Arjantinlilerinden Aimar, Mallarco’dan İbagaza, Atletico’dan Agüero ve Celta’dan Canobbio.

Hücumda; Recreativo’dan Rosu ve Real Madrid’den Raul.

Sonu Göründü

Uzun bir aradan sonra tekrar merhabalar sevgili ortakafagol okurları. Çok uzun zamandır sizlerle buluşamadım. Bu aranın bu kadar uzamasındaki sebep okuldaki sınavlarımdır. Sınav sezonu açıldıktan sonra yazı yazmak için zaman bulmak benim için çok zorlaştı. Ancak yazı yazamadığım için çok üzgün olduğumu da belirtmek isterim. Lafı uzatmamak gerekirse aranın bu kadar açılması yüzünden beni bağışlamanızı isterim.

Evet 2006-2007 sezonunun da birçok Avrupa ligi sonu göründü. Zirvede amansız bir yarış. Fark sadece burun farkı. Belki kazanan sadece ikili averaj sayesinde belli olacak. Futbol açısından çok zevkli bir yarış olsa da bu takımın oyuncuları için ve bu takımın taraftarları için zor zamanlar olsa gerek. Taraflardan biri beraberlik bile alsa liderin ismi değişebilir. O yüzden takımların hata yapma lüksleri yok denecek kadar az. 1 puanlık farkla çok az da olsa Genk ileride. Genk son şampiyonluğunu Wesley Sonck’ lu Trabzonspor’ dan tanıdığımız Bernd Thijs’ li rüya kadrosuyla kazanmıştı. Bu iki oyuncunun da şu an esamesi okunmadığına göre Genk tarafı başarıya oldukça aç.

Genk’ in hemen arkasındaki Anderlecht’ te ise Belçika Ligi’ nde şampiyonluk bir geleneğe dönüştü artık. Her sezon şampiyon olunmasa da yarışta kalınıyor. O yüzden stresli zamanlarda Genk’ ten bir adım öndeler. Kadro kaliteleri de Genk’ e göre oldukça fazla. Özellikle Frutos ve Tchite’ den oluşan forvet hakkı çok efektif performanslar sergiliyorlar. Ancak Anderlecht’ in kendisinin seviyesindeki veya kendisinin seviyesine yakın takımlarla oynadığı maçlardaki başarısızlığı taraftarlarını korkutuyor.

İki takımın ileriki haftalarda birer tane zor maçları var. Anderlecht, Standard Liege ile oynarken Genk’ te Club Brugge deplasmanına gidecek. Bu iki takımında geleceğini bu iki maçın belirleyeceğini söylemek yanlış olmaz. Ancak bana göre bu yarış Avrupa’ nın en amansız zirve yarışı. İki takımın kendi aralarındaki oynadıkları son karşılaşmanın 1-1 bittiğini düşünürsek bu yarış son haftaya kadar devam eder.

Dikkat Çeken Oyuncular

Son zamanlarda Belçika Ligi’ nde en çok dikkatimi çeken oyuncu Nijeryalı forvet Patrick Ogunsoto. Lagos doğumlu Siyahi oyuncu Ogunsoto bu sezon Westerlo formasıyla 27 maçta tam 18 gol attı. Ayrıca iki maç dışındaki bütün maçlarda 90 dakika futbol oynayan Ogunsoto diğer iki maçta 89. dakikalarda oyundan alındı. Yani tam bir istikrar abidesi. Büyük ihtimalle bu sezon sonu gol kralı olacak farklı bir özelliğiyle de dikkat çekiyor. Yıldız oyuncu bu sezon sadece 2 sarı kart gördüğü için ligin en centilmen oyuncularından biri. Ogunsoto’ nun formunda son zamanlarda bir düşüş olsa da takımını en önemli oyuncusu olarak göze çarpıyor. İmajı ile Trabzonspor’ un kanat oyuncusu İbrahima Yattara’ ya da benzeyen oyuncuyu Türk takımları mercek altına aldı mı çok merak ediyorum. Ogunsoto kariyeri ile de göz dolduruyor. Westerlo’ ya transferinden önceki 4 sezonda Ergoletis formasıyla Yunanistan 1. Ligi’ nde 104 maçta 71 gol attı. 83 doğumlu oyuncu büyük ihtimalle ileriki sezonlarda Avrupa’ nın sayılı liglerinde 9 numaralı formasıyla göz dolduracak.

Geri Kalanlar

İki takımın zirve yarışını yaptığı Jupiler League’ de diğer takımların hangi sırayı alacağı üç aşağı beş yukarı belli olmuş durumda. UEFA biletini Standard Liege büyük bir sürpriz olmazsa kapacak. En yakın rakibiyle arasında 6 puan olan kırmızı beyazlılar çok belli etmeseler de akıllarını çelmiyor değil. Düşme hattındaysa en büyük tehlikeyi Beveren ve Lierse taşıyor. Beveren’ in az da olsa şansı olsa da otoritelere göre Lierse sezon sonunda lige devam edecek.

Evet bir yazımın daha sonuna geldim. Umarım sizin için okuması zevkli bir yazı olur. Benim için yazması oldukça zevkli bir yazı oldu.

9.04.2007

Bundesliga'nın ekonomik yapısı

Bugün Avrupa’nın en büyük 5 liginden biri kabul edilen Bundesliga; esasında La Liga, Serie A ve Ligue 1 gibi rakiplerinden çok daha sonra kuruldu. Bunun sebebi 1963 yılına kadar Almanya’da hala daha amatör seviyede oynanmasıydı. 1963 yılı öncesinde Alman takımları Operliga’da, ( üst lig) bölgesel seviyede mücadele eder, daha sonra da play-offlarla ulusal şampiyon belirlenirdi. 1962 Dünya Kupası’nda Alman milli takımı çeyrek finallerde Şili’ye elendikten sonra, artık profesyonel futbolu kabul etmeleri gerektiği ortaya çıktı. Böylece 1963 yılında bölgesel liglerden çeşitli takımların katılımıyla Almanya profesyonel futbol dönemini açmış oldu.

Bundesliga, türkçesiyle federal lig, bugünkü konumunu 1994 yılından sonra; Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra aldı. Buna göre Bundesliga her kümede 18 takım olmak üzere iki takımdan oluşuyor.

Ekonomik başarı ve sürekli artan popülaritesi ile Bundesliga 2005/2006 sezonunda 1.52 milyar euro kazanan bir kurum haline geldi. Bu haliyle profesyonel futbol sektörü sadece ödediği 460 milyon euro vergi ile ülkenin en önemli vergi ödeyen sektörlerinden biri değil; aynı zamanda sektör içersinde 34 bin çalışanın bulunması ile önemli bir işveren konumuna yükseldi.

Bundesliga’nın bu kadar büyük bir sektör haline gelmesinde en önemli etken ligin geniş kitleler tarafından takip edilmesi. Bundesliga 2007 raporuna göre futbol %53 ile en çok ilgilenilen spor dalı konumunda. Onu %40’lık oranlarıyla Kış sporları ve Formula 1 takip ediyor. Elbet “takip etmek” sözcüğü finansal değerleri açıklamak için yeterli değil.

Alman futbol seyircisi yüksek katılım oranıyla ligin en önemli gelir kalemlerinden birini oluşturuyor. 2006-2007 yılının rakamlarına göre sezon boyunca oynanan 306 maçı 11.9 milyon biletli seyirci izledi. Bu da maç başına ortalama 38.888 seyirci demek. Bu şekilde Bundesliga, NFL’in ardından tüm dünyada en çok izlenen 2. ülke içi profesyonel spor organizasyonu oluyor. Alman futbol seyircisinin ilgisi sadece 1. lige değil, aynı zamanda Bundesliga 2. ligi de oldukça büyük ilgi topluyor. Yine bu sezonun sayılarına göre Bundesliga 2. ligi, 16.815 seyirci ortalaması ile sezonu kapattı. Böylece, Bundesliga 2; Türkiye Süper Ligi, Belçika 1. ligi, Portekiz 1. ligi gibi ülkeleri geride bıraktı. Sayı vermek gerekirse Türkiye Süper Ligi’nin 2006-2007 seyirci ortalaması 14bin 49 olurken, Galatasaray sezonu 16.307 seyirci ortalamasıyla tamamladı.

Bu katılım yüksekliğinin altında yatan temel sebep Bundesliga’da bilet oranlarının görece olarak çok daha düşük olması. Premierleague’de ortalama bilet fiyatı 48€, La Liga’da 32€, Serie A’da 24€ iken, Almanya’da bu fiyat 18€ .

Büyük seyirci oranlarına karşılık, bilet fiyatlarının düşük olmasıyla, bilet gelirleri Bundesliga’nın ancak 3. büyük gelir kalemi olabiliyor. Bu kalemlerden aslan payını %28’lik oranla reklamlar ve sponsorluk alırken, %25.21 ile televizyon yayınları ikinci sırada yer alıyor. Maç gelirlerin oranı ise %23.46. Bu üçlüyü %7.18 ile transferler; %4.41 ile ürün satışları takip ediyor.

Gelir kalemlerinin başını çeken reklam ve sponsorluk alanında en büyük geliri 2007 yılının başından itibaren Schalke kazanıyor. Rus doğalgaz devi Gazprom ile 2007 yılı itibariyle başlayan anlaşmaya göre Schalke ilk etapta 100 milyon € alacak. 2012’ye kadar devam edecek anlaşmada eğer Schalke, Şampiyonlar Ligi’ne katılırsa bu miktar 125 milyon €’ya kadar yükselecek. Anlaşmaya göre Schalke forma göğüs reklamı olarak Gazprom’un amblemini taşıyacak, Gazprom, stadın reklam panoları hakkına sahip olacak. Bununla birlikte bir tribünün adına da şirketin ismi verilecek.

Gazprom anlaşması ile birlikte, 1. ligdeki ana sponsorlarda enerji şirketlerinin sayısı beşe yükseldi. Bu sektörü, 4 şirketle seyehat, 3 şirketle finansal kurumlar, 2 şirketle telekomünikasyon ve birer şirketle içecek, spor bahis, tekstil ve otomotiv sektörleri takip ediyor. İkinci ligde de toplam 9 takımın sponsorları enerji ve finans sektörlerinden.

Bu 1.5 milyarı aşan gelirin aslan payı tabi ki 1.lig kulüplerine ait. Deloitte’in raporuna göre Bundesliga 1, 1.287 milyar euroluk senelik geliriyle PremierLeague (1.974 mir €) ve SerieA’nın (1.336 mir €) ardından Avrupa’nın en büyük 3. gelir sahibi ligi.

1.lig ile 2. lig arasındaki gelir dağılımı %85-%15 olunca, 1. ligde kalmak ve 1. lige çıkmak oldukça önemli bir hedef haline geliyor. Gerçekten de ligden düşen ve lige çıkan kulüplerin gelir-gider tablolarına baktığımızda bu iddianın doğruluğunu kanıtlıyoruz. 2004-05 yılında birinci ligden düşen üç kulüp ortalama olarak 29.4 milyon euro kazanırken 27 milyon euro harcamışlar. Ertesi sezon, 2005-06’da, 2. ligde gelir kaynaklarını neredeyse yarı yarıya kaybederlerken (19.8 mil €), giderleri sadece üçte bir oranında düşmüş (21.5 mil €) böylece kulüpler yaklaşık olarak 1.7 milyon € zarar etmişler.

Aynı şekilde 2004-05 sezonunda, 1. lige yükselen 3 takım ortalama olarak 21.8 milyon € gelir elde edip, 23.5 milyon € harcayarak yaklaşık 1.7 milyon euro zarar etmişlerken; 2005-2006 sezonunda 1. ligde gelirlerini %96 arttırıp (42.8 mil €) gider kalemlerindeki artışı %73.8 (40.9 mil €) seviyesinde tutarak ortalama 1.9 milyon € kar etmeyi başarmışlardır.

Bundesliga Harcama Dağılımları

Maaşlar

39.40%

Ticari ve Yönetim giderleri

5.19%

Transferler

11.10%

Maç giderleri

17.34%

Altyapı yatırımları

3.32%

Diğer

23.64%

Bundesliga takımları altyapıya yatırımlarını da sürekli olarak arttırıyorlar. Alt yapı yatırımları 3 sezonda %26.78 oranında artarak 2005-2006 sezonunda 43 milyon € seviyesine ulaştı.

Alman kulüplerinin gelir ve gider tablolarını 2005-06 yılının puan tablosuna yansıttığımız zaman dağılımda büyük uçurumların olduğunu görüyoruz. İlk altı takımın oyuncularına ödediği maaşlar ortalama 45.9 milyon € olurken, sonraki 6 takımın bu harcaması yarısından bile daha az miktarda, 22.9milyon € olarak gerçekleşti. Ligin dibindeki altıya baktığımızda ise bu takımların maaş toplamları ortalaması 16.3 milyon € oldu. Bu tabloyu oranlarsak eğer; 1.lig ortalamasını 100 kabul edersek, ilk altının oranı 159, ikinci altının oranı 83, son altının oranı ise 59 oluyor.

Elbet bu oranlar gelirlere de yansımış durumda. Yine 1. lig ortalamasını 100 kabul edersek; ilk altının gelirleri 167, ikinci altının gelirleri 83, üçüncü altının gelirleri 61 oluyor.

1. lig takımlarının lig sıralamasına göre gelir dağılımı (mil €)

İlk 6

İkinci 6

Son 6

Bilet gelirleri

26.1

13.2

11.0

Sponsorluk

32.0

14.4

13.7

TV

27.2

14.1

12.8

Transferler

6.8

6.5

2.1

Ürün Satışları

7.8

1.0

0.7

Diğer

12.2

9.9

3.1

Toplam

112.1

59.1

43.4

1. lig takımlarının lig sıralamasına göre gider dağılımı (mil €)

İlk 6

İkinci 6

Son 6

Maaşlar

45.9

22.9

16.3

Yönetim giderleri

7.2

2.1

1.9

Transferler

12.7

7.0

4.3

Maç Giderleri

19.5

8.2

9.8

Altyapı harcamaları

3.3

1.7

2.2

Diğer

25.6

17.6

7.9

Toplam

112.2

59.5

42.3

Bundesliga’nın Zayıf Yanları

Bütün bunların yanında Bundesliga’nın zayıf yanlarını da belirtmemiz gerekiyor.

Bundesliga, Almanya içindeki takip edilme ve seyirci oranıyla diğer tüm ligleri geride bırakıyor. Ancak Bundesliga’nın yurt dışında rakiplerine oranla fazla payı bulunmuyor. Daha da açıkça söylemek gerekirse Bundesliga yurt dışında satmıyor. Bundesliga’nın yurtiçi yayın hakları arena adlı yayıncı kuruluşun elinde. 2009 yılına kadar sözleşmesi bulunan arena bu sözleşme için yıllık 240 milyon euro ödemekte. Bundesliga’nın maçları birçok ülkede yayınlanmasına karşılık buradan elde edebildikleri yıllık gelir ise ancak 140 milyon euronun biraz üzerinde. Buna karşılık Premierleague’in yurtdışı yayın haklarından kazandığı para yıllık 300 milyon euro.

Bunun yanında ligin rekabet yönünde iki açıdan eksiklikleri bulunuyor. Bunlardan birincisi yurtiçi rekabet. Almanya’nın birleşmesinden sonra Doğu Almanya takımları, Batı Almanya’nın daha zengin takımlarıyla baş etmekte oldukça zorlanıyor. Yüksek miktarlı sponsorluk anlaşmaları yapamıyorlar. Bunun sonucunda gerekli ücret ödeneği ayıramadıkları için yetiştirdikleri genç oyuncuları ellerinde tutamıyorlar. Öte yandan Batılı rakiplerine nazaran çok daha ilkel stat ve tesislere sahipler. Bundesliga’da bulunan 36 takımdan sadece 4 tanesi Doğu Almanya kökenli. Hansa Rostock ve Energie Cottubus, 1. ligde oynarlarken; Carl Zeiss Jena ve Erzgebirge Aue, ikinci ligde mücadele ediyorlar. 2006 Dünya Kupası hazırlıkları yapılırken, maçların oynanacağı şehirlerin belirlenmesi esnasında Doğu ile Batı arasında bir denge sağlanmak istendiyse de Doğu Almanya’nın otel, restoran, ulaşım gibi konularda altyapısının yetersiz olması neticesinde; Doğu Almanya, turnuvada sadece Leipzig ile temsil edilebildi.

İkinci olarak, finansal anlamda İngiltere, İspanya, İtalya gibi ülkelerle rekabet edebilmelerine karşın, bu rekabeti son beş sezondur sahaya yansıtamıyorlar. Son beş yılda Şampiyonlar Ligi’nde sadece Bayern Münih iki defa çeyrek finale çıkmayı başarabildi. Öte yandan UEFA Kupası’nda da durum pek farklı değil. Son 5 sezonun 40 çeyrek finalistinden sadece üçü Alman takımı. (2 kere Schalke ve 1 kere de Bayern Levekusen) Bunun altında yatan en büyük sebep Alman takımlarının, diğer liglerdeki takımlara oranla çok daha düşük ücret oranı vermesi. Deloitte&Touch’ın araştırmasına göre İtalya, İspanya, Fransa ve İtalya 1. ligindeki takımlar gelirlerinin %59 ila %64 arasındaki bir oranı oyuncu ücretlerine ayırırken, bu oran Bundesliga 1. liginde sadece %40. Bütçe oranının yüksek olmaması sebebiyle, kaliteli oyuncu getiremiyorlar bu da Alman takımlarının Avrupa karnesine yansıyor. Avrupa Kupaları’ndaki başarısızlık sebebiyle Almanya 2007-08 yılına UEFA sıralamasında, Romanya’nın bile arkasına düşerek 6. sırada başlayacak. Eğer kısa vadede, Bundesliga takımları Avrupa’da başarılı sonuçlar alamazlarsa, yakın zamanda Şampiyonlar Ligi’ndeki 3. takımlarını kaybetme tehlikesi ile karşılaşmaları içten bile değil.