İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

14.07.2006

...bitti!

1995 yılının ocak ayında oynanan M.United – C.Palace maçının skorunu büyük olasılık bu yazıyı okuyan kimse bilmiyodur. O maçın akılda kalıcı yanı skoru değil, Eric Cantona’nın kung-fu haraketiydi zaten. Futbol tarihinde böyle birçok maç vardır neticenin değil haticenin hatırlandığı. Kupanın da finali böyle oldu. Bundan 10 yıl sonra kimse Trezeguet’nin kaçırdığı penaltıyı hatırlamayacak, İtalya – Fransa finali denildiğinde akla Zidane’ın kafası gelecek.

Konu hakkında öncelikli söyleyeceğim herkes gibi yakışmadı olacak. Sana terörist de dese, anana da küfretse, göğüsünü de çimdiklese, pandik atsa da sen – atıyorum – bir 20 yaşındaki yeni yetme Rooney değilsin. Yıllarını İtalya liginin çirkeflikleri içinde geçirmiş, kariyerinin son maçını oynayan 34 yaşındaki bir futbolcunun sonradan çıkıp da “kendimi kaybettim” gibisinden bahanelerin arkasına sığınmaya hakkı yok.

Oysa ki herşey masal gibi gidiyordu. İspanya’ya, Portekiz’e ve İtalya’ya gollerini attıktan sonra artık maçın sonucu çok da önemli değildi. İlla kürsüde kupayı kaldıran kare ile anımsanması gerekmiyordu. Aynı 1990 finalinden sonra ağlayan ve o kareyle hafızalara kazınan Maradona gibi olabilirdi. Tabi Zizou ağlamazdı. Etrafına keskin bir şekilde film kahramanı gibi bir bakış atardı. Yine de her şekilde Maradona ve Pele ile beraber aynı seviyede bir efsane olarak tarihe geçebilirdi. Ancak Zizou’nun futbol sahnesindeki son karesi bu resimdeki oldu.

Yine de yiğidi öldürelim, hakkını yemeyelim. Mert bir şekilde sahayı terk etti Zizou. Mondragon gibi rakibine kafa attıktan sonra sanki kendisi de madurmuş gibi ikiseksen yere atmadı kendini. Dimdik ayakta terketti sahayı. Oysa ki pek bi modaydı hakemi aldatmaya çalışmak. Mesela Henry önce İspanya maçında kendini yere atarak, Vieira’nın golünün geldiği serbest vuruşu kazandırdı, ardından kendi kendine çelme takarak İtalya maçında penaltı yarattı. Grup maçlarında kendini yere attı diye bi Robben’e kart çıktığını hatırlıyorum başka da yoktu sanırım.

Bu konuda hakemler fazlasıyla toleranslı davrandılar kanımca. Yoksa Cristiano Ronaldo yarı final maçı olmak üzere hemen hemen her maçta Sharapova gibi bağırarak kendini yere atmalarıyla kırmızı kart görmeyi hakediyordu. Sahi şu adamı Selin’den başka seven kimse kaldı mı? İstisnasız her maçta ıslıklanan, ve bu ukala şımarık tavırları yüzünden muhtamelen mevcut kulübünde barınamayacak bir çocuktan bahsediyorum. Allah için yetenekli ama bu kafayla gittiği sürece bu adamdan hiçbişi olmayacak. Bir ara ciddi ciddi killcristianoronaldo.com’u Can ile beraber satın alıp İngiliz taraftarlar üzerinden para kazanmayı düşündük.

Euro2004’te Yunanistan’ın başarısını gördükten sonra bu kupada da savunma futbolunun öne çıkacağı aşikardı. Kağıt üstünde iyi savunmacıları bulunan İtalya ve İngiltere bu yüzden Brezilya’nın ardından bahis sitelerince en çok şans tanınan iki takımdı. İngilizler penaltı atmayı öğrenseler pekala onlarda bu oyun şablonunda finale çıkabilirlerdi. Haşmet Babaoğlu bi yazısında demiş ki bu kupa ile beraber yeniden önliberoların önemi arttı. Ne zaman azalmıştı ki? Dörtlü savunmanın önüne çift önlibero koyup kapı gibi savunma oluşturmak yeni birşey değil ki! Bundan 4 sene önce Brezilya şampiyon olurken aynı sistemle Kleberson ve Gilberto Silva’yı kullanmamış mıydı? Ama bu kez iş bi kademe daha ilerletilip forvetten bir adam daha orta sahaya kaydırılarak tek santrafor ile oynandı.

Neyse ki bundan doğan sıkıntıyı FİFA’nın facia topu dengeledi. Papatya falı gibi şut çekildikten sonra bir o yana bir bu yana giden ve kalecinin sadece refleksleri ile değil birazda şansıyla çıkartabildiği bu toplar yüzünden o ekstra ortasahalar fazlasıyla gol buldular.

Bu sene Brezilya'nın hayal kırıklığı yaratmasında muhteşem bir kadrosunun olmasının yanında başka etkenlerde var. Benim bulunduğum 83 - 86 yaş kuşağının bildiği ilk kupa olan 1994'den bu yana Brezilya hep final oynadı. Biz şimdiye kadar hiç başarısız bir Brezilya görmemiştik. O kadar alışmışız ki onların başarılı olmasına Brezilya'nın çeyrek finalde elenmesine baya bir şaşırdık.

Finale geri dönelim. Aha bak şimdiden yazıyorum, 1.5 sene sonra hala aklınızda olursa o zaman tahminim tutmazsa gereğini yaparız. Zidane futbolu bıraktı, Makalele yeniden milli takımdan ayrıldı, ola ki Thuram’da takımı bırakırsa bu Fransa Avrupa Şampiyonası’na katılmayı başaramaz. Daha önce test ettik gördük, takım bu üçlü dönmese Fransa Dünya Kupası’na katılmayı başaramıyordu. Bu arada dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, birçok zenciden oluşan Fransa kadrosunun sağ kanadının iki beyaz Sagnol ve Ribery’den oluşması sanırım her fırsatta kadroya laf eden aşırı sağcı Le Pen’in baya hoşuna gitmiştir.

Öte yandan açıkçası İtalya’nın şampiyonluğunun ülkedeki skandalları ne kadar örtbas edeceğini açıkçası merak ediyorum. Zaten şimdiden adalet bakanı ile eski başbakan Slivo Berlusconi’nin af içerikli beyanatları meydanda. Bir tanesi demiş ki “Eski Roma’da ülkeyi onurlandıranlar affedilir, biz de bu insanları affetmeliyiz” şeklinde. İyi de be kardeşim sen kulüplere ceza veriyosun ne alakası var şimdi bunun fubolcuların şampiyon olmasıyla. Öteki popülist insan da “taraftarları cezalandırmanın anlamı yok, kulüpler yerine kişiler cezalandırılsın” diye buyurmuş. Olur da Juventus küme düşürülmezse bir daha hayatta Serie A maçı izlemem.

Artık futbol o kadar global oldu ki kupada ismini ilk kez duyup da yıldızlaşan oyuncular maalesef olmuyor. Belli ki artık kolay kolay 1990’daki gibi Oman Bıyık sürprizleri ile karşılaşmayacağız. Turnuvanın en iyi genç oyuncusu seçilen Podolski turnuva öncesinde çoktan Bayern’e gitmişti bile.

Her ne kadar oynanan futbola burun kıvırsak da Dünya Kupası bir daha ancak 4 yıl sonra olacak. 4 yıl içinde futbol akımları elbet çok değişecek. Yine de şimdiden bir tahminle Arjantin o turnuvanın takımı olabilir. Ellerinde çok genç potansiyeller var ve 4 yıl içersinde o potansiyeller yeteri kadar olgunlaşmış olacaklar.

Hiç yorum yok: