İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

31.07.2006

İspanya'daki Transferler

27 Ağustosta başlayacak olan La Liga, belki de son yıllardaki en hareketli transfer sezonunu yaşıyor. La Liga’daki birçok takım kabarık transfer listeleriyle karşımızda duruyor. Sezon öncesi kapsamlı değerlendirmeler yapmak istiyorum. Aslında bilgi vermeye yönelik yazılar yerine yorum odaklı yazılar yazmak benim açımdan daha hoş da olsa bu yazıda İspanyol takımlarının transferlerinden haberdar olanlar-olmayanlar için bir yazı yazmayı uygun gördüm.

La Liga’da geçen sezon olduğu gibi Atletico Madrid bu yılında transfer şampiyonu. Real Madrid başkanlık seçiminden sonra hızlı bir transfer gündemi yaşıyor. Barça’da yönetimde yaşanan hadiselerle birlikte, İtalya’daki şike skandalından faydalanarak iki önemli oyuncuyu transfer etti. Gelin birlikte göz atalım bu transferlere;

ATHLETIC BILBAO:

Gelenler: Álex García (Racing B), Martins, Garmendia, Beñat, Iturriaga, Sarriegi (Alavés), Javi Martínez (Osasuna), Gabilondo (Real Sociedad), Félix Sarriugarte (Athletic B)

Gidenler: Karanka (Colorado Rapids), Escalona, Felipe, Bordas, Javier Clemente, Lacruz (Espanyol), Azkorra (Albacete), Tarantino (Numancia)

ATLETICO DE MADRID:

Gelenler: Javier Aguirre (Osasuna), Pernía (Getafe), Costinha (Dínamo Moscú), Seitaridis (Dínamo Moscú), Zé Castro (Académica de Coimbra), Agüero (Independiente), Marcelo Sosa (Osasuna), Miguel (Hércules), Mista(Valencia)

Gidenler: Pepe Murcia (Xerez), Manu del Moral (Getafe), Zahínos (Almería), Jorge (Celta), Colsa (Racing), Ortiz (Poli Ejido), Contra (Getafe), Pínola (Nuremberg), Mané (Almería)

BARCELONA:

Gelenler: Saviola (Sevilla), Gudjohnsen (Chelsea), Johan Neeskens

Gidenler: Gabri (Ajax), Maxi López (Mallorca), Larsson (Helsinborg), Cristian Hidalgo (Deportivo), Damiá (Betis), Óscar López (Betis), Henk Ten Cate (Ajax), Rodri (Deportivo)

BETIS:

Gelenler: Javier Irureta, Juanlu (Albacete), Oliveira, Fernando Vega (Lorca), Óscar López (Barcelona), Maldonado (Lorca), Romero (Deportivo), Damiá (Barcelona), Benjamín (Cádiz), Casto Espinosa (Albacete)

Gidenler: Serra Ferrer (AEK), Cañas (Alcalá), Varela (Mallorca), Luis Fernández (Racing Santander), Israel (Real Madrid B), Castellini

CELTA:

Gelenler: Guayre (Villarreal), George Lucas (Gremio), Jorge (Atlético), Lequi (Lazio)

Gidenler: Juan Sánchez, Giovanella, Silva (Valencia), José Enrique (Villarreal), Iago Bouzón (Recreativo de Huelva), Méndez

DEPORTIVO:

Gelenler: Lopo (Espanyol), Pablo Álvarez (Sporting), Juan Rodríguez (Málaga), Riki (Getafe), Bodipo (Alavés), Cristian Hidalgo (Barcelona), Barragán (Liverpool), Estoyanoff (Valencia), Rodri (Barcelona)

Gidenler: César (Levante), Molina, Gallardo (Murcia), Romero (Betis), Dani Mallo (Braga), Jesús Muñoz, Iván Carril y Xisco (Vecindario)

ESPANYOL:

Gelenler: Ernesto Valverde (entrenador), Moha (Osasuna), Lacruz (Athletic de Bilbao), Rufete (Valencia)

Gidenler: Lopo (Deportivo de la Coruña), Miguel Ángel Lotina, Domi (Olympiakos), Juanfran (Real Madrid), Martín Posse, Pochettino, Jofre (Murcia)

GETAFE:

Gelenler: Manu del Moral y Contra (Atlético de Madrid), Nacho y Alexis (Málaga), Sousa (Valladolid), Casquero (Racing de Santander), Cortés (Mallorca), Albín (Nacional de Montevideo), Abbondanzieri (Boca Juniors), Matías Litch (Gimnasia Esgrima de la Plata)

Gidenler: Pernía (Atlético), Craioveanu, Matellán (Nástic), Gavilán (Valencia), Calatayud, Riki (Deportivo), Diego Rivas (Real Sociedad), Cubillo (Rayo Vallecano), Nano (Cádiz)

LEVANTE:

Gelenler: Nino (Elche), Manolo Gaspar (Almería), López Caro (Racing), Dehú (Marsella), Robert (Benfica), César (Deportivo)

Gidenler: Congo, Lombardi, Javi Rodríguez (Lorca)

MALLORCA:

Gelenler: Maxi López (Barcelona), Varela (Betis), Jordi López (Sevilla), Dorado (Sporting de Gijón)

Gidenler: Campano (Nastic Tarragona), Farinós, Okubo (Cerezo Osaka), Tuzzio, Borja (Real Madrid), Potenza, Maciel, Yordi, Braulio (Atlético), Cortés (Getafe)

NASTIC TARRAGONA:

Gelenler: Mingo (Albacete), Juan Díaz (Sporting), Bizarri (Valladolid), Campano (Mallorca), Aníbal Matellán (Getafe), Ruz (Valencia)

Gidenler: Óscar Álvarez, Jaio, Morales, Nano, Codina, Alfonso, Lupidio, Bolo, Ekpoki, Álex Pérez, Miguel Pérez, Diego Reyes

OSASUNA:

Gelenler: Ziganda, Monreal, Nekouman (Al Sharjah FC), Héctor Font (Villarreal)

Gidenler: Javier Aguirre y Marcelo Sosa (Atlético de Madrid), Ortiz (Poli Ejido), Clavero, Brit, Moha (Espanyol), Javi Martínez (Athletic de Bilbao), Fran Moreno (Numancia)

REAL MADRID:

Gelenler: Fabio Capello, Cannavaro y Emerson (Juventus),Van Nistelrooy(Man.Utd.)

Gidenler: López Caro (Levante), Zidane

REAL SOCIEDAD:

Gelenler: Juanito (Alavés), Juan Domínguez, Zubikarai, Markel Bergara, Rossato (Sporting Braga), Fabio Felicio (Uniao Leiria), Claudio Bravo (Colo Colo), Gerardo (Málaga), Diego Rivas (Getafe)

Gidenler: Nihat (Villarreal), Alberto, Barkero (Albacete), Gabilondo (Athletic Bilbao), De Paula (Cádiz), Boris, Mark González (Liverpool), Larrea (Almería), Susaeta (Salamanca), Castillo (Las Palmas), Romero (Racing de Avellaneda), Ximun (Eibar)

RECREATIVO DE HUELVA:

Gelenler: Arzo, Cazorla y López Vallejo (Villarreal), Edu Moya y Jesús Vázquez (Tenerife), Dani Bautista (Sevilla), Iago Bouzón (Celta)

Gidenler: Mateo (Alavés), Iker Begoña, Gastón Casas, Galván, Valero, Pedro Vaquero (Rayo Vallecano), Xavi Jiménez (Ciudad de Murcia), Benítez (Hércules)

RACING SANTANDER:

Gelenler: Alfaro (Sevilla), Colsa (Atlético de Madrid), Luis Fernández (Betis), Miguel Ángel Portugal (Real Madrid B), Aganzo (Beitar), Cristian Álvarez (Tenerife)

Gidenler: Dalmat, Antoñito (Murcia), Valencia, Pinilla, Casquero (Getafe), Pablo Casar (Alavés), López Caro (Levante), Damià (Betis)

SEVILLA:

Gelenler: Poulsen (Schalke 04), Antonio López (Málaga), Andreas Hinkel (Stuttgart), Duda (Málaga), David Cobeño (Real Madrid Castilla)

Gidenler: Saviola (Barcelona), Jordi López (Mallorca), Dani Bautista (Recreativo de Huelva), Antoñito, Gallardo y Notario (Murcia), David Prieto (Xerez)

VALENCIA:

Gelenler: Morientes (Liverpool), Gavilán (Getafe), Silva (Celta), Di Vaio (Mónaco), Corradi (Parma), Fiore (Fiorentina)

Gidenler: Carboni, Fabio Aurelio (Liverpool), José Enrique (Villarreal), Estoyanoff (Deportivo), Rufete (Espanyol), Caneira (Sporting de Lisboa), Kluivert (Hamburgo), Ruz (Nástic)

VILLARREAL:

Gelenler: Cani (Zaragoza), Pirès (Arsenal), Nihat (Real Sociedad), José Enrique (Villarreal)

Gidenler: Guayre (Celta de Vigo), Cazorla, López Vallejo y Arzo (Recreativo de Huelva), Hector Font (Osasuna), Xisco Nadal (Hércules), Calleja, Roger

ZARAGOZA:

Gelenler: Víctor Fernández, Andrés D'Alessandro (Wolfsburgo), Sergio (Celta de Vigo), Juanfran (Besiktas)

Gidenler: Cani (Villarreal), Toledo (Kayserispor), Valbuena, Savio (Flamengo), Capi (Murcia), Piti (Hércules), Víctor Muñoz

Bu transferlerin takımlar için ne anlama geldiği, neler katıp neler kaybettirebileceği başka bir yazı konusudur diye düşünüyorum. Gelecek yazılarda bunlardan söz edeceğim.

28.07.2006

İbrahim Üzülmez Kafasını Kaldırsaydı Real'de Oynar Mıydı?

Türk futbol camiasının en büyük özelliklerinden biri oyunun tek yanını oldukça iyi oynayan ama diğer taraflarının en azından bazılarında bir hiç olan oyuncular yetiştirebilmektir. Bu oyunculardan oyunun “ince” taraflarına hakim olanlar koşmasalar da büyük usta ve raket ayak unvanlarına layık görülürken oyunun pis işlerinden sorumlu futbolcularımız çoğu zaman kazmadan başlayan lakaplarla anılırlar. İlk kategorimizin piri Sergen Yalçın’dır elbet ama futbola ‘beleşçilik’ mevkiini armağan eden Tanju Çolak’ın da hakkını yememek gerekir. Türk futbolundaki sert ağabeylerse saymakla bitmez, Recep Çetinler, Abdülkerimler ithal ettiğimiz Wagenhause, Vişnevski gibi yıldızlar ciltler doldurur. Bir de oyunun yanı sıra söylediği bir sözle Türk futbolunun seyrini değiştiren bir “usta” var ki ondan ayrıca bahsetmek lazım. Galatasaray’ın Şampiyon Kulüplerde yarı final oynadığı zamanlarda takımın en büyük yıldızlarından olan Cevad Prekazi, bir muhabir neden daha fazla koşmadığını sorduğunda, Balkan sporcularına özgü yeteneğine olan güvenin verdiği rahatlıkla “daha fazla koşsam Milan’da oynarım” demişti. İşte o gün Türk futbolunun kaderi değişti. Uyanık futbolcularımız bu sözü şiar edindiler, kendilerine ve oyunlarına baktılar, eksikliklerini belirlediler ve denklemde Milan’ın yerine gönüllerinden hangi takım geçiyorsa onu koyarak eksikliklerini gidermek için çalışmanın alternatifini buldular.

Bugün de İbrahim Üzülmez bu ifadeyle büyülüyor bizleri. Aslında bir kez daha demek lazım çünkü bu ifadeyi ilk kullanışı değil. Daha önce kafasını kaldırsaydı Barcelona’da oynayacağını söylemişti, bu sene Real’in transferlerinden ya da Capello’dan etkilenmiş olacak ki orta yapabilseydi Real’de oynuyor olacağını buyurmuş. Bu iki beyanı arasında söylediğine inanmak yerine bu özelliklerini geliştirmek için gayret sarf etseydi bu iki takımdan birinde değil belki ama mesela Sevilla’da oynayabilirdi. Belki de gayret etti, o zaman da sözüm altyapı hocalarınadır. Lütfen yetenekli futbolcular aramakla zaman kaybetmeyin, atletizm pistlerimize yönelin. Hızlı koşmaya elverişli, dayanıklı kardeşlerimizi bulun ve onları çok daha fazla maddi imkanların olduğu futbola kanalize edin. Onlar da bilsinler ki çok koşabildikleri sürece milli takım da dahil olmak üzere bütün kapılar onlara açıktır. Bu ülkenin üç büyükleriyse zaten mesele değil, gelen gelir ama forma çok koşanda kalır…

Bu seneki transferlere bakıp hazırlık maçlarında İbrahim Üzülmez’i kaptan olarak gördükçe bir Beşiktaş taraftarı olarak makus talihimin değişmediğini görüyorum. Yine soldan akınlarda boynumuz bükük bakacağız sahaya, yine senede üç kere şaşırıp sevineceğiz…Çokça hücuma kalkarken rakip formaya asılıp can havliyle faul isteyen bir sol açığımız olacak bu sene de ve hatta kolunda pazubant olacak. Suç başta yönetim olmak üzere herkeste olabilir ama İbrahim Üzülmez’de değil çünkü o, orta yapabilseydi Real Madrid’te oynardı…

18.07.2006

Hayal Kırıklıkları - 2

Bakalım Neler Yapmışız?

Kupa başlamadan önce Nostradamus' a özenip haydi biraz kehanet yapayım demiştim. Ama ben büyük üstadın aksine dörtlüklerle değil kendi makalemle anlatmaya çalışmıştım. Bakalım kaç karavana yapmışız?

A Grubu Hayal Kırıklıkları

''Bu grup başlı başına bir hayal kırıklığı zaten. 4 takımın da futbolları birbirinden kötü. Bana göre bu grubun en büyük hayal kırıklığı Almanya olacak. Şu kolay gruptan bile çok zorlanarak çıkacaklar bana göre. Hatta "Aynı puanlı bir takımın üstünden 2. olarak çıkacaklar'' demişim.

Bu grupta futbolların birbirinde kötü olduğunu Ekvador dışında kimse bozamadı. Herkes diyebilir: Almanya 9 puanla çıktı, nasıl kötü futbol oynadı ? Ama ben Almanya' nın oyunundan tatmin olmadım. Köy takımlarıyla dolu grupta Kosta Rika' dan 2 gol yedi, Polonya' yı zar zor yendi, Ekvador' un yedek takımına da 60. dakikaya kadar maçı koparamadı. Almanya 9 puanla gruptan çıkarak ikinci kehanetimi karavana pozisyonuna getirdi.

B Grubu Hayal Kırıklıkları

''A grubuna nazaran çok zevkli bir grup olacağa benzer. İngiltere benim kupadaki şampiyonluk favorim. Ama İngiltere' den de bir hayal kırıklığı çıkacak. Bu isim Michael Owen olacak. geçirdiği sakatlıklardan dolayı iyi performans sergileyeceğine inanmıyorum. Owen' ın dışında Paraguay' ın bel bağladığı Roque Santa Cruz' da Güney Amerika takımın hayal kırıklığına uğratacak. ''

Bu grup kehanetlerimde sadece İngiltere' nin şampiyonluğunda karavana yapmışım. C. Ronaldo olmasaydı belki o da olabilirdi. Owen'ın oynadığı bütün maçlarda 5 puandan yukarıda bir puan aldığını zannetmiyorum. Santa Cruz zaten takımının gruptan çıkamamasında rol oynayan en önemli oyuncu.

C Grubu Hayal Kırıklıkları

'Geldik ölüm grubuna. Turnuva boyunca en çok reytingin bu grupta toplanacağını düşünüyorum. Herkesin en büyük sürpriz olacak diye yorum yaptığı Fildişi Sahilleri bu grubun en büyük hayal kırıklığı olacak. Fildişi' nde daha büyük hayal kırıklığı olarakta Didier Drogba sahne alacak. Chelsea o olduğu sürece her sene bir Shevchenko daha almak zorunda kalacak. Bence sadece Afrika Uluslar Kupası' nda oynamalı. Şampiyonlar Ligi gibi büyük organizasyonlarda çok silik kalıyor. ''

Bu grupta da Fil Dişi futboluyla olmasada maç skorları göz önünde tutulursa grubun en büyük hayal kırıklığı oldu çünkü herkes onlardan 2002' nin Senegal' i olmalarını bekliyordu ama onlar gruptan bile çıkamadı. Drogba' nın performansı ise herkesin yorumuna göre değişebilir bence kötüydü ama siz iyi derseniz size bir itirazım olmaz.

D Grubu Hayal Kırıklıkları

'' Portekiz, İran, Meksika ve Angola' nın bulunduğu grupta Portekiz elini kolunu sallayarak ikinci tura çıkar. İkincilik yarışında bence İran galip gelecek. Yükselen trendleriyle göz dolduruyorlar. Meksikalılar da taraftarları için büyük hayal kırıklığı olacak ve grup maçları sonunda Mexico City' ye gidip fiesta yapmak zorunda kalacaklar. Angola maçlarında ise gole doyacağımız kesin. ''

Bu gurpta çok sayıda karavanam olmuş. Portekiz' in gruptan çıkacağı yorumum dışında hepsinde yanlış yorumlar yapmışım en çok burada çuvallamışım. Angola' yı bu grupta çok beğendim sınırlı yeteneklerine rağmen kalplerinden oynuyorlar. Bu kupada bir onur ödülü verilecekse bunun sahibi Angola olmalı.

E Grubu Hayal Kırıklıkları

''İtalya, Çek Cumhuriyeti, Amerika ve Gana' nın yer alacağı grupta İtalya maçlarında çok sıkılacak Çek Cumhuriyeti maçlarında hücum futbolunu çok sevdiğinizi hatırlayacaksınız. İki dev bu gruptan elini sallayarak çıkar Gana' da kısıtlı kadrosuna rağmen iyi mücadele edecek gibi görünüyor. Grubun tek hayal kırıklığı Yankiler olacak.''

Yankiler benim hayal kırıklığım oldular. İki büyüğü en çok onların zorlamasını beklerken Gana zorladı ve gruptan çıktı. Fenerbahçe' li olmam dolayısıyla Appiah sevgimden dolayı benim en sevdiğim takım Gana' ydı ama ne yazık ki Brezilya karşılarına çıktı. Çek Cumhuriyeti maçlarda hücum futboluna doyduk ama Çekler bu futbol tarzı nedeniyle ikinci turu göremediler. İtalya maçlarında ben çok sıkıldım. Bu grupta tam isabet tutturmuşum. Diğer gruptaki fiyaskodan sonra tam isabet ile formumu yükselttim.

F Grubu Hayal Kırıklıkları

''Brezilya hiçbir Dünya Kupası' na bu kadar favori olarak katılmamıştı. Ama bunu hak ediyorlar. Orta sahayı sadece Emerson' un tutacağı ve diğer orta sahaların sadece hücum yapacaklarını düşünürsek oyunun iki tarafı da gol pozisyonlarına sahne olacak. İkincilik mücadelesinde Avustralya, Japonya ve Hırvatistan' dan Japonya' nın galip çıkacağını düşünüyorum. Zico' nun antrenörlüğünde çok iyi kontra yapıyorlar. Almanya maçlarını seyrettim ve bana ışık verdiler. Hayal kırıklığı ise Hırvatistan olacak.''

Brezilya maçları pek tatmin etmese de pozisyon zenginliği verdı. Japonya konusunda yaptığım yorum Avutralta maçında 10 dakikada 3 gol yemeselerdi gerçekleşebilirdi. Hırvatistan konusunda başarı sağladım sadece 2 puan topladılar.

G Grubu Hayal Kırıklıkları

''Fransa, İsviçre, Güney Kore ve Togo' nun mücadele edeceği bu grupta oyunundan nefret ettiğim İsviçre,Fransa ile gruptan çıkacakmış gibi görünüyor. Güney Kore zorlayacak gibi görünse de hayal kırıklığı olacaklar. Bunun tek sebebi de Hollanda futbol dünyasının futboldan anlamayan tek adamı Dick Advocaat' ın antrenörleri olması.

Güney Kore ilk maçta Togo' nun oyuncularının tecrübesizliği ikinci maçta da Fransa' nın formunu yakalayamaması nedeniyle göreceli olarak 4 puan topladı İsviçre maçında ise gerçek Kore' yi gördük. Advocat konusunda yaptığım yoruma katılanlarda olabilir olmayadabilir. Bu grupta Kore dışında isabetli yorumlar yapmışım.

H Grubu Hayal Kırıklıkları

''İspanya, Ukrayna, Tunus ve Suudi Arabistan' ın olduğu grupta heyecanı çok arayacağız. Ukrayna savunmasıyla İspanya ise kanat oyuncularıyla sonuca gidecek. Suudi Arabistan bir önceki turnuvadaki gibi bize çok gol seyrettirecek ama yine kendi kalelerinde. En büyük hayal kırıklığı ise Raul Blanco Gonzalez olacak.''

Bu grupta Ukrayna dışında hepsinde karavana yapmışım. İspanya 4-3-3 sistemini benimsediği için kanatlara çok az başvurdu. Raul konusunda da benim beklediğimden daha iyi bir performans gösterdi. Araplar da geçen Dünya Kupası' nın aksine çok geliştiklerini gösterdiler.

Yaptığım öz eleştirilerden sonra başarılı olup olmamam konusunda yorum yapmak istemiyorum. Buna sizin yazacağınız yorumlarınızla karar vermenizi istiyorum.

Herkese iyi tatiller.

17.07.2006

Dünya Kupasındaki File Bekçileri

Aslında köşemiz, tarihin en büyük kalecilerini anlatmaya ayrılmıştı ama bir Dünya Kupası geldi geçti. E haliyle bizimkileri biraz daha dikkatle izledim. Galiba, bunlardan bir yazı konusu çıkar. Tabi bu yazıyı sadece izlediğim maçlara dayanarak yazdığımı söylemeye gerek yok.

Öncelikle büyüklerden başlayalım. Ev sahibi Almanya’nın kalecisi Lehmann, Kosta Rika maçında sezon içindeki yüksek performansı ile karşılaştırma yapabilecek fazla pozisyonla karşılaşmadı. İki gol de, savunmanın ofsayt taktiğindeki hatasından dolayı Lehmann’la baş başa gelen hücum elemanlarından geldi. Yine de Oliver Kahn’dan kaleyi kapan bir kalecinin bu pozisyonlarda biraz daha etkili olmasını bekleyebilirdim. Ama Lehmann, ilerleyen maçlarda kaleyi hak ederek koruduğunu gösterdi. İtalya maçındaki gollerde de kimse Lehmann’ın başarısız olduğunu falan hatırlamayacak, o goller çok güzel vuruşlardan geldi. Üçüncülük maçında ise Kahn, kendisine yakışan bir oyunla veda etti milli takıma. Yalnız Portekiz maçını canlı izleyemesem de bir kaç defa izlediğim özetlerinde çok ilginç bir şey gözüme çarptı; ilk yarıdaki bir Portekiz kontra-atağında Kahn, soldan gelen oyuncunun açısını kapatırken, topun gol olması için gidebileceği üçgenin kendisine göre sağ-ortasında değil de resmen sağ kenarında yer tutarak direği arkasına aldı ve topu öyle kurtardı. Kahn gibi bir kalecinin yer tutma hatası yapmasını beklemek biraz hayalcilik olur. Acaba plase bir vuruşla topun diğer köşeye atılmasını mı manipüle etti?

Bütün maçlarını izlediğim Brezilya, özellikle Avustralya maçında D.K’nın en büyük sürprizine imza atmadıysa bunun için Dida’ya çok şey olmasa da bayağı bir şey borçlu. Uzaktan veya cepheden atılan şutlarda çok beğendiğim Dida, yan toplarda fiziğinin gerektirdiği kadar agresif değil. İki hafta önce yazıya başladığımda bu durumun, savunması biraz zayıf kalan Brezilya’ya kanat ortalarıyla hücum edecek bir takımın tehlikeli olma katsayısını yükseltebileceğini yazmışım. Nitekim Fransa’nın gol dahil en tehlikeli atakları kanatlardan geldi.

Fransa demişken; kale kesinlikle ismi Coupet olanın hakkıydı, ama -bir yerde okuduğuma göre Zidane’ın torpiliyle- Fransa kalesini kendi coupet olan Barthez korudu. Bence Barthez’in en iyi günleri çok geride kalmış ve bir kaç yıldır düzenli bir şekilde üst düzey futbol oynamadığı için zamanlama, top tutma gibi yetenekleri de körelmiş. Bir çok uzak şutta topu önce sektirip ya da kontrol edip sonra tutması gerekti. Finalde öncesinde ise Buffon’a karşı bariz bir şekilde geride görünse de maç içerisinde öyle fahiş bir hata yapmadı. Penaltılarda ise hiç kurtaramasa da İtalya’nın beş penaltısından 4’ünde köşeyi doğru bildi.

İtalya’nın da bütün maçlarını izledim ve Buffon, neden dünyanın en pahalı kalecisi olduğunu gösterdi. Kesinlikle varlığı güven veriyor ve turnuva boyunca yediği iki golden biri kendi takım arkadaşından, diğeri ise penaltıdan. Onun dışında hem Almanya hem de Fransa maçlarının uzatmalarındaki çok kritik kurtarışlarıyla belki de maçın dönüm noktasını belirleyen adam oldu. Bence Buffon’un turnuva boyunca tek falsosu, tamamı final maçında atılan 5 penaltının hiçbirinde köşeyi bilememesi oldu. Bu arada, turnuvanın en iyi kalecisi de Buffon seçilmiş, haketti.

Üç maçta da izlediğim Cech ise çok iyi yer tutması ve GM oyunlarında “anticipation” diye geçen ve bizim “uyanıklık-farkındalık” diye çevirebileceğimiz özelliklerini iyi kullanması sayesinde ülkesinin Gana maçında tarihi bir fark yemesini önledi. Ama, dünyanın en iyi 2-3 kalecisinden birisi olarak gösterilen Cech, elenen takımına Buffon ya da belki de Portekizli Ricardo gibi artı bir değer katamamış gibiydi.

İspanya’da da Casillas, bana göre sadece ismiyle kaledeydi. Ukrayna maçında zaten İspanyolların akıllıca uyguladığı ofsayt taktiği, Ukrayna’nın doğru dürüst pozisyona girmesini bile engelledi. Tunus maçında ise yediği golde, zaten ilk kurtarışı yakın mesafeden yapmayı başardı ama toplam 5 defans oyuncusu 2 Tunus’luya sahip çıkamadı. İkinci turda ise Fransa’nın tecrübeli ayaklarına yenik düştü. Çok fazla yapabileceği bir şey yoktu ama bir kalecinin ismi Buffon, Cech veya Casillas olunca insan biraz daha zor beğenen oluyor.

Kupanın başından beri İngiltere’nin yarı-sakat olan forvet hattıyla beraber yumuşak karnı olarak kalecisi Robinson gösteriliyordu ama bence o bu sınavı geçti. Sadece cepheden gelen toplarda birinci önceliği tokatlamak ya da yumruklamak oluyordu bunu biraz yadırgadım. Bir de cenaze levazımatçısı eldivenleri garipti. Yine de kimse “İngiltere D.K’dan, Robinson yüzünden elendi” diyemez, diyen de ayıp eder.

Abanzendonordamdombamomba.... (İMDAT.!!) ile ilgili bir fikir sahibi olamadan Arjantin kupayı kapattı. İlk turda Arjantin’in hücum hattı kendisi hakkında bir fikir sahibi olmamamıza fırsat bile vermedi. Ancak okuduğum eleştiriler yan toplarda zayıf olduğu şeklindeydi.Meksika maçında ise aynı fırsatı vermeyen Meksika’nın forvetleriydi. Kendisi için en önemli test olacak Almanya maçında ise sakatlanarak oyundan çıktı. Sanırım yaşı itibariyle kendisini ilk ve son kez D.K.’da izledik.

İsveç kalecisi İsaakson’u da bir tam maç boyunca izleyemedim. Aslında iyi bir kaleci görünümü verse de nedense bir şeyler eksik gibi geliyor bana. Gene sadece Portekiz maçında izlediğim Van Der Sar’a bir şey demek bize düşmez herhalde. Hırvat kaleci Pletikosa ve Avustralya’lı Schwarzer de başarılı kurtarışlarını gördüğüm kaleciler oldular.

Bu yazıyı yazmaya ilk tur maçlarının hemen ardından başlamıştım ve o zaman Portekizli Ricardo için “çok göze batmasa da bu turnuvanın en iyi kalecilerden birisi” diye yazmışım. Maçlar ilerledikçe bu daha da ortaya çıktı. Kendisine güveni yerinde, zamanlamaları doğru, patlama gücü yüksek ve sonuçta İngiltere’yi tek başına denize döktü. Ancak, Almanya maçında önce son anda falso almaya karar veren Teamgeist’in sonra da Petit’nin gazabına uğradı.

Burada Portekiz için kalecileri dışında bir kaç kelime etmek istiyorum; Hollanda maçında bu tuzağa düşmeye çok müsait genç rakiplerini bu kadar tahrik etmeleri benim için bu kupanın en çirkin olayıydı. Bu provokatif oyunları İngiletere, Fransa ve Almanya maçlarında da devam etti ve deyim yerindeyse D.K’nın başından sonuna kadar Portekiz’den nefret ettim. Rakibi sinirlendirmeye ve hakemi aldatmaya yönelik hareketleri maç içinde anlık oluşan şeyler değil, neredeyse takım stratejisinin bir parçasıydı.

Şimdi gelelim, bu yazıya esas ilham olan kalecilere. Özellikle Asya ve Afrika’dan gelen kaleciler (Ukrayna maçında izlediğim El Zaid-S. Arabistan hariç, Oben beğenmiş halbuki) her zamanki gibi yetenekli ancak fundamentali eksik bir görüntü çizdiler ve bu da becerikli forvetler tarafından her zaman olduğu gibi affedilmedi. Özellikle yan toplardaki kararları ve zamanlamaları, tek başına bu turnuvaya heyecan katan unsurlar. Sanırım bu durum Avrupa dışı ülkelerde kaleciliğin hâlen kimsenin istemediği mevkideki bir avuç gönüllü tarafından yürütülmesi ve kalecilik eğitimlerinin yeterince iyi olmaması yüzünden meydana geliyor. Tabi bu kıtalardaki liglerde mücadele kalitesinin Avrupa kadar yüksek olmaması da bir başka faktör.

Yine de izlediğim kadarıyla iki kalecinin öne çıktığını belirtmek istiyorum. Japonya kalesini koruyan Wakabayashi (ops pardon) Kawaguchi, özellikle karşı karşıya ve cepheden toplarda başarılıdan öte cengaver. Ama Avustralya maçında 83 dakika muhteşem oynadıktan sonra ceza sahasının nerdeyse dış köşesindeki topa çıkması herşeyi değiştirdi bence. Golü hatırlarsanız, Kawaguchi topa çıktıktan sonra top penaltı noktasındaki karambole düştü ve gol vuruşu 1-2 saniye sonra gelmesine rağmen Kawaguchi daha altıpasa bile dönememişti. Brezilya maçında da yediği 4 gol kimseyi aldatmasın; Kawaguchi olmasa o maçta Brezilya 8-10 tane atardı.

Benim için öne çıkan diğer Asya-Afrika kalecisi ise Angola’lı Ricardo. Sömürgelik meselesi nedeniyle herkesin sempatisini kazanan bu Afrika ülkesinin (bu olaya da biraz sinir oldum-Sanki Afrika’da sömürülmeyen ülke var) ilk iki maçında sadece 10 dakikayı kaçırdım. O da Portekiz maçının ilk 10 dakikasıydı. Yani Angola-İran maçını da izlemediğim göz önüne alınırsa benim izlediğim kadarıyla Angola gol yemedi. Ricardo, Portekiz maçında da iyiydi ama Meksika maçında bence yıldızlaştı. 2005/06 sezonunda hiç bir klüpte oynamayan ve antremanlarını kendi başına yürüten Ricardo, maçın ilk yarım saatindeki iki yan topa kısmen hatalı çıkışı (iki paragraf öncesini hatırlayın) haricinde mükemmele yakın oynadı. Bizim Kingston da hiç fena değildi ama bazen yukarıda bahsettiğim yan top zamanlama hataları yaptı. Fildişi’nin kalecisi Tizle ise hem yanlış baraj kurdurarak hem de kendisi yanlış yer tutarak Van Persie’ye güzel bir gol imkanı sundu.

Bir de Tunus kalecisi Boumnijel var; kendisi bana feci bir şekilde Shilton’u hatırlattı. 40 yaşında, gözle görülür şekilde kilo problemi var. Ama İspanya maçındaki Boumnijel bu haliyle bile Shilton’dan daha iyiydi sanki (tabi bu tespitimde benim Shilton’u hiç bir zaman adamdan saymamış olmamın yarattığı hata payını unutmayalım). Maç boyunca kulaklarımızı tırmalarcasına bağırarak defansını sürekli organize etti. Ama o da takımı gibi İspanya’nın, gerçekten gelecek vaadeden genç boğaları karşısında bir yere kadar dayanabildi. Bir tek Torres’in attığı ikinci golde, ceza sahasının dışına kadar çıkarak büyük hata yaptığını düşünüyorum.

Efendim, gözümüze çarpan kalecilere şöyle bir bakış attık. Bir iki de not dokundurup yazıyı kapatıyorum.

Penaltı atışlarıyla sonuçlanan ilk 3 maçta da (Ukrayna-İsveç, Almanya-Arjantin ve İngiltere-Portekiz) sadece kalecilerin yüzüne bakarak kimin kazanacağını anlayabilirdiniz. İlk yazımı hatırlıyor musunuz bilmem; penaltı anında esas endişenin oyuncuya ait olması gerektiğini söylemiştim. Shovkovskyi, Lehmann ve Ricardo’nun yüzlerindeki kendine güven ve rahatlık, Zubermueller, Arjantin’in yedek kalecisi Franco ve Robinson’dan çok daha fazlaydı. Hele Zubermueller’in endişesi ve Robinson’un bebek yüzlü, atanı teşvik eden suratı hâla gözümün önünde. Bir tek final maçındaki kaleciler arasında belli bir duygu farkı gözlenemiyordu.

Ne istiyor kardeşim bu FIFA, Adidas ve rating canavarları bizden? Her turnuva daha iyi bir top yaparak kalecileri müşküle koymak için var güçleriyle çalışıyorlar. Şimdi hakkını vermek lazım, Teamgeist gerçekten yusyuvarlak güzel bir top ve turnuva boyunca uzaktan atılan nefis gollerin sebebi oldu. Ama bunun sonu nereye gider düşünen var mı? Ceza sahasına girmeden yaradana sığınıp vuran bir sürü forvet ve Arjantin’in, Sırbistan’a attığı gollerin giderek tarih sahnesinden silinmesi... Tamam futbolun zevki için kalecilerin kurban edilmemiz gerekiyor olabilir ama bunu yetenekli forvetler yapsın, uzay çağı topları değil.....

Bu kadar... Bundan sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gordon Banks ve Yüzyılın Kurtarışı.

14.07.2006

...bitti!

1995 yılının ocak ayında oynanan M.United – C.Palace maçının skorunu büyük olasılık bu yazıyı okuyan kimse bilmiyodur. O maçın akılda kalıcı yanı skoru değil, Eric Cantona’nın kung-fu haraketiydi zaten. Futbol tarihinde böyle birçok maç vardır neticenin değil haticenin hatırlandığı. Kupanın da finali böyle oldu. Bundan 10 yıl sonra kimse Trezeguet’nin kaçırdığı penaltıyı hatırlamayacak, İtalya – Fransa finali denildiğinde akla Zidane’ın kafası gelecek.

Konu hakkında öncelikli söyleyeceğim herkes gibi yakışmadı olacak. Sana terörist de dese, anana da küfretse, göğüsünü de çimdiklese, pandik atsa da sen – atıyorum – bir 20 yaşındaki yeni yetme Rooney değilsin. Yıllarını İtalya liginin çirkeflikleri içinde geçirmiş, kariyerinin son maçını oynayan 34 yaşındaki bir futbolcunun sonradan çıkıp da “kendimi kaybettim” gibisinden bahanelerin arkasına sığınmaya hakkı yok.

Oysa ki herşey masal gibi gidiyordu. İspanya’ya, Portekiz’e ve İtalya’ya gollerini attıktan sonra artık maçın sonucu çok da önemli değildi. İlla kürsüde kupayı kaldıran kare ile anımsanması gerekmiyordu. Aynı 1990 finalinden sonra ağlayan ve o kareyle hafızalara kazınan Maradona gibi olabilirdi. Tabi Zizou ağlamazdı. Etrafına keskin bir şekilde film kahramanı gibi bir bakış atardı. Yine de her şekilde Maradona ve Pele ile beraber aynı seviyede bir efsane olarak tarihe geçebilirdi. Ancak Zizou’nun futbol sahnesindeki son karesi bu resimdeki oldu.

Yine de yiğidi öldürelim, hakkını yemeyelim. Mert bir şekilde sahayı terk etti Zizou. Mondragon gibi rakibine kafa attıktan sonra sanki kendisi de madurmuş gibi ikiseksen yere atmadı kendini. Dimdik ayakta terketti sahayı. Oysa ki pek bi modaydı hakemi aldatmaya çalışmak. Mesela Henry önce İspanya maçında kendini yere atarak, Vieira’nın golünün geldiği serbest vuruşu kazandırdı, ardından kendi kendine çelme takarak İtalya maçında penaltı yarattı. Grup maçlarında kendini yere attı diye bi Robben’e kart çıktığını hatırlıyorum başka da yoktu sanırım.

Bu konuda hakemler fazlasıyla toleranslı davrandılar kanımca. Yoksa Cristiano Ronaldo yarı final maçı olmak üzere hemen hemen her maçta Sharapova gibi bağırarak kendini yere atmalarıyla kırmızı kart görmeyi hakediyordu. Sahi şu adamı Selin’den başka seven kimse kaldı mı? İstisnasız her maçta ıslıklanan, ve bu ukala şımarık tavırları yüzünden muhtamelen mevcut kulübünde barınamayacak bir çocuktan bahsediyorum. Allah için yetenekli ama bu kafayla gittiği sürece bu adamdan hiçbişi olmayacak. Bir ara ciddi ciddi killcristianoronaldo.com’u Can ile beraber satın alıp İngiliz taraftarlar üzerinden para kazanmayı düşündük.

Euro2004’te Yunanistan’ın başarısını gördükten sonra bu kupada da savunma futbolunun öne çıkacağı aşikardı. Kağıt üstünde iyi savunmacıları bulunan İtalya ve İngiltere bu yüzden Brezilya’nın ardından bahis sitelerince en çok şans tanınan iki takımdı. İngilizler penaltı atmayı öğrenseler pekala onlarda bu oyun şablonunda finale çıkabilirlerdi. Haşmet Babaoğlu bi yazısında demiş ki bu kupa ile beraber yeniden önliberoların önemi arttı. Ne zaman azalmıştı ki? Dörtlü savunmanın önüne çift önlibero koyup kapı gibi savunma oluşturmak yeni birşey değil ki! Bundan 4 sene önce Brezilya şampiyon olurken aynı sistemle Kleberson ve Gilberto Silva’yı kullanmamış mıydı? Ama bu kez iş bi kademe daha ilerletilip forvetten bir adam daha orta sahaya kaydırılarak tek santrafor ile oynandı.

Neyse ki bundan doğan sıkıntıyı FİFA’nın facia topu dengeledi. Papatya falı gibi şut çekildikten sonra bir o yana bir bu yana giden ve kalecinin sadece refleksleri ile değil birazda şansıyla çıkartabildiği bu toplar yüzünden o ekstra ortasahalar fazlasıyla gol buldular.

Bu sene Brezilya'nın hayal kırıklığı yaratmasında muhteşem bir kadrosunun olmasının yanında başka etkenlerde var. Benim bulunduğum 83 - 86 yaş kuşağının bildiği ilk kupa olan 1994'den bu yana Brezilya hep final oynadı. Biz şimdiye kadar hiç başarısız bir Brezilya görmemiştik. O kadar alışmışız ki onların başarılı olmasına Brezilya'nın çeyrek finalde elenmesine baya bir şaşırdık.

Finale geri dönelim. Aha bak şimdiden yazıyorum, 1.5 sene sonra hala aklınızda olursa o zaman tahminim tutmazsa gereğini yaparız. Zidane futbolu bıraktı, Makalele yeniden milli takımdan ayrıldı, ola ki Thuram’da takımı bırakırsa bu Fransa Avrupa Şampiyonası’na katılmayı başaramaz. Daha önce test ettik gördük, takım bu üçlü dönmese Fransa Dünya Kupası’na katılmayı başaramıyordu. Bu arada dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, birçok zenciden oluşan Fransa kadrosunun sağ kanadının iki beyaz Sagnol ve Ribery’den oluşması sanırım her fırsatta kadroya laf eden aşırı sağcı Le Pen’in baya hoşuna gitmiştir.

Öte yandan açıkçası İtalya’nın şampiyonluğunun ülkedeki skandalları ne kadar örtbas edeceğini açıkçası merak ediyorum. Zaten şimdiden adalet bakanı ile eski başbakan Slivo Berlusconi’nin af içerikli beyanatları meydanda. Bir tanesi demiş ki “Eski Roma’da ülkeyi onurlandıranlar affedilir, biz de bu insanları affetmeliyiz” şeklinde. İyi de be kardeşim sen kulüplere ceza veriyosun ne alakası var şimdi bunun fubolcuların şampiyon olmasıyla. Öteki popülist insan da “taraftarları cezalandırmanın anlamı yok, kulüpler yerine kişiler cezalandırılsın” diye buyurmuş. Olur da Juventus küme düşürülmezse bir daha hayatta Serie A maçı izlemem.

Artık futbol o kadar global oldu ki kupada ismini ilk kez duyup da yıldızlaşan oyuncular maalesef olmuyor. Belli ki artık kolay kolay 1990’daki gibi Oman Bıyık sürprizleri ile karşılaşmayacağız. Turnuvanın en iyi genç oyuncusu seçilen Podolski turnuva öncesinde çoktan Bayern’e gitmişti bile.

Her ne kadar oynanan futbola burun kıvırsak da Dünya Kupası bir daha ancak 4 yıl sonra olacak. 4 yıl içinde futbol akımları elbet çok değişecek. Yine de şimdiden bir tahminle Arjantin o turnuvanın takımı olabilir. Ellerinde çok genç potansiyeller var ve 4 yıl içersinde o potansiyeller yeteri kadar olgunlaşmış olacaklar.

13.07.2006

Dünya Kupası'nda Dikkat Çekenler

Dünya Kupası bitmek üzere. Artık sadece üçüncülük-dördüncülük maçı ve final kaldı. Ben de Dünya Kupası'nın bitmesine ramak kala pek iyi takip edemesem de zevkle izlediğim turnuvadan aklımda kalanları yazayım dedim..

Turnuvada hiç genç oyuncunun parlamaması, maçların az gollü ve doğal olarak zevksiz geçmesi, Brezilya dışında sağlam takım görüntüsü veren takımın olmaması turnuva boyunca otoritelerin eleştrileriydi.. Doğrudur ama tüm bunlar bu kupanın kötü geçtiği anlamına gelmiyor..

Öncelikle tüm Dünya'nın sıkıldığı ve son yılların (burada kastım 20-30 yıllık bir süreç) en zevksiz Dünya Kupası dediği bu kupayı ben niye bu kadar sevdim? Çünkü favoriler yani yıldızları olan takımlar başarılı oldu, üst turlara kadar ilerledi. Futbol, spor yıldızlarla güzel.. Ben ne kadar iyi top oynarsa oynasın bir Senegali çeyrek finalde görmektense, elinde Pirlo, Grosso gibi göze hoş gelen oyuncular olan ama hiç zevkli futbol oynamayan İtalya'yı görmeyi tercih ederim.. Bir önceki turnuvada çeyrek finalde Senegal, Güney Kore, Türkiye(kimse kusura bakmasın), ABD gibi saçma sapan takımlar varken bu turnuvada tek uyuzluğu Fransa çıkardı.. Eğer Fransa ilk turu lider geçseydi Ukrayna'yı elerdi, İspanya da kendi rakibi olacak İsviçre'yi yenerdi ve 8 seribaşının çeyrek final oynadığı sürprizsiz bir turnuva izlerdik.. Ama Fransa sonradan coştuğu turnuvanın başını pek iyi geçirmeyince Ukrayna turnuvanın sürprizi olarak akıllarda kaldı. Ama ne sürprizse.. Yaptıkları bir tek Tunus ile Suudi Arabistan'ı yenmek.. İsviçre'yi de penaltılarla geçmek..

Bu nedenle turnuvanın sürprizini neticeye değil, haticeye bakarak seçmeliyiz.. Ekvador da bu hatice için uygun. Zayıf kadrolarıyla Polonya ve Kosta Rika'yı geçip İngiltere'yi zorlamak, onlar için bir başarı..
Diğer taraftan Fransa'nın finale kalması da benim için bir sürpriz ki ona birazdan değineceğim..
Kötü sürpriz ise C Grubu oldu.. Ölüm grubu olması beklenirken iki maç sonunda ilk ikinin belli olduğu lokum grup oldu. Gerçi maçları izleyenler Fildişi Sahilleri'nin ne kadar güzel oynadığını ve turnuva öncesi niye sürpriz takıma aday olarak gösterildiğini anlamıştır ama sonuç olarak baktığımızda Fildişi Sahilleri ikinci tur bile göremedi Yine de özellikle Arjantin maçının ilk yarısında oynadıkları futbol akıllara kazındı..


Oyuncu bazında da hayal kırıklıklarım yine C Grubu temsilcilerindendi. Drogba ve Robben..
Drogba gol kralı adayı olarak geldiği turnuvayı tek gol artı ezdiği birsürü topla bitirdi.
Robben ise hala anlayamadığım bir isim.. Ya ben salağım ya da futbol otoriteleri.. Herkesin hayran olduğu bu adamı ben bir türlü beğenemiyorum.. Kendimi zorluyorum, bazen de kandırıyorum ama olmuyor.. Göze hoş gelmesinin dışında ne gibi bir özelliği var, takımlarına ne kazandırmış hangi maçta hangi golü atmış?(iki sene önce Şampiyonlar Ligi'nde CSKA Moskova'ya hoş bir gol atmıştı başka hatırladığım yok). Üstüne üstlük ukala, fazla havalı ve sürekli kendine oynuyor.. İsimlerimiz benzemese iyice kızacam ama isminden kazanıyor..

Konudan konuya atlıyorum ama Robben demişken hemen Hollanda'ya bağlanalım. Van Basten konusuna gelelim. Yine kimse ile anlaşamadığım bir konu. Ne zaman bir antrenör takımı gençleştirmek istese, tecrübeli yıldızları kadroya almayıp genç yeteneklere güvense hemen taşlanıyor. Başarısız olması bekleniyor ve başarısız olduğu anlda hemen idam ediliyor. Van Basten, Seedrof, Davids, Kluivert gibi isimleri almadı diye neler denmedi ki adama? Peki bu isimler bu sezon ne oynadı? Milli takıma gelse ne yaparlardı? Euro 04'de ne yaptılar? Eminim Van Basten bu isimlerle turnuvaya gelse ve yine başarısız olsa bu sefer de bu adamları niye aldın derlerdi.. Ayıptır, sürekli gençlere önem veren Dünya ve Türkiye medyası bir antrenörün gençlere gerçekten önem verip onlara şans tanımasına neden tahammül edemiyor?

Güntekin Onay, Portekiz-Hollanda maçını anlatırken maç boyu Van Basten'in Nistelrooy'u oynatmamasını eleştirdi ve Hollanda'nın mağlubiyetini Van Basten'in bu hareketine bağladı. En komiği ise sürekli Van Basten'in Nistelrooy'u oyuna alması gerektiğini söylemesiydi. Maç boyu Onay'ın da belirttiği gibi Van Basten, Ruud'u, taktik icabı ya da ne bileyim formsuz olduğundan, kötü oyuncu olduğundan değil, araları kötü olduğu için oynatmamıştı. Artık dakika 70-80 olduktan sonra Van Basten, Nistelrooy'a sarılıp oyuna alsa, Nistelrooy'a sığınmış olmaz mıydı? Kendisiyle, ilkeleri ile çelişmiş olmaz mıydı? Bir antrenör olarak futbolcusuna ezilmiş olmaz mıydı? Van Basten, Nistelrooy'u oynatçak olsa niye baştan oynatmasın? Nistelrooy'un ölüsü bile Kuyt'ten daha iyidir. Ama hiçbir futbolcu da antrenörden üstün değildir..

Gelelim finalin bir takımı Fransa'ya.. Gerçekten başarılı bir performans çizdiler.. Bana göre yanlış bir kararla eski yıldızlarına güvendiler(Barthez, Sagnol, Thuram, Makelele,Zidane) ama bu isimler güvenlerini boşa çıkarmadı.. Zidane'ın ise kariyerinin son maçı Dünya Kupası finali olacak. Dünya Tarihi'nin en büyük oyuncusu olduğunu iddia ettiğim Zizou tıpkı Michael Jordan'ın 98 finallerinde 'The Last Shot' u gibi bir sonla (düşünün Fransa maçı 1-0 kazanıyor ve golü son dakikalarda Zidane atıyor) bitirirse bırakın Fransızları ben bile bizim eve heykelini dikerim..

Fransızlar ilk turda pek başarılı değillerdi ama finale İspanya, Brezilya ve Portekiz'i tek bir uzatma oynamadan geçerek geldiler. Diğer finalist İtalya ise Avustralya'yı tartışmalı bir penaltıyla, sonrasında kura yardımıyla Ukrayna ile oynarak yarı finale geldi.. Yarı finalde ise hakkını verelim, Almanya gibi güçlü bir ekibi, güzel bir futbol ile yenerek finale çıktı.. Benim gönlüm ve mantığım Fransa'dan yana.. Bakalım neler olacak finalde?

Konudan konuya atlıyorum ama Dünya Kupası Şampiyonu olmak çok zor bir iş değil.. Bu turnuvada bu sonuca kesin olarak vardım. Zaten ilk turu 4 puanla geçebiliyorsun.. Daha sonra da biraz zayıf takımlar denk gelirse biraz da maçlarda şansın yaver giderse, çok rahat yarı final oynar hatta şampiyon bile olabilirsin.. Neticede tek maç.. Bir maçta Güney Kore, İtalya'yı yenebilir, Kuzey Kore, Brezilya'yı yenebilir..
Oysa bir lig, ya da en az iki maç yaptığın bir Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak çok daha zor. Çünkü orada gerçekten güçlü olan kazanıyor. Şans bir kere yanında olur. Hadi bilemedin iki.. Ama bir yerde tıkanırsın. O nedenle her zaman dediğim gibi: ''Lig şampiyonu o ligin en iyi takımıdır.. Fakat Dünya Şampiyonu, Dünya'nın en iyi takımı değildir..O Dünya Kupası'nın en iyi takımıdır..''

Şimdi biz Dünya Üçüncüsü olduk da futbolda Dünya'nın üçüncü ülkesi mi olduk? Zaten Dünya Üçüncülüğünü de nasıl kazandığımız ortada.. Çin, Japonya, Senegal, Güney Kore gibi son derece zayıf takımları ve futbol ülkelerini yenip, karşımıza çıkan tek dişli rakip Brezilya'ya iki maçta da rezil olarak. Kosta Rika'yı bile yenemeyerek. Dünya üçüncüsü olmamız kesinlikle bir başarı değildir, zaten bizim o seviyelerde olmadığımız sonrasındaki iki organizasyona da katılamamızdan belli olmuştur. 98'de Hırvatistan'ın kazandığı üçüncülüğün yanında bizim üçüncülüğümüz çok sönük kalmaktadır..

Neyse konudan çok saptım, turnuvanın bana göre en iyi onbiri ve kadroya giremeyen diğer isimlerle tekrar bu Dünya Kupası'na geri dönelim..

En İyi 11: Lehmann-Miguel-Thuram-Cannavaro-Lahm-Rosicky-Camoranesi-Pirlo-Zidane-Riquelme-Klose Coach:Marcello Lippi

Bu isimler dışında Buffon ve Ricardo da gayet başarılıydı.. Tıpkı Cech ve Zuberbuhler gibi.. Suudi Arabistan kalecisi Zaid de başarılı oyunu ve şeker tipiyle beğenimi kazandı. Abbondanzieri ise turnuvanın en güzel soyadı ödülünü bendenizden aldı..

Sol bek için Grosso da çok ciddi bir adaydı ama Lahm o kadar güzel oynadı ki, yapacak birşey kalmadı. Başka bir turnuvada olsa Grosso tartışmasız ilk onbire girerdi ama Lahm bu turnuvada Dünya'nın en iyi solbeki olduğunu gösterdi.. Kısacası Lahm'ın tunuvası oldu.. Bir solbek olmasa ve Almanya daha ilerilere gitse turnuvanın en değerli oyuncusu ödülünü ona verirdim ama bu ödül Pirlo ya da Zidane'a gidecek gibi.. Lahm'a da en çok gelişme gösteren oyuncu ödülünü verelim ki o ödülü gerçekten hak etti..

Joaquin ve Zambrotta da izlediğim maçlarda dikkatimi çekti.. Zambrotta demişken, artık uzaktan atılan gollerden sıkılan biri olarak turnuvanın en güzel golünü İtalya-Ukrayna maçının üçüncü golü olarak seçiyorum.. Soldan içeri müthiş giren Zambrotta, herkes sağ ayağını kullanmaya çalışmasını ve doğal olarak topa yetişememesini beklerken(ki Zambrotta Ukraynalı defans oyuncusundan bariz bir şekilde gerideydi) zor pozisyonda sol ayağıyla topa müthiş uzandı ve Luca Toni'nin topu boş kaleye yollamasını sağladı. En azından enteresan bir goldü ve Joe Cole'un attığı (daha doğrusu kalecinin yediği) golden çok daha güzeldi.

Turnuvanın gol kralını da seçelim. Bence gol kralı Klose. Finalde 2 gol atarsa Henry de ortak olur. İkiden fazla atarsa geçer ve tek başına gol kralı olur.. Tabii tüm bunlar benim yorumum.. Sizce gol kralı kim? Yorumlarınızı bekliyorum..

Son olarak organizasyondan da bahsedelim.. Almanlar gerçekten bu işin altından nefis kalktılar.. Zaten Almanların disiplini ve iş ciddiyeti tüm dünyaca meşhurdur. Amasya'nın elması, Almanların disiplini derler, doğrudur.. Bizim Lise 1'deki Almanca hocamız da Almanların çöp atmak için bilmem kaç km yürüdüğünü, belediye otobüslerinin belli bir saati olduğunu ve otobüs yolcularının tam o saatte orada olduğu gibi birsürü hikaye anlatmıştı..

Bunları öğretmen anlatmamış da olabilir, belki ben kafamdan uyduruyor olabilirim. Ama ben bu kadar iyi sallayabilir miyim? Tabii ki hayır.. Bu hikayeler, benim bir şekilde bir yerlerde duyduğum Alman Şehir Efsaneleri.. Bir gün siz de duyabilirsiniz.. Hatta iyi bir çocuk olursanız Oliver Kahn'ı bile görebilirsiniz...

Efsaneye Veda (Zizou) - Almanya 2006

Ve bitti! bir aylık karnaval, hepimizi ekrana kilitleyen, futbola doyuran, kadınların eziyeti, erkekerin balayı bitti. Litrelerce biranın dostunu şimdilik 2 yıl erteledik. Peki ne oldu Almanya'da?

Bir kısım medyanın dediği gibi tatsız mıydı? Yıldızı yok muydu? Futbol oynanmamış mıydı? Acaba bu bir kısım medya hadi adını da verelim Hıncal Uluç ve tayfasıne bekliyordu ki daha başka? Tamam belki mükemmel değildi ama hangi kupadan daha fazla ne aldık ki allah aşkına?

Geriye bakınca aklımıza bir çırpıda gelenleri sayalım burda. Ronaldo'nun gol rekoru en basiti! Dünya kupaları tarihinin en çok gol atan futbolcusunu canlı izledik. Graham Poll'ün 3 sarısı, Brezilya'nın hayal kırıklığı..., peki çöldeiki vaha (Ronaldinho)? Serap gibiydi!! Almanya'nın beklenmedik futbolu ve 3. lüğü, Nostradamus'un yalanı - İspanya her zamanki İspanya-, İtalya'nın 24 yıl sonra gelen şampiyonluğu... Bunlar bir çırpıda gelenler. Mutlaka sizinde aklınıza gelenler vardır bunlardan başka.

Ama en önemlisi bir efsanenin vedasıydı, hemde efsanevi bir kafayla! Burda Zidane'ı anlatmayacağım, şu takımda oynadı, şu şu kupaları kazandı, şu boyda, şu kadar gol attı, asist yaptı, bunları benden daha iyi bilenler vardır. Bunların hepsini geçelim, unutalım ama o kafayı unutmayalım! Bu kafa bir kupa için yapılan pisliklere, çirkefliklere atılan kafadır. Alçalanlara, küfür edecek kadar düşenlere, kulüp takım arkadaşını oyundan attıranlara, ya da kendini yere atanlara atılan kafadır! Rakibinin hayalarına kramponu ile basan geleceğin yıldız adayı büyük futbolculara atılan kafadır. O yüzdendir Zizou bir aydır uğraştığı, jübilesinin tacı olmasını istediği o altın kupaya yanından geçerken bile dönüp bakmamıştır bile! Aklından geçenler 'bunun için alçalmayacağım buyrun sizin olsun ben gidiyorum'dur!

35 yaşında bir yıldız, 110. dakikada artık akacak ter bile kalmamış, sakat ama futbolu, oyunu bırakmamış, futboldan anlamayan hocasına rağmen Fransa'yı finale çıkarmış bir efsaneyi alkışlayalım, asmayalım. Bırakalım Materazzi kupayı öpsün, taraftarlarının önüne çıksın, çılgınca eğlensin, ülkesinin en büyük kulübüne transfer olsun, gazeteler çıksın dürüstlük maskesi ile 'evet küfür ettim' desin, herkes onu konuşsun, onu hatırlasın ama bunu okuyan, burada sırf futbolu oyun olduğu için, bizi eğlendirdiği için bulunan biz Zizou'yu ve kafasını

12.07.2006

Hesaplaşma

Sitedeki yazıları sürekli takip eden okuyucular 21.05.2006 tarihindeki Kupa Kehanetleri adlı yazımı okumuşlardır şimdi gelelim kehanetlerin sonucuna…..Bakalım ne demişiz ne olmuş.

Arjantin gruptan çıkamayacak, teknik direktör sopayla kovalanacak…

Arjantin gruptan çıktı ama çeşitli hatalar sonrası çeyrek finalde elendi.Teknik direktör bu elenmeden de bayağı bir sorumluydu. Neyse ilk tahminimiz yattı.

—İlk maçta kaleye geçecek olan Lehmann bütün turnuva kalede olacak, Kahn kenarda sinek avlayacak.

Doğru. Kahn bir tek 3.lük maçında kaleye geçebildi. Zaten onun da Alman milli takımında son maçıydı. Ha bu arada sonraki turnuvada kaleye kim geçecek?

—Almanya kupasız kapatacak bu organizasyonu

Yine doğru bir tahmin. Almanya yarı final oynayıp İtalya’ya elenirken 3.'lükle yetinmiş oldu

—Fransa ilk turu geçse bile sonraki turlarda hezimete uğrar.

İşte en büyük çuvallamalarımdan biri. Fransa’yı süzememişim. Daha doğrusu kimse süzememiş. Hiç kimse burada Fransa’yı beklemiyordu.

—Turnuva gol kralı Luca Toni olur

Yine tutturamamışım ama neyse yine Klose üstün formuyla ve attığı gollerle gol kralı oldu.

—94 Dünya kupası finali tekrar oynanır. Kim kazanır bilemem.

Tahminimin altında Brezilya finale rahat gelir demişim orada yanılmışım. Ama bir finalisti tahmin ederek yine başarı sağlamışım. Şampiyonu 6 ay öncesinden ben söylemiştim ama yazmadım o ayrı bir konu.

—Ribery süre bulduğunda iyi iş yapar, turnuva sonrası iyi fiyata satılır, Galatasaraylılar dizini döver.

Bravo bana iyi bir tahmin Ribery hakikaten hem süre buldu hem de iyi bir iş yaptı. Şu anda değeri en az 20 milyon papel.

—Atv kupa yayınlarında başarılı olur kimse yakınmaz.

Kupayı Atv değil Kanal 1 yayınladı. Tahminci Abi ve Ümit Aktan dışında bence pek fena değildi ama Şenol Güneş ve Mustafa Denizli bir daha yorumculuk falan yapmasınlar bence çünkü inanılmaz çok konuşuyorlar ah nerde Ömer Üründül...

—Dünya Kupasında eskisi kadar sürpriz olmaz; ikinci bir Güney Kore vakası yaşanmaz.

Doğru. Gana dışında pek bir sürpriz yoktu. Birkaç turnuvadır hayal kırıklığı yaratan takımlar iş yaptılar. Mesela İtalya...

—Final maçını Alman Markus Merk yönetir.

Bu öylesine yapılmış hiçbir anlamı olmayan bir tahmin, zaten de yattı. Güney Amerikalı hakemler iyi iş çıkartırlarken Avrupalı hakemler çuvalladılar. Graham Poll da futbol tarihine geçti.

—Karşılaşmalar çok sert geçer. Koca turnuva boyunca en az 25 kırmızı kart olur.

Doğru. Maçların bazıları çok sert geçti ve bol miktarda kırmızı kart oldu. hatta Portekiz-Hollanda maçı tarihe geçti. Zidane da giderayak kırmızı kart görerek enteresan bir işe imzasını attı; kendisine yakışmadı.

İyisi ile kötüsü ile bir dünya kupası daha bitti değerli futbolseverler. Bir dahaki Dünya Kupasına kadar her şey istediğiniz gibi olsun.