24 Mart Cumartesi günü Atina’da unutulmaz bir maç oynandı. Bu öyle bir maçtı ki kazanan tarafın oyuncuları bile ne kadar önemli bir iş yaptıklarını ve tarihe geçtiklerini bildiklerinden, maç sonrası sanki bu işi her hafta yapıyorlarmış gibi gayet sakin bir şekilde sevindiler. Tarihe geçerken vakur duruşlarıyla, efendilikleriyle geçtiler. Oyuncuların hepsi tüm dünya tarafından fotoğraflarının çekildiklerinin farkında olan olgun siyaset adamları gibiydi. Maç da siyasi yönü ağır basan bir maçtı zaten. Ne mutluyuz ki, kazananlar ait olduğumuz ülkenin, ulusun temsilcileriydi. Uzun bir aradan sonra ilk kez temsilcilerimle gurur duydum ve gerçekten beni temsil ettiklerini hissettim. Kazanmaktan çok öte bir şey bu. Bir futbol takımını kendinizle özdeşleştirmek demek bu. Hiç gitmediğiniz Atina’ya onlarla gitmek, hiç tanışmadığınız Yunanlara kendinizi onların aracılığıyla tanıtmak demek bu.
Eminim ki çoğu Yunan, maç skorundan çok maç öncesinde ve sırasında yaşananlardan utandı. Ve aynı Yunanların tek gurur duydukları an milli takımımızın alkışlandığı andı. İşte yaşanmış malum olaylardan sonra Türkiye artık A milli futbol takımıyla gurur duyabilir. Bu maçta milli takım 3 puandan daha önemlisini, halkın güvenini ve desteğini kazanmıştır. Umarım bazı alışkanlıklar geçmişte kalmıştır ve önümüzdeki maçlarda milli takımımızın Yunanistan maçındaki duruşu devam eder.
Maça gelirsek, maç öncesi açıklanan kadrodan başlayalım. Kale ve defansta Gökhan Zan dışında sürpriz yoktu. Gökhan’ı ise açıkçası ben Norveç maçında sahada bekliyordum. Demek ki Terim oyuncusuna güvenmiş ve formayı vermiş. Bu maçta da görüldü ki, defans ikilimiz Gökhan ve Servet olmalı. Bu ikili de mutlaka ısrar edilmeli ki beraber oynamaya alışsınlar. Şansız bir şekilde maçın başında İbrahim Üzülmez’in sakatlanması defansımızın dengesini bozacak diye endişelendim ama yerine giren Volkan pozisyonunu iyi savundu. Artık şuna inanmalıyız: Şans vermediğimiz sürece ülkemizde belli isimlerin dışında bazı pozisyonlar için alternatifsiz kalacağız. Oysa alışıldık isimlerin dışında formunu yükselten yeni oyunculara formayı verirsek, o zaman yeni yıldızların doğuşuna tanık olabiliriz.
Bu oyuncuların süper yıldız olmaları da gerekmez, işlerini yapsınlar, hatta belki de sadece o maç için işlerini yapsınlar yeter. Volkan Yaman belki de bir daha hiç milli olmayacak, belki milli formayı hiç çıkarmayacak ama Yunanistan maçındaki oyunuyla hep hatırlanacak. İşte bazen maçlar Volkan gibi oyuncuların da performansıyla kazanılır. Orta sahada ise Terim cesur bir kurguyu tercih etmişti: Alkmaar karşısındaki Fenerbahçe’nin Appiah yerine Sabri’nin oynadığı orta sahası. Bu orta saha ile FB, Hollanda’da ilk yarı iki gol bulmuştu ama ikinci yarı da iki gol yemişti. Maç öncesi kadroyu gördüğümde gol atacağımıza olan inancım arttı ama kaç gol yiyeceğimizi tahmin edemedim. Peki maçta ne oldu? Aslında Yunanların oyunu hükmetmelerine hem de bu orta sahayla maç boyunca izin vermedik.
Oyunu istediğimiz gibi yönlendirdik. Ancak çok müsait iki tane gol pozisyonu verdik ki ikisinin de kaçması mucize gibiydi. İki pozisyon da tamamen kişisel hatalardan doğdu. Attığımız ikinci ve üçüncü gollerin de maçlarda kalecilerin kurtarmasına alıştığımız şutlardan gelmesi bizi şöyle bir sonuca götürebilir mi? Kaybedebilirdik. Evet, kaybedebilirdik ama maç boyunca çok daha üstün oynadığımızı kimse inkâr edemezdi.
Bence de önemli olan, kupaların, şampiyonlukların kazanılmasına, turların geçilmesine neden olan iyi oyunu istikrarla sürdürmektir. İşte milli takımımızda sonuçtan bağımsız olarak bu iyi oyunun ışıklarını gördük. Sonuç sadece oyunumuzun meyvesi oldu ve oldukça tatlı oldu.
Terim’in maç öncesi Şükür ve Gökhan Ünal’ı beraber oynatma kararı planlanmış bir stratejinin ürünüydü bence. Bu karar daha ofansif bir oyun ortaya koyma isteğinin dışında Yunanistan’a ileride de baskı kurma amacından kaynaklanıyordu. Stratejimiz kazandığımız topları hızlı paslarla rakip ceza sahasına taşımak ve forvetlerimizi pozisyona sokmaktı. Bu planı da kısmen gerçekleştirdik. Sadece benim görüşüme göre Şükür daha fazla baskı yapabilirdi, tabi on sene önce olsaydı bu onun için daha kolay olurdu. Yine de bu maçta bence Hakan Şükür Yunan defansını iyi meşgul ederek iki golde de önemli katkılarda da bulunmuştur. Bazılarının acımasızca yazdığı gibi takımını on kişi falan oynatmamıştır.
Yunanistan maçı Terim’in yeniden yaratmaya çalıştığı milli takım için önemli bir dönüm noktasıydı. Terim bu noktayı büyük bir başarıyla aşmayı bilmiş ve önümüze daha güvenle bakmamı sağlamıştır. Çarşamba günü yapacağımız Norveç maçı ise cumartesi yaptıklarımızı kazanca çevirme maçımız olacaktır. Çünkü bu grubun birincisi olmayı hedefleyen takımın söz konusu iki maçta 6 puan hedefi olmalıdır. Üç puanımız cepte ama diğer üç puanı almadığımız sürece kendimizi avantajlı görmemeliyiz. Hatta ben Norveç maçından mutlak galibiyet bekliyorum ve beraberlik her ne kadar liderliğimizin sürmesi demekse de evimizde Norveç’e puan kaybetmenin ileride başımızı ağrıtabileceğini düşünüyorum. O zaman Norveç maçına geçebiliriz.
Bildiğimiz üzere Norveç maçı Frankfurt’ta seyircisiz oynanacak. Böylece cezamızı tamamlayacağız. Seyircisiz maç coşkusuz ama aynı zamanda da baskısız maç demektir. Türkiye bu maça o kadar rahat ve Norveç de o kadar diken üstünde çıkacak ki, tahminimce maç içinde oldukça gerginlik yaşanacak. Norveç sert oynayacak. Sinirlerimizi yıpratmak için ellerinden geleni yapacaklar. Ancak ne yaparlarsa yapsın gol atmaları gerek. Şanslıyız ki benim çok beğendim Pedersen cezalı. Kaldı ki o Pedersen Norveç’in sayılı yetenekli futbolcularından. Carew ve Riise’ye çok dikkat etmeliyiz. Sağ kanadımız yine Hamit-Sabri ikilisine emanet olacaktır ve özellikle bu yıl iki kez Riise’ye karşı oynayan Sabri’nin sağ kanadımızı kapatacağına inanıyorum. Sol kanadımızda ise defansta Volkan, önünde Tuncay oynayacak sanırım ve bu kanadı hücum için düşünebiliriz. Bu maçta da duran toplara ve karambol pozisyonlara dikkat etmemiz gerekiyor.
Terim’in kadrodaki diğer tercihleri de sanırım şöyle olacaktır. Volkan Demirel Yunanistan maçında yaptığı inanılmaz iki hataya rağmen Norveç maçında da kalede olacaktır. Bence Volkan ne kadar tecrübe kazansa da bu tür hataları yapmaya devam edecek. Bu maç için başka alternatifimiz yok ama gelecek maçlarda, sakar kaleci özellikleri sergileyen Volkan seçeneğini daha çok düşünmemiz gerekecek. Defansın kanatlarını yukarıda belirledik ancak merkezde Servet’in yanında oynayacak oyuncu soru işareti. Büyük ihtimalle Emre oynayacak burada ve uzun bir zaman sonra Emre’yi ulusal bir maçta izleyeceğiz. Kendisinden az hatalı bir maç çıkarmasını bekliyoruz.
Orta sahanın ortasında ise Aurelio ve Tümer’in bu maçta da oynamasını bekliyorum. Üçüncü oyuncu ise Emre Belözoğlu olmalı. Hem aklandıktan sonra kendisini dünyaya göstermek için bir şansı daha hak ediyor, hem de milli takımın ona ihtiyacı var. Ben olsam forvette Gökdeniz’i tercih edip yanına da Tuncay’ı koyardım. Bu durumda Emre’yi sola çekip, defansın önüne Tugay’ı koyardım. Ama benim kadromda Şükür’e yer yok. Tahminimce Terim, Şükür’ü yine kesmeyecek ve yorgun ayaklara dört günde ikinci maçını oynatacak. Şükür bu maçta Norveç defansından birini peşinde koştursa yeter ama benim izlemek istediğim milli takımın forveti daha hareketli. Neyse sonuç olarak tahminimce Terim, Yunanistan karşısında sakatlanan Gökhan Ünal’ın yerine Emre’yi oynatacak. Ve yine tek forvetli sisteme döneceğiz.
Milli takım grubunda ilk yarının sonuna yaklaştı ve çok büyük ihtimalle ilk yarıyı lider bitirecek. Bence kritik bir eşik atlatıldı ve bu saatten sonra elemeleri geçememek çok yazık olur. Ama yine de bazılarının yaptığı gibi takımımızı elemeleri geçmiş gibi erkenden göstermek, sadece oyuncularımıza zarar verir. Hele bu konuda oyuncularımızın ne kadar kırılgan olduğunu biliyorken.
Son olarak biraz da futbol dışı birkaç noktaya değinmek istiyorum. Maçı büyük bir heyecanla bekledim. Sanırım maç öncesi yazmam, maçı benim için daha da önemli bir hale getirdi. Sanki maçı izlemek için ortakafagol yönetimi tarafından görevlendirilmiştim.
Tüm dostluk mesajlarını okudum/dinledim/izledim. Maç öncesi son durum programlarını izledim. Stattan canlı yayınları izledim. Önemli bir milli derbi vardı ve aynen yerli derbilerimizde olduğu gibi bu derbide de rakip seyircinin maça girmesi yasaktı. Ayıbımızı komşumuzla paylaşmıştık. Yan yana maç izlenen günlerden, aynı şehirde bile maç izlenemeyen günlere gelmiştik. Keşke birileri bir jest yapsa da, evimizde oynayacağımız maça Yunan dostlarımızı davet etse. Bir kampanya olsa da her Türk seyircinin bir Yunan dost getirmesi istense. İşte o zaman o çirkin pankartları açanlara, o küfürlere, ıslıklara en güzel cevabı vermiş oluruz.
Maç oynanırken çok zevk aldım, çok mutlu oldum, gollerde havalar uçtum ve tek başıma, odamda hopladım-zıpladım. Benim için bu maç böyle önemli iken yan odada eşimin ilgisizce başka bir şeylerle ilgilenmesi beni tekrar düşüncelere sevk etti. Yine futbolu her şeyin önüne almıştım ve tüm ulusun benimle aynı düşünceleri paylaştığını düşünmüştüm. Ama nüfusun belki de yarısı maçı takip etmiyordu bile. Bu durumda Atina’da mücadele edenleri, temsil ettiklerini düşündükleri halkın sadece yarısı önemsiyordu. Diğerleri için sıradan bir gündem maddesiydi. Maç bitti, hemen maç sonrası görüntülerin, yorumların peşinden koştum ve hiçbirini kaçırmamaya dikkat ederek hepsini izledim. Futbolcuların sakin tavırları çok hoşuma gitti. Terim’in açıklamalarının bir kısmını fazla iddialı buldum. Özellikle önceki 1-4 den bahsederken.
Oysa Fatih Terim tüm maç öncesiyle-sonrasıyla çok olgun tavırlar sergilemişti. Ama arada konuşmalarının satır aralarına fazla takılırsanız sanki Terim’in TV’de konuşurken, söylemek istediklerinin sadece bir kısmını söyleyen, söylemediklerini de ima eden bir portre çizdiğini görürsünüz. Öte tarafta Ulusoy tüm haşmeti ve kadrosuyla ekrandaydı ve böyle bir zafere ne kadar ihtiyaç duyduğunu pek saklamadan futbolcuların alın terinden kendine yine pay çıkarma çabası içindeydi.
Takımı 2008 finallerine götürenler, Nobel’i tebrik etmek için ıkınıp sıkılıp, ilk futbol zaferinde daha terler kurumadan tebrik mesajı gönderenler, birkaç saat önce söylediklerini unutanlar, tükürdüklerini yalayanları dinledim. Bir kez daha 90 dakika boyunca içimde doğup büyüyen umudun ömrü erken tükendi. Kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissettim ve TV’yi kapatıp başka işlerle ilgilendim. Keşke maç sonrası sadece futbolcular ve teknik adamlar konuşsa. En azından onlar konuştuğunda sadece futbol için endişeleniyoruz. Diğerleri konuştuğunda ise aslında belki de endişelenmemiz gereken en son şeyin futbol olduğunu fark ediyoruz.