İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

27.02.2006

Belçika'da Gidişat

Bu ligde herkesin bildiği ve tanıdığı sadece iki takım vardır.Onlar Anderlecht ve Club Brugge.Her sene en az biri Şampiyonlar Ligi'nde boy gösterir ama ikinci tura çıktıkları çok az görülür.Yakın zamanda Club Brugge Galatasaray'ın grubunda yer almış ve Galatasaray ile oynadığı maçlarda Galatasaray'ın canını çok yakmıştı.Ali Sami Yen Stadı'nda ki maç 0-0 Belçika'da ki maç ise 2-1 Brugge üstünlüğü ile bitmişti.O grubu Brugge 3. Galatasaray ise 4. olarak bitirmiş ve Avrupa macerasını sona erdirmişti.Bize şu anda en sempatik gelen takım ise tabii ki Kadıköy Boğası Serhat Akın'ın oynadığı Anderlecht.Serhat sezon başında hocasıyla problemler yaşadıysa da şu anda sular durulmuş görünüyor.Bu sezon iki takım son haftaya kadar şampiyonluk mücadelesine devam edecekmiş gibi görünüyor.İki takımda 23 hafta sonunda 46 puandalar.Anderlecht averaj farkıyla şu anda birinci durumda.Bu iki takıma şampiyonluk yolunda eşlik eden üçüncü takım ise bu iki takımdan bir puan gerideki Standart Liege.Bu takımı tanıyanların büyük çoğunluğu sadece Prosinecki'nin son oynadığı takım ve Beşiktaş'ın geçen sene UEFA Ligi'nde ki rakibi olarak bileceklerdir.Liege takımında ise yakından tanıdığımız isim Fenerbahçe taraftarlarının deyimiyle rap rap Rapajc.Son hafta Cercle Brugge takımına karşı aldıkları 7-1'lik sonuçta attığı 3 golle Fenerbahçe'de ki günlerini bize hatırlattı.Bir sene de tam 24 asist ve 14 gol atmıştı.Şimdi bu üç takımı daha yakından tanıyalım...

Anderlecht

Sezon başında Serhat Akın'ı alarak Türkiye'nin dikkati çeken Anderlecht Brugge nefesini ensesinde hissetmesine rağmen son 3 haftadır liderlik koltuğundan inmedi.Son hafta Brussels karşısında 2-0'lık bir galibiyet aldılar.Goller Frutos ve eski Olimpiakos'lu Par Zetterberg'den geldi.Frutos son 3 haftadır hiç bir maçı boş geçmedi.Serhat,Frutos ve Mpenza'nın yedeği olarak forma bekliyor.Anderlecht'in kadrosu yaşlı ve genç oyuncuların karışımı olarak değerlendirilebilir.Par Zetterberg ve Bart Goor gibi yaşlı oyuncuların yanında Vincent Company gibi gençler de forma şansı bulabiliyor.Anderlecht'in diğer iki takım kadar şampiyonluk şansı var.

Club Brugge

Mavililer sezon başından beri biraz istikrarlı olabilseler şu ana kadar altı yedi puanlık bir avantaja sahip olabilirlerdi.En yüksek galibiyet serileri sadece üç maç.Bunun nedeni ise ligdeki bütün takımların arasındaki kalite farkı.Bizim ligimizin son üç sezondur aradığı şey yani.Brugge takımında eski Real Madrid'li Javier Portillo Hırvat milli takımını yedek forveti Bosko Balaban eski Trabzonspor'lu Rune Lange gibi tanıdık isimler duruyor.Takımın en golcü oyuncusu 6 gol ile Javier Portillo. Brugge takımı iç sahada aslan dış sahada kedi misali deplasman maçlarında çok tutuk görünüyor.Kadrosunda ki tecrübeli oyuncuların çokluğu nedeniyle diğer iki takım çok küçük bir farkla önde bulunuyor.

Standart Liege

Robert Prosinecki son maçından sonra yaptığı açıklama da adeta Liege camiasını gözler önüne seriyor.''Galipseniz burası New York mağlupsanız Tahran'' .Robert Prosinecki'den sonra değişen pek fazla değişen bir şey yok takım iyi giderken stadın büyük bölümü dolu,kötü giderken statta sadece cılız sesler var.Standard son hafta Brussels karşısında aldığı 7-1 lik galibiyetle taraftarını stada çağırdı.Liege takımı iç sahada da dış sahada aynı futbolu oynayan bir takım iç sahada 25 dış sahada ise 20 puan toplamışlar.Takım da Rapajc dışında tanınan tek futbolcu eski Sporting Lizbon'lu Romen Niculae.Diğer iki takıma göre şampiyonluk

yolunda pek fazla şansları yok.

Jupiler League'in Statüsü

Belçika Ligi'nde şampiyon takım direkt olarak Şampiyonlar Ligi'ne katılıyor.Lig ikincisi Şampiyonlar Ligi 3. ön öleme turuna katılıyor.Kupa şampiyonu ve lig üçüncüsü ise UEFA Kupasına katılıyor.Lig sonuncusu direkt olarak ikici lige düşerken birinci lig 17.'si ve ikinci ligde ikinci üçüncü ve dördüncü sırada yer alan takımlar play off oynuyorlar.Play off birincisi, birinci ligde mücadele etmeye hak kazanıyor.

Sürpriz takımlar

Ligde en büyük sürpriz yapan takımlar bu sene birinci lige yeni yükselen iki takım lig 4.'sü Zulte Waregem ve lig 6.'sı Westerlo. Bu iki takıma herkes lig başında asansör takım yakıştırması yaparken onlar taraftarlarını utandırmadılar ve büyük bir başarı yakaladılar.

Zulte Waregem

45 puanlı lig üçüncüsü Liege takımın 5 puan geriden izliyorlar.İlk senelerinde UEFA vizesi kazanmak onlar için bir rüya olabilirdi ancak sezon başında ama Belçika Ligi'nin kalite ortalamasının çok az olması nedeniyle bir çok maçta sürpriz yaptılar.Ama ligin 3 büyük takımına karşı pek fazla başarı gösteremediler.Bir de bu özellikleri olsa mucize yaratmış olurlardı zaten.

Westerlo

Zulte Waregem kadar olmasa da başarılı bir sezon geçiren Westerlo düşme hattından çok uzaklarda şu an.Ama son haftalarda başarılı grafiklerini biraz düşürdüler.Son 5 haftada bir galibiyet bir beraberlik ve üç yenilgi ile sahadan ayrıldılar.Bu düşüşü sezon başında yapmadıkları için çok şanslılar.

Avrupa Maceraları

Şampiyonlar Ligi'ne iki takımla başlayan Belçika ikinci turda boy gösteremiyor.Liverpool,

Chelsea ve Real Betis'in olduğu grupta bir varlık gösteremeyen Anderlecht Avrupa macerasına bu sene erken veda etti.

Club Brugge ise Bayern Münih,Juventus ve Rapid Wien'in olduğu grupta 3. olarak UEFA kupasında yoluna devam ediyor ama onların maceraları bu turda bitecek gibi görünüyor.

İlk maçta İtalya'nın şu anda ki en formda takımı Roma ile eşleştiler.27. dakika da on kişi kalan rakiplarine karşı çok üstün oynamadılar ve bir Roma kontra atağında kendi kalelerine gol attılar.61. dakika da Portillo eşitliği yakalasa da yine bir kontra atakta Simone Perrotta skoru Roma lehine 1-2'ye getirdi.

Belçika Ligi'nde gol krallığında önde olan isim 15 gol ile Tosin Dosunmu var.20 maçta 15 gol ile Belçika Ligi'nde bende başka golcü yok mesajı veriyor.Germinal Beerschot takımı o olmasa daha kötü yerlerde olabilirdi.

26.02.2006

Portekiz'de futbol

Portekiz Ligi'ne olan ilginin azlığından dolayı, geçen yazıda belirttiğim gibi bu kez daha değişik bir içeriğe sahip bir yazı yazdım.. Portekiz'in siyasi tarihinden girip, futbolunun şimdiki durumuna uzanan, benim yorumlarımla bezenen güzel bir yazı oldu.. Bir de bu benim Portekiz'le ilgili büyük ihtimalle son yazım.. Bu yazıdan sonra Portugal Super Liga'yı yazacak insan değişecek.. Bu haftaki Benfica- Porto maçı ve Portekiz Ligi'nin diğer tüm aksiyonlarını yeni yazarımızla okuyabilirsiniz.. Şimdi okuyacağınız ise Portekiz Futbolu'na ilgiyi arttırması amacı ve dileğiyle yazılmış, Portekiz Futbolu'nu tanıtma yazısı..

Bugün Avrupa'nın en güneybatısında yer alan, Atlas Okyanusu'na kıyısı olan, bu 10 milyon nüfuslu ülke, tarihte ilk kez Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olarak görülmüş.. Daha sonra Müslümanların(Endülüs Emevileri olması lazım) ele geçirdiği ve Hıristiyan-Müslüman çatışmasının yaşandığı bir ülke olmuş.. Bağımsızlığını ise 1139'da ilan etmiş..

Portekiz'i Portekiz yapan şey ise hepimizin bildiği gibi coğrafi keşifler.. Bartolomeu Diaz, Vasco De Gama ve R.A Cabral (Brezilya'ya ulaşmış.. Brezilya'da Portekizce konuşulmasının sorumlusu.. Türkiye'de Brezilyalı futbolcu bolluğundan her portekizce bilene ekmek kapısını açan adam) gibi ünlü denizcilere sahip olan Portekiz kısa sürede büyük bir sömürge imparatorluğu kurmuş.. Fakat daha sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle 70 yıl kadar İspanya egemenliği altında kalan Portekiz tekrar bağımsızlğını kazandıktan sonra sorunlar yaşamaya devam etmiş.. 20. yüzyıl başlarında monarşiye karşı ayaklanan halk ile cumhuriyet rejimine geçilmiş.. Fakat kısa ömürlü olmuş bu iktidar.. 1926 da ise askeri darbe sonucu yeni hükümet devrilmiş ve 'Salazar Dönemi' olarak adlandırılan diktatörlük dönemi başlamış.. (Zaten çoğu Avrupa ülkesinde görülen bir şey bu.. Hepsinde mutlaka bir tane diktatör var.) Salazar'ın 3F'sinden de bahsetmek gerekir tabii ki.. Herkesçe bilinir ama yine de açıklayalım.. Salazar yıllarca baskı rejimini ciddi bir direniş ile karşılaşmadan yönetebilmesini 3 F'ye borçlu olduğunu söyler: Fiesta, Fado, Futebol...
1974'te son devrim yaşanmış ve ülke sonunda bir siyasi istikrara kavuşmuş..

İşte böyle bir ülke Portekiz.. Futbol alanında ise her zaman güçlü olmuş ama hiçbir zaman devlerin arasına girememiş bir ülke... Avrupa Tarihi'nin en iyi on takımını sayın deseler, Real, Barca, Man U, Liverpool, Inter, Milan, Juventus, Ajax, Bayern Münih i banko koyarız.. 10. takım ise çoğu kişiye göre Marsilya'dır.. Ya da son yıllarda Chelsea denmeye başlanmıştır.. Abartıp coşanlar, Galatasaray bile der.. Fakat kimsenin aklına Benfica ve Porto gelmez.. Oysa bu takımlar hem Avrupa kupalarında son derece başarılı olmuş ( Benfica ve Porto'nun ikişer Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu var), hem de çok sayıda yıldızı Dünya futboluna kazandırmışlardır..

Bunlardan biri de Benfica'nın efsanevi topçusu (bu ifadeyi de çok seviyorum) Eusebio'dur.. Eusebio, sayısız gol atmış Avrupa'da altın ayakkabı ve yılın oyuncusu ödüllerini kazanmış, Dünya Kupalarında efsanevi maçlar oynamış, sadece Portekiz'in değil, tüm Dünya'nın son derece saygı duyduğu büyük bir efsanedir... Portekiz Tarihi'nin de gelmiş geçmiş en iyi oyuncusuydu..

Tabii Figo gelene kadar.. 90 yılların başlarından itibaren ise Portekiz'de yeni bir akım doğdu.. Altın Jenerasyon... Figo'nun önderliğini yaptığı bu jenerasyonda çoğu Avrupa Tarihi'ne yazılabilecek çapta oyuncular vardı.. Birkaç isim: Rui Costa, Vitor Baila, Jorge Costa, Fernando Couto, Poula Sousa, Joao Pinto, Pedro Pauleta...
Bu özelliği ile bize benziyorlar biraz.. Biz de 90 lı yıllarda doğan altın jenerasyonumuzla büyük işler başardık... Boyumuzun ölçüsünü bir hayli geçtik..

Fakat Portekiz'in bizden farkı bu jenerasyondan öncesi olmasıydı.. Her ne kadar hiçbir zaman altın jenerasyon kadar iyi olmasalar da en azından kabul edilebilecek bir futbol geçmişleri vardı.. Ve öncesi olduğu için sonrası da oldu.. Bizim ise ne öncesi vardı.. Ne de sonrası oldu.. Bu gidişle de olmayacak...

Neyse, Altın Jenerasyon'dan bahsetmişken yaptıklarından da bahsetmek gerekir.. Fakat yaptıkları pek birşey de yok.. Zaten bu jenerasyonu efsanevi yapan bir arada yaptıkları değil, her bireyinin kendi kariyerlerinde müthiş başarılar kazanmış olması... Bu takım 94 ve 98 Dünya Kupalarına katılamasa da özellikle Euro 2000'de yanlarına katılan Nuno Gomes'in de çok önemli katkısıyla büyük bir başarı elde etmişti.. (Bir başka not ise hem 96 hem de 00 Avrupa Şampiyonalarında bizi yenmiş olmaları) Daha sonra 2002'de tüm oyuncularının çok formda olduğu dönemde, şampiyonluk beklenirken, Portekiz gruptan çıkamadı.. Tek hatırlanan büyük PSG'li Pauleta'nın Polonya maçında yapmış olduğu hat-trick idi..

Burada yazıdan kopmak pahasına bir küçük parantez ile 01-03 arasında parlayan, Hugo Viana ve Hugo Leal'den bahsedeyim.. İkisi de ilk kez piyasaya çıktığında geleceğin yıldızı unvanı üstlerine yapıştırılımıştı.. Biri solak, biri sağlaktı ama ikisi de hücuma yönelik orta saha özelliklerine sahip, yetenekli oyunculardı.. Ama biri Newcastle United'da diğeri ise Paris Saint Germain'de bekleneni veremedi..

Bir daha ki şampiyona 04'te Portekiz'de yapılacak Avrupa Şampiyonası'ydı ama herkes artık bu jenerasyonun miadını doldurduğunu ve eline gelen son şansı değerlendiremediğini söylüyordu.. Fakat iki şampiyona arası inanılmaz şeyler oldu ve Portekiz süper bir jenerasyon yakaladı.. Tabii ki bu yeni kadroya en büyük katkıyı iki senede bir UEFA, bir Şampiyonlar Ligi alan Porto yaptı ama diğer takımların da katkılarıyla hakikaten süper ve bazılarına göre 90'ların takımını geçebilecek çapta bir 2000 jenerasyonu oluştu... Brezilya'dan devşirme Deco ve bardan devşirme Cristiano Ronaldo (devşirmenin ikinci anlamı toplamaktır, Cristiano Ronaldo'yu da sürekli barlardan topluyorlar) liderliğinde, Ricardo, Miguel, Jorge Anderade, Ricardo Carvalho, Nuno Valente, Maniche, Simao, Helder Postiga, Tiago, Queresma gibi isimlerden oluşan bu jenerasyon, eskilerden Figo, Pauleta, Rui Costa, Nuno Gomes gibi oyuncuların katkıları ile Avrupa Şampiyonası finali oynadı... Fakat finalde Yunanistan'a kaybetti.. Pauleta ise turnuvayı gol atamadan tamamlayarak beni ve tüm PSGlileri hayalkırıklığına uğrattı...

2004'ten sonra Portekiz futbolu duraklama dönemine girmiş durumda.. Ligi çok heyecanlı ama pek de kaliteli değil.. Portekiz Futbolu'nu son on yılda sürükleyen Porto düşüşte.. Gerçi Porto'dan bayrağı devralan takımlar olduğu da aşikar.. Sporting geçen sezon UEFA Finali oynadı.. Küçümsenebilir belki ama Taffarel, Henry'nin topunu inanılması güç bir şekilde çıkarmasaydı, hep övündüğümüz futbolumuzun en büyük başarısı olacaktı UEFA Finali.. Benfica'nın Şampiyonlar Ligi'nde elde ettiği başarılı sonuçlar da ortada.. Yani her ne kadar duraklasalar da durmadılar ve geçmişte elde ettiklerinin de etkisiyle en sınırlara sahipler.. Bu onların 2006'da İran, Meksika ve Angola ile kolay bir gruba düşmesini sağladı...

Belki de şu ana kadar hep beklenileni başaramamasının nedeni üzerlerindeki baskıydı.. Artık kimse onlardan çok büyük şeyler beklemiyor.. Bakalım daha iyisini başarabilecekler mi? İşte size 2006 Almanya'yı beklemek için başka bir neden daha..

18.02.2006

Chelsea - Barcelona ve digerleri

Hepimizin bekledigi Sampiyonlar Ligi 2. tur kuralari 16 Aralik’ta çekildi:



Bayern – Milan

Benfica – Liverpool

PSV – Lyon

Real – Arsenal

Ajax – Inter

Bremen – Juventus

Chelsea – Barcelona

Rangers – Villareal



CHELSEA-BARÇA: Kamuoyunun ‘bu iki takim bu sene finale yakisir’ dedigi Chelsea ve Barcelona geçen sene oldugu gibi yine birbirlerine düstüler. Bir tarafta Avrupa’nin En Iyi Futbolcusu ödülünü Shevchenko’dan devralan Ronaldinholu Barcelona, diger tarafta Ingiltere ligini, elini sallaya sallaya lider götüren Chelsea. Herhalde herkesin dört gözle bekledigi bir eslesme oldu ama futbol adina gerçekten üzücü bu takimlardan bir tanesinin çeyrek final göremeyecek olmasi. Chelsea’nin Betis maglubiyeti, onlarin grupta 2. sirayi almalarina sebep oldu. Geçen sene nefes kesen iki maç sonunda Chelsea yari finale hak kazanan ekip olmustu, acaba bu sene ne olacak?



Kura hakkinda konustugim insanlarin ortak görüsü Mourinho’nun bu sene kupayi birakmayacagi yönünde. Dolayisiyla insanlar Chelsea’yi favori olarak göstermekte ve belki de haklilar. Ama bana kalirsa yine büyük konusuluyor ve olaya tek tarafli bakiliyor. Sözü edilen, küçük görülen takim Avrupa’nin Juventusla beraber en iyi futbol oynayan takimi. Barcelona ilk maçi deplasmanda oynayacak ve avantajli bir skor (Buna tek farkli Chelsea galibiyeti de dahil) elde ederse, kendi sahasinda Chelsea’yi elde edecek skoru elde eder diye düsünüyorum.



AJAX – INTER: Bu seneki kadrosuyla Ajax’i Inter karsisinda çok sansli görmüyorum. Hatta iki maçi da Inter’in kazanacagini düsünüyorum. Tecrübesiz Ajax hücumu karsisinda, bu sezon çok iyi olmasa da iyi bir sezon geçiren Inter’in rahat olacagi inancindayim. Sayet, Ajax’in defansi Hollanda Ligi’nde az gol yemeyi basariyor olsa bile Adriano’yu, Martins’i veya yeni yeni kendini bulan Figo’yu biraz zor durdururlar. Öte yandan, Ajax’in Inter’e gol atmasi bile zor gözüküyor. Tabi devre arasi var, 3 ay sonra maçlar; ama yine de Inter’in basari grafiginin daha da yükselecegini, Hollanda sampiyonluk yarisindan erken kopan Ajax’in daha da formsuz olacagi yüksek ihtimal.



PSV-LYON: Sevgili Ilker kardesim de benim kadar bu kuraya sevinmistir herhalde diye düsünüyorum. Hollanda yazari olarak, geçen sene iddia ettigim gibi PSV’nin daha sansli oldugunu söylemek aptalca olur ama yine de Lyon karsisinda %50 sanslari oldugunu düsünüyorum. Lig yazisinda da belirttigim gibi, PSV’nin Avrupa’da iyi yaptigi bir is var. O da kendi sahasindaki maçlari kazanmak. Ilk maçta PSV kazanir ama 1 farkli kazanirsa isi çok zor olur. Eger 2-0 veya 3-1 gibi bir skor yakalarsa, o zaman PSV’yi Lyon karsisinda avantajli görebiliriz çünkü bu seneki PSV, geçen sene yari finalde Milan’a kök söktüren takim görüntüsünden çok uzak. Satilan oyuncular, hücum hattindaki tecrübesizlik PSV’yi geçen sene yakaladigi basaridan biraz uzakta tutuyor. PSV’nin tek avantajli oldugu konu ligdeki durumu. Hollanda liginde büyük bir kapisma var, 3 takim sampiyonluga oynuyor. Bu durumda PSV hep iyi mücadele edip, puan kaybetmemeye çalisacaktir. Öte yandan Lyon 10 puan civari bir fark ile ilk devreyi kapayacak. Bu da onlar için zor bir ortam olacaktir.



Real-Arsenal, Benfica-Liverpool maçlarini Can Özenç benden daha iyi yorumlar. Öte yandan 2 Alman 2 Italyan takiminin birbirlerine düsmesi de hos bir tesadüf oldu. Juventus her ne kadar Bremen karsisinda agir bassa da, Bayern-Milan maçlari çok güzel olacaga benziyor. Iki takimda kendi sahasinda 1-0 kazansa herhalde hiç kimse sasirmaz.



Bunca zamandir Sampiyonlar Ligi’nde en zevksiz eslesme herhalde Rangers-Villareal olmustur. Avrupa’da kendi takimimin disinda hiç bir klübe düskünlügüm yok, o yüzden kim güzel futbol oynarsa, kim iyi isler yaparsa onu izlemek keyif veriyor. Umuyorum ki, hakedenler kazanir ve hepimiz güzel maçlar izleriz. Sampiyonlar Ligi olmasa, hayatimizda bir bosluk hissederdik heralde.

12.02.2006

İtalyanlar ve İngilizler

Özkan* haklı, tabii İtalya hariç..

Çünkü son 25 senede Çizme’den gelen 11 farklı takım da, toplamda 23 defa, en az bir yarı final görmüş ve 8 şampiyonluk kazanmış, 3’ü birbirlerine karşı 14 defa final oynamış..

Ama bütün televizyon kanallarının en çok izlenen kanal olmasını sağlayan istatistiği burada da amaca uygun kullanmak mümkün; bu yarı final, final, şampiyonluk muvaffakiyetlerinin takriben yarısı Inter’e ait..

Şampiyonlar Ligi’nin, yani A sınıfının kalabalıklaşmaya başladığı dönemde Serie A’da oluşan B takımı profili genellikle, beklenmedik bir anda sükse yapıp üst sıraları zorlayan sürpriz takımlar ve kadro kalitesine yakışmayacak düşüşler geçiren büyük takımları kapsıyor. Bu B sınıfı bizim için önemli, çünkü bunlar genelde UEFA Kupası’na katılıyor. Bunun hemen öncesinde zaten, yukarıda bahsettiğimiz üzere, gedikli Inter var..

İtalyanlar’ın bu kupada hakimiyetlerini yitirdiğini göreceğimiz son üç sezona bakalım..

2002/2003

İtalyanlar kupaya 3 takımla başladı. Hiçbiri ön eleme oynamayan bu takımlardan lig beşincisi Chievo, kupayı başladığı yerde Kızılyıldız’a elenerek bitirdi.. Kupa finalisti Parma ise bu turda CSKA Moskova’yı eledi ama ikinci turda Wisla’ya uzatmalarda yediği iki golle boyun eğerek kupaya veda etti. Lig altıncısı Lazio, çeyrek finalde tarihinin en iyi Avrupa derecesini elde eden Beşiktaş’ı elese de, yarı finalde şampiyon Porto’ya kolay teslim oldu. Geçen yazıya gönderme yapalım; sezon, Denizlispor’un da dördüncü turda Porto’ya elendiği sezondur; Mourinho’nun Porto’suna canım..

2003/2004

Birinci tura Udinese, Parma ve Roma (Kupa finalisti)’nın yanında Intertoto’dan gelme Perugia takviyesiyle başlayan İtalyanlar, Udinese’yi hemen bu turda kaybetti. Üçüncü turda Şampiyonlar Ligi’nden Inter takviyesi geldi ama bu sefer de Perugia ve Parma gitti. Hem de Parma kime elendi derseniz, iki maçta da yenilerek Gençlerbirliği’ne... Kalanlardan da Roma bir sonraki dördüncü turda, Inter de daha bir sonraki çeyrek finalde elendi.

2004/2005

Lig beşincisi Parma, Lig yedincisi Udinese ve Kupa şampiyonu Lazio üçlüsüyle kupaya başlayan İtalyanlardan Udinese birinci turda, Lazio grup maçlarında (Son maçında Gençlerbirliği’ni eleyen Egaleo’nun yegane puanını almasını sağlayarak) elendi. Parma ise Beşiktaş’ın grubunda son maçta Beşiktaş’ı yenerek son 32’ye, uzatma golleriye Stuttgart’ı yenerek son 16’ya, Sevilla’yı eleyerek çeyrek finale, kılpayı Austria Wien’i eleyerek yarı finale kadar yükseldi. Ama şampiyon CSKA’ya 0-0’ın rövanşında 3-0 yenilerek kupaya noktayı koydu…

Gelelim bu sezona..

İtalyanlar kupaya 3 takımla başladılar: Lig beşincisi Sampdoria, lig altıncısı Palermo ve kupa finalisti Roma.

İlk turda Roma Aris’i, Palermo da Trabzon gazisi Anorthosis’i kendi evlerinde aldıkları farklı galibiyetlerle kolay geçerken, Sampdoria Setubal karşısında zor da olsa gülen taraf oldu.

Grup aşamsında Roma, içinde bulunduğu kötü duruma tezat, şeker gibi bir kura çekti ve Basel, Kızılyıldız, kendisinden daha iyi durumda olmayan Starsbourg ve G.saray’ı eleyen Tromso ile eşleşti. İşini kağıt üzerinde zora soktu görünse de grupta ikinci sırayı alıp bir üst tura yükseldi ve Şampiyonlar Ligi’nden gelme Brugge’un rakibi oldu.

Palermo; Espanyol, L. Moskova, Brondby ve Maccabi’nin arasında işi çok kolay gözükmese de, içerde ve dışarda eşit şekilde aldığı birer galibiyet ve birer berabeliğin ardından Espanyol ile kardeş payı yaparak grup lideri oldu ve üst turda Slavia ile eşleşti.

Garibim Sampdoria’ya gelince.. İlk maçta kendi sahasında Steau ile golsüz berabere kaldı, ikinci maçta Halmstad’ı deplasmanda 3-1’le geçti, üçüncü maçta içerde Hertha ile yine golsüz berabere kaldı ve final niteliğindeki Lens deplasmanında son dakika golüyle 2-1 kaybedince; dört maçta sadece bir gol atıp üç maçını 0-0 berabere bitiren Hertha’nın gerisinde kalıp elendi..

İtalyanlar Sampdoria kaybını, Şampiyonlar Ligi’nden gelen Udinese ile telafi ederek yine üç takımla yollarına devam edecekler. Udinese’nin rakibi ise ilahi adalet gibi; Lens..

İngilizler, bu son 25 sene hususunda bir hoş.. Nottingham Forest’in yarı finalde elenip, Tottenham’ın kupayı aldığı 1983-84 sezonundan, Galatasaray’ın kupayı aldığı 1999-2000 sezonuna kadar, tam 15 sene yarı finale takım sokamamışlar. Hepimizin çok iyi hatırladığı bu sezonda, klasik İngiliz futboluna biraz olsun aykırı işler yapan iki takımdan Leeds yarı finalde, Arsenal de finalde Galatasaray’a kaybetmişti. Sonraki sezon da kupayı, 4 sene sonrasının Avrupa Şampiyonluğu’nun altyapısıyla, bir başka aykırı takım Liverpool kazandı.

Aynı 15 senelik dönemin son üç sezonuna girilene kadar İngilizler Şampiyonlar Ligi’nde de “pause”ye basmış. 1996-97’nin yarı finalinde şampiyon Dortmund’a kaybeden Manchester, iki sene sonra dramatik finalin ardından Bayern’in adeta ağzının içinden kupayı almıştı; bunu herkes hatırlar.. Artık tedavülden kalkmış Kupa Galipleri’nde, 90’ların başında bir Manchester, bir de Arsenal zaferi var, gerisi keza aynı..

Ama bizim konumuz bu kupalar değil tabii. Son üç sezona bakalım:

2002/2003

Sezon, UEFA Kupası’nın ülke başına takım adedi bakımından kalabalık sayılabileceği bir sezondur. Şöyle ki, biz dahi bu sezonda bu kupanın ilk turunda, ikisi elenen beş takımla boy göstermiş bulunmaktayız.

İngilizler kupanın ilk turuna, ön elemede Avenir Beggen’i iç sahada sekizleyen Ipswich ve Intertoto’dan teşrif Fulham ile birlikte beş takımla girerler; diğerleri Chelsea, Leeds ve Blackburn’dür. Henüz Abramovic Rusya’dadır ya, Chelsea ilk turda Norveç ekibi Viking’e 2-1’in rövanşında 4-2 yenilerek elenir. Geri kalanlar nispeten kolay rakipleri güç bela geçip ikinci turu görürler..

İkinci turda, Blackburn Celtic’e kolay teslim olurken (Ne ayıp!) Ipswich Liberec’e penaltılarla elenir. Leeds ve Fulham, nispeten biraz daha zor rakipleri bu sefer kolay geçerler..

Üçüncü turda rakipler biraz daha zorlaşır, ama sıra yeniden teslimiyettedir, ayrıca Şampiyonlar Ligi’nden Liverpool takviyesi gelir: Leeds Malaga’ya, Fulham da Hertha’ya aynı neticelerle kılpayı kaybederlerken, Liverpool Vitesse’yi 1-0’lık çifte tarifeyle safdışı bırakır.

Liverpool, dördüncü turda Auxerre’i de iki maçta yenerek çeyrek finali görür ama karşısında, sonunda kupada final da oynasa, bundan ziyade iki İngiliz takımını elemekten memnunluk duyacak Celtic vardır; ve Celtic Liverpool’u, hemi de deplasmanda yenerek eler..

2003/2004

Kupanın ilk turunda, Ligi beşinci ve altıncı bitiren Liverpool ve Blackburn, FA Cup’dan gelen Southampton, Fair Play ödüllü Man. City ve Şampiyonlar Ligi eleme grubundan terk Newcastle beşlisi vardır. Southampton Steau Bükreş’e, Tugay’lı Blackburn da hatırladığımız üzere Gençlerbirliği’ne teslim olur ilk turda. Diğerleri aslında sağlam takımlarla eşleşmelerine rağmen rahatça ruru geçerler..

İkinci tur da Man. City’nin stop ettiği yerdir; o şeref de Polonya’nın Groclin Dyskobolia takımına aittir (Adını bir daha duydunuz mu, düzeltin beni, Kızılyıldız gibi bilindik bir şey çıkmasın, Crvena Zvezda kabilinden). Kalanlardan Liverpool, Steau karşısında Southampton’un hesabını zor da olsa görürken, Newcastle da Basel’i iki maçta yenerek yola devam eder.

İkili, üçüncü turda da fire vermez (Liverpool Levski’yi, Newcastle Valerenga’yı eler) ama dördüncü turda Liverpool Marseille’ya takılır. Newcastle ise Mallorca’yı iki maçta da ezer, çeyrek finalde PSV ile dengi dengine sayılabilecek iki mücadelenin ardından yine gülen taraf olur ama yarı finalde Liverpool’un daha önce Steau’ya yaptığını, Liverpool için Marseille’ya yapamaz..

Olsun yine de İngilizler kupada gitgide yükselmektedir..

2004/2005

Kupanın başında iki İngiliz takımı vardır, Lig Kupası’ndan M’brough ve yine Newcastle (Lig beşincisi).. Birinci turda sıradan rakipleri safdışı bırakan ikiliden Newcastle, Sochaux, Sporting, Panionios ve Dinamo Tiflis ile aynı gruba düşüp, 3 galibiyet 1 beraberlik ile lider olarak bir üst tura çıkarken (Bu beraberlik grubun da tek beraberliği ve içerde Sporting ile 1-1); M’brough da Villareal, Partizan, Lazio ve Egaleo’nun bulunduğu gruptan yine lider ama beraberlik yerine deplasmanda Villareal’e 2-0 yenilerek çıkmayı başarır..

İkili bu turu da beraberce geçtikten sonra, Round of 16’da M’brough, Newcastle’ın grupdaşı Sporting’e elenir, Newcastle ise Olimpiakos’u rahat geçtikten sonra çeyrek finalde karşısında yine yeni yeniden Sporting’i bulur ve haliyle elenir..

Evet, geldik bu sezona..

İngilizleri Kupa’nın birinci turunda üç takımla görüyoruz: M’brough, Bolton ve Şampiyonlar Ligi üçüncü ön elemesinden gelen (Villareal’e elendiler) yaralı Everton.. İlk ikisi zorlanmadan gruplara kalırken, Everton geçen sezonu mumla aratacağının ikinci sinyalini de verdi Dinamo Bükreş karşısında..

M’brough; Alkmaar, Litex, Dnipro ve Grashopers’dan oluşan nispeten kolay bir gruba düştü, ve bir önceki sezon gösterdiği performansı, hatta biraz daha iyisini tekrarladı; sadece deplasmanda Alkmaar ile berabere kaldı, gol de yemedi..

Bolton, zaten yakın bir yerdeydi; Beşiktaş’ın grubunda. İçerde güç bela, puan tablosunda arkasında kaldıkları Zenit’i yenmeyi başardılar ve bu onlara kendilerinden daha basiretsiz Beşiktaş’ın önünde bir üst tura çıkma şansı verdi..

Bu iki takımın genel vaziyeti de pek sürpriz değil: Avrupa arenasına yabancı Bolton, kendi liginde iyi giderken UEFA’da biraz şaşkın; şimdiki rakibi de bu alanda kendinden daha tecrübeli Marseille.. M’brough ise ligde düşme potasının hemen üstünde, alttakilerin kendisinden daha iyi takımlar olmamasına duacı sadece. Ama tecrübeli uluslar arası yıldızları sayesinde UEFA’da Bolton’dan daha iyi bir grafiği var ama rakibi de sanki buna göre, Stuttgart. Gerçi Stuttgart da İtalyan olmuş inceden, çok mu iyiler? Değiller..

Bir tespit: İngiliz takımlarından bahsederken devamlı aynı rakiplerin ismi geçip durmakta, İngilizler bazen birbirlerinin intikamını alırken, bazen de komik durumlar ortaya çıkmakta (Sporting örneğinde olduğu gibi)..

Evet, grup maçları Şampiyonlar Ligi’nde olduğu gibi tamamlandı. Bu demek ki, UEFA’dan torpilli misafirlerimiz var.. İlker Dalgıç’ın markajından benim kucağıma düşen 8 takım şunlar: Udinese, Schalke, Betis, Brugge, Lille, Rosenborg, Thun, Artmedia..

O halde bir sonraki yazıda genel değerlendirme ile beraber bu sekizliye bir parantez açalım.

Dipnot:

* Özkan kim? Almanlar ve İspanyollar hakkındaki yazıda Almanlar’a başarısız dediğimizi düşünüp, “İtalyanlar hariç, kim başarılı o zaman” diye soran arkadaş

10.02.2006

İngiltere'de Ara Transfer & Sezon Arası Tahminleri 2

MANCHESTER CITY

Gelenler: Albert Riera (Espanyol, kiralık), Georgios Samaras (Heerenveen, £6M), Matthew Mills (Southampton, açıklanmadı)
Gidenler: Robbie Fowler (Liverpool, bedava), Jonathan D'Laryea (Mansfield, bedava)

City’deki en önemli ara transfer hareketi, Joey Barton’ın takıma küsmesi oldu. Bu sene kendini aşan orta saha oyuncusu, yeni sözleşme imzalamayı ısrarla reddediyor ve çok güçlü bir ihtimalle sezon sonu takımdan ayrılacak. Aralarında Man Utd, Arsenal gibi büyük takımların da bulunduğu bir çakallar ordusu da Barton’ı göze kestirmiş durumda. Zamanında Tayland’da ve Manchester’da bulaştığı ırkçı kavgalar yüzünden de zaman zaman takımdan ayrılma noktasına gelmiş olan Barton, an itibariyle City’de istenmeyen adam ilan edilmiş durumda.
Fowler’ın verilip genç Yunan Samaras’ın alınması, Stuart Pearce’ın hücumda tempodan yana olduğunu kanıtlıyor. Genç stoper Matthew Mills ilerde takıma büyük faydalar sağlayabilir. Albert Riera ise yetenekli olduğu söylenen genç bir İspanyol sol kanat. Unutmadan, Shaun Wright-Philips’in geri alınma operasyonu son anda başarısızlıkla sonuçlandı. Barton olayı takımı çok etkilemeze City iyi formunu devam ettirir diyordum ki, City son maçlarda biraz sarsılmaya başladı.


MANCHESTER UNITED

Gelenler: Nemanja Vidic (Spartak Moscow, £7 M), Patrice Evra (Monaco, £5.5 M)
Gidenler: David Bellion (Nice, kiralık), Sylvain Ebanks-Blake (Royal Antwerp, kiralık), David Jones (NEC Nijmegen, kiralık)

Sir Alex Ferguson yeniden yapılanma operasyonunu bir türlü planlayamadı. Her ne kadar United kötü durumda sanılsa da bütün bunlara rağmen ligde hala 2. durumdalar. Silvestre’nin 7 yılık United kariyeri bu sene sonunda bitecek gibi. Büyük umutlarla alınan Vidic’ten uzun vadede Ferdinand’ın stoperde partneri olması bekleniyor. Sırp stoper ilk maçında Blackburn karşısında çok heyecanlıydı; United zaten o maçta 4 yedi. Fakat o kötü oyununda bile atletik, cesur ve güçlü oyunuyla ilerisi için olumlu sinyaller verdi. Bir başka defansif takviye Evra da, sezonu kapayan Heinze’nin eksikliği hissedilmesin diye alındı. Evra da ilk birkaç maçında kötü bir oyun sergilemedi.
Giggs, Heinze, O’Shea, Solskjær’le başlayıp uzayan sakatlık listesine Scholes da eklendi. Tecrübeli orta saha oyuncusu sağ gözünden ameliyat olacak ve sezon sonuna kadar yok. Keane’in de Celtic’e gittiği düşünülürse, United orta sahasının göbeği hakkaten sallantıda. Ara transferin son gününde Milan’lı Johann Vogel’i almaya çalıştılarsa da İtalyanlar son anda transferi iptal etti. Göbek şimdi Fletcher’la Richardson’a kalmış durumda. Mart’ın ortalarına kadar United’dan kötü performanslar beklemek hata olmaz.


MIDDLESBROUGH

Gelenler: Yok
Gidenler: Szilard Nemeth (Strasbourg, bedava), Abel Xavier (sözleşmesi feshedildi)

Steve McClaren, Eriksson’un tahtına kurulma hayalleri kuradursun, Middlesborough çok kötü durumda ve şu gidişatla küme düşmeleri çok kuvvetli ihtimal. Durumun farkında olan yönetim de McClaren’a tek kuruş para vermedi. Doping skandalına karışan Xavier zaten takımdan atılmıştı. Acilen toparlanamazlarsa Sunderland’le beraber Championship’i boylarlar.

 

NEWCASTLE UNITED

Gelenler: Yok
Gidenler: Laurent Robert (Benfica, free)

Sen git, 17 ayda 60 milyon £’ı harca, takımın küme düşmemeye uğraşsın. Üstüne para beklemek yüzsüzlük olur. Zaten bu yazının yazıldığı gün (yazı 1 hafta önce yazıldı) Souness’ın işine son verildi. Bu apayrı bir yazı konusu; o yazıya saklamak istiyorum.

 

PORTSMOUTH

Gelenler: Benjani Mwaruwari (Auxerre, £4.1M), Emmanuel Olisadebe (Panathinaikos, ücret açıklanmadı), Pedro Mendes, Sean Davis, Noe Pamarot (hepsi Tottenham’dan üçünün bonservisi toplam £7 M), Wayne Routledge (Tottenham, kiralık), Dean Kiely (Charlton, £750,000), Ognijen Koroman (Terek Groznyi, kiralık), Andres D'Alessandro (Wolfsburg, kiralık)
Gidenler: Laurent Robert (kiralık kontratı sona erdi), John Viafara (Real Sociedad, kiralık)

Ara transferin en hareketli menajeri Redknapp, Alexandre Gadyamak’ın 15 milyon £’ını olduğu gibi harcadı. Zimbabweli genç golcü Benjani, kulüp tarihindeki en pahalı oyuncu. Afrika Kupası’nda oynadığı gibi oynarsa kulübe önemli katkıda bulunabilir.
D’Alessandro ara transferin en büyük sürprizi oldu. Saviola gibi o da “geleceğin Maradonası” damgasını yiyip de kariyeri Avrupa’da çöküşe geçenlerden. Arjantinli, açıkça Dünya Kupası kadrosuna girebilmeyi hedefliyor ve bu amacı uğrunda çok kasacaktır.
Tottenham’dan alınan 3’lü takımda direkt oynamayabilir, daha çok kadroyu derinleştirme işlevi görüyorlar. Kiely ise kaleyi anında devralacaktır.
Bir de “gelemeyenler” var. Porto’lu Benny McCarthy, Portsmouth’u “hedefleri olmayan bir kulübe gitmem” diyerek reddetti mesela.
Tabii bu kadar transfer demek bambaşka, uyumsuz bir takım demek olacaktır. Oyuncuları satın almak işin kolay kısmı, onlardan bir takım yaratmak ise zor tarafı. Portsmouth’un küme düşmemesi için ufak çaplı mucizeler gerekiyor.

 

SUNDERLAND

Gelenler: Kevin Smith (Leeds, bedava), Rory Delap (Southampton, bedava)
Gidenler: Mart Poom (Arsenal, bedava), Alan Stubbs (Everton, bedava), Carl Robinson (Norwich, £50,000)

Bana kalırsa Sunderland çoktan küme düştü bile. Paraları da olmadığından durumu iyice kabullendiler ve doğru dürüst transfer bile yapmadılar. Stubbs’ın Everton’a yollanması demek, menajer Mick McCarthy’nin havluyu attığı, küme düşmeden önce genç defans oyuncularını Premiership’te mümkün olduğunca pişirmek istediği anlamına geliyor.

 

TOTTENHAM HOTSPUR

Gelenler: Danny Murphy (Charlton, £2 M), Hossam Ghaly (Feyenoord, ücret açıklanmadı)
Gidenler: Pedro Mendes, Sean Davis, Noe Pamarot (hepsi Portsmouth’a gitti, toplam bonservis £7 M), Philip Ifil (Millwall, kiralık), Reto Ziegler (Wigan, kiralık), Wayne Routledge (Portsmouth, kiralık), Michael Brown (Fulham, ücret açıklanmadı)

Martin Jol, Spurs başında gerçekten takdire değer bir yönetim sergiliyor. Başarıyla gerçekleştirdiği yeniden yapılanma hareketi sonrası oluşan fazlalığı (Mendes, Davis, Pamarot, Ifill, Ziegler, Routledge, Brown) satarak ya da (özellikle gençleri) kiralayarak atmış oldu. Tabii bu noktada, Portsmouth’ın savurgan transfer stratejisi başlarına talih kuşu konmasından başka bir şey değildi.
Ara transferin bombalarından Danny Murphy, zatgen 2 sezon önce, Charlton’a gittiği sezon, aslında Tottenham’dan teklif almıştı. Ancak o zamanlar takımın başında kabiliyetsiz çalıştırıcı Jacques Santini vardı ve Murphy üzülerek Charlton’ı seçmişti. Transferi sonrasındaki ilk röportajında Jol’ü yere göğe sığdıramayan oyuncu, Tottenham’ın gücüne güç katacaktır.
Hossam Ghaly, Jol’ün 3 senedir takip ettiği, güçlü, Vieira-esk bir defansif orta saha oyuncusu. Hemşehrisi Mido’yla beraber uyumlu bir performans sergileyeceklerdir.
Yaptıkları doğru transferler ve ezeli rakipleri Arsenal’in kötü formu düşünüldüğünde, Tottenham bu sene lig 4’lüğünün en büyük adayı gibi gözüküyor.

WEST BROMWICH ALBION

Gelenler: Williams Martinez (Defensor, kiralık), Nigel Quashie (Southampton, ücret açıklanmadı)
Gidenler: Darren Moore (Derby, £500,000), Riccardo Scimeca (Cardiff, bedava), Rob Earnshaw (Norwich, £2.75 M), Lloyd Dyer (Millwall, bedava)

Gerçekten çok zor durumdalar. Ana hedefleri defansı sağlamlaştırmaktı. Uruguaylı Martinez, Defensor’un kaptanıymış ve Uruguay’da banko oynuyormuş. Esas hedef Ehiogu’yu Middlesborough bırakmadı. Geçen sezon takımı küme düşmekten kurtaran Galli oyuncu Earnshaw artık yok, onun yerine Robson’ın büyük bir  güven duyduğu Nigel Quashie alındı. Kanu da Afrika Kupası dolayısıyla uzun süre yok. Ben WBA’nın küme düşeceğine yürekten inanıyorum.

WEST HAM UNITED

Gelenler: Dean Ashton (Norwich City, £7.25 M), Yaniv Katan (Maccabi Haifa, £100,000), Lionel Scaloni (Deportivo la Coruna, kiralık)
Gidenler: David Bellion (kiralık oynuyordu), Moses Ashikodi (Rangers, bedava), Tomas Repka (Sparta Prag, bedava)

Dean Ashton gibi isimsiz bir golcüye 7 küsür milyon £ ödemek büyük kumar. Pardew Ashton’dan çok şey bekliyor olmalı. Yaniv Katan, Benayoun’un tavsiyesi üzerine alınmış genç bir İsrailli stoper.
Tomas Repka’nın ailevi nedenlerden dolayı ülkesine geri dönmesi üzerine son anda Deportivo kaptanın Scaloni kadroya dahil edildi (çok yerinde transfer). Scaloni bu sezon Deportivo’da fazla şans bulamıyordu. Zaten beklenilenin üzerinde bir sıralamada yer alan West Ham, Ashton aşısı tutarsa çok daha iyi yerlere gelebilir, ki bu aşı tutacağını, İngiliz U21 golcüsünün Hammers’la ilk maçında ilk golünü atmasıyla gösterdi.

WIGAN ATHLETIC

Gelenler: David Thompson (Blackburn, bedava), Neil Mellor (Liverpool, kiralık), Reto Ziegler (Tottenham, kiralık), Paul Scharner (Brann Bergen, £2 M)
Gidenler: Yok

Paul Jewell, kesinlikle bu sezonki “yılın menajeri” ödülünü almalı. Dar kadrosuyla ligde 5. sırada bulunan, Carling Cup’ta finale çıkan Wigan’a ara transfer dönemi ilaç gibi geldi ve sakatlıklarla başı dertte olan takım adeta “nefes aldı.” Yeni transferlerden Thompson, Mellor ve Ziegler’in hepsinin birden ilk maçlarında gol atması ise Jewell’a duymamız gereken hayranlığı ikiye katlıyor.
David Thompson, Liverpool’dan yetişme, çok kalite bir oyuncu. Blackburn’deki 2 sezon boyunca sakatlıklar ne yazık ki yakasını bırakmadı. Scharner, Avusturyalı bir “dev” ve takıma güç, dayanıklılık, hava hakimiyeti katıyor. Ziegler’le sezon sonuna kadar doğal sol bek açıklarını kapattılar. Ne diyeyim, gerçekten helal olsun... İnşallah Avrupa kupalarına katılma vizesi alacaklar.

8.02.2006

Ümit Özat Gibi Bir Baba İstiyorum!!!

Babam bu yazıyı okusa çok sinirlenirdi ama kinaye her zaman ilgi çekici olmuştur.



Hayal edin ey futbol oyununa gönül verenler…



Babanız Fenerbahçe gibi güzide bir futbol takımımızın iki kelimeyi bir araya getirebilen sadece bir araya getirmek ile kalmayıp “evet keşke Fenerbahçe gibi bir takım Alex’e bağlı olmasa” gibi içten ve dürüst cevap verebilen kaptanı. Bu kaptan ki, Barcelona maçında kendinden yaşça bir hayli küçük Saviola’ya topu kalecisine geri pas verirken kendi yavaşlığından dolayı kaybedip şampiyonlar liginin en komik gollerinden birinde başrol oynadı. Bu kaptan ki, takımın daha önceki kaptanının yediği meydan dayağına şahit olup bu göreve talip oldu. Bu kaptan ki, kendi oynadığı asıl mevki spor uleması tarafından bile unutuldu. Bu kaptan ki, sağ ayağının dışı ile ortayı sol ayağının zayıflığından dolayı baya geç yaşlarda icat etti. Bu kaptan ki, toplumun çoğunluğunun bulunduğu bir dini sınıfın karşısındaki sınıftan geliyor. Bu kaptan ki, takımın kendinden milyon dolarlar fazla alan süper yıldızı ile her maç öncesi ısınıyor ve genellikle boş mukaveleye imza atmışlar kontenjanından. Bu kaptan ki, kaydırıldığı her mevkide milli takıma seçilme başarısı gösterebilmiş. Bu kaptan ki, seçilmekle kalmamış kaptanlığını bile yapmış ulusal takımın. Bu kaptan premier ligde bir takımın kaptanı olsaydı ayakta alkışlardık, ama o kaptanın ismi Ümit Özat olunca işler değişiyor.



Böyle bir azim Sergen’de %10 oranında olsaydı, Sergen mor-beyaz bir forma içinde salınırdı yeşil sahalarda. Samsunsporlu Celil yerden orta yapamadığı için topu kaldırma hareketini icat etti ama Ümit hem yerden hem de ters ayakla orta yapıyor. Bu da yetmiyor sağ ayağının dışını kullanıyor. Bu kendini geliştirme örnek gösterilmeli ama biz bunu Ümit’in şaşılığına bağlıyoruz. Evet Ümit şaşı, evet Ümit’in şivesi bozuk, evet Ümit şükrü Saraçoğlu’nda çok hezimet gördü ve görmeye de namzet. Ama Ümit bunların hepsine ve daha fazlasına gönüllü olmuştu ve sessiz ve derinden bu işlerin nasıl yapılacağını efkar-ı umumiye’ye gösteriyor. Ey halkım al bu kaptanına sahip çık. Bu kaptan hakeme takım içinden itirazı kesiyor. Ama bunu Bülentler gibi bırakın ben ederim anlayışı ile değil “bırakın yapmayalım” mantığı içinde yapıyor. Bu kaptan gayet dürüst beyanatlar veriyor. Başkanın hoşuna gitmeyeceği umurunda olmaksızın ve o başkanın dövdürdüğü halefi ile aynı antrenman sahasında koştururken veriyor bu beyanatları. Ama biz bu kaptanı hem adı Ümit hem de şaşı diye taktirden çok uzaktayız.



Ben de Ümit’in yaptığı her kötü ortadan sonra çıldırıyorum ben de “Sparta Prag’ı, Sparta’da yenecek güce sahibiz” beyanatına kahkahalarla güldüm. Ama şu bir gerçek ki üstündeki forma sarı lacivert değil kıpkırmızı bir Manchester forması olsaydı düşünürdük takdir etmek için ama yazık ki kaptanın forması sarı lacivert.



Bazı oyuncular böyle özellikleri ile ön plana çıkar ama Ümit hala medyanın örnek gösterdiği bir futbolcu değil. Belki onunda antrenörken bir tekme atması bekleniyor, “aaa Ümit’te ne efendi adamdı keşke yapmasaydı” dememiz için.



Ümit Özat’ın oğlu babanla gurur duy ama her evlattan biraz daha fazla çünkü o tarihe geçmeyi hak ediyor. Bir kaptanın nasıl olması gerektiği konusunda ince ince dersler vererek.

6.02.2006

Afrika Cephesi

Dünya Kupası’na ve ÖSS’ye 4.5 ay kala Dünya Kupası takımlarını değerlendirmeye devam etmek için bilgisayarın başına oturduğumda, baktım yetiştiremeyeceğim, bütün takımları ayrı ayrı yazmaktansa sadece favorileri ayrı değerlendirmeyi, diğer takımları da grup halinde vermeyi uygun gördüm..
İlk olarak da Afrika’dan turnuvaya katılan takımları ele alalım.. Şu anda devam eden Afirka Kupası nedeniyle bu takımlar hem gündemdeler hem de izleme şansımız mevcut..

Gerçi artık izleme şansımız kalmadı.. Çünkü Dünya Kupası elemelerinde olduğu gibi Afrika Uluslar Kupası’nda da sürprizler oluyor.. Dünya Kupası’na katılan hiçbir takım yarı finale kalamadığı gibi, Afrika’nın üstün güçleri Nijerya ve Kamerun da elendi.. Kalan takımlar da Gine, Senegal, Kongo ve ev sahibi Mısır.. Düşünüyorum da Afrika hakikaten futbolda bayağı gelişti.. Bugün Türk Milli Takımı’nı yenebilecek bir ton Afrika takımı sayarım gibime geliyor..

Neyse fazla uzatmadan 2006 Almanya’ ya katılacak Afrika takımlarına kısaca bir bakalım..


FİLDİŞİ SAHİLLERİ


Benim ve çoğu kişinin sürpriz adayı olan Fildişi Sahilleri hakikaten çok iyi bir kadroya sahip.. Henri Michel’in kontrolündeki Afrika’nın yeni aslanları, Arjantin, Hollanda, Sırbistan-Karadağ ile bu Dünya Kupası’nın ‘Ölüm Grubu’ na düşmesine rağmen eğer potansiyellerini sahaya yansıtabilirlerse gruptan çıkabilirler.... Takımın yıldızı Dünya Kupası’nın da gol kralı adaylarından Didier Drogba… Partneri ise PSG’de ciddi takip etme fırsatı bulduğum ve çok beğendiğim Bonaventure Kalou.. Kardeşi Feyonoord oyuncusu Salomon Kalou da forvet için bir aday ama Afrika Kupası’nda kadroda yoktu.. Ayrıca yine Hollanda’da PSV forması giyen genç Arouna Kone de forveti zorlayacak..
Fildişi Sahilleri’nin göze çarpan başlıca özelliği takımın oyuncularının tıpkı Senegal’de olduğu gibi Fransa Ligi’nde forma giymesi.. Bunlardan biri Lens’li Dindane.. Orta saha da iki solak Auxerre’li Akale ve Nantes’lı Yapi Yapo da kaliteli isimler.. Saint-Etienne’li Didier Zokora da orta saha da forma adaylarından.. Defansta ise Marsilyalı Abdoulaye Meite var… Defansın belkemiği tabii ki Arsenal’li Kolo Toure
Fildişi Sahilleri, daha bir çok yetenekli ve genç oyuncusuyla kupada sürpriz yapmaya adav ve Afrika’dan katılanlar arasında en iyi gibi gözüküyor.. En büyük sorunları kalede.. Eğer kalede de sorun yaşamazlarsa bir
çeyrek final oynamaları beni şaşırtmaz..


GANA


Gana’nın en iyi yeri orta saha’nın ortası elbette.. Bu mevkii de Dünya’nın en iyilerinden Chelsea’li Essien ve onun kadar iyi olmasa da Avrupa çapında diyebileceğimiz Fenerbahçeli kaptan Stephan Appiah var.. Bu iki oyuncunun da ortak özellikleri, defansif nitelikli olmaları ve hayatlarının özel uçaklarda geçmesi..
Gana‘da bir başka tanıdık isim eski Bayern Münih’li, şu an Roma’lı Samuel Kuffour.. Milli Takım’a geri dönen Kuffour defansı toparlayacaktır.. Böyle olunca da zaten dmc’leri iyi olan Gana zor gol yiyecektir..Takıma baktığımızda Dortmund’lu Mathew Amoah ve Vitesse’li Abubakari Yakubu haricinde bırakın ünlü bir ismi tanıdık bir isim bulmak bile çok zor… Ve bu şartlar altında İtalya, Çek Cumhuriyeti ve ABD’nin bulunduğu gruptan çıkmaları çok zor.. Teknik Direktörü Ratimor Dujkovic’in işi çok zor..


TUNUS


Teknik direktörlüğünü Roger Lemerre’in yaptığı, Suudi Arabistan, İspanya, Ukrayna ve ile aynı gruba düşen Tunus fena bir kadroya sahip değil… Yıllardır Dünya Kupalarına katılan ama pek bir şey yapamayan Tunus bu kez grubun da kolay olması ile bir ihtimal 2. Tur görebilir.. Takımın yıldızları Ajax’lı sağ bek Hatem Trabelsi, ülkemizden de tanıdığımız Troyes’da oynayan Jaziri ve Tunus’un Zidane’ı denilen eski PSG’li şimdi Guimares’li Selim Benachour.. Lens’li Jemaa forvette, Bolton’lı Jaidi defansta ve Glasgow’lu Namouchi de orta sahada takımın diğer demirbaşları.. Bir çok oyuncusu Avrupa’nın önemli liglerinde oynayan Tunus’ta Kais Ghodbane ve Anis Ayari Samsunspor’da, Bouazizi de Kayseri Erciyesspor’da forma giyiyor.. Kalecileri Ali Boumnijel ise Dünya Kupası’nda kırk yaşında olacak eğer oynarsa ve turnuvanın en yaşlı oyuncusudur herhalde.. Zaten kendisini bir çok Dünya Kupası’ndan, en azından çıkartma albümlerinden tanıyoruz…


TOGO VE ANGOLA

Bu iki takım hakkında söyleyecek pek bir şeyim yok açıkçası.. Zaten bu iki takım hakkında bir şeyler söylecek adam , futbol olayını aşmıştır.. Çünkü bırakın yıldızları, tanıdık oyuncu bile bulamıyorsunuz bu takımlarda.. Togo, Fransa, İsviçre ve Güney Kore ile aynı gruba düştü ve her ne kadar grup zayıf da olsa Stephen Keshi’nin yönetiminde yeni Arsenal’li Adebayor’un liderliğinde pek bir şansları yok gibi.. Zaten site editörü İlker Dalgıç’ın yazısında okduğumuz üzere Adebayor kendini takımın üstünde görüyormuş ve takım içinde bir sorun olması muhtemel.. Zaten zayıf bir takım olan Togo bir de sorunlu bir takım olursa gol atma ihtimali bile olmayabilir..

Angola’nın durumu ise daha vahim..
Antrenörleri Luis Olivira Gonçalves ve takımın yıldızı Benfica’lı Pedro Manuel.. Teknik Direktörü Angola’lı olan, (zayıf ülkelerde pek görülen bir şey değil bu nedenle takdir ettim) oyuncularının çoğu Angola liginde oynayan, bayrağında komünist semboller bulunan (okuduğum kadarıyla 91’de komünizmden ayrılmışlar ama o bayraklarını tam olarak çözemedim) bulunan, kısacası ezilenleri takımı Angola.. Şimdiden Dünya Kupası sonunculuğuna adaylar her Dünya Basketbol Şampiyonası’nda olduğu gibi.. Oynayacağı maçlar çoğu kişinin ilgisini çekecek olan Angola’nın alacağı puan ya da puanların Dünya Kupası’nın sürprizi olması kuvvetle muhtemel.. Her ne kadar Dünya Kupası’nın en zayıf grubunda da yer alacak olsalar (Portekiz, Meksika, İran) 2006’nın ezileni Angola gibi.. Bu yazıyı okuyacak bir Angola’lı yoktur herhalde…(umarım)

Evet, Dünya Kupası’nın Afrika Cephesi bu şekilde… Bir daha ki yazıda içerik değişikliği yapıp, stadyumlardan ve Dünya Kupası Tarihi’nden söz edebilirim.. Şimdilik Hoşçakalın.

4.02.2006

İngiltere'de Ara Transfer & Sezon Arası Tahminleri - 1

ARSENAL
Gelenler: Abou Diaby (Auxerre, £3.5 M), Emanuel Adebayor (Monaco, £7 M), Theo Walcott (Southampton, £5 M - 12£ M’ a kadar çıkabilir), Mart Poom (Sunderland, bedava)
Gidenler: David Bentley (Blackburn, açıklanmadı), Quincy Owusu-Abeyie (Spartak Moskova, açıklanmadı), Jeremie Aliadiare (Wolves, kiralık)
Arsene Wenger’in çıldırdığını düşünebilirsiniz; ben düşünüyorum. Henry’i de Vieira gibi kaybetmenin eşiğindeler. Henry, takımın kendi sportif başarı hedeflerine ayak uydurması gerektiğini mazeret göstererek sözleşmesini yenilemeyi ısrarla reddediyor. Ocak ayı, Wenger için Şampiyonlar Ligi vizesini yakalamak ve Henry’i kaybetmemek adına takviye yapacağı son şanstı. Ara transferlerin en suskun menajeri bu sezon patladı. Diaby, tamamen yeni Vieira olsun diye alındı, Fransa U19 kaptanı, kendisini önceden izlemiş İlker Dalgıç’a göre de Vieira’nın genç bir kopyası. Sezonun ilk yarısı boyunca fiziksel açıdan “pataklanan” Arsenal’e iyi gelecektir. Emanuel Adebayor, Arsenal’de yıllardır görmediğimiz, görmek istediğimiz uzun boylu, hava toplarında etkili santrafor tipi. 21 yaşında, genç ve Şampiyonlar Ligi tecrübesi var.
Theo Walcott, Rooney’den sonraki en sansasyonel İngiliz genç yetenek. 16 yaşındaki oyuncu,13 yaşına kadar hiç futbol oynamamış, ancak 100m’yi 11 saniyenin altında koşabiliyor! Tarzları da Rooney’den çok farklı, Walcott daha yumuşak, hıza ve tekniğe dayalı bir oyun tarzına sahip. Kanatlarda ve forvette oynayabiliyor. Walcott’ın en büyük idolü Thierry Henry ve oyuncu tam bir Arsenal fanatiği. Bir takımda 2 Henry fikri tabii ki korkutucu ancak Walcott daha 16 yaşında ve Arsenal oyuncusu olmanın getirdiği sorumluluğu kaldırıp kaldıramayacağı belirsiz. 35M €’luk balon Reyes örneğine baktıkça iyimser olmak daha da zorlaşıyor. Quincy Abeyie için de “bu güce, bu hıza bu kadar teknik fazla, 2 seneye kadar Henry’i keser” yorumları yapılıyordu. Ancak oyuncu takıma uyum sağlayamadı, 23 maçta 2 gol atabildi ve Spartak Moskova’ya satıldı.
Diaby, Adebayor, Walcott, Fabregas, van Persie, Reyes, Senderos, Eboue, Larsson,... Bu gencecik oyuncuların takıma kısa vadede katkı yapması bence imkansız. Wenger her ne kadar her demecinde bu takımın önümüzdeki aylarda patlama yapacağına inandığını söylese de art arda alınan yenilgiler (en son West Ham’a Highbury’de 3-2 kaybettiler) aksini söylüyor. Bu gidişle Henry de Barça’ya gidecek gibi. Acaba Wenger geleceğe yatırım yapmaktan vazgeçip “şimdiye” mi yatırım yapsaydı?
Bu kadar iddialı konuşuyorum; Arsenal’i 2 tane gerçekleşmesi %50 ihtimalli akıbet bekliyor. Ya bu gencecik, körpecik, Henry üzerine kurulu takım kolej havasını yakalayıp adam olacak ve önümüzdeki sezondan itibaren 60 000 kişilik yeni stad Ashburton Grove’da yeni bir efsanenin başlangıcına tanık olacağız, ya da Newcastle gibi battıkça batacaklar. Ortası yok.

ASTON VILLA

Gelenler: Yok
Gidenler: Eirik Bakke (Leeds, kiralıktı), Stefan Postma (Wolves, bedava), Wayne Henderson (Brighton, £35,000)
Çok söze gerek yok. Zaten parasal açıdan çok zor durumdalar. Bu sene küme (büyük ihtimalle) düşmeyecek olmaları bile çok iyi bir olay. Zaten dar olan kadroları daha da daraldı. Allah O’Leary’e sabır versin. Eee nerde zamanında Leeds’te bulup da kıymetini bilemediği bolluk?

BIRMINGHAM CITY

Gelenler: Chris Sutton (Celtic, bedava), Martin Latka (Slavia Prag, kiralık), DJ Campbell (Brentford, £500,000)
Gidenler: Walter Pandiani (Espanyol, £1M), Njazi Kuqi (Blackpool, kiralık), Andrew Barrowman (Walsall, bedava)
Steve Bruce, ara transferde forvetini güçlendirdi. Chris Sutton, ada futbolunda gerçekten büyük bir isim ve Birmingham’da oyun bundan sonra onun üstüne kurulacak. DJ Campbell çok enteresan bir oyuncu. 24 yaşındaki forvet, 2 sene öncesine kadar part-time futbol oynuyordu. Depo işçiliğinden 2 sene önce Brentford’a geçerek kurtulan oyuncu buradaki performansıyla Premiership’e kadar yükseldi. Bruce, Campbell için “Gelecekteki Ian Wright bile olabilir. Çok atletik, çok yetenekli, bir o kadar da ham bir oyuncu. Her şeyden önce, 2 sene öncesine kadar şafakta kalkıp depoya işe giderken, bugün sevdiği iş için kendisine para verilmesi onun için bir rüya gibi olmalı. Her şeyden önce futbol oynamaktan zevk alıyor. Bu çocuk zaten her basın demecinde futbolu ne kadar sevdiğini anlatıyordu, bence iyi bir kumar oynadık.” yorumunu yaptı. Çek stoper Latka’nın nasıl bir katkı yapacağı ise belirsiz. Oyuncunun kiralık kontratında “sezon sonunda Birmingham’a satışına öncelik verilir” yazıyor.
Walter Pandiani ise Premiership’in harcadığı en önemli yeteneklerden biri olabilir. “El Rifle” Deportivo’daki müthiş performansını Ada’da sergileyemedi ve La Liga’ya geri döndü.

BLACKBURN ROVERS

Gelenler: David Bentley (Arsenal, açıklanmadı), Florent Sinama-Pongolle (Liverpool, kiralık), Martin Olsson (Hogaborgs, bedava)
Gidenler: Matt Jansen (Bolton, bedava), David Thompson (Wigan, bedava), Garry Flitcroft (Sheffield United, bedava), Andy Taylor (QPR, kiralık)
Mark Hughes, bu sezon Rovers’ın başında gerçekten çok iyi bir performans sergiliyor. Dar ama kenetlenmiş bir kadrodan yana olan Galli çalıştırıcı, kadrosunda düşünmediği 3 oyuncudan “kurtuldu.” Arsenal’den yetişme, teknik bir forvet olan Bentley, geçen sene zaten Norwich’te parlamıştı. Hughes, genç oyuncuyu çok beğenmiş olacak ki bonservisini aldı. Fowler’ın gelişinden sonra geleceğini başka yerde arayan Sinama ise sezon sonuna kadar kiralandı. Blackburn bu performansıyla UEFA kupasına katılma hakkını kazanırsa şaşırmayalım.

BOLTON WANDERERS
Gelenler: Matt Jansen (Blackburn, bedava), Oscar Perez (Cordoba, bedava)
Gidenler: Martin Djetou (sözleşmesi feshedildi), Fabrice Fernandes (sözleşmesi feshedildi).
Transfer yapmaktan çok hoşlanan Big Sam, bu ara transferi sessiz şekilde geçirdi. Kimine göre para yok, kimine göre de artık Şampiyonlar Ligi vizesini hedefleyen bir takımın ilerleyişinin bir göstergesi transfer yapmamak. Matt Jansen, sıkıntı çektikleri yaratıcılık ve gol yolları konusunda çok yardımcı olabilir mi bilemem. Ancak eğer lig 4.’lüğünü kaçırırlarsa bu sene takviye yapmamalrına çok yanacaklar. Zira takımın Okocha, Jaidi, Fadiga gibi önemli isimlieri Afrika Kupası nedeniyle uzun süre uzakta olacaklar.

CHARLTON ATHLETIC

Gelenler: Marcus Bent (Everton, £2.5 M)
Gidenler: Dean Kiely (Portsmouth, £750,000), Danny Murphy (Tottenham, £2 M), Jonatan Johansson (Norwich, kiralık)
Alan Curbishley, ilerideki “Bent”’lerini 2’ledi. Atletik ve güçlü bir oyuncu olan Marcus Bent, Darren Bent ile birleşip Charlton’ın hücumunu zenginleştirecektir. Zaten 2 hafta önce yeni takımıyla ilk maçında Chelsea’yegol atmayı başardı. Danny Murphy, ligin ilk yarısının önemli bir kısmında takımı adeta çekip çeviren saha içi lideriydi. Ancak Curbishley’le ettiği kavga sonucu takımdan kesildi ve bence çok ucuz bir ücrete Tottenham’a kaybedildi. İleride Murphy’nin yokluğunu çok hissedeceklerdir. Sezon boyunca 3 kalecisini de zaman zaman kullanan Curbishley, Kiely’i Pompey’e sattığına göre, Charlton’da sezon sonunda bir kaleci transferine kesin gözüyle bakabiliriz. Sezonu yine küme düşme hattının üstünde, Avrupa klasmanının da altında bitirirler.

CHELSEA

Gelenler: Maniche (Dinamo Moskova, kiralık)
Gidenler: Wayne Bridge (Fulham, kiralık)
Mourinho, Ocak’ta riske girmedi. Sakatlığı nedeniyle uzun süredir ilk 11’de şans bulamayan Bridge’i Fulham’a yollaması çok doğru bir karar. Gallas, Del Horno’nun yokluğunda bu pozisyonda sırıtmadan oynayabiliyor. Shaun Wright-Philips’in fos çıkmasından sonra sağ kanadı iyileştirmek için Maniche sezon sonuna kadar kiralandı. Maniche, Porto’dan eski hocası Mourinho’nun çok yakından tanıdığı bir isim; hem beğenilmediği takdirde bile kiralık olduğundan gönderilebilir. Chelsea, lig şampiyonluğuna ulaşmakta olan kadrosunu bozmamakta kararlı.

EVERTON
Gelenler: Alan Stubbs (Sunderland, bedava)
Gidenler: Marcus Bent (Charlton, £2.5 M), Per Kroldrup (Fiorentina, £3 M)
2 hafta önceki yazımda yazdıklarım doğru çıkmış olacak ki, Everton, yeni kadrosyula ritmini nihayet yakaladı. 4 maçtır kazanıyorlar. Bu çıkışı bozmamak için bu ara transferde fazla değişikliğe gitmediler; biraz para kazandılar sadece o kadar. Sezon başından beri bir işe yaramayan Kroldrup Fiorentina’ya satıldı, oyuncudan 2 M£ zarar edilerek kurtulmuş olundu. Forma şansı bulamayan Bent de satılarak kulübe biraz para girmiş oldu. Stubbs’ın sene başında Sunderland’a satılmış olması defans dengelerini çok sarsmış olacak ki bu güvenilir ve lider oyuncuyu bedavaya geri aldılar. Çıkışları sürecek.

FULHAM

Gelenler: Simon Elliott (Columbus Crew, bedava), Antti Niemi (Southampton, £1 M), Wayne Bridge (Chelsea, kiralık), Michael Brown (Tottenham, açıklanmadı)
Gidenler: Liam Fontaine, Adam Green (ikisi de Bristol City’e, kiralık), Zesh Rehman (Norwich, kiralık)
Coleman, bu sene kısıtlı kadrodan atak oynamaya çalışan, genç, dinamik ama küme düşme hattının ancak biraz üstünü hak eden bir Fulham yarattı. Antti Niemi, Premiership’in en iyi kalecilerinden; o mevkideki sorun çözüldü. Simon Elliott, savaşçı ve cesur bir orta saha; Coleman’ın ABD’deki scouting’inin son ürünü. Yine savaşçı ve güçlü bir orta saha oyuncusu olan Brown, sık sık sakatlanan Legwinski’yle beraber orta sahayı toparlayacaktır.
Wayne Bridge, uzun süredir sakat olduğundan Chelsea’de hiç süre alamaz olmuştu. Fulham’a kiralanmış olması iki takımı da, oyuncuyu da çok mutlu edecek. Bridge, taşınmak zorunda kalmadan (Fulham da bir Londra takımı) Fulham’da formunu bulacak, kim bilir belki 2006 Almanya’ya gidecek İngiltere kadrosundaki yerini geri bile kazanacaktır. Fulham da, tıpkı Charlton gibi, sezonu küme düşme hattıyla InterToto arasında bir yerde bitirecektir.


LIVERPOOL

Gelenler: Jan Kromkamp (Villarreal, değiş-tokuş), Daniel Agger (Brondby, £5.8 M), David Martin (MK Dons, açıklanmadı), Paul Anderson (Hull, değiş-tokuş), Robbie Fowler (Manchester City, bedava)

Gidenler: Josemi (Villarreal, değiş-tokuş), John Welsh (Hull, değiş-tokuş), Florent Sinama-Pongolle (Blackburn, kiralık), David Raven (Blackpool, kiralık), Mark Gonzalez (Real Sociedad, kiralık)

Rafa yine yaptı yapacağını. Anfield’ın tanrısı, Robbie Fowler, Liverpool’a geri döndü. Benitez Fowler için: “Bu kulübü çok seven, kadrodaki oyunculara örnek olmabilecek bir oyuncu. Premiership kariyeri bize söyleyecek çok şey bırakmıyor. Değişik tipte bir forvet ve bu kadroda değişik oyunculara ihtiyacımız var.” dedi. Fakat durum bu kadar basit değil; Fowler, kısa Leeds kariyeri ve City’de geçirdiği 2.5 sene sonrasında eski Fowler’dan çok uzakta. Daha yaşlı, daha şişman, daha yavaş... Yine de tribünleri galeyana getirebilir. Üstelik sözleşmesi bu sezon sonunda bitiyor; yani Liverpool’a fazla bir mali yük de getirmedi. Sezon sonuna kadar eski Fowler’a dönüşmek zorunda, yoksa Cisse, Morientes ve Crouch’tan formayı zor kapar.
Kromkamp-Josemi takası Villareal’le yapıldı. Josemi zaten İngiltere’de mutsuzdu. Kromkamp, zaman zaman Hollanda milli takımında da oynayan, istikbali parlak bir sağ kanat/bek.

Gözden kaçan, asıl önemli transfer, Hyypia’nın uzun dönemde varisi olarak alınan Danimarkalı Daniel Agger. Benitez, genç stopere çok inanıyor. Ancak bu inancında çok ısrar ederse Liverpool son 10 haftada yakalamış olduğu efsanevi defansif formunu kaybedebilir. Zira son Birmingham maçında Agger’e şans vermek için Carrragher’ı kesmesi olumlu sonuçlar doğurmadı. Finnan-Carragher-Hyyppia-Riise 4’lü defans bloğunun bozulduğu maçlarda Liverpool’a karşı bahis oynayabilirsiniz.

Mark Gonzalez ise Liverpool’da şans bulamamış, süper bir sol ayak. Sol açık oynayan genç Şilili, biraz daha pişsin diye Sociedad’a kiralık yollandı

3.02.2006

Madrid'de Güzel Günler

Bu haftasonumu da evde oturup LaLiga maçları izleyerek geçirdim.Cumartesi Bilbao-Getafe ve At.Madrid-Deportivo,Pazar ise Mallorca-Barça ve Celta-R.Madrid.Madrid takımlarının maçları oldukça zevkliydi açıkçası bu maçları kaçıranlar umarım zamanlarını daha güzel şeylere ayırdıkları için maçları izlememişlerdir.Daha güzel şeylerin ne olduğuyla ilgili de burada yorum yapabilirdim ama konumuzun dışında o yüzden bir şey söylemeyeceğim.

Vicente Calderon ,Pepe Murcia ile daha mutlu;Atletico Madrid iki kez önü geçip tekrar berabere düştüğü maçta üçüncü kez öne geçmeyi de bildi ve maçı kazandı.Yendiği takım da Deportivo,ligin kalbur üstü takımlarından.İki haftadır form grafiklerinde düşüşün gözlemlendi El-Turco lar,Madrid deplasmanında pek de iyi oynayamadılar ve kaybettiler.Atletico Madrid Murcia’nın göreve gelmesiyle daha derli toplu ve daha şanslı.Deportivo karşısında izlediğim Atletico bu sezonun en iyisiydi.Oldukça kötü goller yediler yine ne var ki hücumda etkili oldukları dakikalar fazlaydı.Solbekler ile ilgili yazı yazarken ismini zikretmediğim,İspanya milli takımında da görev yapan Antonio Lopez’in harika bir golünü izledik bu maçta.Atletico’ya hayat veren ise yine Maxi Rodriguez’di.Geçen hafta bir gol atıp bir de penaltı yaptıran Maxi,bu maçta da iki gol atarak maçı Atletico’nun kazanmasını sağladı.Atletico Madrid de defansın iyi olduğunu söylemek güç.Pablo’nun yanında Perea gibi bir istikrarsız oyuncu değil de çok daha güvenilir,risksiz oynayan bir stopere ihtiyaç var.İbagaza ve Petrov da kendilerinden istenilen,beklenen performanslarını ortaya koyabilmiş değiller.Atletico ile ilgili son sözüm Fernando Torres’e.Altın çocuk bu yıl oldukça kötü performans çiziyor.Takımının yükselişe geçtiği şu haftalarda onun yapacağı katkı çok önemli.Ayrıca Haziran ayında İspanya milli takımının ona çok fazla ihtiyacı olacağı kesin.

Atl.Bilbao’nun Getafe’yi 1-0 yendiği maçta ise Bilbao’nun müthiş oynadığından falan bahsedemeyeceğim ancak Bilbao’nun ligde kalan haftalarda zorlu bir mücadele içinde olacaksa da ligde kalacağı düşüncesindeyim.Barcelona Mallorca deplasmanında çok da zorlanmadan 3-0 kazandı.Ligde her sezon olduğu gibi kötü giden Mallorca yine son haftaları bekliyor olabilir toparlanmak için ne var ki bu durum beni bir hayli sıktı.Mallorca’nın kötü performanslarından gına geldi diyebilirim.Artık küme düşme zamanı geldi bu takımın diye düşünüyorum.Barçanın ise Real’in 15 maçlık kazanma rekorunu egale etmesine sadece bir hafta kaldı.Etoo nun olmaması takımı olumsuz etkilemişe benziyor.Uzun süredir takımda yer alamayan Larsson doğal olarak Etoo nun yerini dolduramıyor.Ronaldinho’nun da bir iki maçtır kötü oynadığını belirtmek lazım sanırım.Umarım bu durum Chelsea maçına kadar sona erer ve iyi bir Barça izleriz-Chelsea de son haftalarda çok başarılı değil-.

Ligin son sırasında yer alan Alaves de Malaga ve Mallorca’nın kaybettiği hafta da Sociedad’ı yenerek önemli bir üç puan kazandı.Alaves bu sezon ligde kalma mücadelesinin son haftaya kadar içinde olacak.Betis Osasuna’ya kendi sahasında bu sezon ki ilk mağlubiyetini yaşattığı maçı 2-0 kazandı.Betis çok kötü başladığı sezonda artık daha derli toplu.Gelecek haftalar onlar ligde daha üst sıralara taşıyacaktır diye düşünüyorum.Osasuna ise yeni yıla kötü girdi ve kötü devam ediyor.Bu ne kadar daha sürecek bilmiyorum ama her hafta sıralamada bir basamak aşağı iniyor.Osasuna gibi bir takımın La Liga’da şampiyonlar ligi vizesi alması hem çok zor hem de pek hoş değil.Lige kötü başlayan takımlardan Espanyol da geçen hafta Getafe karşısında aldıkları 5-0 mağlubiyetin ardından Malaga yı 3-1 mağlup etti.Espanyol da Betis ile aynı kaderi paylaşıyor aslında.Cadiz ile Racing Santander 1-1 berabere kaldılar.Bu iki takım da ligin gol atmayı pek beceremeyen takımlar,Bu maçtan 2 gol çıkması bile güzel.Valencia ise kendi sahasında Zaragoza karşısında son on dakikaya 2-0 yenik girdiği maçta önce Kluivert sonra da Aimar ile iki gol bularak maçtan bir puan çıkarmayı başardı.Zaragoza da son haftalardaki iyi performansına devam ediyor.Kupada da Barça’yı 4-2 yenmeyi başarmışlardı.Haftanın önemli maçlarından biri de Sevilla-Villareal maçıydı.Villareal son haftalarda biraz tutuk görünüyor.Özellikle deplasmandaki maçlarında iyi bir performans ortaya koyamıyor.Sevilla ise evinde üç maçtır kazanıyor.Sevilla’nın kendi sahasında kazandığı son üç maçta da rakiplerinin maçı onbir kişi ile tamamlayamadıkları dikkat çekici.

Son paragrafımı Real Madrid’e ayırmak istiyorum.Pazar gecesi haftanın son maçında Celta Vigo deplasmanında 2-1 lib bir galibiyet elde etti.Maç boyunca Celta Vigo inanılmaz gol pozisyonları bulmasına rağmen oldukça şansızdı.Real Madrid ise Celta nın aksine bir o kadar şanslıydı.Ocak ayında oynadığı dört maçta 10 puan alan Real Madrid ligde de üçüncü sıraya yükselmiş durumda.Yeni transferlerden Cicinho takıma önemli katkı sağlamaya başladı düşüncesindeyim.Cassano ise henüz hiç hazır değil.Bu sezon takıma ne kadar katkı sağlayacak bekleyip görmek gerekecek.