İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

23.06.2007

Segunda Liga

İspanya ligi sevenlerine merhabalar... Bu yazıda Segunda Division’ı ele alacağız, ardından da Primera Liga’daki sezon sonu ödüllerine bakacağız.

Ama önce gelelim Segunda Division'daki çekişmeye...
Sezonun son haftasına erken başlandı. Cuma günü oynanan maçta Ciudad Murcia Poli Ejido'ya kendi sahasında 1-3 yenilmekten kurtulamadı. Bir kaç hafta önce herkes bu maçın her iki takım açısından da kümede kalma maçı olacağını düşünüyordu ama iki takım da son haftaya gelene dek iyi sonuçlar alarak bu maçı rahat bir ortamda oynadılar. Víctor Salas bu maçta deplasman takımı adına iki gol kaydederek galibiyette pay sahibi oldu.

Cádiz ve Celta deplasmanda aynı skorla (0-2) galip gelerek işi şansa bırakmadılar.. İki takım, bu galibiyetlerle haftaya lider giren Alavés'le puanlarını eşitlediler. Alaves ise evinde 1-0 mağlup oldu.Bu skorla Cadiz Segunda Division şampiyonluğunu ilan etti. Yükselme mücadelesindeki diğer takım Eibar ise Racing Ferrol ile 1-1 berabere kaldı ve Yükselme potasının 3 puan gerisinde ligi tamamladı..

Cádiz son deplasman maçında komşusu Xerez'e konuk oldu. Xerez, bu sezonun iyi futbol oynayan takımlarından biriydi ve zorlu bir deplasmandı. Ama Cadiz, ilk yarıyı iyi bir futbol ve Oli'nin 25. dakikadaki golüyle 0-1 önde kapattı. Abraham Paz 2. yarının henüz 5. dakikasında penaltıdan skoru 0-2 yaptı. Golden bir kaç dakika sonra ev sahibi takımın defans oyuncusu Bajic oyun dışı kaldığında maç orada bitti. Cadiz rahat bir galibiyetle şampiyonluğunu ilan etti. Celta içinse Lleida maçı bu sezonun 2. finali idi. Xerez'i 1-3 yendikleri maçta cezalı oyuncu oynattıkları için 3-0 yenik sayılmaları onları korkutmuş ve morallerini bozmuştu. Taraftarlar içinse bu maç 2. kez şampiyonluk kutlaması oldu. Maça Federasyonun Xerez maçı için aldığı hükmen mağlubiyet ve 3 puanlarının silinmesi kararının şoku ile başlamalarına rağmen, Jandro'nun 43. dakikadaki golü onları rahatlattı. Oyuna 2. yarıda giren Jesús Perera 86'da skoru 2-0 yaptı ve Celta mutlu sonla Primera Division'a yükseldi...

Eibar sezonu yükselme potasının 3 puan gerisinde kapattı.Racing Ferrol'e karşı kendi evlerinde ummadıkları bir beraberlik aldılar. Llorente'nin ilk çeyrek sonunda attığı gol ile 30 dakika kadar yükselme potasının içinde olmalarına rağmen Cadiz ve Celta maçlarından gelen gol haberleri , ardından da 2. yarının başında kaptanları Karmona'nın penaltıya sebebiyet verip kırmızı kartla oyun dışı kalması tüm bu sevinci hüzne dönüştürdü. Mario Bermejo penaltıyı gole çevirerek Eibar'in hayallerini sona erdirdi. Alavés ise aynı dakikalarda şampiyonluğunu ve 2 yıl aradan sonra Primera Division'a dönüşünü bir Festival havasında kutluyordu. Sporting Gijón bu festival arasında 1-0 galip gelince Cádiz ikili gol averajı nedeniyle Şampiyonluğu kaptı.

Küme düşmeme mücadelesinde bir sürpriz olmadı ve son haftaya düşme potasında giren 4 takım küme düştüler..Yalnızca Cordoba takımı, oyuncuları ile sorunları olan Tenerifeyi deplasmanda 0-2 yenince kümede kalmak için umutlandı..Son sıradaki Pontevedra Salamanca'yı 4-1 ile geçerek puanları eşitledi.Bu maçta Pontevedra adına 3 gol penaltıdan geldi. Terrassa ise Málaga B yi tek golle geçerken gol Juan Carlos'dan geldi.

Recreativo Huelva'nın Primera Division umutları son haftada kırıldı.Zaten lige yükselmek için mucizeler, yani Nàstic'i 20 farkla yenmeleri ve sıralamada üstlerinde yer alan takımların yenilmeleri gerekliydi!. Durum böyle olunca da ortaya futbol adına güzel, bol gollü bir karşılaşma çıktı.Bu maçın bir ilginç yanı da birbirlerine rakip olan Begonia kardeşlerin her ikisinin de takımları adına birer gol atmasıydı . Valladolid ise zaten erken kapattığı sezonu Elche mağlubiyeti ile tescilledi ve köşesine çekildi.Sezonun son maçında, Almería Real Murcia yı Luna'nın ilk yarıda attığı golle 1-0 geçti.

Yazımıza La Liga'dan istatistiklerle son veriyoruz. İlerleyen haftalarda İspanya Ligindeki Transferleri değerlendiren yazılarla birlikte olacağız...

Pichichi Of The Season: (Gol Kralı)

Diego Forlan - Villareal / Manchester'de geçen günlerinin intikamını almak ister gibiydi... Son haftada Levante'ye 2 gol atarak Eto'o'yu geride bıraktı.

Zamora Of The Season ( En iyi Kaleci)

Çoğumuzun pek sevmediği (Ne günahı varsa!) Victor Valdes bu sezonun en iyi kalecisi ödülünü aldı. Kim ne derse desin VV bu sezon gerçek anlamda başarılıydı. Geçen sezonu sırf İspanyol olduğu için oynayan birine verilebilecek en anlamlı ödül bu olsa gerek.Valdes,Oynadığı 35 maçta kalesinde 25 gol gördü.

Villain Of The Season ( En Hırçın Oyuncu)

Pablo Garcia (Osasuna)29 Ceza puanı aldı. Ve 4 maçta takımındaki yerini alamadı.

White Stick Awards ( En iyi Hakem)

Megia Davila . İzlediğim maçlarda gayet iyiydi. Demek ki İspanyollar da öyle düşündüler...

Hoşçakalın!

10.06.2007

Unutulmaz Bir Gece

O iki maçın 90. dakikalarında olanlar olmasa, bugünkü yazımın başlığı başka olacaktı. Her neyse ki Raul Tamudo ve Nistelrooy son dakikada attıkları gollerle hem Messi’yi, hem maçın hakemlerini kurtarmış, hem de Barcelona’nın tarihe “kirli” olarak geçecek şampiyonluğunu da bu şekilde engellemiş oldular.

37. haftanın bu kadar heyecanlı geçeceğini düşünmemiştim hiç. Real Madrid’in kazanamayacağını, Barcelona’nın Espanyol karşısında işinin çok zor olduğunu falan düşünüyordum elbette ama bunun bu denli karmaşık, zevkli ve de dramatik olabileceğini hiç düşünmemiştim. Zirvede müthiş şeyler olurken ligde kalma mücadelesinde de Celta’nın sürpriz galibiyeti ve yine Betis’in şok yenilgisi son haftada düşme hattını da bir başka hale soktu.

Zaragoza’da ve Barcelona’da oynanan maçlar gerçekten sıra dışıydılar. Her iki kentte de gollerin aşağı yukarı aynı dakikalarda gelmiş olması işin tadını bir başka hale getirdi. Önce Barcelona, Espanyol karşısında 1-0 yenik duruma düştü. Real Madridliler tam sevinirlerken, penaltıdan Zaragoza’da Real karşısında öne geçti. Devre biterken de Messi’nin Maradona’nın gerçek veliahtı olduğunu tescillediği gol geldi. Yazının başında demiştim ya, son dakikadaki goller olmasa başlık başka olacaktı diye. Tahmin ettiğiniz gibi yazının başlığı Messi’yle ilgili olacaktı. Evet, gerçekten de Maradona sonunda veliahtını buldu. Messi, idolü Maradona’nın tam anlamıyla izinden gidiyor. Getafe’ye orta sahadan çalımlarla gelerek attığı golle Maradona’nın efsane golünü atmıştı. Bu kez de ünlü yıldızın bir başka efsane golü yani İngiltere’ye elle attığı golü kopya etti. Söyleyecek söz yok. Tebrikler Messi! İdolünün hakkını veriyorsun.

Bence herkes şükretmeli o son dakika gollerine. Öyle bir skandalı engelledi ki o goller, uzun yıllar unutulmayacaktı. Umarım gelecek hafta sıralama değişmez ve İspanya bu yüz karası hadiseyle şampiyonunu belirlemiş olmaz. Bu gol bir şekilde iptal edilmeliydi diye düşünüyorum. Devre arasında mesela, ya da artık futbolda da masa hakemlerine ihtiyaç olduğu gerçeği daha hararetli tartışılmalı. Son olarak bu konuyla ilgili söyleyeceğim; Messi’ye ağır bir ceza verilmesi taraftarıyım. Bu çirkinlik cezasız kalmamalı hele ki golü yaptıktan sonra suçunu itiraf etmemesi ve hakemi “bir refleks sonucu elle attım, gol sayılmamalı” dememsi suçunu daha da artırdığı kanaatindeyim. Maçın hakemi Rodriguez Santiago ve elle atılan golü göremeyen ya da iptal kararını veremeyen yardımcı hakem de bu hatanın cezasını çekmeli.

İkinci devre başında Messi takımını öne geçirirken Real Madrid önce beraberliği yakalıyor ardından ise tekrar yenik duruma düşüyordu. 90. dakikaya gelindiğinde Real Madrid, Zaragoza karşısında 2-1 yenik, Barcelona ise Espanyol karşısında 2-1 üstündü. Her ne olduysa oldu ve sanırım İlahi Adalet yerini buldu ve önce Nistelrooy’un golüyle Real Madrid beraberliği yakaladı. NTV yayını bunun hemen ardından e2’deki Barcelona maçına döndü ve orada Tamudo’nun attığı golü görüyorduk. Gerçekten dramatik bir andı bu. Barcelona Katalan kardeşi Nastic karşısında son maçta şampiyon olmayı düşlerken bir başka hemşehrisi Espanyol’un gazabına uğruyordu. Bir bakıma da şükretmeliler bence böyle bir golle gelecek şampiyonluk istenilecek gibi olmasa gerek.

Evet şampiyonluk yarışında müthiş heyecanlı ve dramatik bir gece yaşandı. Sonuçta 37. haftaya nasıl girilmişse öyle çıkıldı ama son maçlarda Real Madrid muhtemelen, büyük bir sürpriz olmazsa şampiyon olacak. Tabi Sevilla’ya da değinmek lazım. Şansları artık mucize. Mallorca deplasmanından galip gelebilselerdi de şampiyonluk yarışı başka bir hal alacaktı ama onlar bu kritik maçı kazanmayı başaramadılar.

Şampiyonluk yarışında bunların olduğu gece, düşme hattında da garip maçlar oynandı. Özelikle yaşadıkları büyük düşüşün ardından ligde kalma ümitleri tükenen Celta Vigo’nun Atletico Madrid’i deplasmanda yenmesi ve Betis’in de sahasında, ligin ilk yarısında olduğu gibi Osasuna’dan beş gol yiyerek aldığı mağlubiyet son haftayı düşme hattında da gerilimli hale getirdi. Athletic Bilbao’da 1-0 öne geçtiği maçta Villarreal’e 3-1 yenilip, 37 puanda kaldı. Sociedad ise heyecanı daha da artıracak sonucu, yani galibiyeti elde edemedi ve aldığı beraberlik sonucu 34 puanda kaldı.

Son haftaya Betis ve Athletic 37’şer, Celta 36, Sociedad ise 34 puanla girecek. Son maçlarda Athletic evinde Levante’yi, Celta ise yine sahasında ligin iddiasız takımlarından Getafe’yi konuk edecek. Betis ise Santander deplasmanında olacak son maçta. Sociedad ise Valencia ile deplasmanda oynayacak. Neler olabilir bir bakalım.

Sociedad’ın ligde kalması için Celta’nın Getafe’yi yenememesi ve Betis’in Santander’e kaybetmesi gerekiyor. Tabii ki Sociedad’ın da Valencia’yı yenmesi gerekecek. Athletic Bilbao’ya Levante karşısında alacağı galibiyet yetecek. Berabere kalırlar ise Betis’in kaybetmesi ya da Celta’nın kazanamaması da Athletic’i ligde tutacak. Athletic evinde yenilirse de şansı devam edecek. Bu durumda ise Celta’nın kaybetmesi şart. Betis için ise eğer kaybederlerse son maçta Athletic de kaybeder ya da Sociedad kazanamaz veyahut Celta kazanamaz ise bu üç sonuçtan ikisi olursa Betis kaybederek bile ligde kalabilir. Berabere kalırsa Betis, Celta ve Athletic’in her ikisinin de kazanması gerekecek bu kez Betis’in düşmesi için. Betis kazanırsa diğer maçlar kendilerini zaten ilgilendirmeyecek. Celta Vigo nasıl ligde kalır? Celta kazanırsa, Betis kazanamazsa ya da Athletic kazanamazsa ligde kalır. Celta berabere kalırsa Athletic ve Sociedad’ın her ikisinin birden kazanmaması gerekecek ligde kalması için. Celta kaybederse düşecek.

Bu duruma baktığımızda Sociedad’ın işi oldukça zor. Betis biraz daha şanlı gözüküyor gibi olsa da Celta ve Athletic sahalarında oynayacak olmaları ve bu maçı kazanma şanslarının fazlalığı, son haftalardaki kötü Betis görünümü ve bir deplasman maçı olması nedeniyle Betis’in kazanması şart gibi. Bu durumda da Betis’in ligden düşme ihtimali hayli artmış görünüyor. Tabii ki Athletic ve Celta ligde evinde en başarısız takımların başında geliyorlar bunu da belirtmek lazım. Son haftalardaki Betis’in düşmeyi hak ettiğini düşünüyorum.

Son haftaya girerken UEFA kupası içinde bir yarış olacak. 59’ar puanlı Zaragoza ve Villarreal ile 57 puanlı Atletico Madrid arasında. Celta’ya evinde yenilen Atletico Madrid çok büyük bir fırsat kaçırdı. Son hafta en zor maç Villarreal’in olacak. Sevilla deplasmanına gidecekler. Eğer o maçta kazanamazlarsa Atletico’nun kazanamaması ya da Zaragoza’nın kaybetmesini bekleyecekler. Kazanırlarsa zaten UEFA’dalar. Zaragoza için Recreativo deplasmanında alınacak beraberlik yetecek. Kaybettikleri takdirde ise Atletico’nun kazanması ve Villarreal’in Sevilla’dan puan alması halinde UEFA’ya gidemeyecekler. Atletico’nun durumu ise oldukça zor. Hem formda Osasuna ile karşılaşacaklar hem de kazansalar bile yetmeyebilir. Ben yine de Villarreal’in Sevilla’yı deplasmanda yenmesinin kolay olmadığını düşünerek, Osasuna galibiyetinin Atletico’yu UEFA’ya götürebileceği düşüncesindeyim. Ancak Osasuna’yı yenebilirler mi? Bu çok kolay değil işte.

Çok heyecanlı ve sıra dışı bir gece yaşandı La Liga’da. Oldukça da keyifliydi açıkçası. Değinmediğim maçta Valencia, Levante’ye 4-2 kaybederken maçı da 8 kişi tamamladı. Belki şampiyonluk, UEFA, ligde kalma yarışının biraz dışında bir maçtı ama bu aynı şehrin iki takımın maçında dört kırmızı kart çıktı.

Gelecek hafta sonunda Real Madrid’in şampiyonluğa çok yakın olduğu, Zaragoza ve Villarreal’in UEFA’ya gitmek konusunda avantajlı hale geldiğini söylemeliyiz. Haftalardır kazanamayan Betis’in de düşmekle burun buruna kaldığını görüyoruz. Ne var ki 37. hafta gibi 38. hafta da bir çok sürprizi barındırabilir ve her şey alt üst olabilir.

8.06.2007

Futbol Tarihinden Eğlenceli Notlar 3

Nerede kalmıştık…

Hep İtalya ve İngiltere’den yazdık biraz da İber yarımadasına inelim. İlk durağımız Atletico Madrid olsun ve onun efsane başkanından bahsedelim. Rahmetli Jesus Gil’den

Sitemizin İspanya Ligi yazarı Eray Çek bir Atletico taraftarı olduğu için kesinlikle Gil’in icraatlarını benden daha iyi biliyordur. Ben onun ilginç işlerinden bahsedeceğim. Efendim bu Jesus Efendi Atletico Madrid’in para babası hafif mafioso başkanıdır. Marbella belediye başkanlığı yaptığı sırada yaptıklarıyla takdir toplamıştır. Kulüp başkanlığı ise ayrı bir konudur.

Tam bir çılgındır Jesus Amca. Bir sezon takım ligi sonlarda bitirir Jesus Gil bütün kombine sahiplerini parasını cebinden iade eder. Birçok oyuncu getirir götürür çok transferi seven bir ağabeyimizdir. Atletico onun yönetiminde La Liga Şampiyonluğunu da görür İspanya ikinci ligini de. Ne olursa olsun Atletico’lular için vazgeçilmez bir kahramandır bir mittir Jesus Gil…

Oyuncularına karşı sabırlı olsa da zannetmiyorum dünyada Jesus Gil’den çok hoca yollayan bir adam olduğunu. Görev yaptığı 17 yıl boyunca sadece 39 hoca ile çalışmıştır. Bunlar arasında sıradan hocalar olduğu gibi Arrigo Sacchi gibi bir efsane hoca da vardır.

Bu kadar hoca arasında Jesus Gil en büyük yamuğu Joaquin Pero isimli gariban hocaya yapmıştır. Sezonun başında getirdiği hocayı kamptan sonra fotoğrafındaki tipini beğenmediği gerekçesiyle yollamıştır ki bu futbol tarihinde eşi benzeri olmayan bir uygulamadır.

Yazı yazıp İtalya’ya değinmezsem ayıp olacağı düşüncesindeyim. Bundan birkaç yıl önce Inter başkanı Massimo Moratti oğlunun beğendiği oyuncuları tek tek toplarken fırsat bu fırsat diyen La Gazzetta Dello Sport şöyle bir soru yöneltir. Transferde Inter’in gerisinde kalmadınız mı? Milan kulübünün cevabı ise başarıyı açıklar niteliktedir. Biz sık sık oyuncu alıp satmayız oyuncularımıza değer veririz. Bu kulübün son 40 yılda yalnızca 4 kaptanı olmuştur. Bunlar da sırasıyla Cesare Maldini Gianni Rivera Franco Baresi ve Paolo Maldini.

Gelelim Don Fabio’ya ve evlatlarına. Don Fabio yani Fabio Capello şahsıma göre dünyanın en iyi teknik direktörüdür ve gittiği her takımı şampiyon yapmak gibi ilginç bir başarısı vardır. Ayrıca şöyle bir huyu da vardır kıvırcık saçlı Fabio’nun. Gittiği her takıma eski takımından oyuncu götürür. Bunun en büyük iki örneği vardır. Panucci ve Emerson

90 yılların başında Milan fırtına gibi eserken takımın başında Capello vardır. Yıllar geçer şampiyonluklar kazanılır Don Fabio’nun canı sıkılır. Gider Real’in başına yanında Panucci ile beraber. Real’i o sezon şampiyon yapar Don Fabio. Sezon sonu futbolcuyken efsaneleştiği Roma’ya hoca olarak gider. Tabii ki yanında Panucci’yi de alarak. Roma yılları başlar Don Fabio’nun gelen şampiyonluk sonrası Roma taraftarlarının gözünde bir ilahtır Don Fabio birkaç yıl sonra Capello şok bir kararla Juventus’a geçer bir sezon başı. Yanında da mutlak eski takımından bir oyuncu götürecek ya Leverkusen’den aldırdığı uzun süreli sakatlığında beklediği sonra çok büyük verim aldığı Emerson’u Juventus’a taşır. Zebina da Juve yolunu tutar.

Juve’deki 2 yılı da çok iyi geçer iki şampiyonluk kazanır. Ancak sonra Moggi efendinin yediği naneler ortaya çıkar Kupalar uçar Don Fabio’da Real’e uçar. Yanında kim mi vardır. Manevi oğlu Emerson ile Inter’den Juventus’a aldığı İtalyan Milli Takımı kaptanı Cannavaro.

Şu Capello Türkiye’ye de gelse yanında Cannavaro Emerson ve Nistelrooy’u getirse de onlar sayesinde bizim topçularımız nasıl kademeye girilir, orta sahada nasıl parsellenir ve bitiricilik nedir konularında kendilerini geliştirseler.

Şimdilik bu kadar bir ara yine yazarım

Hayal Kırıklıkları - 3

Dünya Kupası öncesinde kupada beklediğim hayal kırıklıklarıyla ilgili tahminlerde bulunmuştum. Kupa sonrasında da bunlarla ilgili sonuçları içeren bir yazı yazmıştım. Birçok okur benle hem fikirken birçok okurda zıt yönde görüş belirtmişti. Şimdide bu döneme kadar ki oynanan maçların sonuçlarına göre beni hayal kırıklıklarına uğratan takımları size aktarmaya çalışacağım.

A Grubu

Polonya, Sırbistan, Finlandiya ve Portekiz gibi kafaya oynayan takımların yanında bir de Belçika’ nın olması beni hiç şaşırtmazdı. Çünkü kadro kalitelerine baktığımızda hiçte kötü durumda değiller. Savunmalarında Hamburg ‘lu Kompany ve Bayern’ li Van Buyten olmamasına rağmen PSV’li Simons ve Ajax’ lı Vermaelen varken çok gol yemeleri oldukça düşündürücü. Bu kötü performanslarının altında yatan nedenin liglerinin kalitesizliği olduğunu düşünüyorum. Her sene lig şampiyonları Şampiyonlar Ligi’ne katılıyor ama 4. sıradan yukarı çıkamıyor. Bu kötü lig kalitesi de milli takımlarına yansıyor. 8 maçta topladıkları 7 puan ülke futbolları için oldukça düşündürücü.

B Grubu

Gürcistan takımı Belçika kadar olmasa da beni biraz hayal kırıklığına uğrattım. Çünkü Dünya Kupası elemelerinde bizim grubumuzda oynadıkları birçok maçı izlemiştim ve bana ümit vermişlerdi. Kadrolarında çok yetenekli oyuncuları olmasına rağmen takım olamadıkları için kendilerini bir kademe yukarı daha taşıyamıyorlar. Schalke’li sol açık Kobiashvili, AZ’li ve eski Trabzonspor’lu Shota, Blackburn’lü stoper Kzihinasvili gibi çok yetenekli oyuncularının olmasına rağmen takım olamadıkları sürece vasat bir takım görüntüsünden uzaklaşamazlar.

C Grubu

Milli takımımızın da olduğu bu grupta Puskas’ ın mirasından yiyen Macaristan en büyük hayal kırıklığı olarak görülüyor. Deplasmanda aldıkları Bosna galibiyeti dışında aldıkları hiçbir sonuç taraftarlarını tatmin etmedi. Birkaç sene öncesinde Matheus aşısını denemişlerdi ancak o da sonuç vermedi. Kadrolarındaki en yetenekli iki oyuncunun İngiltere Championship’ te oynayan Zoltan Gera ve Hertha Berlin’in 100 yaşındaki liberosu Pal Dardai olduğunu düşünürsek Macaristan eski günleri çok arayacak. Bu kötü durumların yanında Belçika Ligi yazarı olduğum için sıkça takip ettiğim Anderlecht’ in stoperi Roland Juhasz’ a dikkat etmenizi öneririm. Ayrıca FM severlere de bu oyuncuyu tavsiye ederim. Özellikleri ve fiyatı bakımından iyi bir seçenek.

D Grubu

Kuzey İrlanda bile grubunda iddialı oluyorsa Galler milli takımının şapkaları önlerine koyup düşünmesi lazım. Denedikleri hiçbir aşı John Benjamin Toschak bile tutmadığına göre radikal bir çözümün zamanı geldi. Bellamy ve Giggs gibi iki tane tecrübe abidesi kadroda olmasına rağmen hiçbir şeye benzemeyen bir oyunları var. Rıdvan Dilmen bile o kadar sıkılmış ki ‘’Galler futbolu bıraksın rugby’de takılsın’’ dedi.

E Grubu

Bu grupta beni hayal kırıklığına uğratan bir takım yok sadece beklediğim atılımı yapamayan bir takım var. O da Makedonya. Yıllardır gruplarında bazı takımlara baş belası olmalarına rağmen kayda değer bir başarıları yok. İngiltere aynı grupta olduğumuz sene deplasmanda İngiltere’yle berabere kalmalarına rağmen o sene grupta hiçbir iddiaları yoktu. Kadro kalitesi olarak çok iyi olmamalarına rağmen iyi mücadele ediyorlar ve takım görüntüsü çiziyorlar. Ama bir ekstra oyuncuları olmadığı için çok ileri gidemiyorlar. Bu ekstra oyuncu Lazio’ nun oyuncusu Pandev olacak diye düşünülürken o da çare olamadı.

F Grubu

Çoğunluk bu grubun hayal kırıklığı Danimarka diye düşünürken ben farklı bir takımı seçtim. İzlanda yıllardır Makedonya gibi bazı takımlara karşı ters sonuçlar alsa da başarı seviyelerini bir kat daha attıramıyorlar. Bir önceki Avrupa Şampiyonası elemelerinde iyi sonuçlar aslalarda başarılı olamadılar. Gudjohnsen gibi ekstra bir oyuncuları da var iyi de takım oyunu oynuyorlar ama tecrübe eksiklikleri nedeniyle başarılı sonuçlar bir türlü arka arkaya gelmiyorlar. Bunu gidermek için sahada daha sakin kalmaları gerekiyor. Bunun içinde çok tecrübeli bir teknik direktör ile anlaşmaları gerekiyor. Çünkü bazı maçlarda sadece panik yaparak puan kaybediyorlar.

G Grubu

Onları gerçek bir turnuvada en son 2002 Dünya Kupası’ nda görmüştük. Kadrolarında Zlatko Zahovic gibi bir yıldızları vardı. Dünya Kupası’ na katılan en küçük ülke olma ünvanına da sahipler. Ancak Slovenya takımı o Dünya Kupası’ ndan sonra düzenli bir düşüş içerisinde. Birkaç yıl daha böyle devam ederse yere çakılacaklar ve bir daha kalkmaları çok zor olacak. Çok zor rakiplerin olmadığı şu grupta bile 7 maçta sadece 4 puan toplamaları çok ciddi şeyler anlatıyor. Radikal çözümler alma zamanı geldi.

Sizlerle bana göre hayal kırıklıklarını paylaştım. Bu takımlar sizin görüşlerinize uymayabilir. Bu da oldukça doğal. Çünkü futbol herkesin gözünde farklı bir oyun. Futbolu da cazip yapan bu değil mi zaten?

7.06.2007

Hakan Şükür, Korku ve Türk Futbolu Manifestosu

Bosna-Hersek maçını niye kaybettik? Üzerine milyon türlü analiz yapılabilir. Terim’in muhafazakârlığı, oyuncuların ciddiyetsizliği, motivasyon ve disiplin eksikliği, bireysel hatalar... Klasik mazeretler. Teknik analiz yapmak değil amacım. Bu yazıda artık sakız haline gelen “Hakan Şükür” tabusunu yıkmayı, bu tabudan yola çıkarak milli futbol manifestomu açıklamayı amaçlıyorum.



Her milli maçta, maçın izlenildiği ortam (kafe, kahvehane, restoran, meydan), kritik anlarda ikiye bölünür: Hakancılar, Hakancı olmayanlar. Hatta bazen işler iyi gittiğinde de bu ikilik ortaya çıkabilir. Konuştuğumuz adam, açık ara Türk futbolunun en önde gelen sembolü. Yüz küsür maç, bin bilmem kaç gol (istatistiklerle aram iyi değildir). UEFA Kupası, Dünya 3.’lüğü, sayısız şampiyonluk... Nurculukla flörtü, hep bir cemaatle ilişkilendirilmesi... Tartışılan da bir figür yani. ... Ve bütün bunlara rağmen, kırılması çok güç bir gol ve maç rekoru....



Peki niye sürekli tartışılıyor o zaman? Tek bir nedeni var efendim: Korku. Hakan’ın en çok eleştirilen yanları nedir? Bir, bitiriciliği tartışmaya açıktır. Kafa vuruşlarına söz söylemeye haddim yok tabii ki, ama ezelden beri ayaklarının yeterli derecede zalim olmadığı konuşulur. İki, “Şabanlığı.” Laubalilik olarak algılamayın, ama gerçekten Hakan’ın kritik anlarda ebleme, donakalma ya da komik hareketler yapma gibi bir huyu vardır. Fiziksel olarak da ince, uzundur. Kemal Sunal’ı andırır. Üçüncüsü, cemaatçilik iddiaları ve gerek milli takımda gerek kulüp düzeyinde çeşitli oyuncularla yaşadığı sorunlar. Galatasaray’a UEFA’yı kazandıran Hakan’ı hatırlıyorum. Saha içinde gerçek bir psikopattı. O kadar iyi oynuyordu ki, o kadar fazla koşup zıplıyor, pres yapıyordu ki bu negatif yanlarının hepsi unutuluyordu. Lakin doğa kanunu... Kurt kocuyor, hocam. Kocadıkça da o hataları kapayan fiziksel performans ister istemez kayboluyor (“ama Maldini...” diye başlamayın çünkü o insan değil ve bunu hepimiz biliyoruz.). Yaşlandıkça tecrübesi, liderlik vasıfları ve iktidar egosu baş gösteriyor.



Daha yakın zamanda spor bakanımız Hakan Şükür’ü ileride “spor bakanı” olarak görmekten onur duyacağını belirtti (hiç şaşırmadım). Dünya Kupası’nda İlhan Mansız, Yıldıray, Ümit Karan gibi Almancılara yaşam tarzlarından dolayı aralıksız trip koyduğunu, Okan Buruk ve diğer yandaşlarını da aynı yönde motive ettiğini hepimiz biliyoruz. Hatta hep çok tartışılan, kimilerine göre Türkiye’nin Van Basten’i (bkz. Van Basten misin be Ümit?) Ümit Karan’ın kariyerinin üzerindeki en önemli karaltı olduğu konuşuluyor. Tabii ki, artık eskisi kadar gol atamıyor ve koşamıyor. Hatta çoğunlukla hareketsiz kalıyor ve abuk subuk goller kaçırıyor. Buna rağmen, tecrübesi sebebiyle Fatih Terim’in vazgeçilmez tercihi... Arada bir çakmıyor mu? Ayıpsınız, daha son Bosna maçında yine eski “Matrix” günlerinden bir tutam sergiledi, havada asılı kaldı, golünü attı.



Ama görüyorsunuz ya okurlar... Sorun bu değil aslında. Sorun şu: 70 milyon nüfuslu bir ülkede niye hala “Tek bir Hakan Şükür var.” Tartışmasının yapılıyor olması. Ne yani, sadece hizmetlerinden ötürü 42 yaşına kadar tek santrfor mu oynasın bu adam? Ama lider, golünü de atıyor. Soruyorum o zaman: “Hakan’a tanınan şans kime tanındı?” İlhan Mansız’a tanınır gibi oldu, o olmasa dünya 3.’sü olamıyorduk. Gökhan Ünal’a çok kritik Yunanistan maçında tanındı, golünü attı adamcağız sonra oyundan aldılar. Bundesliga gol kralı Halil Altıntop’a golsüz geçirdiği bir-iki maç tahammül edebildiler sadece. Oysa Hakan 10 maç gol atamasa da tek santrforlu sistemde yeri hep garanti kaldı. Ümit Karan’a tanınan maksimum şans ise maç başı 10 dakika, çünkü Hakan’ın lobiciliğiyle karşı karşıya. Hadi zamane örneklerini geçtim, sene taaa 1993. İsveç’le, Norveç’le maçlar oynuyoruz. Fatih Terim döneminin başlangıcı... Genç bir Samsunsporlu Ertuğrul Sağlam, Hakan’ın yerine denendi, milli takım özgüven patlaması yaşandı.



Demek istediğim, Türkiye’de forvet var. Türk insanı Batı karşısında, Avrupa karşısında komplekslidir. Tıknazız, onlar süt, domuz, et, proteinle beslenirken biz tahıl yeriz. O yüzden kısa kalırız. Hakan’ın bu kadar profilik bir sembol olmasında önemli bir pay da, o dalyan gibi Avrupalıların üzerinden kafayı zımba gibi çakabilmesi değil midir? Boyu değil midir? E bu saydığım oyuncuların (Gökhan, Halil) boyu da uzun. İlhan da 1.85 civarında. Ümit Karan da pire tarzında kısa ama sıçrayabiliyor. Kompleks yapacak hiçbir şeyimiz yok. Alternatifimiz bol.



Neden Bosna maçıyla başladım? İşte bu muhafazakârlığı eleştirmek için. Bosna maçında Hakan yine iyi oynadı. Helal olsun. Bu sefer de Rüştü batırdı. Niye? Çünkü kendi kulübünde oynamayan sakat oğlu sakat bir kaleciyi oynatıyorsun. Hakan’ı yıllardır tek alternatif olarak görmekle aynı zihniyet... Türkiye’de kaleci de var sevgili okurlar. Türkiye’de her şey var. Ne yok biliyor musunuz? Cesaret yok. Yeniçeri soyumuzu, damarlarımızdaki asil kanımızı, barbar cesaretimizi kaybetmişiz. Bosna karşısında sahaya “aman bir kaza olmasın” diye çıkıyoruz. Oynadığımız oyunla ulusumuza ve tüm dünyaya zevk vermek, mesaj göndermek için değil. Türk insanı yarattığı şeyi koruyamaz. Akıl oyunları yapamaz, savunma da yapamaz. Türk dediğin saldırır, çok düşünmez, cesurdur. Ulusal karakterimizi yansıttığımız tüm maçlarda destan yazdık. Bütün maçlarını bo....an korner golleriyle 1-0 kazanan, gol yemeden Avrupa şampiyonu olan Yunanistan’ı evinde dörtledik. Niye? Korkmadık, inandık, düşünmedik ve saldırdık.



Fatih Terim’in ve futbol adamlarımızın zihniyeti bu çünkü. Aman Bosna flaş takımdır, patlamayalım, kazanma formülümüze sarılalım, yani 100 yıldır oynayan oyuncularımız Hakan’la Rüştü oynasın. Alpay’ı da alacaklar utanmasalar. Niye? Bu oyuncularla istatistiki olarak kaybettiğimizden fazla kazandık. Uyanın artık! Ülkede canavar gibi futbolcular var. Hadi bizimkileri bırakın gurbetçiler bir başına yeter. Hamit Bayern’de oynuyor Bayern’de. B-a-y-e-r-n... Hakan’ı güvenlikten geri çevirirler Bayern tesislerinde. Emre var Newcastle’da. Nuri Şahin var Chelsea istiyordu. Tuncay var Tuncay. Hakan’a gelene kadar küskün Tugay’ımız var, İngiltere’de sokaktaki West Midlands insanına Tugay diyorsun, Türküm diyorsun, aptal sarhoş slogan söyleyip tapınma hareketi yapıyor.



Hem yeni gelen yeteneğe şans tanımazsak rekabet nasıl sağlanacak? Genç oyuncuların cesareti kırılmayacak mı? Şu Beşiktaş altyapısından Manchester City’e gidecek denilen 90’lı velet Batuhan mesela... Ben onun yerinde olsam oynamayı bırakırım, ya da başka vatandaşlığa geçerim. Hakan 45 yaşına kadar oynasa, temiz bir 10 yıl daha forma giyemeyecek Batuhan. Bu da eder 27 yaşına kadar 0 milli maç. Aklımızı başımıza devşirelim. Özellikle de Fatih Hoca... Fatih Terim’i Fatih Terim yapan, Fiorentina taraftarına yumruk şov yapan, Milano meydanlarında İtalyanca konuşturan, milli takımın ve Galatasaray’ın başında destanlar yazdıran cesaretini bu aralar bi yerlerde unutmuş sanki.



Sizce de artık zevk veren, milli gururumuzu okşayan, yüksek tempolu, cesur futbola dönmenin vakti gelmedi mi? Sonuç önemli değil, oyuncularımız maç bitiminde sahanın ortasına akciğerlerini sersinler, o bana yeter de artar bile diye mi düşünüyorsunuz? Evet, hissedebiliyorum öyle düşünüyorsunuz. Korkunun ecele faydası yok.

5.06.2007

O Gece

Merhaba sevgili ortakafagol okurları. Uzun zamandan sonra scout köşesinde yeni yazımla karşınızdayım. Son dönemde yerel liglerin hepsi sona eriyor. Liglerden bir çok şampiyon çıkıyor ve şampiyonluk kutlamaları çoğunda göz kamaştırıyor. Bende bu yazımda size şampiyonluğun belli olduğu günde olanları yazacağım. Genelde bu köşede böyle yazılar yazmam ama şampiyonlar belli olduğu için böyle bir yazı yazmaya karar verdim.

Şampiyonluk günü gelir çatar. Sabah kalktığınızda bir heyecan vardır içinizde. Acaba olacak mı? Bu akşam gönlümü paylaştığım takım ipi göğüsleyecek mi? Aynı renkler için istekte bulunduğum futbolcular bunu başarabilecek mi? Yoksa yarın okulda, işte, kahvede, cafede, arkadaş ortamında, msn’de ve bunlar gibi daha birçok yerde arkadaşlarım benle dalga mı geçecek?

Saatler yaklaşırken maça doğru heyecan kat sayınız git gide artar. Artık maç başlasın diye dakikaları saymaya başlarsınız. Saatinize bakarsınız maça bir saat vardır. Biraz süre geçtikten sonra çok zaman geçtiğinizi zannedersiniz bir daha saatinize bakmaya karar verirsiniz. Bakarsınız hala bir saat vardır. Sağlam bir hayıflanma yaşarsınız.

Oyuncularınız sahaya çıkar. O gün formalar gözünüze daha da bir renkli daha da bir canlı gelir. Her şey daha da değişik gelir size. Pankartlar, dövizler daha da anlamlıdır. Taraftarın söylediği şarkılar daha da yüksek sesle gelir kulağınıza. Oyuncuların yüzüne bakarsınız. Yüzünüze savaşçı gibi görünürler. Çok hırslıdırlar başladıkları gibi rakibi mağlup edeceklermiş gibi görünür gözlerinize.

Maç başlar sonunda. Allah’ım şükür sana dersiniz. Sonunda başlar maç. Şampiyonluğa her dakika daha da yaklaşıyorsunuz. Heyecanınız sürekli artıyor, kalbiniz daha da fazla çarpıyor, en ufak bir engelde kalp krizinden öleceksiniz gibi gelir. Maç sonuna doğru artık öleceğinize kesin karar verirsiniz. Çünkü en ufak bir engel sizin öldürür. O kadar yaklaşmışken o kupanın bir kulbundan da siz tutuyormuşsunuz gibi gelir.

Artık sonlar geliyor. Saniyeler geçmek bilmiyor. ‘’Bitir şu maçı artık be hocam!’’

haykırışları ortaya çıkmaya başlar. ‘’ Daha ne uzatıyorsun be hocam. ‘’Bitir de rahatlayalım bitir de kutlamaya başlayalım’’. ‘’ Bitir de kurtulalım şu eziyetten bitir de bu gece rahat rahat bir uyku uyuyalım’’.

Son düdük sonunda çalar. O düdüğü duymayı dakikalar boyunca hayal edersiniz. Gerçekten çaldığında da gerçek değil sadece bir yanılsama olduğunu düşünürsünüz. Ama sahaya gözünüzü bir çevirirsiniz ve bayramı görürsünüz. Bayrak alıp koşanlar, taraftarla bütünleşenler, birbirine sarılanlar. Tam bir bayram yeridir. Bütün sorunlar biter. Her şey son bulur artık. Dünyadaki bütün kötülükler biter sizin takımınızın bayramı başlar.

Eve gidersiniz her televizyon kanalı takımınızın kutlamasını canlı yayınlar. Zevkiniz daha da artar. Bir an önce o gecenin bitmesini ve o sizle dalga geçme potansiyeli taşıyan kişileri görmek istersiniz.

Maç bittikten sonra hemen telefonunuza sarılırsınız. Kafanızdaki şey en çok değer verdiğiniz en çok sevdiğiniz kişiyi aramaktır. Bir çalar hemen açmasını istersiniz ikinci çalış gelir korkarsınız ama o sesi duyduğunuzda rahatlamaya başlarsınız. Çünkü en sevdiğiniz takım şampiyon olmuştur ve en çok sevdiğiniz kişiyle telefondu konuşuyorsunuzdur.

Evet sevgili okurlar bu şampiyonluk kutlamaları herkes için farklılık gösterebilir. Unuttuğum veya size ters gelen şeyler olabilir. Bu yazıyı sadece kendi hissettiklerimi aktarmak için yazdığımı göz önünde bulundurmanızı istiyorum.

Bol gollü günler…

2.06.2007

La Liga'da Son 2 Haftaya Girerken

Son yılların en zevkli şampiyonluk mücadelesinin yaşandığı La Liga’da 36. hafta bu hafta sonu oynanan karşılaşmalarla tamamlandı. Zirvedeki ortak sayısı bu hafta Valencia’nın kaybetmesiyle üçe inmiş oldu. Zirvedeki üçlü geçen hafta olduğu gibi bu hafta da maçlarını kazanmayı başardılar.

Şampiyonluğa şu an için en yakın takım olan Real Madrid, Deportivo’yu Bernabeu’da 3-1 mağlup ederek zirvedeki yerini korudu. Son on maçının dokuzun kazanan, altı haftadır galip gelen Real Madrid için bu galibiyet çok önemliydi kuşkusuz. Üç takım da kalan iki maçını kazandığı takdirde şampiyon olacak takım olan Real Madrid için ben şahsen en şanslı takım diyemeyeceğim. Son haftalarda oynadıkları iyi oyun, kazanmaları ve futbol şansının yanlarında olmasına rağmen, gelecek hafta Zaragoza gibi bir deplasmana gidecek olmaları açıkçası Barcelona’nın şampiyonluk konusunda diğer iki rakibine oranla daha şanslı hale getiriyor. Yine de üst üste kazandığı son altı maçta 19 gol atan Real Madrid’in gösterdiği iyi performans onları Zaragoza karşısında da şanslı hale getirecektir elbette.

Getafe karşısında maçın başında öne geçmesine rağmen Ronaldinho’nun kırmızı kartıyla 10 kişi kalarak, özellikle son dakikalarda zorlanan Barcelona, Betis karşısındaki kazanın bir benzerini yaşamadı ve sahadan 1-0 galip ayrıldı. Getafe’yi yenmeleri çok önemliydi. Gelecek maçta başka bir Barcelona takımı olan Espanyol ile karşılaşacak olan Barcelona’nın istikrarsız görüntüsü açıkçası onların kalan iki maçta neler yapabileceğini kestirmemizi zorlaştırıyor.

Nefes kesen şampiyonluk yarışında birçokları için ipi önde göğüslemesi için dua edilen Sevilla ise Zaragoza’yı da devirerek Barça ve Real Madrid’i takibi sürdürdü. İşleri kolay değil açıkçası hem Real Madrid’in hem de Barcelona’nın puan kaybetmesi ve kendilerinin de Mallorca ve Villarreal maçlarından altı puan çıkarması çok kolay görünmüyor. Bu nedenle Sevilla’nın şansının biraz daha az olduğu bir gerçek.

Üç takım arasında puan eşitliği halindeki duruma baktığımızda ise Real Madrid’in Barcelona’ya, Barcelona’nın Sevilla’ya üstün olduğu, Sevilla ile Real Madrid’in ise eşit olduğunu görüyoruz. Üç takımın genel averaj durumunda ise Barcelona en önde. Sonra ise Sevilla geliyor.

La Liga’daki şampiyonluk mücadelesinden Valencia bu hafta tamamen koptu. Rakiplerinin geçen hafta puan kaybetmemeleriyle şansı önemli ölçüde azalan Valencia, sahasında Villarreal’e 3-2 kaybederek, sezonu tamamlayan takımlar arasına katıldı.

Üç takımın şampiyonluk mücadelesine odaklandığı La Liga’da üç takım arasında da ligin beş ve altıncı sıraları için yani UEFA kupasına katılabilmek için muazzam bir yarış var. Haftalar önce ş.ligi hedefleyen ama bu olamayınca rahatlayan iki takım Zaragoza ve Atletico Madrid, Villarreal’in müthiş atağı karşısında paniklemiş durumdalar. Şu an Zaragoza 58 puanla beşinci, Atletico 57 puanla altıncı, Villareal ise 56 puanla yedinci sırada yer alıyor. Altı haftadır kazanan Villarreal müthiş bir form yakalamış durumda. Bu açıdan iki rakibinden de daha iyi durumdalar. Üç takımın kalan maçlarına baktığımızda Zaragoza önce sahasında Real Madrid’i konuk edecek. Ardından ise Recreativo deplasmanına gidecek. Atletico Madrid ise kalan maçlarda daha az zorlu maçlar oynayacak ama onlar da çok istikrarsızlar. Önce Celta ile içerde sonra ise Osasuna deplasmanı. Villarreal ise evinde Athletic’i konuk ettikten sonra, Sevilla deplasmanına gidecek.

UEFA mücadelesinin sonunda kimi İntertoto kupasında göreceğiz bu da şampiyonluk yarışı gibi merakla bekleniyor.

Ligin dibi ise biraz şekillendi. Daha önce Nastic düşmüştü. 33 puanı bulunan Sociedad ve Celta ise 37’şer puanlı Athletic ve Betis’in dörder puan gerisinde kaldılar. Betis ve Athletic’e alacakları bir galibiyet yetecek. Belki ona da ihtiyaçları olmayacak, puansız bile bitirseler kalan iki haftayı ligde kalabilirler. Celta, Atletico ile deplasmanda oynadıktan sonra Getafe ile evinde karşılaşacak. Özellikle Atletico maçı oldukça zor olacak onlar için. Sociedad ise Santander ile içerde, Valencia ile dışarıda oynayacak. Ligi bitirmiş bir Valencia’dan puan alma şansları var ama Osasuna’ya bu hafta kaybederek onlar da şanslarını oldukça azalttılar. Düşer dediğimiz Levante ise çok kritik Celta ve Santander deplasman galibiyetleriyle ligde kalmayı başardı, kutluyoruz onları.

Ligde son iki hafta Milli maç arası nedeniyle 10 Haziran ve 17 Haziran tarihlerinde oynanacak. La Liga bu sezon gerçekten hem uzun hem de yorucu oldu.

36. Haftanın en iyileri kimlerdi, ona da bir bakalım.

Zaragoza, Sevilla’ya kaybetmiş de olsa gösterdiği performansla maçı son dakikalara kadar heyecan içinde bırakan Cesar Sanchez haftanın kalecisi. Savunmada Espanyol’dan Jargue, Sevilla’dan Escude, Athletic Bilbao’dan Ustaritz ve Barcelona’dan Thuram. Orta Sahada Osasuna’dan David Lopez, Celta’dan Gustavo Lopez, Real Madrid’den Beckham. Forvette ise Levante’den Riga, Atletico Madrid’den Fernando Torres ve Villarreal’den Diego Forlan.