“Haddinizi Bilin” isimli yazım, yorumlardan anladığım kadarıyla epey bir yaygara koparmış. İlker ve Can Evren’in, yazımdaki bariz bilgi hatalarına yaptığı seviyeli, açıklayıcı ve ders kitabı nitelğindeki eleştirilerinin dışında yazım iki ana koldan eleştirilmiş.
1. ana kol: Takımlarımızı çok ezmişsin. Bak Beşiktaş lige çok iyi başladı. Fener de artık bir Avrupa kulübü. Ne dion senn?
2. ana kol: asdfasdfşasdfkljsdfasdfjadsşfkajsd
Normal karşılayacağınızı umarak, 2. ana koldaki eleştirilere hiçbir cevap vermeyeceğim. 1. ana kola gelelim o zaman.
Ertuğrul Sağlam yönetimindeki Beşiktaş’ın artık çok farklı bir takım olduğunu düşünen, takımın Avrupa şansını abarttıkça abartan site sakinlerimiz umarım gerçeği görmüşlerdir. Biliyorum, bazılarımızın içinde “Ah, Hakan Arıkan boşa çıkmasaydı en azından 1 puanı kurtaracaktık.” uktesi kaldı. Peki yabancı basında Beşiktaş için ne gibi ifadeler kullanıldı okudunuz mu? Benim en çok hoşuma giden ifade “goal-shy” idi. Türkçesi, “gol atmaya utanan” demek.
Kimi otoritelere göre futbol tarihinin en başarılı teknik direktörü olan Sir Alex Ferguson’ın bir lafı vardır: “İnsanların uğruna kendilerini öldürdükleri gerçeğini bir kenara bırakalım: futbol temelde bir şov endüstrisidir. Taraftarlar, takımlarının galibiyet serilerinden çok oynadığı oyunla ilgilenirler.” Eğer Ferguson’un futbol anlayışı buysa, ben ona katılıyorum. Benim için, tuttuğum takım olan Beşiktaş’ın her maç 1-0 da olsa, haksız penaltıyla olsa da kazanması değil, adına yakışan bir oyun sergilemesi önemlidir. Gururlu, mücadeleci, cesur bir oyun...
Peki Beşiktaş, geçen Salı Marsilya karşısında böyle bir oyun mu oynadı? Ya da şöyle soralım: Beşiktaş, Marsilya karşısında maçı kazanmak için ne yaptı? Cevap: Hiçbir şey. Cevabın devamı: Beşiktaş beraberliğe razıydı.
Söylediğim bunca şeyden sonra şöyle devam edip hepinizi de şaşırtayım: Ertuğrul Sağlam’a olan inancım, bu takımın son 10 senedir çalıştıran herhangi başka bir antrenöre duyduğum inançtan daha fazla. Gerçekten, kendisine sabır ve inanç gösterilirse Ertuğrul sağlam Beşiktaş’ı çok güzel günlere taşıyabilir. Çünkü o da bu manifestoyu özümsemiş gibi kendi içinde. Takımı çok koşturuyor, çok mücadele ettiriyor. Tek eksiği, tecrübesizlik ve elindeki oyuncuların kalitesizliği. Hadi, ilk yarıda 2 oyuncusunun cenabet sakatlıklara kurban gitmesini de ekleyelim. Marsilya karşısında kazanmaya odaklı bir takım değil de beraberliğe odaklı bir takım çıkarmasını da tecrübesizliğine, kariyerinin ilk Şampiyonlar Ligi maçını oynamanın verdiği heyecana vermek istiyorum.
Maçın teknik analizine gelmek istemiyordum ama içimde kalan bazı şeyler var. Birincisi, Serdar Özkan... Uzun süredir oyun zekası bu kadar yüksek bir Türk oyuncu görmedim. Futbolu gerçekten bilerek oynuyor. Tekniği fena değil. Fakat atletik açıdan çok zayıf. Fabregas’ın şu aralar Arsenal adına oynadığı oyunu izlemesem “Yazık, harcanmış.” derdim. Bu oyuncunun daha da gelişebileceği şu kritik bir-iki yılda psikopat bir fitness çalışma programına tabi tutulması ve sağ kanattan kurtarılıp, daha verimli olabileceği orta sahanın ortasına, oyun kurucu mevkiine getirilmesini diliyorum. Beşiktaş’ın geleceği Ricardinho değil, Serdar Özkan olacaktır.
Serdar Kurtuluş ile İbrahim Toraman da bana geçen gece oynadıkları oyunla gurur yaşattılar. Özellikle İbrahim Avrupa standartlarında bir stoper olduğunu kanıtladı. Serdar Özkan’ı da ekleyelim, bu 3 oyuncu dışındaki tüm Beşiktaş takımı bireysel açıdan hayal kırıklığıydı. Gri tonlara bakarsak, İbrahim Kaş fena değildi. Ama birinin bu çocuğa maç öncesi birkaç shot viski vermesi iyi olabilir, evladım nedir bu agresiflik? Yine de oyun olarak bana 15 sene öncesinin sağ bek oynatılmaya çalışılan Costacurta’sını anımsatabildi ki bu da iyi başarı.
Fransız görüntü yönetmeni, Marsilya kaptanı Lorik Cana’nın arkadaşlarına bir şeyler fısıldadığı 10 kadar görüntücük yayınladı. Benim takımımın kaptanı İbrahim Üzülmez’e bakıyorum, tık yok. Adam topu uzaklaştırmayı bile bilmiyor. Kaptan dediğin biraz oyunun içinde olacak, otoriter olacak değil mi? İ. Üzülmez çok yürekli ve özverili bir oyuncu. Fakat ne oyun zekası, ne de liderlik vasıfları Beşiktaş kaptanı olacak yeterlilikte değil.
Takımın 2 “beyni” Ricardinho ve Delgado kayıplardı. Edouard Cisse de kötüydü. Hadi üçü de kariyerli oyuncular, bir maçla iplerini kesmeyelim, sabredelim. Tello’ya ne diyeceğim? Ha, bu arada, biri bana lütfen Koray Avcı’nın neden hala, ısrarla, 3 senedir bu takımda durduğunu açıklasın. Bu kişi, mümkünse M. Yozgatlı’nın niye oynamadığnı da açıklasın. Hadi Higuain’e hemen dalmayalım daha ilk maçı (ama çok kötüydü). Diatta son golde düştü diye hiç günahını almayacağım. Kısa boyuna, ideal pozisyonu sağ bekten stopere çekilmesine rağmen hiç pes etmedi, son goldeki hatasına kadar da iyi oynadı. Karşındaki adam da sıradan bir oyuncu değil, Cisse. Marsilya’da sürünüyorsa (ki Marsilya, evet, bir ŞL takımı) nedeni her sene bir ayağını kırmayı adet edinmesindendir.
Beşiktaş’ın ileriki maçlarını düşünelim. Liverpool maçlarından hiç ümitli değilim. Tek şans, belki Rafa Benitez’in zaman zaman abarttığı rotasyon zihniyeti olabilir. Bizi küçümseyip yedeklerini çıkarır, onlar da iyi motive olamazlarsa (FB-Inter örneği) Liverpool’u yene bile biliriz. Porto hem iyi bir takım, hem çok mücadele gerektirmeyen bir lig olan Portekiz Ligi’nden geldiklerinden ŞL’ne çok farklı bir gözle bakıyorlar, hem de “slight underdog” olduklarından motivasyon diye bir sorunları yok. Marsilya’yı ise İnönü’de yenmek, Velodrom’da yenmekten daha zor olacak. Çünkü Fransız temsilcisinin asıl uzmanlık alanı kontraatak. Sorarım, BJK nasıl çıkacak bu gruptan?
Bence çıkamayacak. Beşiktaş’ın asıl yapması gereken, Şampiyonlar Ligi’nden çok Türkiye’deki başarısını ön planda tutmak olacaktır. Bu takım, gelecek vaat eden bir takım. Bu takım, isteyen, koşan ama başaramayan bir takım. Niye başaramıyor? Oyuncularının önemli bir kısmı yeteneksiz. Tello biraz daha koşsaydı Türkiye’de oynamazdı. Adamların limiti bu kadar. Evde yakalanan istikrarlı bir formla Bobo, Serdar Özkan, Serdar Kurtuluş, Gökhan Zan, Toraman, H. Arıkan, Batuhan vb. cevherlerin yanına daha kaliteli oyuncular monte edildiği zaman başarı gelecektir. Galatasaray, UEFA’yı almayı, Chelsea’den 5 yiyerek, Fener (daha bir şey başaramamış olsa da) İnter’i yenmeyi, United’dan yarım düzine yiyerek öğrendi. Gerçi Beşiktaş ta Leeds’ten yarım düzine yedi ama neyse karizmayı çizdirmeyelim. Ama sanırım derdimi anlatabildim. Demek istediğim, bu takımın ŞL’ne istikrarlı bir şekilde katılması, genç oyuncuların kendini geliştirmesi ve işe yaramaz, yeteneksiz oyuncuların (İbrahim Üzülmez, Koray Avcı, Ali Tandoğan gibi oyuncular) yerine yenilerinin alınması gerek.
Fener maçı hakkında da bir şeyler yazabilmeyi isterdim ama maç öncesinde cahil gibi uyuya kaldım ve uyandığımda saat sabahın 7 buçuğuydu. Ancak anlatılanlara göre Fenerbahçe, Inter’i eze eze yenmiş. “Haddinizi Bilin” yazısında belirttiğim gibi, 100. yıl gazını arkasına almış, senelerdir istikrarlı bir şekilde Avrupa takımı olmaya yatırım yapan Fener’in bu gruptan çıkması sürpriz olmayacaktır. Ancak Inter 7 eksikle gelmiş. OK, defansında Samuel, forvet hattında da İbrahimoviç, Crespo, Figo felan vardı. Sırf bu adamlar bile her takıma nasip olmaz. Bir de, çoğu isim hastası olduğu için Deivid'e demedikleri lafı bırakmayan spor yazarları ve kör fanatik Fenerliler... Beşiktaş karşısında Süper Kupa'yı getiren Deivid, Inter'e de bıçağı saplayan adam oldu. Bence o da çok zeki, ne zaman nerede olması gerektiğini bilen bir oyuncu. Üstelik onca yargısız infaza, hor görülmeye karşılık işini de gayet iyi yapıyor.
“Haddinizi Bilin” yazımı yanlış algılayan Fenerli arkadaşlar. Takımınız haddini bildi, sizi küçük görüp yedeklerini motive edemeyen Inter’i bileğinizin hakkıyla aşağı aldınız. Ama asıl başarı, size aynı gevşeklikle gelmeyecek olan PSV ve CSKA’yı yenmek. Şimdi anladınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder