İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

27.08.2010

2. Maç, 2. Hüsran

1100 lira vererek aldığım kombinenin ikinci maçında ikinci mağlubiyeti aldık ve daha anca kombinenin üçüncü taksidini ödemişken, Eylül'ü bile göremeden Avrupa defterini kapattık. GS - BJK maçlarını çıkar zaten kalan her maça bilet bulursun. Hoş kalan maçların kaçına gidersin ki zaten? Niye verdim ben bu kadar parayı bu kombineye?

***
Takımın nasıl bir sıkıntısı olduğu, esasında tribünlerin oyuncuları hangi sırayla çağırdığına bakarak anlaşılabiliyor. Kaptan Alex'in ardından sırasıyla, Lugano, Gökhan Gönül, Emre, Andre Santos çağırıldı. Kişisel olarak savunma oyuncularını her zaman daha çok sevsem de 4 savunmacı, gol atan, heyecan veren,çoşturan hücumculardan daha önce çağrılması, Fener'in hücum zaafiyetini kanımca çok güzel gösteriyor.

***
İlk yarı ile ikinci yarı arasındaki gündüzle gece arasındaki farkta PAOKlu oyuncuların da payı büyüktü. İlk yarıda önde basan PAOK'un kondüsyonu erken bitti ve Fener, Emre çıkana kadar çok rahat orta sahayı geçip oyunu rakip sahaya yıktı. Maçın kırılma anı Emre'nin oyundan çıkışıdır. Yok, Emre gerçekten çıkacaksa Özer'i alırsın oyuna, Mehmet Topuz'u çekersin, orta saha top çıkartır. Selçuk - Cristian ikilisinden oyun kurma beceresi beklemek hataydı ve olmadı.

***
Yayın ihalesi 400 milyon dolar olan ligin maç oynamış dört takımından sadece biri eylül ayında Avrupa'da devam edecek. Daha İspanya ve İtalya ligi başlamamıştı di mi?

***

O bayrakları dağıtmak hangi fındık beyinlinin ürünüydü gerçekten merak ediyorum. Yunan takımıyla oynanan maçta o sopaların sahaya atılacağını kimse düşünemedi mi?

PAOK taraftarları 300 Spartalı gibiydiler. Statta PKK bayrağı açtılar. Maraton tribünün ortasına kadar meşale fırlatacak düzenekleri vardı. Hiç mi aranmadı bu adamlar?

25.08.2010

Galatasaray'ın kadro zaafiyeti (!)

Siyaset yorumcuları olsun, ekonomi yorumcuları olsun, futbol yorumcuları olsun sürekli kendisiyle çelişen, saçmalayan ve zorda kalınca da yalan söyleyen insanların bütün televizyon ekranlarını kaplaması, gazete köşelerini doldurması beni çok zahatsız ediyor.

Bizim işimiz futbol olduğuna göre biz futboldaki çelişkilere bir bakalım.. Geçtiğimiz sezon başında Galatasaray lige çok iyi başladığında ve herkesi çatır çutur yeniyorken medyamız Galatasaray için "şahane takım", " bu ligin üstünde", " uefa kupasını kazanan takımla eşdeğer" anlamları taşıyan yorumlar yapıyordu. Geçen sezon Galatasaray 3. oldu, bu sezona da ikide sıfır ile başladı ve birden bütün yorumlar değişti. Galatasaray'ın kadrosunun kalitesiz olduğu, bu Galatasarayın ligde ilk beşe girmesinin yeterli olacağı düşünülüyor. Peki Galatasaray kadrosu geçtiğimiz sezonun başına göre çok mu değişti? Değiştiyse negatif yönde mi değişti?

Kalede geçen seneye göre bir eksilme var. Leo Franco gitti. Bizde kimse beğenmedi ama bence Leo Franco Ufuk'tan da Aykut'tan da iyi kaleci.

Defansa baktığımızda Uğur, Emre Aşık, Emre Güngör ve Caner'in gittiğini, yerlerine Ali Turan, Lucas Neill ve Çağlar Birinci'nin geldiğini görüyoruz. Sadece Lucas Neill'in varlığının bile terazinin gelenler kefesinin daha ağır basması için yeterli olduğunu düşünüyorum.

Orta sahanın defansif tarafında Mehmet Topal'ın yerine Lorik Cana geldi ki Cana, Topal'dan daha sert bir oyuncu. Ben Cana'yı Mehmet Topal'a tercih ederim. Artı olarak genç yetenek Musa Çağıran alındı.

Hücuma yönelik orta saha olarak da Elano, Kewell ve Arda aynen duruyor. Keita'nın gitmesi bir eksik olarak görülebilir ama onun yerine de Pino ve Serdar Özkan alındı. Bu eksiklik de belli ölçülerde kapatıldı.

Forvette ise Baros yerinde. Arkasına Nonda'dan daha genç ve yetenekli Mehmet Batdal alındı. Bu pozisyonda da rahatlıkla Galatasaray'ın güçlendiğini söyleyebiliriz.

Sonuç olarak Galatasaray'ın kadrosu zayıf falan değil. Hatta geçen sezona göre daha güçlü. Ligde şampiyon olmak için de yeterli, Avrupa'da ilerlemek için de. Galatasaray'ın başarılı olması için sadece iyi bir takım kimyasının oluşturulması gerekiyor, medyamızın düzelmesi ise Galatasaray' düzlüğe çıkma ihtimalinden katbekat az.

24.08.2010

Türkiye'nin en iyi takımı

Yeni adıyla Spor Toto Süperlig'de oynayan oyunculardan bir takım kurdum. Bu takımı kurarken ligin en iyi on bir oyuncusunu alt alta yazmak yerine birbiriyle uyumlu, sistemli, dengeli bir takım oluşturmaya çalıştım. Oyuncuları seçerken kaliteden çok performansa önem verdim. Örneğin Lorik Cana Fabian Ernst'ten daha iyi oyuncudur ama ortada 1.5 yıldır taş gibi oynayan Ernst varken daha hiç bir şey yapmamış Cana'yı takıma almadım. Lige bu sene katılan oyunculardan sadece Quaresma kadroya girebildi. O da zaten sezona müthiş bir başlangıç yaptı.

Takımlar arasında oyuncu dengesi kurmaya çalışmadım, örneğin son şampiyon Bursaspor'dan bir tane bile oyuncu kadroda yok. Ayrıca Beşiktaşlıların sevgilisi Guti, Fenerbahçelilerin sevgilisi Alex ve Galatasaraylıların sevgilisi Kewell'ı da ligin en iyi takımına almadım.

Kaleci için Onur ve Volkan arasında epey düşündükten sonra tercihimi Volkan'dan yana kullandım.

Defans dörtlüsünde Fenerbahçe'den Gökhan, Lugano ve Dos Santos ligdeki diğer meslektaşlarından bir adım önde. Aralarına top tekniği yüksek Neill'i aldım. Böylece Gökhan - Neill - Dos Santos üçlüsüyle geriden çok rahat top çıkarırım, Barcelona gibi top oynarım.

Madem Barcelona gibi oynayacağız o zaman Barcelona gibi 4- 3- 3 oynayalım. Zaten bu ara çok popüler. Bu takdirde orta sahada oyunu çift yönlü oynayabilen üç oyuncuya ihtiyacım var. Ernst, Selçuk İnan ve Emre Belözoğlu en uygun tercihler.
Forvet hatttının sağında Quaresma, solunda Arda bu ligin üstünde kaliteleriyle takımın en büyük kozları. En ileride ise iki senedir leblebi gibi gol atan Milan Baros'u tercih ettim..

Sonuç olarak;

Volkan
Gökhan Neill Lugano Dos Santos

Ernst

Selçuk Emre

Quaresma Arda

Baros

22.08.2010

Schuster İstifa !!!!

Büyük Beşiktaş taraftarı ilk maçta büyüklüğünü yine gösterdi. Forumlar, bloglar, haber yorumlarında binlerce Beşiktaşlı Alman hocaya ana avrat küfür edip istifası için eyyama başladılar bile.

4 gün önce Hjk karşısında oturtmak istediği sistemin güzel bir önsunumunu yaptığında, bütün skor taraftarları ohh ne güzel, top bizde büyük takım gibiyiz, dönen topları alıyoruz, yaşasın Quaresma, Guti süper, Hilbert aslında iyi oyuncuymuş püü kaka Denizli bizi kandırmışsın bu takıma defans oynatmışsın tarzı abuk repliklerle Schuster'i ve sistemini överken ilk yenilgide rüzgar tersine döndü. Peki ne yaptı da Schuster suçlu oldu.

Schuster'in net hataları var Delgado'dan bir Xavi yaratmaya çalışıyor. Ama Arjantinli kırılgan, takımını Xavi gibi sahiplenmiyor, duracağı yeri bilmiyor, boşa çıkıp pas istemiyor. Belki pozisyonunu yadırgıyor, belki mental olarak bitmiş. Nihat'ı 14 senelik kariyerinde olduğundan farklı bir yer koymak istiyor ama olmuyor. Holosko'dan ceza sahası santraforu yaratmak istiyor ama kendisi bariz bir uzak forvet.

Peki bunları neden yapıyor? Bu saatten sonra Holosko, Delgado, Tabata, Hilbert gibi eksik oyuncuları gönderip yerlerine sistem adamları alması zor. O da elindeki alternatiflerden sistemi nasıl işletebilirimin peşine düşüyor. Olmayacağını gördü, nitekim oynatmak istediği sistemde dikine olduğu kadar sağa sola da oynayabilen, sabırlı, panik yapmayan pas hatası minimum düzeyde oyunculara ihtiyacı olduğunu. Bu bağlamda teknik olduğunu zannetiğimiz Delgado ve Tabata'ya güvenmesi suç değil. Milyon € luk bu adamların sakin olamaması ayaklarına aldıkları her topta ince paslar denemeye kalkıp rakibe kontratak şansı vermeleri, kısacası sistem adamları olmadıklarını öğrenmek iyi bir şey ama bir de kötü haber var: elinde başka oyuncu yok !!!!

Beşiktaş'ın çoook alternatifli kadrosunda Guti gibi tempoyu ayarlayabilecek, Ernst gibi yanında az biraz kafası basan bir adam olduğunda mükemmel pozisyon alıp tempoyu ayarlamaya yardımcı olabilecek hatta 19 luk Necip gibi oyunun 2 yönünü oynayıp adam eksiltip gerektiğinde erken faulle rakip atakları kesecek oyuncuların yedekleri yok. Plansız transferin faturasını böyle ödeyeceğiz. Evet Robinho'ya ihtiyacımız var. Ama Sağbeke, solbeke, oyunun iki yönünü de oynayabilen mücadeleci bir adama ve hatta yedek bir playmaker'a ihtiyacımız var.

Ben Schuster'den umutluyum. Zira orta sahada pozisyon alabilen oyuncular ve mücadele gücü yüksek 2 ismin yer aldığı her maçta Bjk yorulmadan %70 topla oynayabilecek, topu kaptırdığında hızla pres uygulayabilecek ve rakibi hataya zorlayabilecek, ofsayt taktiği bu kadar göze batmayacaktır. Ayrıca yıllardır ilk defa bir maçta 3 tane kornere kafa vurabildiğimizi, duran toplardan organizasyon yapabildiğimizi gördüm. Skorcular biraz rahat durun olacak bu takım ama, her maç Quaresma diye bağırıp geri kalanı ıslıklayarak değil........

21.08.2010

Schuster, Quaresma, Guti... Derken Abdullah Avcı!


Rahmetli Kemal Sunal'a atfedilen bir laf var; "Ben Türkiye'nin sosyal bir gerçeğiyim, bilim adamları beni incelemeli" diye. İlk gençlik çağları, 7 kanalda haftada 77 Kemal Sunal filmi izleyerek geçmiş bizim kuşaktan her kim bu lafı duymuşsa "Ne kadar doğru demiş" demiştir Kemal Sunal için. Meselenin özünde Kemal Sunal filmlerinin absürd derecede birbirine benzerliği nispetinde izleniyor oluşu var tabii.

Değil Gutiler, Quaresmalar; Real Madrid'i, Barcelona'yı getirip şu lige dahil etseniz, birinden biri fikstürün ilk 3 haftasının birinde İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u çeker ve tökezler. Bu artık Türk futbolunun paradigması. Dört büyüklerin fikstür çekimine katılan temsilcileri "Bakalım bu sene hangimiz kötü başlayacak" diye geçirmiyorlarsa içlerinden, işlerini ciddiye almıyorlar demektir.

Abdullah Avcı da muhtemelen, her küçük addedilen takım teknik direktörü gibi maçlardan önce oturup dersine çalışıyordur; görünen o ki, diğerlerinden farklı olarak sıkı çalışıyor. Merak uyandıran nokta; 3 senedir hemen hemen aynı topu oynadığı herkeçse kabul edilen ve bu futbolla dört büyüklerden kazandığı puanlar, kaybettiği puanlarla yarışabilen İstanbul Büyükşehir Belediyespor'la karşılaşacak büyüklerin (!) maç öncesi ne gibi mental çalışmalar yaptığı. Ve bu akşamki maç özelinde bu tür bir fizibiliteyi Schuster'den ziyade futbolculardan beklemenin daha akıllıca olup olmadığı.

Yaklaşık 10 sene evvelinden bir anekdotla derdimi daha iyi anlatayım; ikinci Beşiktaş macerasının üçüncü haftasında Cristoph Daum, bir antrenman esnasında futbolculara birer boş kağıt dağıtarak rakip Diyarbakırspor'un muhtemel onbirini yazmalarını istemiş. Sonucu net olarak bilmiyorum elbette ama, bu bir sınav olsaydı futbolcuların asgari yüzde sekseninin bu sınavdan çakacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek olmadığını sanıyorum.

Netice... Beşiktaş son 3 sezonun ilk 5 haftası içerisinde üçüncü kez İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile karşılaştı ve skorlar sırasıyla: 1-1, 1-1 ve 0-2.

19.08.2010

Mesut sonrası Milli Takım

Biz kendi kendimize Türklük propagandası yapıp, Mesut'un transferini "Real Madrid'deki ilk Türk" diye duyurmaya devam edelim, tüm dünya bu transferi "German international" sıfatıyla yazıyor.

Sitede daha önce bu konuda defalarca yazdım. Mesut öncesi milli takıma çağrılan Almancı jenerasyonuna (Yıldıray, Halil, Nuri Şahin...) yapılan üvey evlat muamelesi sonrası bir sonraki jenerasyon (Mesut, Serdar Taşçı, Oğuzhan Özyakup...) artık doğudukları ülkelerin milli takımını seçmeye başladılar.

Mesut'un, Real Madrid'e gitmesiyle artık bundan sonraki jenerasyonlara Türk milli takımını tercih ettirmek imkansıza yakın hale geldi. Sadece Mesut - Nuri örneklerine bakmak bile oyuncuların tercihleri açısından yeterli olacaktır.

Nuri Şahin'in, Khedira'dan hiçbir eksiği olmadığını, tam tersine daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Eğer bugün Khedira, Real Madrid'e transfer olup, Nuri daha vitrine çıkamadıysa, bu kanımca ne yazık ki Nuri'nin milli takım tercihi ile alakalıdır.

Bu saatten sonra, düzenli olarak Avrupa Şampiyonası - Dünya Kupası'na katılıp, oyuncuları vitrine çıkartamadığımız sürece ne yazık ki ancak Alman milli formasına seçilemeyeceğini kabullenen oyuncuları oynatabileceğiz.

Yine yeniden marka değeri


Pazar günü kısa bir postta takımların sponsorsuzluğuna ve marka değerine değinmiştim. Bugün İbrahim Altınsay bu konuya derinlemesine dalmış. Kanımca yere serilip, önünde secdeye yatılacak bir yazı. Okumayan kalmasın diye buraya taşıyayım dedim.
***

Başka ülkelerin futbolu postmodernist sorunlar yaşarken biz ‘premodernist’ dertlerden kurtulamadık bir türlü... İşte lig ve kulüp sponsorları konusu...

Futbolun medya değeri küresel ve anında yayılan bir özellik kazanınca elbette birçok firma markasını futbolla ve futbol takımları üzerinden tanınır kılmayı tercih etti. İki taraf da kazandığı sürece işleyen bir süreç bu. Ancak futbol ve futbolcu formaları fazla markayla hormonlandığında, yani sponsorlandığında, her postmodern olguda, örneğin sebze meyvelerde olduğu gibi, bu güzel oyunun tadı kaçıyor. Futbol izlemenin ve seyretmenin keyfi kalmıyor. Sahada gönül verdiğiniz formalar yerine aşırı marka tıkıştırılmış reklam panolarını görüyorsunuz.

Belçika ve Kuzey ülkeleri formanın her yerini reklamla doldurmuştu, şimdi bundan nasıl kurtulacaklarını düşünüyorlar. En büyük ekonomiye sahip olan ve kâr maksimizasyonuna göre örgütlenen ABD profesyonel spor liglerinde, mesela NBA’de, forma üzerinde sponsor adı taşınmaması uyarıcı olmalı.

Devlet Tekeli Süper Ligi
Başka ülkelerde sponsor fazlasından yakınılırken, işte lig başladı gördünüz,
bizde sponsorsuzluk sorunu var... Yayıncı kuruluşla ortaklığından olsa gerek Turkcell şimdiye kadar lige sponsor olmuştu. Hattâ daha bir yılları vardı. Bu yıl herhalde yabancı ortağın aklı başına erdi ve adlarını Süper Lig’le özdeşleştirmekten vazgeçtiler. Ligin ve takımların sponsorluğunu bıraktılar. Böylece ligin adı gibi, şampiyon Bursaspor dahil, Süper Lig’deki 9 takımın ana sponsorluğu boşa çıktı.

İşin garibi Turkcell’le aynı alanda iştigal eden ve kıyasıya bir rekabet içinde olan öteki iletişim firmaları da lige ve takımlara talip olmadı. İşin daha garibi, serbest rekabet koşularında faaliyet gösteren, bu yüzden pazarlamaya ve reklama rasyonel para harcama durumunda olan firmaların hiçbiri de hevesli çıkmadı.

Kim çıktı biliyor musunuz? Bakanlar, başkanlar araya girdi ve spor karşılaşmaları üzerinden bahis oynatma tekelini elinde bulunduran Spor-Toto!

İş o kadar son anda bağlandı ki iki gün öncesine kadar Spor-Toto’nun resmi internet sitesinde ligin adı ‘Turkcell Süper Lig’ olarak geçiyordu. Spor-Toto ne? Bir devlet tekeli... Vatandaşın, Spor-Toto’nun düzenlediği ve lisans verdiği firmalar aracılığıyla pazarladığı bahis oyunları dışında başka bahis oyunu oynaması mümkün mü? Değil. En azından yasal durum böyle.
Pekiyi her hafta adı takımlarla ve maçlarla birlikte anılan ve tekelinde tuttuğu iş pazarlama şirketleri aracılığıyla vatandaşa götürülen Spor-Toto’nun sponsorluk yapmaya ve reklama ihtiyacı var mı? Yok.

Zaten mesele ekonomik de değil. Sistemin zırt dediği ve ‘futbolun
marka değerinin yerlerde süründüğü’ yerde yetiş devlet!

Futbolu bir nüfuz ticareti olarak gören iktidarlar devlet kesesinden çıkma yapıyorlar futbola. Futboldaki mevcut feodal sistemde eli en tutulmaz ağa ‘Devlet Ağa’ nasıl olsa... Adı üstünde vatandaşa ucuz toplu konut yapmakla yükümlü TOKİ 15 günde bir maç oynanacak stat yapar, zorunlu deprem sigortası DASK Dünya Kupası yayınına sponsor olur, TRT yayın ihalesinde ikinci pakete değerinin üzerinde para verir, İSPARK gibi belediye tekelleri borcu
olmamakla övünen İBB’nin profesyonel futbol takımına reklam verir... Hepsi
kamu kesesinden hovardalık.

Bakın, bonkör Spor-Toto isim hakkı olarak kulüplere fındık fıstık parası gibi bir şey ödüyor. Ne de olsa devlet tekeli; bahis hakkının da yayın hakkı gibi kulüplerden toplu pazarlık ya da ihale ile alınmasına hiç yanaşmıyor. Bu kuruluşun gelirlerinin ne kadarıyla bu ülke çocuklarına spor yapma olanağı yarattığı meçhul.

Daha önce yazdım; bu ülkede profesyonel futbol olmasa ülke daha geri, halk daha yoksul olmaz. Profesyonel futbol bir kamu hizmeti değil. Siz kamu bütçesinden profesyonel futbola para aktarırsanız, en büyük adaletsizliği yapmış olursunuz. Ülke insanının iyi yaşaması, ülke çocuklarını spor yapması için harcanması gereken parayı, kendi keyfiniz için profesyonel
futbola peşkeş çekmiş olursunuz.

Sponsorsuzluk daha güzel
Takımlara gelince... Göğsünde firma adı taşımayan formalar bana daha çok sempatik geliyor. Yine de bir kesim takım, o da özel ilişkilere dayanarak ana sponsora sahipken bir kesimin sponsor bulamaması eşitsiz bir durum ortaya çıkarıyor. Biliyorsunuz Beşiktaş formaların sırtına sponsor bulamamıştı da, yardım kuruluşlarının adını yazarak ‘ulvi bir görev yapıyoruz’ havasına girmişti. Kendi borç batağında olan bir kulübün başkasına yardım etmesi, şaşkınlığın bir başka tezahürüydü...

Herhalde bu işe de devlet el atacak. Zamanında Ankaragücü, bir Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT) olan MKE ile adını birleştirmişti. Devlet de, artık şimdi ne kadar kaldıysa, her takıma bir KİT’i ya da devlet tekelini, ya da devlet kurumunu sponsor edecek! Yakında takımların göğsünde RTÜK, YÖK, YHK, Anayasa Mahkemesi yazdığını görürseniz şaşırmayın!

Aslında ana sponsor olacağınıza firmanızın adını kulübün adıyla birleştirin, o daha kolay. Bakın Antalyaspor’un formasının göğsü boş (pardon bantlı) ama adı Medical Park... Bu konuda hiçbir sınırlama, hiçbir teminat yok. Daha önce de Vestel, Manisaspor’la adını birleştirmişti. Sonra, bence çok haklı nedenlerle adını çekti ama hiçbir yükümlülüğü olmadı. Federasyon bu konuda düzenleme getirmezse, adın çekilmesi durumunda kulübün ve futbolcuların perişan olmaması için baştan büyük teminatlar şart koşmazsa bu ülkede daha çok Siirt Jetpa ve İstanbulspor felaketleri yaşanır.

Olduğun gibi görünmezsen
Aslında sponsor kaçışı üzerinde durulsa futbolumuzun ‘marka değeri’nin neden erozyona uğradığı da belki anlaşılır... En azından şu ilk haftaya bakın; iki maç seyircisiz oynandı. Geçen sezon seyircisiz maç rekoru kırıldı. Şimdi de ligi çöl sıcaklarının ve Ramazan’ın ortasında başlattınız, maçları 4 güne yaydınız.

Çok maç âşık usandırır; genel olarak futbola kayıtsızlık yaratır... Futbolcu ve seyirci işkence çekiyor. Şampiyon Bursaspor’un maçında bile tribünlerde boşluklar vardı. Federasyonunun ‘seyircisevmez’ olduğu bir ortamda futbola ilginin artacağını ummak hayalcilik olur. Statta maç seyretmeyen seyircinin ekran başında maç seyredeceğini düşünerek elini ovuşturan ‘futboldananlamazlar’ da sonunda havasını alır.

Son yayın ihalesinde oluşan rakam kimseyi aldatmasın. O rakam futbolun değeri değil. Süper Lig yayın haklarının değeri de değil. Olsa olsa o tarihteki iletişim devleri arasındaki rekabetin değeri... Bu para, maçları dört güne yayıp ağustos başında başlatmak gibi panik düzenlemelerle çıkmaz. Olsa olsa futbolu seven radikal ve çağdaş yayıncılıkla çıkar.

Futbolun sponsor tekeri kırıldı, öteki tekerlekler de bu hesapsız ve dümensiz gidişi çekmeyecek gibi... Hocalarım, “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” derlerdi. Benden de bir ek:
“Olduğundan büyük görünürsen sonunda olduğundan çok küçük hale gelirsin.”

18.08.2010

Valdez bile La Liga'da,Guiza nerede?


Şu adam bile Allah'ına dua edip transfer olabiliyor da bizim İspanya ligi gol kralımız neden bir kulüp bulamıyor, anlaşılır gibi değil..
Bu arada Delorean'a selamı da çakalım. Az sevmez bu adamı...

16.08.2010

Fener'in değişen transfer politikası

Fenerbahçe'nin yabancı transferindeki sistematik her yıl değişiyor. Aragones gelince İspanya'dan adam toplama modası, geçtiğimiz yıl "hadi Brezilya'ya yeniden el atalım"a dönmüştü. Bu yıl transfer stratejisini kim belirlediyse nihayetinde Türkiye Süper Lig'inin gerçeklerini hesaba katmış durumda.

Karakteriksel olarak her takımın çok iyi takım savunması yaptığı bu açıdan Türkiye'ye çok benzeyen Fransa'ya el atmak çok başarılı bir haraket gibi duruyor. En nihayetinde oyun yapısı uymadıktan sonra Anelka'nın bile burada iş yapamadığını gördük. Fransa gibi "alt"a bağlamış bir ligin şampiyon takımında 100 gol atmış olmak Türkiye ligi için fazlasıyla iyi bir referanstır. Aynı şeyi Dia için de söyleyebiliriz.

Aykut'un söylediği gibi, her transfer bir risk içerir. Önemli olan bu riski ne kadar minimize edebildiğinizdir. Bu politika ile Fenerbahçe'nin bu riski minimize ettiğini düşünüyorum.

15.08.2010

Reklamsız Takımlar Ligi

Süperlig'in açılış gününden aklımdan en çok bu kaldı. Turkcell'in ligden çekilmesinin ardından senelerdir topluca armut piş ağzıma düş şeklinde reklama konan takımların hepsi reklamsız kaldılar. Sezonun açılış maçlarında hiçbirinin sponsoru yoktu.

Bir kez daha görüldü ki 400 milyon yayın bedeli, 40 milyon isim bedeli esasında 3-4 takım için. Kalanları figüran.

12.08.2010

Uefa Çarşı'ya Karşı


Uefa çok enteresan bir şekilde 17 Ağustos'taki Beşiktaş-Helsinki maçını saat 19.00'a alma kararını vermiş.Nasıl bir gerekçeleri olduğunu çok merak ediyorum açıkçası.Napoli -Villereal gibi takımların maçları 21-22 saatlerinde oynanırken Ağustos sıcağı ve mesai sıkıntısı olmasını geçtim çoğunluğu müslüman bir ülkede ramazan vakti saat 19.00'a maç koymak gerçekten Uefa'nın ülkemiz adına verdiği efsane derece art niyetli kararlardan biri olacak.Şu noktada saatin değişip değişmeyeceği hakkında bir bilgim yok , bu konuyla ilgili bilgisi olanlar varsa ve bizi aydınlatırlarsa sevinirim.









8.08.2010

Kazandıran Oyun!



Geçen sezonki Bursa maçlarını aklıma geldi de, hemen hemen aynı maçları izlemiştik. O maçlardan galip çıkamayan Trabzon’a bu kez beraberlik yetmiyordu. Trabzonspor böyle tek maçlarda iyi, lakin sürekliliği yok. Sonuç alamıyor. Şampiyonluk tek maç olsa kazanır ama 34 maç olunca kazanamıyor işte.

Umut’suz ama daha derli toplu bir takım izledik. Umut’un yerinde geçen sezonun kayıp adamı Teo var. Burak, Alanzinho, Colman ile etrafı örülen Teo, attığı gollerle gol becerisini göstermiş oldu. Doğru yerlerde oldu ve doğru vuruşlar yaptı.

Ancak gol, öyle topun altına yumuşak girişlerle atılmıyor. Bunun bir orta sahası savaşı var. İşte o savaşı Şenol Güneş’in askerleri kazandı. Güneş için kimse bundan sonra iyi insan kötü teknik direktör demesin. Bursaspor orta sahasını, çok pasla ve çok presle çökertip, kendi ceza alanına yaklaştırmadı. Bursaspor’un tek tük gelişleri cılız gelişlerdi. Sonuçsuzdu. Olanları da Glawacki Egemen ikilisi kesti. Glawacki, buz adam. Bursalılar herhalde bu adamı nereden buldular demiştir. Egemen’in geçen yılki dağınık görüntüsü de onun sayesinde bitebilir.

Bursa, orta sahayı Trabzon’a verince aslında ilk yarıda bitmesi gereken iş ikinci yarıda bitti. Selçuk, Ceyhun takımın oksijeni oldu. Bir de Serkan tabii.

İyi de hiç mi olumsuz bir şey görmedik derseniz, bu maçın lig için ölçü olmayacağını kesin olarak söyleyebiliriz. Şampiyon Bursa’ya 3 attık, Liverpool’a da herhalde 2 atarız diye düşünmesin kimse. Trabzonspor’u bir de savunma yaparken izlemek lazım. Bu akşam savunma yapmadı. Meydanı buldu, hücum yaptı. Onun için tamam olduk değil, bir kupa kazandık diye bakmalılar. En olumlu neydi derseniz, direnç. Fizik üstünlüğü. Orta alandaki doğru pas trafiği. Ve hemen karşı yarı alana geçme bilinci.

Beni şaşırtan ise Bursalıların ilgisizliği oldu. Kendilerine ayrılan yerde boş yer olmamalıydı. Trabzonspor taraftarı ise bıraksalar karşı tarafı da doldurur. Bilse yüz sene daha şampiyon olmayacak, yine doldurur. Süper kupa müzeye gidecek. Türkiye kupası gibi milli kutlama haftaları tertip etmeye gerek yok. Trabzonspor’un müzesinde daha değerlileri var. Trabzonspor’un kupa maçındaki oyunu süper değil, sadece kazandıran oyun. Bunun bilinmesinde de fayda var.

6.08.2010

Premier League 10-11

Önceki sezonlara oranla çoğu takım ilk 11lerini korumaya çalışırken, çok az takım kadrolarında büyük değişikliklere gittiler. Bu takımları Wolves, West Ham, Wigan ve Man City olarak sayabiliriz. İlginç olan noktaysa bu takımlar arasından sadece West Ham'da menajer değişikliğine gidildi(Zola-Grant).

Wolves: Steven Fletcher, Steven Mouyokolo, Stephen Hunt, Jelle Van Damme, Adlene Guedioura
West Ham: Tal Ben Haim, Frederic Piquionne, Pablo Barrera, Tomas Hitzlsperger, Winston Reid
Wigan: Mauro Boselli, Ronnie Stam, Antolin Alcaraz, Ali Al-Habsi, James McArthur
Man City: Aleksandr Kolarov, Yaya Toure, David Silva, Jerome Boateng

Dört büyüklerin transferleriyse geçen senelere göre çok ses getirmedi, bu durumda adada yapılan en pahalı transferler geçen sene olduğu gibi Man City'den geldi. City, Boateng, Kolarov ve Yaya Toure'ye ödenen miktarları açıklamazken David Silva'yı 24 milyon pounda aldığını bildirdi.

ManU, Smalling ve Hernandez'i kadrosuna katarken Chelsea, Benayoun'u, Roy Hodgson'ı göreve getiren Liverpool da Joe Cole, Jovanovic, Danny Wilson ve Fabio Aurelio'yu tekrar kadroya kattı. Arsenal de Chamakh'ı bonservissiz ve Lorient'ten Koscielny'yi satın aldı.

Bir diğer ilginç notsa Aston Villa, Blackburn ve ilk kez Premier League'e çıkmasına rağmen Blackpool'un herhangi bi oyuncu transfer etmiş olmamaları.

Chelsea ve ManU'nun yine ligi domine edeceği su götürmez bi gerçek ancak Chelsea'nin daha fazla önem verecekleri şey kesinlikle Şampiyonlar Ligi olacak. Hele ki Mourinho döneminden beri aynı oyuncuların oynayıp kazanamadıkları tek kupanın bu olması ve yaşlarının da artık kemale ermeleri bence lige çok asılmamalarına neden olacak.

Fabregas, son açıklamasına rağmen Barcelona'ya gidip gitmemek arasında çok bocaladığı ve yıprandığı için geçen seneki performansından uzak olabilir. Chamakh çok ağır ve Arsenal'de ilk 11 oynayacak yetenekte bi oyuncu değil bence. Koscielny'yse kaliteli bi defans ve Vermaelen'le uyumlu bi ikili olacakları düşüncesindeyim. Yine de stoperde tek yedeğin Djourou olması bariz bi şekilde yetersiz, ikiliden en az birinin olası sakatlığında çok sıkıntı yaşayacaktır Wenger. Liverpool, yeni bi yapılanmaya gidiyor ve elindeki kadroya göre ideal bi 4-4-2 onbiri çıkartılacaksa bu kadroya en iyi futbolu oynatabilecek nadir isimlerden Hodgson'ı getirdiler. Mascherano gidecekse hemen gönderilmeli ve yerine oynatılacak adamı bi an önce bulmalılar. En kötü bu kadroyla devam ederlerse dahi bence gayet iddialı bi konumda olurlar. Tabii, en fazla iş yine Gerrard ve Torres'e düşecek.

Tottenham ve City'den de bahsedecek olursak, Mancini'nin 4-3-3 oynatacağı söyleniyor ki yaptığı transferler de bunu doğrular şekilde. Silva sol açık, Yaya orta üçlüde De Jong ve Ireland(Barry)'la oynayacak gibi. Sol bek problemini de Kolarov'la giderdiler ve Boateng transferiyse defanstaki rekabeti üst düzeye çıkartacak gibi. Mancini, tahmin ettiğim kadarıyla defansta performansa göre şans verecek ki herkese de zaman gelince görev düşeceğini açık açık belirtti. Tottenham'sa Sandro'yu kadrosuna kattı ve aynı zamanda Robbie Keane geri döndü ve hazırlık maçlarında şu ana kadar gayet iyi oynadı. Yine de şampiyonlar ligi'ne de ağırlık vereceklerini düşünürsek kadroları rakiplerininki kadar güçlü değil ve geçen seneki dördüncülüğü yakalamaları çok zor gözüküyor.

Sezon açılışı: İlk Hüsran


Öncelikle bu yeni işim beni fena bozdu. Haftada 6 gün sahada çalıştığım için, bloga vakit ayıramadığımın farkındayım. Yine de çarşamba gecesine dönelim ve Şükrü Saraçoğlu'nu yazalım.

Askerlik yüzünden araya giren 1 sene kombinesizlikten sonraki ilk maçın heyecanı ile işten çıkar çıkmaz, maçkolik complex'e oradan da stada. Meraklısına maraton sarı tribündeyim.

Maç sonunda yapacağım ilk yorum, oyuncuların iş disiplinsizliği, şu an takımın en büyük problemi olmalı. "Nasılsa 0-0 ile turu geçiyoruz, zaten Saraçoğlu'nda yenilmeyiz" mentalitesi ile koca bir ilk yarı hiçbir şey oynanmadan bitecekken, durduk yerde golü yedik.

Son üç maçta takımın üç kırmızı kart görmesi üzerinde en çok düşünülmesi gereken konudur. Zira bunlardan biri, hazırlık maçında, diğeri vakit geçirmekten, sonuncusu da 1.5 metre farkla hakemi kandırmaktan geliyorsa ortada ciddi bir iş disiplinsizliği var demektir.

İkinci bir nokta takımın hücum anlayışı. Semih - Gökhan ikilisinden,Aykut hocanın Gökhan tercihini henüz daha çok bir maç performansı görmediğimiz için ancak antrenmandaki durumlara bağlayıp saygı gösterebiliriz. Ancak şu anlayışta Gökhan'ın, Kezman'dan bir farkı yok.

En iyimser yorumla, Aykut Kocaman, Gökhan'ın kanatları kaçıp, savunmayı peşinden sürüklemesini; göbekte oluşacak boşluğa da Stoch, Alex gibi oyuncularla penetre edip değerlendirmek istiyor diye bir yorumda bulunabilirim. Aksi türlü Gökhan ve Stoch "daha nerede durmaları gerektiğini" bilmiyor diye bir çıkarımda bulunmak zorunda kalacağım.

İlk Young Boys maçında hem Emre'nin hem de Stoch'un golleri bu çıkarımımı doğrular cinsten ancak o bindirmeler bu maçta gelmeyince Fener'in yegane kaleyi bulan şutu 90+'da Semih'ten geldi. 90 dakika boyunca yerimizden kaldıracak tek bir pozisyonun olmaması ciddi şekilde irdelenmeli.

Cristian kesinlikle bu takımın topçusu değil. Dia'yı fazlasıyla beğendim. Zaten adam, 3 oyuncuya sarı kart göstertti ki kanımca önemli bir istatistiktir.

Sonuç: Takımda 2 tane daha Gökhan Gönül iş etiğine sahip oyuncu bulunsa şu takım çok başka bir konumda olurdu.

Dip Not: Maçın ardından başlayan "yönetim istifa, Aziz siktir git" tezahüratlarının daha sezonun ilk maçından gelmesinde art niyet ararım ben. Acaba Unifeb ile Saadettin Saran yakınlaşması mı var?

5.08.2010

Ufukta Var Berbat Bir Sezon


Şu ana kadar görünen o ki bu yıl Avrupa'da berbat bir sezon yaşayacağız.Dün Fenerbahçe elenerek Varan 1 dedi.Bugün Galatasaray da elenebilir. Her ne kadar tarftarları rahat yeneriz falan feşmekan deseler de Belgrad deplasmanı zor bir deplasmandır dikkat edilmeli. Turu geçmeye yakın bir Beşiktaş var ancak onun kimyası da henüz tam oturmamış görünüyor. Gece 24'ten sonra üç büyüklerimizin üç bal kabağına dönüştüğüne şahit olabiliriz. Sonra kalırız geçen senenin iki şampiyonuna Trabzona ve Bursa'ya.



Trabzon henüz kadro eksikliğini gideremedi. Bursa ise kanımca etkili transferler yaptı ancak gruplara 4.torbadan girecekleri için işleri zor. Ülke puanı olarak zor bir yıldan geçeceğiz gibi. Hadi hayırlısı.



2.08.2010

Premier League Fantazi Futbol 2010-11


Geleneksel Ortakafagol.com Premier Lig Fantazi Futbol Ligi 14 Ağustos'ta başlıyor. Hayırlı uğurlu olsun!

Kayıtlar http://fantasy.premierleague.com adresinden. Geçen sene ligde mücadele ettiyseniz yeni kullanıcı hesabı açtırmanıza gerek yok. Eski kullanıcı adınız ve şifrenizle tekrar takım yaratabiliyorsunuz.

Giriş kodu: 688259-158118